İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Arkadaşlarımızla neredeyse yaklaşık 1 yıldır plandağımız Bosna Hersek gezimizi hamdolsun 18-22 Şubat 2025 tarihlerinde yapmak nasip oldu. Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazıda, Bosna-Hersek'e gittiğinizde nereleri gezmeniz gerektiği, ne yemeniz gerektiği, gezinin ne kadara patladığını veya hangi restoranları tercih etmeniz gerektiği gibi konulara değinmeyeceğim; bu, başka bir yazının konusu olabilir. Ancak şunu söyleyebilirim ki, soğuk havaları sevmeyenler için kış mevsiminde Bosna-Hersek'e gitmek pek uygun olmayabilir. Travnik ve Mostar nispeten ılıman olsa da özellikle Saraybosna oldukça soğuktu. Ancak kışın gitmenin avantajı, ülkenin turist kalabalığından uzak ve sakin olmasıdır; bu da rahatça gezmenize olanak tanır. Eğer kışın gitmeyi planlıyorsanız, Şubat ve Mart ayları idealdir diyebilirim. Bu konuyu burada kapatalım.
Bosna-Hersek, yaklaşık 550 yıl önce Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olmuş ve bu mirası günümüze kadar taşımış bir ülke. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in bize emaneti olan bu güzel memleket, Osmanlı'nın izlerini her köşesinde barındırıyor. Peki, bu emanete ne kadar sahip çıkabildik? Mevcut şartlar altında, elhamdülillah, evet çıkmışız diyebilirim (son yılları kastediyorum). Şehrin neresine baksanız bir Türk izi görüyorsunuz.
1992-1995 yılları arasında yaşanan savaş sırasında, Sırp ve Hırvat güçlerinin yıkmadığı veya hasar vermediği cami, köprü neredeyse yoktu. Osmanlı döneminde inşa edilen ve o dönemin en büyük ve eşsiz camilerinden biri olan Gazi Hüsrev Bey Camii'nden, UNESCO Dünya Mirası Listesi'nde yer alan Mostar Köprüsü'ne kadar birçok eser hasar görmüş veya tamamen yıkılmış. Ancak 2010' lardan itibaren, Türkiye bu eserlerin yeniden hayata geçirilmesi için büyük bir çaba ve ekonomik destek sağlamış. Örneğin, Saraybosna'nın en eski camisi olan Hünkar Camii'nin restorasyonu 2014 yılında TİKA tarafından başlatılmış ve 2015 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın katılımıyla yeniden ibadete açılmış, bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Dileyenler TİKA’ nın ve çeşitli kurumlarımızın Bosna’ daki faaliyetlerini detaylıca araştırabilirler.
Bosna-Hersek’te Türk askerinin varlığı benim için şaşırtıcıydı, çünkü Türk askerinin burada görev yaptığını bilmiyordum. Travnik'e giderken yolda bir Türk askeri konvoyu gördüğümde bunu öğrenmek benim için büyük bir gurur kaynağı oldu. Meğer Türkiye, Dayton Barış Anlaşması sonrasında Bosna-Hersek’in güvenliğini sağlamak amacıyla uluslararası barış gücü misyonlarında yer alıyormuş. Şu anda da EUFOR-Althea Operasyonu kapsamında Bosna’da barışın korunmasına katkı sağlıyor. Bu, Türkiye'nin Bosna-Hersek ile olan tarihi ve kültürel bağlarının yanı sıra, bölgenin istikrarına verdiği desteğin de somut bir göstergesi.
Bosna halkının Türklere ve Türkiye'ye olan sevgisi ise her an hissediliyor. Saraybosna çarşısında dolaşırken, dükkânlarda Bosna ve Türk bayraklarını yan yana görmek mümkün. Başlangıçta bunun, çarşıdaki Türk turist yoğunluğunu hedefleyen ticari bir strateji olduğunu düşünebilirsiniz ki ben de öyle sanmıştım. Ancak Türkiye'nin ülkedeki yardımlarını ve bölge insanının Müslüman kimliğine sıkı sıkıya bağlılığını gördüğümde fikrim değişti. Yaşadıklarımız da bu düşüncemi pekiştirdi.
Saraybosna sokaklarında dolaşırken, dükkânların olmadığı bir bölgede yani Saray Bosna’nın ara sokaklarında, bir Boşnak abla bize selam verdi ve kırık İngilizcesiyle nereli olduğumuzu sordu. Türkiye'den geldiğimizi söylediğimizde, bizi çok sevdiğini söyledi, elini kalbine koydu. Bu, başka bir millet tarafından sevgiyle karşılanmanın ne kadar özel bir duygu olduğunu hissettirdi bize. Yine, meşhur Boşnak böreğini yemek için bir börekçiye girerken, kapıda bir çocuk nereli olduğumuzu sordu. Türkiye'den olduğumuzu söylediğimizde, "Biz sizi çok seviyoruz, siz de Bosnalısınız" dedi. Bu sahiplenme duygusu gerçekten etkileyiciydi. Başçarşı'da bir amca, arkadaşlarıma nereli olduklarını sorduğunda, Türkiye cevabını alınca, Türk bayraklı çakmağını ve ceketine taktığı Türk bayrağı rozetini gösterdi ve arkadaşlar amcanın elini öptü. Bu nasıl bir bağlılıktır, nasıl açıklanabilir?
Travnik'te Cuma namazı kılmak için camiye giderken içimde bir önyargı vardı; caminin dolmayacağını düşünüyordum. Ancak Alaca Camii'ne vardığımızda caminin tıklım tıklım olduğunu gördüm. Hatta yer bulmakta zorlananlar bile vardı.
Burada bir parantez açmak istiyorum: Kıbrıs'a gittiğimde bu konuda hayal kırıklığına uğramıştım. Kıbrıs Cumhurbaşkanı'nın Cuma namazına geldiği bir cami, yani alalade,kıyıda köşe de kalmış bir cami değil, (adını hatırlayamıyorum şu an) neredeyse yarı yarıya boştu ve bu beni çok üzmüştü. Bosna'da da benzer bir durumla karşılaşacağımı düşünürken, gördüğüm manzara beni şaşırttı ve elhamdülillah dedirtti. Bunu şöyle yorumladım: Bosna, Avrupa'nın içinde açan tek İslam çiçeği adeta ve zamanında bu çiçeği söndürmeye çalışmışlar; elhamdülillah, söndürememişler. Ne kadar yıpratsalar da bu çiçek İslam'a sımsıkı sarılmış. Ben de sanıyordum ki, Avrupa'nın ortasında ne kadar İslam olabilirler; meğer bizden de iyiymişler. Kabul, bunu bir Cuma namazına bakarak söylemek kolay değil, ama şartlara baktığınızda helal olsun diyorsunuz. Hele bir de Cuma'da müezzinlik yapan gencecik bir delikanlı olunca ve camide gençlerin çoğunlukta olduğunu görünce, yine diyorsunuz ki elhamdülillah. Neyse, namaz bitti, camiden çıkacağız; bir amca, Türk olduğumuzu anlayıp (bu arada Türk olduğumuzu konuşmamızdan ve tipimizden anlıyorlar), arkadaşımın ayakkabısını düzeltmeye yeltendi. Tabi önledik onu ama mahcup oluyorsunuz. Sonra amca, elini kalbine koyup selam verip gitti. Namaz sonrası caminin avlusundayız; bir genç yanımıza geldi ve "İstanbul'dan mı, Türk müsünüz?" dedi. Biz de evet deyince, "Harika" dedi ve tek tek hepimizle sarıldı. Hacı Ali Bey Camii'nin imamının, camiyi anlatırken bahçede medfun Yeniçeri ağasını anlatmak için "Ey şanlı ordu, ey şanlı asker..." mehterini söylemesi peki... Bunlar gerçekten çok acayip şeyler.
Bosna-Hersek’in siyasi yapısı, ülkenin karmaşık etnik ve dini dokusunu yansıtıyor. Üç ana etnik grup (Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar) arasında paylaşılan bir yönetim sistemi, 1995’teki Dayton Anlaşması ile şekillenmiş. Bu anlaşma, savaşı sona erdirmiş olsa da ülkenin siyasi istikrarını tam anlamıyla sağlayabilmiş değil. Düşünün, ülke sınırları içinde üç cumhurbaşkanı var ve her birinin ayrı kabinesi ile meclisi bulunuyor( Bosna’ nın siyasi yapısı ile alakalı ayrı bir yazı kaleme alınabilir). Buna rağmen, bugün Bosna’da bir arada yaşayan bu halklar, geçmişin acılarını geride bırakma çabası içinde. Özellikle Saraybosna’nın sokaklarında, insanların birbirine gösterdiği saygı ve hoşgörü, bu durumu somutlaştırıyor. Ancak bu barış ortamının ne kadar kırılgan olduğunu da unutmamak gerekiyor. Bosna’da huzur, her an bozulabilecek bir denge üzerinde duruyor.
Osmanlı’nın Bosna’daki etkisi ise sadece mimariyle sınırlı değil. Bu topraklarda yaşayan halkın Müslüman kimliği, adeta varlık sebebi haline gelmiş. Bosna’da İslam, sadece bir inanç değil, aynı zamanda tarih boyunca yaşanan zulme karşı bir direniş simgesi olmuş. Bu kimlik, Bosna halkı için bir gurur kaynağı ve onları bir arada tutan en önemli bağ. Travnik’te kıldığım Cuma namazı, bu durumu en iyi şekilde özetliyordu. Cami, genç yaşlı demeden tıklım tıklım doluydu ve bu manzara, beni hem şaşırttı hem de gururlandırdı. Bosna’da İslam, Avrupa’nın ortasında açan bir çiçek gibi; ne kadar zorlansa da köklerinden koparılamamış.
Ancak Bosna’yı anlamak, sadece birkaç günlük bir geziyle mümkün değil onu söyleyelim. Daha kapsamlı araştırma ve analizler gerektirir. Bu ülke, tarihî acıların, etnik gerilimlerin ve kültürel zenginliklerin iç içe geçtiği bir mozaik. Geçmişte birbirini öldüren halkların bugün aynı sokaklarda huzur içinde yaşadığını görmek, umut verici olsa da bu durumun altında yatan dinamikleri anlamak için daha derinlemesine bir inceleme gerekiyor. Bosna’da barış, kırılgan bir dengede duruyor ve bu dengeyi korumak hem bölge halkı, hem İslam alemi hem de uluslararası toplum için büyük bir sorumluluk ama şimdi Gazze’ ye bakıp hangi uluslararası toplum, hangi İslam alemi dediğinizi biliyorum...
Sonuç olarak, Bosna-Hersek benim için sadece bir seyahat destinasyonu değil, aynı zamanda tarihî, kültürel ve insani açıdan derin dersler çıkarabileceğim bir yer oldu. Bu topraklar, Osmanlı’nın mirasını taşıyan, Müslüman kimliğiyle ayakta kalmayı başaran ve geçmişin acılarını geleceğe umutla bağlayan bir ülke. Bosna’da gördüğüm her şey, bana imanın ne kadar dirençli olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu deneyim, benim için unutulmaz bir anı olarak kalacak.
ENES ÖZDEMİR
Yorum Yaz