İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
“Sana Seninle döndüm” diye diye adımlıyorsun Kâbe’nin avlusunu. “Yalnız Sana kulluk etmemiz de yalnız Senin yardımınladır” diyorsun bir kez daha. Kâbe cemaatini yanına alarak, yeni baştan, yeni heyecanla “İyyâke na’budu ve iyyâke nestâîn…” yakarışının avucunu biricik adresin belliyorsun.
Niyet değiyor kalbine önce. Kalıbını kalbinin yanına çağırdın. Vicdanınla sıcak temasa geçtin işte. Unuttuğun yerde buldun kendini. Taze bir ruhla var oldun yeryüzünde. Sıyrıldın düştüğün kuyulardan. Ruhunun ardına düştün. Kalbinin kanatlarıyla yükseliyorsun Rahman’ın semasına. Sesinin değil sadece, sessizliğinin de ciddiye alındığını biliyorsun. Anlıyorsun ki sözden fazlasıdır kalbinin “ah!”ları. Tanıksın ki, hasretlerinin kor ateşinde pişmektir Rabbinin muradı.
İhramlanıyorsun şimdi. Niyetini giyiniyorsun üzerine. Kalıbına renk veren libasları soyunuyorsun. Bedenine dair kaygılarını unutuyorsun. Ruhunu kurtarma telaşındasın. Terk ediyorsun dünyalık itibarları. Kar beyaz bir niyetin elinde eriyor kirlerin, kibirlerin. Rahîm’e teslim ediyorsun kendini. Sonsuz merhamet sağanağının altına atıyorsun kalbini. Biliyorsun ki, sen sana ait değilsin. Bedeninden tek bir kıl bile koparamıyorsun. Mâlikü’l-Mülk’ün ellerine bırakıyorsun ellerini. Kendini kendine yeter gördüğün rüyadan uyanıyorsun. Vazgeçiyorsun iradenden. Sahibinle tanışıyorsun. Mâlik’in şefkatli ellerine bırakıyorsun titreyen kalbini.
Telbiyelere başlıyorsun şimdi. “Lebbeyk…” Diyorsun ki: “Buradayım Allah’ım buradayım. Huzurundan kaçmış kulun Sana dönüyor. Yuvasından uzağa düşmüş bu kalp Senin af kapına koşuyor. Mağfiretinin ırmağında yıkanmaya geliyor ey Gaffâr. Affının göğünde ümit aramaya geliyor ey Afuvv. Başkalarının kapısında çok yoruldu kulun, artık Sana akıyor ey Rahmân. Başka sevdaların eşiğinde yaraladığı kalbini yuvasına uçuruyor ey Vedûd.” Çırpınan kalbini dua göğüne salıyorsun. Utanç dolu yüzünle dönüyorsun af dergâhına. Kapıdan içeri buyur ediliyorsun yine. Kabul ediliyorsun her halinle.
Tavaf bekliyor seni şimdi. Selamlıyorsun Hacerü’l-Esved’i. Avuçlarında birikmiş kirleri yıkıyorsun; ne güzel! Ne mutlu ki sen de kabul edildin melek simalı kalabalığın içine. Aziz eyliyor seni Aziz-i Rahim; izzetinden ikram ediyor. “Sadıklarla beraber ol”mana izin veriyor. Rahman’ın misafiri olarak kabul ediliyorsun bu aşk kervanına. Sen ve Kâbe, yapayalnız kalıyorsunuz kalabalıkta. Ehad’i tanıyorsun Kâbe’nin yüzünde. Biriciği ve bitanesi olduğunu fark ediyorsun Rabbinin. “Seni kimselere değişmem!” dediğini işitiyorsun her köşede. “Seni tercih ettim başkalarına, başkalarını sana tercih etmedim” diyen o sesi duyuyor musun şimdi?
Kâbe’ye değiyor gözlerin. Fâtır’ın açıp gül eylediği insanlık bahçesine düşüyorsun. Kâbe’nin karasından aklık devşirmek için karışıyorsun kalabalığa. Kusuruna rağmen kabul edilişini bir kez daha anlıyorsun Kâbe’nin eteğinde. İlk kez bu kadar açık görüyorsun başköşeye oturtulduğunu. “Hamd Allah’a” diyorsun kalbinden, “terbiye ediyor âlemleri benim için”. Nefes nefes açılıyorsun hakikate. Fethediyor seni Fatiha. Hücre hücre Elhamdulillah oluyor varlığın. Yüzün bin şükür tablosu diye tebessüm ediyor. Mağfiretin serin göğsünde yatıştırıyorsun içinin ateşli telaşlarını. Latif’in hayatına zarif dokunuşunu hissediyorsun Beytullah’ın sırmalı elbisesinin her salınışında. İncecik sızıların ciddiye alınıyor. Sessiz sancıların dikkate alınıyor. Ayıplanmıyorsun. Kınanmıyorsun. Her halinle kabul ediliyorsun Tevvab’ın huzurunda. Dönüşüne senden çok seviniyor döndüğün Rabbin.
Rabb-i Rahim’inin selamını duyuyorsun her dönüşte: “Selamun kavlen min Rabbi’r-Rahîm!”Huzurda olduğunu hissediyorsun hücre hücre. Gaffar’ın kucağına dönüyorsun Kâbe’nin pervanesi olmuş gönlünle. Bir kez daha hatırlıyorsun Allah’ın Elçisi’nin ateşe düşmemen için çırpınışlarını. Raufu’r-Rahim’le yüz yüze geliyorsun secdelerde.
Makam-ı İbrahim’e yığıyorsun pişmanlıklarını. Secde secde eritiyorsun içindeki “ah!” ateşlerini. Gözyaşlarının denizinde yıkanıyor günahlarının kiri. Ayıplarını örten Settar’a itiraf ediyorsun kötülüklerini. Yüreğini ateşler içinde terbiye ediyorsun. Sen de İbrahim’ce “halil” ol ki Rahman’a, gül bahçesi uzansın ayaklarının altında. İbrahim’ce teslim ol ki Rabbine; fısıltılı dualarından cennet göğü kurulsun. Tek başına kurtuluş diye doğasın insanlığın kan ağlayan ufkuna… Vekil bil Rabbini; kurtuluşunu Rabbinle oluşuna bağla. Ateşler sönmese ne gam ki, Selâm’dır O, selâm O’ndandır; O dilerse serinlik ve selâmet eder sana ateşi… Sen Rabbine tevekkül et İbrahim gibi ki, tenine değen ateş, ateş olduğunu unutsun. Nefesin gül eylesin alevleri…
Sa’y telaşı başlıyor. Velî’nin dostluğuna susamış, bîçare sevdalı olarak koşuyorsun Safa Merve arasında. Hacer’in yüreğini kuşanıp ‘Erhamu’r-Rahîm’in huzuruna firar ediyorsun her adımda. Sabûr’u tanıyorsun her tepeye varışta. Bir kez daha, bir kez daha, ümitlerinin göğüne değiyorsun kırık kalbinin kanatlarıyla. Vekîl’in gücüne tutunuyorsun ihramı atarken omzuna. Allah’ın kulu diye var olmanın şerefi ve izzeti değiyor tenine. İtibarını doğrudan Azîz olan Rabbinden aldığını hissediyorsun savunmasız halinle.
Vakfe’nin duruluşu bekliyor seni. Hayy’a tutunup duruyorsun, duruluyorsun Arafat’ta. Gölgeler çekiliyor, perdeler kalkıyor aradan. Doğrudan huzurunda oluyorsun Rabbinin. Her nefeste, her hıçkırıkta, her fısıltıda, her inleyişte, her susuşta, her “ah!” edişte, sana senden de yakın olan Karib’le tanışıyorsun. Seni senden çok kollayan Mü’min ve Muheymin’in yanına varıyorsun. Hesap Günü’nün huşuu ile ayağa kalkıyorsun. Kayyum diye tanıyorsun Rabbini. Sürekli kılacak, hep var edecek seni; görüyorsun. Ayağa kaldıracak ruhunu. Kıyamet kopsa bile devirmeyecek Allah için dik duruşlarını. Kıyam’ını kıyamete teslim etmeyecek, biliyorsun.
Mina’da, yokluğuna kandırarak seni kandıran şeytanla yüzleşiyorsun. Tavır alıyorsun içinin içindeki kötülüklere; fırlatıyorsun elinden şeytanî kirleri, iblisçe ümitsizlikleri. Tevvab’a sığınıyorsun attığın her taşla. Gafuru’r-Rahim’in tecellisinin sonsuz serinliği kuşatıyor seni; içindeki kötülükleri taşlar gibi şeytanın yüzüne savurduğunda.
Kâbe’yi gölgesiz bir sevinçle seyrederken, Mucib’e hamd ediyorsun. Görüyorsun ki duanın icabet edilmiş hâlidir Kâbe. “Rabbim…” diye seslendiğin Rabbinin, seni rahmetiyle bekleyişinin cisimleşmiş nişanesi. Kabul edilişine seviniyorsun. Utanıp içine akıtıyorsun gözyaşlarını. Geç kaldığına yanıyorsun. Şükür ki seni senden evvel önemsemiş Evvel. Sonra gelemeyecek oluşunu, bir zaman sonra bu aşk topluluğunda yerinin olmayacağını hatırlayıp yanıyorsun. Seni senden sonra da himaye edecek Rabbinle tanışıyorsun: Yâ Âhir!
“Sana Seninle döndüm” diye diye adımlıyorsun Kâbe’nin avlusunu. “Yalnız Sana kulluk etmemiz de yalnız Senin yardımınladır” diyorsun bir kez daha. Kâbe cemaatini yanına alarak, yeni baştan, yeni heyecanla “İyyâke na’budu ve iyyâke nestâîn…” yakarışının avucunu biricik adresin belliyorsun.
Yalnız Rabbinin nazarına göründüğünü göre göre kayboluyorsun kalabalıkta. Şehîd’in lütfuyla şahitlerden oluyorsun. “Allah’ı görür gibi yaşama”nın zevkine eriyorsun Kâbe’nin eteğinde. Allah’ın seni gördüğünü görüyorsun şimdi. Başka nazarlarda itibar aramaz oluyorsun. “Keşke…” diyorsun için için… “Ah, keşke, hep böyle yaşasaydım. Hep böyle yaşayabilsem bundan sonra…” ‘Muhsinler’den sayıyor seni İhsan Sahibi Rabbin. Kimselerin görmediği Rabbini, kimselerin görmesine benzemeyen bir görmeyle görüyorsun.
Sonunda, en sonunda, En Sevgili’nin ayak izlerinde buluyorsun kalbinin adımlarını. Meğerki her hâlin “Muhammedun Resulullah” ayetini (Fetih, 29) okurmuş, “kâfi iken Allah’ın şahitliği”(Fetih, 28) “Muhammed (sav)’in Resul olduğuna” (Fetih, 29) seni de şahit tutarak şereflendirmek istemiş Rabbin. Meğerki haccın “vellezine meahû…/ ve O’nunla beraber olanlar...” (Fetih, 29) sırrına yoldaş eylemek içinmiş seni. “O’nunla beraber olanlar”dan sayılmak içinmiş ömrünün en tatlı yokuşunda terlemelerin. Hep yoldasın bundan böyle. Yolun ta kendisi olmak üzeresin.
En Sevgili’nin durduğu yerde dura dura, bayrama döndü kalbin, ‘kurb ânı’yla kesişti nefeslerin.
Senai DEMİRCİ
Bu yazı sonpeygamber.info sitesinden alınmıştır.
Yorum Yaz