Çalan bir telefon sesinin ardından gelen sessizlik… Şimdi oturup düşünme vakti… O mu gitti yoksa biz mi?
Yorulmuştuk… Birilerinin izahını dinledikçe avunmuş gözüküyorduk. Omzumuza dokunan teselli elleri bir tabutun soğukluğunu alamıyordu üzerimizden. Her gidiş erken mi oluyor bilmiyorum. Aklım almıyor ve hissedişler buz kesmiş bekliyor. Tek bildiğim; gidenin yeri büyükse yüreğinizde, ağır geliyor abiii! Kan akışın bozuluyor ve damla damla, tahtaya düşen toprak taneleri gibi, kopuyor yüreğinden. Sonrasında konuşsun Dünya!
Etraf zifiri karanlık gün aydınlansa yetecek ama güneş…? Doğmayacak mısın bugün, doğdun mu, bizden mi kaçıyorsun? Şu karanlıkları alıp götürsen olmuyor mu? Biz hep aydınlıktık onun yanında. Ne sözünde karanlık vardı ne sevgisinde. Ama duydum ki karanlıklar kırmış kalbini. Hani kalp deyince herkeste olan yalnızca atan bir kalp değil kastettiğim. Çocukluğumun ve gençliğimin anne yarısı kalbidir bu…
Sana dair en son anım bile eşsiz. Bir memleket dönüşü sevdiğimi bile bile ikram edişinle gittin bir tas yemeği. Sonraki her tas zehir misali boğaza düğümlenmeden başka bir şey değil. Yemeğe tadını veren merhamettir. Doyurdun çok şükür! Bazı insanlar keşkeler ile veda ediyor değer vermeyi unuttuklarına. “Keşke şunu yapsaydım, kırmasaydım.” gibi cümlelerle teselli buluyorlar. Ben “iyi ki”lerle dolu cümleler diziyorum ardından. İyi ki o gün acelem olsa bile davetine icabet etmişim. İyi ki o son tas olduğunu bilemediğim yemeği yemişim. İyi ki sana karşı karanlık bir yiğen olmamışım.
İnançlıyız çok şükür! Ama insanlar gözyaşlarını inançsızlık mı zannediyor nedir? Ağlamak istesen susturma telaşına düşüyorlar. Bir uzaklaşsalar her şey güzel olacak. Ellerimiz dualara açılacak ve her duayı bir gözyaşı taşıyacak. Toprağa düşüp hak ettiği yere kavuşacak. Nefes aldığımız sürece o toprak kurumayacak.
Bizim küçük kıyametimiz 12.05.2016’da Çanakkale yolunda Şehitler uğrunda koptu. Çanakkale yeni “ŞEHİTLER” kazandı. Mezar taşına “Ölüm Tarihi” diye düşüldüğüne bakmayın. Şehitler iki kez doğar yeryüzünde. Bizim şehidimiz ikinci kez o gün doğdu. Gelişinle anne, baba, kardeş ve dostu sevindirdin. O gün gidişinle kurduğun bu aileyi sevindirdin. Nasip olmuş ise “Şehitlik” mertebesi, bizden “Selam” götür o kutlu diyara.
Bizim küçük kıyametimizin meyvesi “elma” idi. Hani kıyametin kopacağını bilseniz bile insanlığa faydalı olmak için fidan dikilir. İşte öyle bir şeydi bu. Kıyamet kopmadan önceki son ikram:
Menekşe ÇAĞLAR: “Bir elma…” Sonrası sessizlikti ve bu çağrıya gelen ecel meleği Azrail idi.
Amcam anlatıp duruyor gitmek için, Çanakkale Şehitliği’ni görmek nasıl “can” attığını. Bu nasıl bir istekti ki; Can, can olup “Canan” a kavuştu.
Ben sussam iyi olur belki. Belli ki anlatmakla bitmiyor bazı şeyler ve bazı bitti zannedilen paylaşmalar da bitmiyor. Sen gidince sohbet, muhabbet bitti zannediyorlar. Oysaki ufak bir değişiklik oldu hayatımızda. Yer değişti; ev, yani asıl evimiz olan, mezarlık oldu. Belki biraz fazla başını ağrıtıyoruz. Biz seni duymadan konuşuyoruz ve sen bizi sessizce dinliyorsun. Bilirsin, senin tabirinle bu yiğenin ve evlatların “dilli”dir, ama üzmezler seni. Sen bizi hala mutlu karşılıyorsun. Mezarındaki çiçekler hala yemyeşil ve hala hayat dolu. Hele peygamber çiçeği yok mu, bir dokunsan kokusu bütün mezarlığı dolduruyor.
Bu sefer ben gidiyorum satırlarımın sonlarına doğru. Biz hiç vedalaşmadık seninle. Annem seni anlatırken her an gelecekmişsin gibi oluyor. Sonra gözleri doluyor. Ama ümidimizi hiç kaybetmiyoruz. Bu nefes alışlar bir gün son bulacak elbet. Elimizde bir elma ile Azrail’i bekliyoruz.
Şimdilik görüşmek dileğiyle… diye bitirmek istesem basit olurdu. Sen bu ailenin hem Gönüllü Kur’an Kursu Öğretmeni hem de ilk Şehidi oldun. Bir Peygamber sözüyle gidiş yakışır dilimize:
“Ey Müminler ve Müslümanlar diyarının ahalisi, sizlere selâm olsun. İnşallah, biz de sizlere katılacağız. Allah’tan bize ve size âf yet dilerim.”