İBRAHİM (A.S.) YOLUNDA YAZI DİZİSİ-2; DOĞUNUN SAKLI CENNETİ HALFETİ

GEZİ - ANI

 

Toplandık bizim gençlerle üç günlük kısa bir gezi planı yaptık. Bir Cuma sabahı indik Gaziantep Havalimanına, öğlene kadar panoramik bir Gaziantep turu yaptıktan sonra Cuma namazından sonra Halfeti için yola koyulduk. Gaziantep’ten otobana çıktıktan sonra, Şanlıurfa istikametini 70km kadar takip ediyorsunuz otobandan Birecik sapağından ayrılıp yaklaşık 40km km kadar stabilize bir yoldan devam ediyorsunuz. Yeni Halfeti’ye varınca şehirlerin korkulu rüyası TOKİ’nin oraya kadar ulaştığını görüp ürperiyorsunuz. Eski Halfeti’ye doğru yol almaya devam ediyorsunuz bir noktadan sonra yol tek şeride düşüyor ve kendinizi sarpa bir vadinin içinde buluyorsunuz lakin henüz bir şey yok. Yaklaşık 10km sonra karşınızda çölde bir vaha gibi Eski Halfeti beliriyor.

Yemyeşil suyu ile Fırat karşılıyor sizi… Kalbiniz sanki hiç atmıyormuş gibi derin bir sessizlik var Halfeti’de. Hafiften yağmur çiseliyor hâlbuki yukarıda hava güllük gülistanlıktı. Abdulakadir’in deyimiyle bu lokal bir serpinti, önce gülüyoruz sonra aşağıya inince bütün Halfetililer bu durumu onaylıyor. 10km kadar kısa bir mesafede iklim bu kadar değişir mi? -Değişiyor işte kardeşim.- Bu durumu ispat eden ilginç bir durum ile rastlaşıyorum. Ozan yukarıda bıraktığımız arabayı almaya giderken diğer gençleri bekliyorum oradan bir ağabey anlatıyor. Dünyada sadece Eski Halfeti’de yetişen siyah gülün hikâyesini… Bu güller tomurcuk şeklinde oluyormuş, çok da büyümüyormuş. Eski Halfeti’den alır başka yerde ekersen rengi değişiyormuş. Bana çok acayip geliyor görebilir miyim diye sorunca mevsim erken diyor mayıs gibi ancak… Halfeti mikroklima bir iklime sahipmiş. Biraz üzülsem de çok üstelemiyorum. Bizim gençlere de söylerim diye aklımın bir köşesine yazsam da Halfeti manzarası karşısında bütün bildiklerimi unutuyorum.

Ardından su üstünde yüzen iskele üzerine yapılmış kafeteryaların bir tanesine geçiyoruz. Her zaman ki meşhur sorumuzu soruyoruz; -Çay var mı kardeş?- çaylar gelene kadar biraz manzaranın derinliklerine dalıyoruz. Ozan balabanını almış bize çok güzel Erivan Radyosu’ndan miras parçalar çalıyor. Kederimiz çayın gelmesiyle biraz hafifliyor. Derken tekne turu mevzusu açılıyor hava kararmak üzere, Ertuğrul ben sordum Ağabey 100 lira diyorlar deyince vaktinde geç olmasını bahane ederek vazgeçiyoruz.

Sonra çıkıp biraz içeriye doğru yürüyoruz. 2000 yılında Birecik Barajının inşa edilmesiyle buralar sular altında kalmış. Halfeti’nin bütün tarihi mirası sulara gömülmüş. Sadece mirası mı? Ev, arazi, mal mülk… Halfeti bu kaderine çok üzülmüş… Neyse biraz içeri doğru yürüyünce 1807 yılında Ermeni bir usta tarafından yapılmış 200 küsur yıllık Ulu Cami karşılıyor sizi. Kısmen su altında kalmış doğrusu pek bakım da yapılmamış yani sahip çıkılmamış. Ertuğrul Caminin duvarlarına sprey boyalarla yazılan yazıları, ismini duvarlara kazıyan âşıkları görünce hayli sinirlendi.- Siz de aşkınız da yere batsın-  Biraz daha dalıyoruz Savaşan Köyü’nün manzarasına… En tepesinde modern bir otel yükseltmişler en fazla iki katlı olan taş yapı evlerin en tepesinde bir ucube. Çok üzüyor bu durum bizi. Biraz sitem, biraz mahzunluk ve bu şehre özlemle meydanda olan aracımıza doğru yürüyoruz. İstikametimiz Urfa… Lakin bütün yol boyunca 30 bin insanı göç ettiren, 50 bin hektar ekili alanı yok eden, 100 binlerce yıllık mirası hiçe sayan, -hayatları, yaşanmışlıkları, ataları, olanları ve olacakları suya gömen- bu baraja gerek var mıydı? Sorusu aklımın bir köşesinde benimle seyahat ediyor.

SEN BİR MASALSIN HALFETİ…

Oktay KAYMAK

Oktay KAYMAK
Oktay KAYMAK

PSIR Doctrine, Practice and Theory oktaykaymak02[at]gmail.com

Yorum Yaz