HAİN İÇERDEN OLUNCA KAPI KİLİT TUTMAZ

TOPLUM VE GÜNDEM TARİH

Cengiz Aytmatov’un ‘Gün Olur Asra Bedel’ adlı romanını lise talebesiyken okuduğumu beyanla en çok dikkatimi celb eden noktanın mankurt kavramı olduğunu belirtmek isterim. Binaenaleyh, son zamanlarda milletçe tecrübe ettiğimiz talihsiz olayları açıklamada bir nebze olsun yardımı olacağı kanaatindeyim.

Mankurt; isyanı, itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen…

Juan-Juanlar’ın bozkırı işgal ettikleri çağlara dayanan bir hikâyesi vardı: Juan-Juanlar tutsaklara korkunç işkenceler yaparlarmış. Bazen de onları komşu ülkelere köle olarak satarlarmış. Satılanlar şanslı sayılırmış, çünkü bunlar bazen bir fırsatını bulup kaçar, ülkelerine dönerek Juan-Juanlar’ın yaptığı işkenceleri anlatırlarmış. Ama asıl işkenceyi, genç ve güçlü oldukları için satmadıkları esirlere yaparlarmış. İnsanın hafızasını yitirmesine, deli olmasına yol açan bir işkence usulleri varmış. Önce esirin başını kazır, saçları tek tek kökünden çıkarırlarmış. Bunu yaparken usta bir kasap oracıkta bir deveyi yatırıp keser, derisini yüzermiş. Derinin en kalın yeri boyun kısmı imiş ve oradan başlarmış yüzmeye. Sonra bu deriyi parçalara ayırır, taze taze, esirin kan içinde olan kazınmış başına sımsıkı sararlarmış. Buna ‘Deri Geçirme İşkencesi’ derlermiş. Böyle bir işkenceye maruz kalan tutsak acılar içinde kıvranarak ölür, ya da hafızasını tamamen yitiren, ölünceye kadar geçmişini hatırlamayan bir mankurt, yani geçmişini bilmeyen bir köle olurmuş. Bundan sonra, deri geçirilen tutsağın boynuna, başını yere vurmasın diye, bir kütük ya da bir tahta kalıp bağlar, yürek parçalayan çığlıkları duyulmasın diye uzak, ıssız bir yere götürürler, elleri ayakları bağlı, aç, susuz, yakan güneşin altında öylece birkaç gün bırakırlarmış.

Juan-Juanlar’ın bir tutsağı mankurt yaptıkları duyulur, öğrenilirse, artık onu en yakınları bile gerek zorla, gerek fidye vererek kurtarmak istemezlermiş. Çünkü bir mankurt, eski vücuduna saman doldurulmuş bir korkuluktan, bir mankenden farksız olurmuş onlar için. Mankurt olmaları için bırakılan tutsakların çoğu ölür, beş-altı kişiden ancak bir ya da ikisi sağ kalırmış. Onları öldüren açlık ve susuzluk değil, başlarına geçirilen soğumamış deve derisinin güneşte kuruyup büzülmesi, başlarını mengene gibi sıkıp dayanılmaz acılar vermesiymiş. Bir yandan deve derisi büzülüyor, bir yandan da kazınan saçlar büyüyüp başına batıyormuş. Asyalılar’ın saçları fırça gibi sert olur zaten. Kıllar üste doğru çıkamayınca içeri doğru uzar ve diken gibi batarmış. Bu dayanılmaz acılar sonunda tutsak ya ölür ya da aklını, hafızasını yitirirmiş. Hafızasını yitirmiş tutsak alınır, boynundaki kalıp çıkarılır, ona yiyecek ve içecek verilirmiş. Köle zamanla kendine gelir, yiyip içerek gücünü toplarmış.

Bir mankurt kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını babasını, çocuklarını bilmezmiş. İnsan olduğunun bile farkında değilmiş. Bilinci, benliği olmadığı için, efendisine büyük avantaj sağlarmış. Ağzı var, dili yok, itaatli bir hayvandan farksız, kaçmayı düşünmeyen, bu yüzden de hiç tehlike arzetmeyen bir köle imiş. Köle sahibi için en büyük tehlike, kölenin başkaldırması, kaçmasıdır. Ama mankurt isyanı, itaatsizliği düşünemeyen tek varlıkmış. Efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen bir yaratık…

Halk olarak 2016 yılında; kim olduğunu, hangi soydan, hangi kabileden geldiğini, anasını babasını, çocuklarını ve daha önemlisi dinini ve devletini bilmeyen bu topraklardaki ma’şeri vicdanı ezmek suretiyle hiçe sayan mankurtlara şahit olduk. Devletin kolluk gücünü eline geçirmiş ve beyinleri dumura uğramış bir takım vücuduna saman doldurulmuş korkuluk, millet iradesini çiğnemeye çalışarak abesle iştigal ettiler. Son yaşanan olaylar gösteriyor ki, sözüm ona efendisine köpek gibi sadık, onun sözünden asla çıkmayan, başkalarını dinlemeyen kuklalar hala devletin muhtelif yerlerinde görev yapmaktalar. Ancak söz konusu kişilere mankurt ile aynı etimolojik kökene sahip ‘mankafa’ kelimesi de hafif kalmakta ve hiçbir kıymet-i harbiyesi olmamaktadır. Onların omuzları üzerindeki taşıdıkları saksı ‘nato kafa nato mermer’dir!.. Bu minvalde söz konusu kişilere hain olarak nitelendirmek, malumun ilamından başka bir şey olmayacaktır. Bir geleneğe, bir kültüre ve bir medeniyete mâl olan anadolunun sesi, halk adamımız Dedem Korkut’un da ifade ettiği gibi hain içerden olunca kapı kesinlikle kilit tutmayacaktır!..

Mücahit Bayram IŞIK

Mücahit Bayram IŞIK
Mücahit Bayram IŞIK

ULUSLARARASI İLİŞKİLER Sanat muhibi/Asyalı [email protected]

Yorum Yaz