İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Hindistan, geçmişten bugüne birçok topluluğun ve kavmin göç ettiği ve üzerinde hakimiyet kurmak için savaştığı bir coğrafya olagelmiştir. Hint topraklarına ilk toplu göç hareketini M.Ö 1800’lerde Aryanlar gerçekleştirmiştir. Himalayaları aşıp Hindistan’ın kuzeyine yerleşerek yerli halkla iletişime geçmişler ve günümüze kadar gelen Hint kültürünün nüvelerini oluşturmuşlardır.
Aryanlar ile yerli halkın oluşturduğu Hint kültürü birçok kültür ve medeniyet ile etkileşime girdi. Fakat İslam’ın 8. yy’den itibaren Alt kıtada yayılmasıyla beraber Hint coğrafyası tarihi seyrinde farklı bir döneme kapı araladı. Özellikle İslam medeniyetiyle Hin topraklarında var olan diğer medeniyetlerin girdiği etkileşim hem yerli halkı hem de dışarıdan gelen Müslümanları birçok farklı noktadan etkiledi.
Tarihçilerin birçoğu Müslümanların, Hin topraklarıyla ilk temasının Emevi döneminde yapılan akıncı seferleriyle başladığını söylese de daha önceki tarihlerde Müslümanların ilk temaslarını Hz. Peygamber dönemindeki ticari seferler aracılığıyla kurduğunu görürüz. Özellikle günümüzde Pakistan diye adlandırdığımız İndus Nehir güzergahındaki Sind toprakları tarihi süreçte Müslümanların hem ticari hem de siyasi uğrak noktaları oldu.
Tarihi süreçte Babürlüler dönemi Hindu ve Müslüman topluluklar için birçok açıdan farklılaşma ve değişim süreci olsa da coğrafi keşiflerle Hindistan topraklarına gelen İngilizler bölgeyi ve bölge halkını yönlendirmede diğer devletlerden daha etkin bir rol üstlendi.
Oryantalist yaklaşımlar ve sömürgeci politikalarla bölgede hakimiyet kuran İngilizler belli bir süreden sonra bölgedeki farklı toplulukların kendi kültür ve medeniyetine göre oluşturdukları eğitim sistemlerine müdahale etti. İngilizler yerli eğitim kurumlarının faaliyetlerine çeşitli kısıtlamalar getirerek onların yerine modern eğitim kurumlarını tesis etti.
Bölgeye daha önce gelen Fransızlarla İngilizler arasındaki temel fark da tam olarak buydu. Fransızların temel gayesi, Hindistan’ın zenginliklerini salt bir sömürgeci zihniyetle hareket edip ülkelerine götürmekti. Fakat Fransızlardan farklı olarak İngilizler bölgede yaptığı ticari faaliyetlerin yanında toplumu yeniden şekillendirecek politikalar da yürüttü. İngilizlerin yönetimi altındaki bölgelerde ilk zamanlardan, Hindistan Genel Valisi Lord W. Bentinck dönemine kadar halka kendi din ve kültürlerini serbestçe yaşama özgürlüğü sunuldu. Hatta Hindistan Genel Valisi Warren Hasting döneminde halk içerisindeki farklı toplulukları anlamak ve ihtiyaçlarına karşılık verebilmek için kültürel ve akademik çalışmalar artırıldı. Hindu ve İslami hukuk kitapları İngilizceye çevrildi. Böylelikle bu çalışmalar İngilizlerin halkın değer yargıları üzerinde daha dikkatli davranabilmelerini sağladı. İngilizler uyguladıkları politikalarla Hint topraklarını tekrardan kendilerine göre şekillendirdi ve 1947 yılına kadar yönetimde kaldı. Fransızlar ise salt sömürgeci zihniyetlerinden ötürü Hindistan’da çok fazla kalıcı olamadı.
Fakat Warren Hasting ve onun gibi diğer valilerin uygulamaları bölgedeki tek güç oluncaya kadar devam etti. Belli bir süre sonra ise -özellikle hakimiyetlerini sağladıklarından sonra- İngilizler tarafından bölgede misyonerlik çalışmalarına önem verildi, İngilizce resmi dil olarak kabul edildi, kendi din ve kültürlerini yaşamaları konusunda serbest bırakılan halk baskıcı politikalara tabi tutuldu. Böylece halk içerisinde İngiliz yönetimine karşı hoşnutsuzluklar oluşmaya başladı. 1857 yılındaki Sipahi Ayaklanmasına kadar ise bu hoşnutsuzluklar ve tepkiler devam etti.
Geldiğimiz noktada İngilizlerin Hindistan tecrübesini 1857 Sipahi Ayaklanması öncesi ve sonrası diye 2 döneme ayırabiliriz. II. Bahadır Şah etrafında İngilizlere karşı toplanan halk 1857 yılında ülkenin önemli bir bölümünde karşılık bulan bir ayaklanma başlattı. Ayaklanmanın görünen sebebi İngiliz komutası altındaki Hindu ve Müslüman askerlere domuz yağından yapılmış mermi kullanımının zorunlu tutulması olarak bilinse de uzun yıllardır uygulanan sömürgeci ve baskıcı politikalar ayaklanmanın temel sebebini oluşturdu. Özellikle dönemin endüstriyel gelişmelerinde önemli bir rol oynayan İngilizlerin Hindistan’ı açık pazar olarak kullanması ve İngilizlerden önce kendi kendine yetebilen Hint halkını ekonomik açıdan yetersiz kılması ayaklanmanın önemli bir sebebini oluşturdu. İngilizlerin sert karşılık verdiği bu ayaklanmada birçok kişi hayatını kaybetti. Ülke çapında aylar süren kanlı ayaklanma zorlukla bastırılabildi. Ayaklanmaya öncülük eden son Babür hükümdarı II. Bahadır Şah ise İngilizler tarafından Burma’nın Rangun şehrine sürgüne edildi. Ayaklanma sonucunda ülke yönetimi Doğu Hindistan Şirketi’nden alınarak direkt olarak İngiliz kraliçesine bağlandı. Böylelikle Hindistan, Britanya Hindistan’ı olarak anılmaya başlandı.
1830’ların başında başlayan ve Hindistan’ın Britanya Krallığına bağlanmasıyla hız kazanan baskıcı ve şekillendirici politikalar vesilesiyle, İngiliz kültürü bölgede hakim konuma yükseldi.
Fakat temel kültürel eğitimini aile ortamında alan yeni nesil elit sınıf, Batılı eğitim sisteminde kendisini geliştirmiş̧ ancak kendi kültürüne de bağlı kalmıştı. Bu durum Hindistan Bağımsızlık Mücadelesini başlatan yeni bir Hint aydın sınıfının doğmasına neden oldu. Hintlilerin İngiliz kültür ve yönetimini benimsemesi amacıyla Lord W. Bentinck’in gerçekleştirdiği bu reformlar, hem kendi kültürüne sahip çıkan yeni bir aydın sınıfının oluşması hem de İngilizlere karşı ciddi tepkiler doğurması bakımından beklenilenin tam aksi yönde sonuçlara neden oldu.
Bu bağlamda bölgesel etkiye sahip bir takım aydın kişiler “Hindistan Ulusal Kongresi” adıyla İngilizlere karşı örgütlendi. Kongre’nin temel amacı din, dil, ırk ayırmaksızın aydın kesimin ortak bir anlayışla ülkede ulusal bir birlik oluşturmaktı. Kongre iç birliğini oluşturmasının ardından İngilizlere karşı ülkedeki en etkin muhalif kesimi temsil etti. Lord Curzon’un Bengal’i 3 ayrı bölgeye bölme isteği üzerine Kongre, İngiliz mallarını boykot etme kararı aldı. Lord Curzon her ne kadar Bengal’in daha kolay yönetilebilmesi için bölme kararını aldığını söylese de Kongre içerisindeki aydınlar tarihi Bengal şehrinin büyüsünü kırmak için bu kararın alındığını düşünüyorlardı.
Kongre İngilizlere karşı faaliyetlerine devam ederken bazı Müslüman aydınlar Hindistan’ın ilerleyen yıllarda Batı usulü seçimlerle idare edilmesi halinde Müslüman azınlığın Hindu çoğunluğun egemenliği altına girip zor durumda kalacağı düşüncesiyle Kongreden ayrılma kararı aldı. Kongreden ayrılan aydınlar İngilizlere ve Hindulara karşı Müslümanların haklarını savunmak için “Tüm Hindistan Müslüman Birliği” oluşumunu kurdu.
Hindistan’daki Müslümanların belki de İngilizlere karşı en önemli hamlesi 1919 yılında “Hint Hilafet Hareketi’ni” kurmaları olmuştur. Osmanlı halifesinin I. Dünya Savaşı’nda İngilizlere yenilmesi üzerine Hint Müslümanları, Hindistan bölgesinde büyük protestolar düzenledi. Bu protestolara daha sonra Gandi’nin önderliğinde Hindular da destek verdi. Fakat yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin halifeliği kaldırması ve Osmanlı Devleti’nin uyguladığı ümmetçi politikaları bırakması üzerine Hint Hilafet Hareketi de faaliyetlerine son verdi.
Daha önceleri hem Kongre hem de Müslüman Birliği, İngilizlerden temel haklar, özgürlükler ve özerklik konusunda taleplerde bulunuyordu. Fakat 1920’li yıllarla beraber bu gruplar artık tam bağımsızlık talebini dillendirmeye başladılar. Bu bağımsızlık mücadelesi halk içerisinde temelde 2 koldan (Hindistan Ulusal Kongresi ve Tüm Hindistan Müslüman Birliği) ilerledi. Özellikle Kongre kanadında Gandi’nin sivil itaatsizlik ve İngilizlerle her türlü iş birliğini boykot etme politikaları İngilizleri zor duruma düşürdü.
Her iki kanatta Hint toprakları için tam bağımsızlık fikri olgunlaşmaya ve desteklenmeye başlandı. Fakat bu sefer de bağımsızlık sonrası kurulacak olan sistem tartışılmaya başlandı. Kongre içerisinde baskın görüş, yeni kurulacak devletin Hindistan’ın çoğulcu ve çok etnisiteli yapısına zarar vermemesi için seküler bir yapıda olması yönündeydi. Müslüman Birliği kanadında ise 1906 yılında Kongre’den ayrılmalarına sebep olan endişeler hala canlıydı. Bu sebeple Müslüman Birliği’ndeki aydınlar İngilizlerden bağımsızlıklarını kazanmaları sonrasında “iki millet” teorisi çerçevesinde iki ayrı devletin olması gerektiğini savunuyorlardı.
Bağımsızlık sonrasındaki senaryo tartışmaları toplumdaki var olan Hindu – Müslüman ayrımını daha da derinleştirdi. Özellikle 1947 yıllına yaklaştıkça Hint toplumu içerisinde sivil isyanlar ve etnik çatışmalar alevlenmeye başladı. Çatışmaların iç savaşa dönüşebileceği sinyallerini alan İngilizler, Hindistan için tam bağımsızlık çalışmalarına hız verdi.
1947 yılında İngiliz hükümeti bölgede artan sokak çatışmaları ve sivil itaatsizliği bitirmek için acil bir şekilde Louis Mountbatten’ı Hindistan’a gönderdi. Mountbatten’ın Hindistan’daki temel misyonu ülkedeki siyasi liderlerle görüşmeler gerçekleştirerek bağımsız Hindistan’ı kurmaktı. Fakat Mountbatten siyasi liderle görüştükten sonra bu topraklarda tek bir devletin kurulmasının pek olasılığı olmadığını gördü. Çünkü her ne kadar Nehru ve Gandi çoğulcu ve seküler bir Hindistan’ı savunsa da Muhammed Ali Cinnah etrafında toplanan Hint Müslümanlar kendileri için ayrı bir devlet talebinde diretiyorlardı. Bu taleplerinden geri adım atmamaları, ülkedeki kaos ve şiddetin artması hem Nehru hem de Mountbatten’ın iki ayrı devletten başka bir çözümün olamayacağı fikrini kabullenmelerine sebep oldu.
Mountbatten iki ayrı devlet kurulması kararını uygulamaya sokmak için İngiltere’ye döndü. Fakat bu vakitlerde Cinnah ve takipçileri Pakistan’ın kurulmaması için Mountbatten ve Nehru’nun süreci bilerek uzattıklarını düşünerek sokak gösterilerine başladı. Müslümanların sokak gösterileri yapmasıyla beraber Hindu gruplar da sokaklara indi. Böylece Hindistan’da önü alınmaz bir iç çatışma patlak verdi. Kongre lideri Nehru, bölünmeye katı bir şekilde karşı çıkan Gandi’nin etkisini kırarak hükümeti kendi otoritesi altına almasının da verdiği özgüvenle, 18 Nisan 1947 tarihinde arzu eden eyaletlerin Pakistan’a katılmasına engel olunmayacağı açıklamasını gerçekleştirdi. Nehru’nun bu kararı Müslüman bir Pakistan’ın kurulmasına Hindular tarafından engel olunmayacağı şeklinde yorumlandı.
Bölgede tüm bunlar yaşanırken Mountbatten İngiliz hükümeti tarafından onaylanmış bölünme kararıyla Hindistan’a döndü. Bölünme planını hem Muhammed Ali Cinnah’a hem de Kongre lideri Nehru’ya sundu. Cinnah önüne sunulan planda İngilizler tarafından Pakistan’ın çok savunmasız ve güçsüz bırakıldığını düşündü. Fakat Cinnah zayıf bırakılmış bağımsız bir Pakistan ve tek bir Hindistan seçenekleri arasından zayıf bırakılmış bağımsız bir Pakistan’ı seçti. Tarafların bölünme planını kabul etmelerinin ardından 3 Haziran 1947 yılında Tüm Hindistan Radyosunda bölgede iki ayrı devletin kurulduğu halka duyuruldu.
Alınan bu kararlar neticesinde Pakistan ve Hindistan resmen iki ayrı devlet olarak kuruldu. İki devlet arasında topraklar bölgede halkın Hindu yahut Müslüman çoğunluğu oluşturmaları kriterine göre bölüştürüldü. Halkı Müslüman çoğunlukta olan bölgeler Pakistan’a Hindu çoğunlukta olan bölgeler ise Hindistan’a bırakıldı. Bu bölüştürme sırasında 3 bölge (Haydarabad, Cunagarh ve Keşmir) tartışma konusu oldu. Bunlardan Haydarabad ve Cunagarh’ın halkı Hindu ama yöneticisi Müslümandı. Keşmir’in ise tam ters bir şekilde halkı Müslüman, yöneticisi Hinduydu. Haydarabad ve Cunagarh’ın yöneticileri Pakistan’a katılmak isterken Hindistan askeri güç kullanarak bu bölgeleri kendisine bağladı. Keşmir’de ise bu süre zarfı boyunca iç karışıklıklar görülmeye başlandı.
Keşmir’de çıkan iç karışıklıklarda zor duruma düşen Müslümanların durumu ve diğer eyaletlerin haksız bir şekilde Hindistan’a bağlanması üzerine Kuzey Pakistan’da yaşayan Müslüman kabileler Keşmir’in Pakistan’a bağlanması için silahlı mücadeleye başladı.
Keşmir’in merkezi Srinagar’a kadar ilerleyen Müslüman gruplara herhangi bir güç karşı koyamadı. Bu sebeple Keşmir Mihracesi güvenlik problemi yüzünden Hindistan’a gitmek zorunda kaldı. Bunun yanında Hindistan’ın Cumhurbaşkanlığı mevkisinde Nehru’nun teklifiyle ülkenin bölünme sürecini yöneten ve son Hindistan Genel Valisi olan Louis Mountbatten bulunuyordu. Mountbatten mihraceye Hindistan’ın isyancıları bastırması karşılığında Keşmir’in Hindistan’a bağlanacağını temin eden bir anlaşma imzalattı. Mihracenin anlaşmayı kabul etmesiyle Hindistan askerleri, Müslüman kabileleri geri püskürtmek için harekete geçti. Her ne kadar Muhammed Ali Cinnah, Pakistan Ordusu’nu Keşmir’e sevk etmek karar almış olsa da ordunun başında bulunan İngiliz komutan sevk emrini yerine getirmedi. Pakistan’ın yardımında yoksun kalan Müslüman gruplar Hindistan karşısında yenilgiye uğradı. Fakat Müslüman gruplar oluşan bu durumu kabul etmedikleri için Hindistan’ı işgal kuvvetleri olarak gördüklerini ve bölgeden çıkacakları zamana kadar Hindistan’a karşı direneceklerini belirttiler.
Böylece İngilizlerin Hint halkı için kurduğu bağımsız devletlerde ilk zamanlardan çatlaklar oluşmaya başladı. Baştan eksik ve hatalı hazırlanmış bölünme planı önce kanlı sokak gösterilerine ardından bölgede iki düşman devletin oluşmasına sebep oldu. 1947 yılında İngilizlerden bağımsızlıklarını kazanan Hindistan ve Pakistan ilk kuruldukları dönemden beri kendi aralarında yaptığı savaşlarla ve İngilizlerin geriye bıraktığı kronik sorunlarla varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlar.
Mehmet AYAYDIN
Av. Ahmet Can Şilit
12.08.2022 / 14:41Makale için teşekkür ederim Mehmet hocam. Ziyadesiyle istifade ettim. Pakistan'ın kuruluşunda öncülük eden Muhammed Ali Cinnah'ın ve varsa diğer aktörlerin hangi mezhepten olduğunun tahkik edilmesinin ve üzerine düşünülmesinin de mühim olduğunu düşünüyorum. Bu konuda da araştırmaların yapılması yerinde olacaktır.