Humeyni 1901 yılında Kum civarında bulunan Humeym kasabasında dünyaya gelmiştir. Humeyni’nin soyunun Peygamberimize kadar ulaştığı yani bir seyyid olduğu söylenir. Önce Nişabur’dan Hindistan’a göç etmişler ve daha sonrasında ise İran’ın Necef şehrine gelmişlerdir.[1] Babasını çok erken yaşta kaybeden Humeyni annesi ve halası tarafından büyütülmüş. Daha sonra onlarda ölünce abisinin himayesinde ilim hayatına devam etmiştir. Bu dönemdeki yaşadığı zorlukların onun hayatına etki yaptığı söylenir. Humeyni’nin annesi 1918 yılında Koleradan vefat etmiştir.[2] Humeyni’nin babası o daha 5 aylıkken öldürülmüştür. Babasının neden öldürüldüğü konusunda farklı rivayetler vardır.[3]
Humeyni yedi yaşında geleneksel olarak eğitimine başlamıştır. Abisi bir süre hocası olmuş ve daha sonrasındaki ilmi hayatında onu himaye etmiştir. Humeyni daha sonra İsfahan, Erak ve Necef gibi yerlerde ilim almak için bulunmuş ve akabinde ilim tahsiline devam etmek için 1922 yılında Kum şehrine gelmiştir. Kum şehrinde fıkıh gibi ilimlerin yanı sıra felsefe ve diğer ilimlere de merak salmış ve bu alanda okumalar yapmıştır. Burada bulunduğu süre içerisinde önde gelen alimlerden dersler almış ve kendisi de halka dersler vermiştir.[4]
Humeyni 15-16 yıl gibi kısa bir süre içerisinde merci-i taklid olma istidadını göstermektedir. Taflıoğlu, bunun çok erken bir süre olduğunu dile getirmektedir. Okumaya ve ilme devam eden Humeyni 27 yaşında evlenmiştir. Yine bu sene içerisinde Misbahü’l-Hidaye isimli eserini yazmıştır.[5]
Humeyni’nin Kum’da bulunması onun hayatında önemli dönüm noktalarındandır. Burada Pehlevi rejimine karşı çıkanlar ile 1930 yılından beri irtibat halinde olduğu söylenmektedir.[6] Anlaşılan o ki kendisi 1940’lara kadar aktif olarak siyasetin içine girmeyecektir. Lakin burada bulunduğu süre içerisindeki en önemli başarılarından biri Kum’a siyaseti sokmak olarak değerlendirilmiştir. Ondan öncesinde Kum’a siyaset sokmak isteyen kişilerden kovulanlar ve itibar kaybedenler olmuştur.[7]
Ahmed Kesrevi Bin Yıllık Esrar (Esrar-ı Hezar Sal) isimli bir eser yazıyor. Humeyni de buna cevap olarak Sırların Keşfi (Keşfü’l-Esrar) isimli bir eser yazıyor. Bu eserinde “Velayet-i Fakih” teorisini açıklıyor. Aynı zamanda bu eser siyasi içerikli olması bakımından da ayrıca önemlidir. Taflıoğlu, bu dönemde Humeyni’nin siyasete karışanların arkasında namaza durmadıklarını dile getirdikten sonra onun siyasi içerikli eser yazmasını çok ilginç buluyor. Taflıoğlu, ayrıca Humeyni’nin mezkur eserinde devrimden yaklaşık 38 yıl önce “İslami Düzen”den bahsettiğini dile getiriyor.[8] Dolayısıyla buradan Humeyni’nin devrimden çok önce kurulmasını istediği düzen ile ilgili aklında bir şeylerin olduğunu anlayabiliyoruz. Yani devrim patlak verip ve Humeyni Fransa’dan geldiğinde aklında devletin nasıl yönetileceğine dair bir şeyler olmadığını söylemek pek isabetli olmayabilir.
Humeyni’nin itibarı ve otoritesi Burucerdi’nin 1961 yılında vefat etmesi ve kendisinin merci-i taklid olarak seçilmesi ile başlar.[9] 1962 yılında iki önemli gelişme olur. Bunlardan birincisi belediye seçimlerinde Kur’ân üzerine yemin etmenin kaldırılma teklifini Humeyni’nin engellemesidir. Diğeri ise yine aynı yılda meydana gelen Şah’ın “beyaz devrim” diye isimlendirdiği reform programıdır. Humeyni bunun iptali için Şah’a mektup göndermiştir. Şah bunu kabul etmemiş ve akabinde Humeyni 1963 yılında Şah’ı protesto eden bir bildiri yayınlamıştır. Bundan sonra gerginlik artarak devam etmiştir. Akabinde birçok isyan oldu. 1979 yılına kadar ki olan isyanlarda birçok insan öldürüldü. Şah şiddetini artırınca Humeyni’de söylemlerini o minvalde artırdı. 1963 yılında Fevziye Medreselerine şahın askerlerince saldırı düzenlendi. Öldürülen ve gözaltına alınan öğrenciler oldu. Olayların 40. Gününde Humeyni’yi yaptığı konuşma neticesinde tutukladılar ve Humeyni’nin tutuklanması ve sonucunda olan olaylar İran tarihine 15 Hordad olayları olarak geçti. [10]
Ülkenin muhtelif yerlerinde gösteriler düzenlendi ve 7 Nisan 1964 yılında Humeyni serbest bırakıldı. Ülkede Amerikalıların İran mahkemelerinde yargılanmaması yönünde kanun çıkınca Humeyni bu kanunun çıkmasına sebep olanları vatan haini olmakla itham etti ve bu konuda önemli bir konuşma yaptı. Akabinde ise ülkeden sürgüne gönderildi. Ankara ve Bursa’dan sonra yaklaşık 13 yıl kalacağı Necef’e gitti. [11]
Necef’te bulunduğu süre içerisinde ve özelliklede 1970 yılından itibaren, Velayet-i Fakih üzerine konuşmalar yapmıştır. Velayet-i Fakih düşüncesi İran tarihinde özellikle Şii inancında büyük bir kırılmayı getirdi. Öncesinde Şiiler yönetim ve hükümet etme hakkının sadece imamlara ve münhasıran gayıp imam 12. İmam’a ait görüyorlarken bu düşüncede bir kırılma meydana geldi. Yönetimdekilerin gasıp olarak görüldüğü bir ortamda Humeyni yönetimi Şii alimlerin alması gerektiğini söylüyordu. Velayet-i Fakih uzun süreden beri kullanılagelmesine rağmen 19. Yüzyılda siyasi bir teoriye dönüşecektir. Öncesinde ise fakihler bazı şer’i meselelerde otorite idiler. Boşanma, nikah gibi konularda söz söylüyorlar ve otorite onlarda idi. Ama hükümette söz sahibi olmayı İmam’ın hakkını gasp etmek olarak görüyorlardı.[12] Dolayısıyla Humeyni Fakihlerin yetkisini artırmış ve fakihlerin devleti gaybet döneminde yönetmesi gerektiği fikrini öne sürmüştür.[13]
Humeyni’nin burada bulunduğu süre içerisinde yaptığı konuşmaları İran içerisine sokuluyordu. Burada özellikle 1970’ten itibaren verdiği vaazların bir kısmı Hükümet-i İslami adıyla basılmıştı. Burada yukarıda da belirtildiği üzere velayet-i fakih düşüncesi bütünlüklü bir şekilde ele alınmıştı.[14]
1971 yılında İran’da Monarşisinin 2500. Yılını kutlamak için devasa bir tören düzenlenir. Bu törene birçok ülke davet edilir ve organizasyon için büyük paralar harcanır. Humeyni ise o sırada Irak’ta bulunmaktadır ve monarşiyi eleştirir. Daha sonra Kyros’un tahta çıktığı günün İslami takvimin yerine kullanılmasının kabul edilmesi alimleri tedirgin etmiş ve onların yönetimden uzaklaşmasını temin etmiştir.[15] Şah burada yaptığı konuşmasında şöyle demekteydi;
“Ey Kiros, Büyük Kral, Krallar Kralı, Ahameniş Kralı, İran ülkesinin kralı! Ben, İran Şehinşahı, sana kendimin ve ülkemin selamını getirdim. İran tarihinin bu yüce anında, senin 2500 yıl önce kurmuş olduğun imparatorluğun çocukları olan ben ve bütün İranlılar, senin kabrin önünde saygıyla eğiliyoruz. Senin ölümsüz hatıranla ve yeni İran’ın şanlı geçmişiyle bağını yeniden kurduğu bu anda içimizi coşku kaplıyor…”[16]
1975 yılında Diriliş Partisi kurulur. Bu partinin kurulması ve programları halkın nefretini kazanmasını sağlar. Özellikle bu yıldaki enflasyondan dolayı pazarları karşılarına almışlardır. Alınan tedbirler gereğince 250 bin kişiye ceza yağdırılmıştır. Pazarlar ise daha önce vuku bulmamış bir yönteme başvururlar, yani ulemadan sığınma talep ederler. [17] Akabinde alimler, bu partinin aleyhinde fetvalar yayınladılar ve Humeyni de bu partinin aleyhinde fetva yayınladı ve birçok alim gözaltına alındı.[18] Tabi bu olaylar toplumu derinden etkiliyordu.
Humeyni 1978 yılında uzun süredir yaşamakta olduğu Necef’i terk etmek zorunda kalacaktı. Burada bulunduğu süre içerisinde bazı önemli olaylarda adı geçmektedir. 1967 Arap-İsrail savaşında İsrail mallarının boykot edilmesini savununca evi yağmalandı, 1965 yılında içerisinde Humeyni’nin öğrencileri de bulunan Heyethay-ı Hizb-i Mutelife örgütü üyeleri Humeyni’yi sürgüne gönderen başbakan Hasan Ali Mansur’a suikast düzenlediler. Humeyni’nin oğlu 1977 yılında öldürüldü ve bunu Savak’ın yaptığını söylediler. 1978 yılında yarı resmi bir gazetede Humeyni’nin vatan haini olduğu yönünde bir haber çıkınca halk galeyana geldi ve isyan kanlı şekilde bastırıldı. Daha sonra Abadan’daki bir sinema salonunun kapılarının kilitlenmesi sonucu yaklaşık 410 kişi hayatını kaybetti.[19] Sonrasında sıkı yönetim ilan edilse de halkın nefreti Şah’a karşı son raddeye gelmiş bulunuyordu. 1978 yılında ise Humeyni’nin evi kuşatıldı ve o da oğlunun tavsiyesi üzerine Fransa’ya gitti. Gayri Müslim bir ülkede olmak istemediğini ifade özgürlüğünün olduğu Müslüman bir ülkede yaşamak istediğini söyleyen Humeyni’ye Müslüman ülkelerden izin gelmeyince Fransa’da yaşamaya devam etti.[20]
Humeyni’nin Siyasi Mücadelesi ve İran İslam Devrimi
Taflıoğlu, Humeyni’nin siyasi mücadelesini üç bölüme ayırır. Ona göre; 1940 ile 1960 yılları arasındaki dönem birinci dönemdir ve bu dönemde siyasette aktif olarak yer almak yerine görüşlerini derslerinde dile getirmektedir. 2. dönem ise onun merci-i taklid olması ve merci-i taklid olduğu 1962 yılından itibaren 1979 yılındaki İran İslam Devrimine kadar aktif olarak siyasete girdiği dönemdir. Sonuncusu ise devrimden sonraki dönemi ihtiva eder.[21]
İran İslam Devriminin olmasının ve halkın Şah ve Monarşi karşıtı söylemlerde birleşmesinin çok fazla sebebi vardır. Şah ülkesinde reformlar yapmak, güçlü bir İran meydana getirmek ve adeta birçok alanda muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için atılım yapıyordu. Lakin bu yaptığı atılımlar Pehlevi rejiminin dayandığı temel halk kitlesinde huzursuzluğa sebep olmaktaydı. Yaptığı atılımların boşa çıktığı söylenir. Ülke içerisinde okula giden sayısında, okul sayısında ve yurt dışında okuyanlar sayısında artış söz konusuydu. Ama Abrahamian bu reformların pek de istenileni vermediği ilk beyin göçünün İran’la ilişkilendirildiğini söyler.
Abrahamian İslam devriminin meydana gelmesini şöyle açıklamaktadır.
“Devrimin patlak vermesinin nedeni son dakikada yapılan şu ya da bu siyasal yanlış değildi. Onlarca yıldır İran toplumunun derinlerinde birikmiş aşırı baskıların yanardağ gibi patlamasıydı. 1977 yılına gelindiğinde toplumun hemen her kesimine yabancılaşmış olan şah böyle bir yanardağın üstünde oturmaktaydı. Aydınlara ve kentli işçi sınıfına inatla karşı çıkarak kendi sonunu hazırladı. Bu muhalefet yıllar içerisinde şiddetlendi. Şah, Cumhuriyetçilik çağında monarşi, şahlık ve Pehlevilik gösterisi yapıyordu. Milliyetçilik ve anti-emperyalizm çağında iktidara gelmesi CIA-MI6 işbirliğiyle Musaddık’ın, diğer bir deyişle İran milliyetçiliğinin simgesinin devrilmesinin doğrudan sonucuydu. Tarafsızlık çağında bağlantısızlar hareketi ve Üçüncü Dünyacılık’la alay ediyor, bunun yerine kendini Basra Körfezi’nde Amerika’nın jandarması olmaya adıyor ve Filistin ve Vietnam gibi hassas konularda açıkça ABD’den yana tavır alıyordu. Demokrasi çağındaysa, Şah, düzenin, disiplinin, kılavuzluğun, krallığın ve Tanrı’yla kişisel iletişim kurmanın erdemlerini yüceltiyordu.”[22]
Taflıoğlu, ise eserinde Şah ve Ulema’nın çatışmasını 1959 yılından itibaren başlatır. O dönemden öncesinde ülkede artan komünizm dolayısıyla Ulema, Şah’ı adeta bir kurtarıcı olarak görüyordu. Ulema, Şah’tan Bahailerin faaliyetlerinin durdurulmasını istiyordu ve Şiiliğin korunmasını talep ediyordu. Bahailerin toplandığı bina bizzat ordu tarafından yıkıldı. Ama bu karşılıklı hoşgörü uzun süre devam etmeyecekti. Şiiliğin kurtarıcısı ve teminatçısı olarak görülen Şah yaptığı bazı uygulamalar dolayısıyla tepki çekmeye başlayınca Ulema ile Şah’ın arası açılmaya başladı. Şah’ın özellikle Beyaz Devrim olarak adlandırılan reformları yapması ulemanın tepkisini çekti. Bu kanunlar kadınlara oy kullanma hakkı vermek gibi bazı reformları içerdiğinden ulema bunu haram saymakta ve İslam’a aykırı olarak görmekteydiler. Burucerdi vefat etmeden önce Şah’ı uyarsa da Şah bu reformuna devam etti ve diğer alimlerde Şah’a karşı tavır aldılar.[23]
İslam Devrime ve Monarşinin Yıkılışına Giden Yol Gri Devrim
Şah ile ulemanın arasındaki uçurumun genişlediği ve belki bir daha kapanmamak üzere genişlediği olay gri devrimdir. Bu İran tarihini Beyaz Devrim olarak geçmiş ve Humeyni bu devrimi Kara Devrim olarak tanımlamıştır. Ben ise bu devrimi gri devrim olarak nitelendiriyorum. 1962 yılında Şah’ın yapmak istediği reformlar ulemanın tepkisini çekti. Anlaşıldığına göre ağırlıklı olarak toprak reformu olan bu reformların içinde ulemanın istemediği bazı hükümler bulunuyordu.
Beyaz Devrim’in en önemli maddesi toprak konusunda yapılacak reform idi. Bu reform ile büyük toprak sahiplerinin gücünün kırılması hedefleniyordu. Ulema özel mülkiyetin korunması gerektiğini düşünüyorlar ve bu yüzden bu reforma karşı çıkıyorlardı.[24]
Şah meclisi feshetti ve meclisin şeklini değiştirmeye karar verdi. Mecliste Kur’an üzerine el basılarak yemin edilmesi, kadınların seçme ve seçilme hakkının olmaması ve Müslüman olmayanların katılamaması gibi bazı kurallar bulunuyordu. Şah bunları değiştirmek istediği için ulemayı karşısına almış oluyordu. Akabinde ulema bu reformları eleştirmeye ve haram olduğu yönünde fetvalar yayınlamaya başladılar.[25]
Asıl olayların koptuğu nokta ise 1963 yılında Humeyni’nin hareketiyle o yıl ki kutlanması beklenen nevruzun reformlardan dolayı yas ilan edilmesi olmuştur. Bu hareket sonrasında alimler tutuklanmış ve meydana gelen isyanlarda kanlı olarak basıldığından Kanlı Hordad diye anılan olaylar meydana gelmiştir.[26]
Şah kendi reformlarını sert bir şekilde gerçekleştirmek istiyordu. Şah’ın karşısında ulema olduğundan ulemanın gücünü kıracak önlemler almaya çalıştı. Medreseler kapatılmaya ve medreseye giden öğrenci sayısının azaltılması temin edildi. Bunun için onların ellerindeki vakıfların aleyhinde kanun çıkartıldı. Medreseler yerine İlahiyat fakülteleri kuruluyor ve din yerine de Fars kültürü öne çıkarılmaya çalışılıyordu. Şah Allah’ın yeryüzündeki gölgesi olduğunu iddia ediyor ve Allah’tan yardım aldığını dile getirerek ulemanın otoritesini yıkmaya çalıştığı iddia ediliyordu. Ayrıca bu dönemde SAVAK aktif olarak görev yapıyordu. SAVAK’ın maaş verdiği 15 bin alim olduğu söylenmektedir. Humeyni ise bu alimleri eleştirmiştir. Ayrıca SAVAK’ın İsrail ile resmi olmayan ilişki içerisinde olduğunun duyumlarının alınması alimleri rahatsız ediyordu.[27]
Şah’ın yapmış olduğu politikalar toplumun bazı kesimlerinde tepkiye neden oluyordu. Şah’ın yapmış olduğu “beyaz devrim” ve sonrasında kurulan Diriliş Partisi bunlar halkın bazı kesimlerince hiç hoş karşılanmadı. Yapılan ve öne sürülen bazı reformlarda ulemanın hem siyasete karışmasını temin etmiş ve hem de Şah’a olan karşı tutumlarını artırmıştı. Jimmy Carter hükümeti iktidara gelirken İran ve bazı ülkelerde insanlık ihlallerine dikkat çekmişti. Şah ise bu durumda elinden geleni yapmak ve bu durumdan kurtulmak istiyordu. Hükümetin tavırlarında bazı iyileştirmelere gitti. 1977 yılında bir şiir dinletisinde muhalif yazarlar Şah aleyhine şiirler okuyunca arbede yaşandı. Akabinde Şah’ın askerleriyle aralarında bir nevi çatışma vuku bulmuş ve ölen ve yaralılar söz konusu olmuştur.[28]
Yukarıda da belirttiğimiz üzere 1978 yılında Humeyni aleyhinde İttilaat gazetesinde yazı çıkınca halk galeyana gelmiştir. Akabinde 19 Ağustosta Abadan’da bir sinemada 400 kadın ve çocuk yanarak can vermiştir. Buraya toplanan 10 bin kişilik halk “pehlevilere son” diye sloganlar atmışlardır. 8 eylül gününde yaşananlar ise o günün “Kara Cuma” diye anılmasına sebep olacaklardır. Tahran valisinin emrindeki askerler sıkı yönetime uymayan ve dağılma emrine karşı gelen insanların üzerine ateş açmışlar ve adeta Şah ve halk arasındaki tüm uzlaşma yollarını kapamışlardı.[29]
Halk artık alenen İslam Cumhuriyeti istediklerini, Humeyni’nin geri dönmesini istediklerini ve Şah’ı istemediklerini belirten konuşmalar yapıyorlardı. 1 Şubatta Humeyni Fransa’dan döndü. 11 Şubatta cephaneliklerden silah aldılar ve halka silah dağıttılar. Artık rejimin sonu gelmişti.[30] Abrahamian bu dönemi şöyle anlatıyordu.
“İki gün süren sokak çatışmaları 53 yıllık hanedanlığın ve 2.500 yıllık monarşinin sonunu getirmişti. Pehlevilerin kendi devletlerini desteklemek için kullandığı üç temel dayanaktan biri olan ordu felce uğramış, bürokrasi devrime katılmıştı, saray patronajı ise büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Halkın sesi Pehlevi monarşisinden daha kudretli olduğunu kanıtlamıştı.”[31]
İran İslam devriminin olmasının sebepleri arasında ekonomideki krizin de etkili olduğu söylenir. 1963 ile 1970 arasındaki yıllarda İran ekonomisi çok hızlı bir büyüme göstermiştir. Lakin bu büyüme daha sonra krize dönüşecek ve bazı sorunları beraberinde getirecektir. Özellikle enflasyonun artması sonucu devlet sert tedbirler alma yoluna gitmiş ve bu da halkın tepkisini çekmiştir. Petroldeki bu büyüme ve tarım da yeni tekniklerin kullanılması ve insan gücüne duyulan ihtiyacın azalması sonucunda işsiz kalan bir kısım insan büyük şehirlere göç eder.[32] Bu da büyük şehirlerin düzeninin bozmakta ve yeni bir sınıfın doğmasına sebep olmaktadır.
Michael Eserinde İran devrimini ve Pehleviler dönemini ele alırken ülkede yaşayan Amerikalıların sayısından ve onların ülkedeki nüfuzundan bahseder. Michael eserinde Amerikalıların İran’da krallar gibi birinci sınıf insan olarak yaşadıklarından bahseder. Kendilerine ait hastaneleri bile vardır. Zaman zaman İranlı gençler ile yaşadıkları problemlerin basına yansıdığından da bahseder. [33]
1979 yılında devrimin olması ve sonucunda Şah’ın ülkeden gitmesiyle ABD’nin bölgedeki jandarması konumunda olan İran artık ABD’nin politikalarıyla çatışmaya başladı. ABD bölgedeki stratejisini ve planlarını değiştirmek zorunda kaldı. Devrimin ilerlemesini engelleyecek eğer mümkün olmazsa devrimin diğer ülkelere yayılmasına engel olacaktı. ABD’nin devrimi engelleyememe de başarısızlığı ona itibar kaybettirmişti ve o da bölgede yeni bir ortak arayışına girdi. Gözüne Suudi Arabistan’ı kestirmişti. 1979 yılında hemen ABD yetkilisi General Ernest Graves Suudi Arabistan’a gitti. Suudi Arabistan ile yaklaşık 5 milyar dolarlık bir antlaşma imzalandı. Bu antlaşma eğitim ve askeri ekipmanı kapsıyordu. Suudi Arabistan hem coğrafya olarak kritik bir yer olmasının yanında ayrıca Müslümanlar için önemli bir mevkideydi.[34] ABD Suudi Arabistan’ın bu durumundan yararlanmak isteyecek ve yararlanacaktır da.
Humeyni’nin Devrimdeki Rolü
İran İslam Devrimi bazıları tarafından 2. Dünya savaşından sonraki Ortadoğu’daki en büyük olay olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla Ortadoğu gibi özellikle 20. Yüzyılda önemi oldukça artan bir bölgede olan bu tarz bir gelişme üzerine çok şey yazılıp söylenmiştir. Yakın tarihte olan bir gelişme olması dolayısıyla elimizde veri olarak görsel resim ve video gibi tarih malzemeleri olarak kullanılacak verilerde mevcuttur. Biz ise özellikle Humeyni’nin hayatı ekseninde devrimi ele aldık. Okuduğumuz eserlerin neredeyse tamamında devrimden önceki yıllar anlatılırken Humeyni’ye yer verilmektedir. Humeyni’nin öne çıkması ve devrime doğru gidilen yolda Humeyni diğer halk kitlelerini etkileyecek kadar öne çıkması sonucu devrimden sonra İslami bir devlet kurulabilmiştir. Bu devrimden çok önce tahmin edilebilecek bir şey değildi. Özellikle Şah karşıtı söylemin odak noktası Humeyni olduktan sonra halk onun etrafında toplanmaya ve görüşlerini daha fazla insana duyurmaya başladı.
Toplumda Humeyni’den farklı düşünen ve öne çıkmış insanlar bulunmaktaydı. Özellikle Şeriati’nin Humeyni’den farklı bir düzen talep ettiği dillendirilmektedir. Daha başka gruplarda vardı. Rusların ve diğer ülkelerin desteklediği gruplar söz konusuydu. Bütün bunlara rağmen Humeyni devrim olduktan sonra ülkenin başına geçen kişi oldu.
Humeyni’nin öne çıkması ise özellikle 1960’lı yıllardan sonra olacaktır. Humeyni’nin öne çımasını sağlayan birçok sebep mevcuttur. Özellikle Burucerdi’nin 1361’de vefatından sonra Humeyni’nin tedrici olarak merci-i taklid makamına geçmesi oldukça önemlidir. Humeyni bu tarihten sonra Şah’a karşı muhaliflerin odak noktası haline gelmeye başlayacaktır. Yine bu dönemde Şah’ın toprak reformuna ulemanın karşı çıkması ve bu reformlara karşı çıkanların ulemaya yaklaşması söz konusudur. Humeyni sürgüne gönderildikten ve bilhassa 1970 yılından itibaren verdikleri dersler ile halkı etkilemiştir. Onun vaazları mahfi olarak İran’a sokulmaktaydı. 1970 yılından sonra velayet-i fakih kavramı üzerinde durması oldukça önemlidir. Velayet-i Fakih şuan İran’ın temel doktrinlerinden birisidir.
1975 yılında diriliş partisinin kurulması ise bir başka dönüm noktasıdır. Bu parti ile tek parti dönemine girilmiş ve muhalif olan parti kapatılmıştır. Diğer parti muhalif olsa da ne kadar muhalif olabileceği tartışma konusudur. Diriliş partisi kurulduktan sonra enflasyonun sebebi olarak görülen pazar esnafı cezalandırılmıştır. Yaklaşık 250 bin kişinin ceza aldığı söylenir. Bu cezanın boyutu ve pazar esnafına ne kadar ağır geldiği tarafımızca bilinmese de bu diriliş partisinin politikaları nedeniyle pazar esnafının ulema ile iş birliği içerisinde girmeye başladığı bilinmektedir. Dolayısıyla Şah’ın politikaları halkta huzursuzluğa sebep oluyordu.
Humeyni’nin İran’da sevilmesi, sayılması ve etkisinin anlaşılmasına bir örnek olması açısından 1978 yılındaki bir gelişme önemlidir. Bu tarihte İttilaat gazetesinde Humeyni aleyhinde ithamlarda bulunuldu. Onun vatan haini olduğu yönünde ithamlar mevcuttur. Bu ithamların yapılmasından sonra halk Humeyni’yi savunmak için sokağa döküldü. Halkın yaptığı eylemler dinmek bilmiyordu. Şah’ın gitmesi ve Humeyni’nin gelmesi yönünde sloganlar atılıyordu. Özellikle yine bu tarihte Abadan’da kadın ve çocuklardan oluşan 400 kişinin bir sinemada kapıların kilitlenmesi sonucu yanmasının faturası Şah’a kesilmişti. Tüm bu olaylar Şah’ın gitmesini kolaylaştırdı. Artık olaylar dinmek bilmiyordu. Humeyni bu tarihlerde Fransa’da bulunuyor ve görüşleri yanında bulunanlar tarafından çoğaltılıp gizliden İran içerisine sokulmaya devam ediyordu.
Humeyni’nin devrimdeki rolünü tespit edebilmek ve bu minvalde kesin tespitler yapabilmek veya kesin tespitlere yaklaşabilmek kolay değildir. Burada öne sürebileceğim tez, Humeyni’nin başarısı onun diğer aktörler arasında öne çıkmayı başarmış olmasından gelmektedir. Bunun altyapısını düşünceleriyle ve görüşleriyle hazırlamıştı. Özellikle velayet-i fakih ile alimlerin toplumdaki rolleri ve görevleri artırılıyordu. Kısacası devleti alimler yönetmesi gerekiyor veya bunun yani devletin şeriata uygun yönetilip yönetilmediğini kontrol edecek bir denetim mekanizmasının bulunması gerekiyordu. Bu denetim mekanizmasının başında ise en alim, yani müctehid bulunması gerekmekteydi. Humeyni’nin başarısı işte tam da burada önce devletin yönetiminde ulemanın söz söylemesine kendisinin inanması ve sonrasında bunu halka inandırması sonucu devrim İslam devrimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Humeyni olmasaydı veya şeraiti veya başka bir isim olsaydı başka bir görüntü ile karşılaşabilirmiydik sorusuna ise çok fazla cevap verilebilir ama ne bu sorunun ne de cevapların hiçbir değeri olmayacaktır. Çünkü tarihin seyri bu şekilde olmuş ve Humeyni’nin başarısı ve etkisi ise diğer aktörlerden çok daha fazla öne çıkmış olması ve Şah karşıtlığının simgesi haline gelmiş olmasında yatmaktadır.
Görseller
Muhammed Rıza Pehlevi’nin Kum’da yaptığı konuşma
İmam Humeyni Fevziye medresesinde sohbet veriyor
Humeyni’nin Kumda yaptığı sohbetten bir görüntü.
Humeyni’nin Necef’te bulunduğu sıradaki bir görüntüsü
Halk Humeyni lehine gösteri düzenliyor
Halk ile ordunun karşı karşıya gelmesi
İttilaat gazetesin Şah’ın gittiğini bildiriyor
Humeyni’nin gelişini gösteren bir kare
Humeyni’nin gelişinin İttilaat gazetesine yansıması
Şah’ın gidişini ve Humeyni’nin dönüşünü gösteren bir broşür
Yukarıdaki görsellerin tamamı aşağıdaki kitaptan alıntılanmıştır.
Doktor Musa Necefi ve Doktor Musa Fakih Hakkani, Tarih-i Tehevvülat-ı Siyasi-i İran (Tahran: Müessese-i Mütalaat-ı Tarih-i Muasır-ı İran, 1392)
Dipnotlar
[1] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 8, 358-364.
[2] Michael Axworthy, İran Aklın İmparatorluğu, Çev. Özlem Gitmez (İstanbul: Say, 2016), 304.
[3] Mehmet Serkan Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni ve Velayet-i Fakih Meselesi” (Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2009), 62.
[4] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 64.
[5] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 66.
[6] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 8, 358-364.
[7] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 2.
[8] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 10-11.
[9] Hamid Algar, “Merci-i Taklid,” DİA 29, 172-174.
[10] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 8, 358-364.
[11] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 8, 358-364.
[12] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 29-30.
[13] Ayrıca bknz. İsmail Safa Üstün, “Velayet-i Fakih,” DİA 43,19-22.
[14] Gene R. Garthwaite, İran Tarihi, Çev. Fethi Aytuna (İstanbul: İnkilap, 2011), 232.
[15] Axworthy, Aklın İmparatorluğu, 312-313.
[16] Garthwaite, İran Tarihi, 230.
[17] Ervand Abrahamian, Modern İran Tarihi, çev. Dilek Şendil (İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2014), 198-199.
[18] Abrahamian, Modern İran, 200.
[19] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 8, 358-364.
[20] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 8, 358-364.
[21] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 78.
[22] Abrahamian, Modern İran, 204.
[23] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 58-59.
[24] Garthwaite, İran Tarihi, 229-230.
[25] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 83.
[26] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 84.
[27] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 59-61.
[28] Abrahamian, Modern İran, 207.
[29] Abrahamian, Modern İran, 209.
[30] Abrahamian, Modern İran, 211.
[31] Abrahamian, Modern İran, 212.
[32] Axworthy, Aklın İmparatorluğu, 305-307.
[33] Axworthy, Aklın İmparatorluğu, 310-311.
[34] İzetullah İzzeti, İran ve Bölge Jeopolitiği, Çev. Hakkı Uygur (İstanbul: Küre, 2006), 82-85.
Kaynakça
Abrahamian, Ervand. Modern İran Tarihi. Çev. Dilek Şendil. İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2014.
Algar, Hamid. “Humeyni.” DİA. 8. 358-364.
Axworthy, Michael. İran Aklın İmparatorluğu. Çev. Özlem Gitmez. İstanbul: Say, 2016.
Garthwaite, Gene R. İran Tarihi. Çev. Fethi Aytuna. İstanbul: İnkilap, 2011.
İzzeti, İzzetulah. İran ve Bölge Jeopolitiği. Çev. Hakkı Uygur. İstanbul: Küre, 2006.
Necefi, Doktor Musa ve Hakkani, Doktor Musa Fakih. Tarih-i Tehevvülat-ı Siyasi-i İran. Tahran: Müessese-i Mütalaat-ı Tarih-i Muasır-ı İran. 1392.
Safa üstün, İsmail. “Velayet-i Fakih.” DİA. 43. 19-22.
Taflıoğlu, Mehmet Serkan. “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni ve Velayet-i Fakih Meselesi.” Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2009.