Peki siz… Evet siz… Birçok akademik ünvan almış metne baktığınız zaman kaotik bir düzen görmüyor musunuz? Fikirden yoksun… Ne kadar anlaşılmaz ise o kadar iyi mantığı ile kaleme alınmış metinler.
Ya da İstanbul’a hakim tepelerden şehri temaşa ettiğiniz zaman kaotik bir beton yığınından başka bir şey görüyor musunuz?
Bir vesile ile yemekli bir organizasyonda toplanmış olan grubun yemek yemesi esnasında havada bir uğultu çatal-bıçak sesleri, homurtular ve uğultular… Trafikte korna, araçların motor sesleri bu hengâmede bağrışmalar ve çağrışmalar… Sevmediğiniz, kulağınıza itici gelen bir ses… Hatta bazı musiki türleri… Yüksek sesle dinlenen müzik zaten bir gürültü… Yan tarafınızda trafikte bangır bangır yüksek sesle müzik dinleyen arkadaş…
Gürültü… Düşünüldüğünde kulakla ilişkilendirilen bir kavram. İnsan kulağının tahammül edemediği sesler bütünü… Kaynağından amaçlı ya da amaçsız çıktıktan sonra muhatabını rahatsız eden, onu tahrik eden ses dalgaları… Kısacası kelimemiz işitme duyusu ve kulak ile beraber düşünülen bir kavram…
Peki gürültü kavramı göz ile ilişkilendirilebilir mi?
İlişkilendirilebileceği kanaatindeyim.
Bu sayede gürültü kavramının oluşturduğu paradigma beş duyudan biri olan işitme duyusundan ayrılarak görme duyusunun da dahil olduğu bir sistemin içinde vücuda gelmiş olacaktır. Nasıl bir gürültü mahiyetindeki sesler bütününde kulağın yorulması ve tırmalanması söz konusu ise; görsel bir kirlilik arz eden nesneye bakıldığında göz yorulması ve gözün tırmalanması hali ortaya çıkacaktır. Nasıl akademik metinlerde bir fikir, öngörü varsa sanat ürünleri de rastgele meydana gelmiş, rastgele oluşmuş şeyler değil, birer fikir ürünleridir. Her parça orada olması gerektiği için oradadır. Yine her parça bütünü ile ilişkili olmak zorundadır. Büyük resme bakıldığı zaman bütünlük arz etmelidir. Görsel olarak inceleme imkânı bulduğumuz nesnemizde her motif desen içerisinde bağımsız, her desen de bütün içerisinde bağımsız olmamalıdır. Bir bina inşa edilirken onun mimarisine haysiyet kazandırmak ve temaşa edildiğinde görsel açıdan insanda haz uyandırması için güzel hale getirmek için fikir ileri sürmekten yoksun süsleme ve bezemeler onu daha gülünç ve tahammül edilemez hale getirecektir. Oysaki fantezi bir şekilde binayı karmaşık hale getirmek onu sanatsal açıdan güzel ve estetik bir bina yapmaz. Ancak ve ancak onu görüntü kirliliği ile aynîleşmiş bir parça ve onu göze gürültü veren bir nesne haline getirecektir.
Bir diğer açıdan çeşitli motifleri rastgele bir araya getirerek oluşturan desenler fikirden yoksun desenlerdir. Aslında sanat eserleri, onu oluşturanın zihnindeki çeşitli sembollere bürünerek motiflerle eserlerde bir fikir haykırır hale gelmektedir, bakmasını ve görmesini bilenlere… Nasıl şiir mazmunlar, semboller ve metaforlarla süslü ise sanat eserleri de malzemesine göre içinde çeşitli semboller barındırmaktadır. Selçuklu Oyma motifi daha keskin hatlarla ak(ı)lı ifade ederken Osmanlı Rumî desenleri prati(k)i güncel yaşamı dahası eylemi ve aksiyonu simgelemektedir. Çünkü desenlerdeki kıvrımların hatları keskin değildir. Yani her şey ya siyah ya da beyazın keskin olduğu gibi değil, ikisinde de biraz olan Gri gibi algılanır bu desenlerde. Diğer bir deyişle Selçuklu işi desenler daha çok aklı ifade ederken Rumî motifler kalbi; ya da biri teoryayı bir diğeri ise pratiği simgelemektedir.
Gürültünün ses ve görüntü ile birilikte fikir hayatında da yansımalarını görmek elbette mümkündür. Bir talebe, bir öğretmen-akademisyen, doktor yahut bir uzman herhangi bir konuda kendini dinleyenleri aydınlatmak ya da onları inandığı düşüncelere ikna etmek amacıyla çeşitli sunumlar yapar ve onlara bir fikir aşılamaya çalışır. Burada aranması gereken olmazsa olmaz, elzem, zarurî şey: Tutarlılık ve sistemsel bütünlüktür. Aksi takdirde ortaya çıkan sunum, hem fikir bakımından hem de ses bakımından gürültü olacaktır.
Güvercin pisliği gibi ne kokar ne bulaşır mahiyetteki akademik metinler de fikir ve yazı gürültüsüdürler.
Yine ‘Meseleyi Dağıtmak Üzerine’ yazılarında bahsedildiği ve bahsedileceği üzere fikirleri, inanç sistemlerini ve ideolojileri baltalayan ve meselenin özünü dağıtan karakterdeki yuvarlak, kapsayıcı ve allı pullu kelimelerle kaleme alınmış manifestik metinler de aslı olduğu düşüncenin fil ayaklarını yıktığı için bunlar da gürültüdür. Hatta ve hatta bazıları; gösteri ya da protesto toplanmalarında eylemi sulandırmak, amacından, istikametinden ve rayından saptırmak için yapılan provokatif eylemler gibi provokatif metinlerdir. Bu tür oluşumlarda yapılmak istenen sistemi kaosa sürüklemektir.
Kaos tabiri politik düzlemle tartışılan ve alıcısı olan bir kavram… Peki siz… Evet siz… Birçok akademik ünvan almış metne baktığınız zaman kaotik bir düzen görmüyor musunuz? Fikirden yoksun… Ne kadar anlaşılmaz ise o kadar iyi mantığı ile kaleme alınmış metinler.
Ya da İstanbul’a hakim tepelerden şehri temaşa ettiğiniz zaman kaotik bir beton yığınından başka bir şey görüyor musunuz?
Dolayısıyla yaşadığımız çevredeki olumsuzlukları kanıksamadan Refik Halid’e kulak verdiğimizde:
Sanki İstanbul kocaman bir fabrika; vapurlar trenler, birer tasviye veya tazyik makinesi; biz, insanlar da yapağı, kenevir, paçavra veya tutkal, boya, kösele nev’inden birer emtia… Sabahleyin evimizden çıktık mı gûya amele eline geçiyoruz, bir faaliyettir başlıyor; kimimiz bir tarafa, kimimiz öteye çabuk çabuk ayrılıyor, trenlerde sarsıla sıkışa, vapurlarda ezile kısıla, tramvaylarda yassılana yanıklaşa çeşit çeşit ameliyat görüyor, çeşit çeşit biçimlere giriyoruz; sonra akşam bu muamele geldiğin yolun tersine bir defa daha başlıyor, yarın yine öyle, ertesi günü keza, hulâsa hergün satsıntı, didikleme, ezgi, baskı…
İLLÂLLAH!..
Mücahit Bayram IŞIK