II. GIYÂSEDDÎN KEYHÜSREV’İN SALTANATI DÖNEMİ

TARİH

Sultan Alâeddîn Keykubâd öldüğü zaman geride üç oğlu kalmıştı. Bunlar 16 (veya 13-14) yaşlarında olan Gıyâseddîn Keyhusrev, 8-9 yaşlarında İzzeddîn Kılıç Arslan ve daha küçük yaştaki Rükneddîn idiler.

Veliahd İzzeddîn Kılıç Arslan olmasına rağmen, Şemseddîn Altun-aba, Taceddîn Pervâne, Ferruti Lala, Sadeddîn Köpek ve Zahirüddevle gibi devlet ileri gelenleri Keykubâdiyye Sarayı’nda bulunan II. Gıyâseddîn Keyhusrev’i tahta çıkarmışlar ve aldıkları tedbirler ile işi oldu bittiye getirmişlerdi. Bu durumu kabul etmemesi muhte­mel olan Kayır Han, Kemâleddîn Kâmyâr ve Hüsâmeddîn Kaymerî gibi bey­ler de yeni sultana biat etmek zorunda kaldılar.

II. Gıyâseddîn tahta çıktıktan sonra, Kayseri’de bulunan elçileri kabul etti, ayrıca Ögedey Hân’a gidecek olan elçiyi de Moğolistan’a gönderdi. Halep hükümdarı Melik Nâsır ile ya­pılmış olan antlaşma yenilenirken (Ağustos 1237), iki taraf arasında evlenme yoluyla akrabalık kuruldu. Böylece II. Gıyâseddîn Keyhusrev Melik Nâsır’ın kızı Gaziye Hâtûn, Melik Nâsır da II. Keyhusrev’in kız kardeşi Melike Hâtûn ile evlendiler, öteki Eyyûbı Melikleri ile Artuklu hükümdarları Selçuklulara tabi olmuşlar, bu suretle Melik Kâmil tek başına kalmıştı.

Nitekim o bu duru­ma son vermek için Halep üzerine yürürken yolda hastalanarak öldü (1238). Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev Selçuklu tahtına oturmasına rağmen yine de Veliaht İzzeddîn Kılıç Arslan’a taraftar olan beylerden ve Hârezmlilerden şüpheleniyordu. Bu sırada devlet erkânı içinde birinci derecede rol oynamak isteyen Sadeddîn Köpek de Sultan’ı tahrik ederek bu beylerin ortadan kaldırıl­masına önderlik ediyordu.

İlk olarak Hârezmlilerin reisi olan Kayır Han zinda­na atıldı (Zilkade 634/Haziran-Temmuz 1237) ve orada öldü. Bu olay Hârezmli askerlerin Selçuklu Devleti’ne olan güvenini sarsmış ve Kayseri’den ayrılarak Urfa bölgesinde yerleşmelerine sebep olmuş, hatta peşlerinden gelen bir Sel­çuklu ordusunu da mağlup etmişlerdi. Sadeddîn Köpek bundan sonra Atabeg Şemseddîn Altun-aba, Tâceddîn Pervâne, Beylerbeyi Hüsâmeddîn Kaymerî ve Kemâleddîn Kâmyâr gibi Selçuklu Devletine çok yararlı hizmetler yapmış bey­leri peşpeşe ortadan kaldırmaya muvaffak oldu.

Bu arada genç ve tecrübesiz Gıyâseddîn de onun tahrikleri ile Şehzâde İzzeddîn Kılıç Arslan ve Rükneddîn’i hapsettirmiş, hatta onların bu insan yok etme hırsından kadınlar bile kurtu­lamamış, anneleri Melike-i Âdiliye de yayının kirişi ile boğdurulmuştu. Daha sonra her iki şehzade de öldürülmüş, böylece Sultan için bir rakip ve tehlike kalmamıştı. Nihayet Sadeddîn Köpek’in Selçuklu Devleti’nin başına geçme yani sultan olma hayalleri II. Gıyâseddîn Keyhusrev’in aklını başına getiriyor ve onu bir tertip ile ortadan kaldırıyordu (1238 veya 1239 ilkbaharı). Bundan sonra Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev, daha önceden yapılmış olan anlaşma gereğince, Gürcü kraliçesi Rosudan’ın kızı Thamara ile evlendi.

Thamara’nın babası Saltuklu şehzadesi Muzaffereddîn idi. Güneydoğu Anadolu’da ve Suriye hudutlarında hayatlarını sürdürdük­lerini belirttiğimiz Hârezmliler bölge halkına rahat vermiyorlar ve kervanları soyarak ticari faaliyeti de engelliyorlardı. Önce bunlara elçi olarak meşhur tarihçi Ibn-i Bîbî’nin babası Mecdeddîn Muhammed Tercüman elçi ola­rak gönderildi. Onlar sultana itaat edeceklerini bildirdiler ve bunu kısa bir süre için uyguladılarsa da daha sonra akın ve yağmalara tekrar başladılar. Eyyûbîler idaresindeki Halep’in bunlara karşı yardım istemesi üzerine üç bin kişilik bir birlik gönderildi. Selçuklu ve Halep askerleri Hârezmlileri mağlup ettiler.

Bu arada Harran Kalesi teslim oldu ve Eyyûbîlere bırakıldı, buna mu­kabil Âmîd Selçuklulara veriliyordu. Ancak önce buranın zaptı gerekiyordu. Takviye edilen Selçuklu kuvveti 638/1249 yılında Eyyûbîlerden Melik Salih’in hâkimiyetindeki şehri kuşattı, Özellikle muhafızların aylıklarını alamaması şehrin ele geçirilmesinde önemli rol oynadı. Nitekim Kürt reislerinden Fahreddîn Dinarî ile Hasankeyf te bulunan Melik Salih’e 400.000 dinar gön­dermek karşılığında şehrin teslimi hususunda anlaşmaya varıldı.

Bunun uy­gulanmaya ve Selçuklu askerlerinin surlara çıkmaya başlaması üzerine, Âmîd ileri gelenleri halkın bütün haklarına sahip olması ve bazı vergilerin kaldırıl­ması şartıyla direnmeden vazgeçerek şehri teslim ettiler. Böylece Âmîd Sel­çukluların eline geçmiş oldu.

Moğolların önünden kaçan Türkmenlerin genellikle toplandıkları ilk bölge Güneydoğu Anadolu idi. Selçuklu, Hârezmli ve Eyyûbî askerleri bu böl­gede sık sık faaliyet gösteriyorlardı. Bu arada bölgede yaşayan toplulukların İktisadî ve İçtimaî durumlarının kötü olması, yeni kabul ettikleri İslâmiyetin inceliklerinin tam anlamıyla anlaşılmaması ve siyasi ortamın uygunluğu bir isyana zemin hazırlıyordu. Nitekim “Baba Resul” lakabıyla anılan Baba İlyas Horasanî adındaki bir Türkmen babası bu durumdan istifade ederek peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkıyor ve kötü şartlar içinde bulunan Türkmenleri etrafında topluyordu.

Bir süre sonra Baba İlyâs Amasya’ya giderek orada faaliyetine devam etti. Fakat o Gıyâseddîn Keyhusrev’in askerleri ta­rafından Amasya Kâlesi’nde kuşatıldı. Bu sırada Baba İlyâs’ın halifelerinden Baba İshak, Kefersud veya Adıyaman’da yaşıyordu, bu durumu öğrenin­ce isyanı başlattı ve müritlerini Gıyâseddîn Keyhusrev’e karşı ayaklanmaya davet etti (1240).

Onun müritlerinin yaptığı davete uyan Kefersud, Kâhta ve Adıyaman taraflarındaki Türkmenler de ayaklanarak harekete geçtiler, ken­dilerine uymayanları öldürmeye, etrafı yağma ve tahribe giriştiler.

Onların üzerine Malatya sübaşısı Muzafereddîn Ali-şîr iki sefer yaptı ise de mağlup olmaktan kurtulamadı. Asiler Sivaslıları da yenilgiye uğrattıktan sonra Baba İlyas’a kavuşmak üzere Tokat ve Amasya taraflarına doğru ilerlediler. Sultan Gıyâseddîn Keyhusrev kendisi Kubâdâbâd’a kaçarken, asiler üzerine Amasya sübaşısı Armağan-şâh’ı gönderdi. Armağan-şâh Baba İlyas’ı ortadan kaldır­maya muvaffak oldu ise de Baba İshak ve taraftarları karşısında o da hayatını kaybetti. Kendilerine Baba İlyas’tan dolayı “Babaî” denilen bu asiler Konya’ya doğru ilerlediler.

Neticede Necmeddîn Behrâm-şâh kumandasındaki altmış bin kişilik Selçuklu ordusu, Kırşehir’in Malya sahrasında bu asileri karşıladı. Selçuklu öncü kuvvetlerini teşkil eden hristiyan askerlerin bu asilerin ilk hücumlarını ektisiz hâle getirmesi, öteki askerlere de cesaret vermiş ve asi Türk­menler bu savaşta Baba İshak dâhil bütünüyle yok edilmiştir (638/1240).

Bu olaydan sonra Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev Selçuklu ordusu­nu Kayseri’de toplayarak Meyyâfarikîn üzerine sevk etti. Ayrıca Şam Eyyûbî hükümdarı Melik Sâlih de Melik Mu’azzam kumandasında yardımcı kuvvet göndermişti. Bu müttefik ordu yine Eyyûbîlerden Şıhâbeddîn Gazî idaresin­deki Meyyâfarıkîn’i muhasara etti. Ancak gittikçe yaklaşan Moğol tehlikesi ve Abbâsî halifesi el-Mustansır (1226-1242)’in araya girmesiyle iki taraf anlaştı. Buna göre, Şıhâbeddîn Gazî Selçuklulara tabi oluyordu (1241).

Öte taraftan Selçuklu hudutlarında dolaşan Moğol ordusunun başına aynı yıl içinde Baycu Noyan tayin edilmişti. Moğollar Babaî İsyanı sırasında Selçukluların zayıf bir durumda olduğunu ve sultanın acizliğini anlamışlardı. Nitekim 1242 yılı sonbaharında Baycu Noyan Selçuklu ülkesine girerek Erzurum üzerine yürü­dü, şiddetli bir muhasara ve savaşlardan sonra şehri işgal ve tahrip etti.

Erzurum’un Moğollar tarafından işgali üzerine artık tehlikenin Anadolu kapılarına dayandığı anlaşılmış ve bu maksatla tedbirler alınmaya başlan­mıştı. Bu tedbirlerden birisi, sultanın Eyyûbîler ve çevredeki hükümdarlara elçi ve para göndererek askerî yardım istemesi idi. Bu yardıma sadece Ha­lep hükümdarı Melik II. en-Nâsır Salahaddîn (1237-1260) cevap vermiş ve iki bin kişilik bir kuvvet göndermişti. Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev Selçuklu ordusunu Kayseri’de toplayarak Sivas’a doğru hareket etti. Bu Selçuklu or­dusu yetmişbin kişilik bir sayıya ulaşıyor, Türk askerlerinin yanı sıra ücretli olarak Kıpçak, Frank ve Gürcü askerleri de orduda yer alıyordu.

Sivas’ta on bin kişilik bir kuvvetin de katılmasıyla Selçuklu ordusunun sayısı seksen bine ulaşmıştı. Tecrübeli ve aklı başında devlet adamları ordunun Sivas’ta kalarak Moğol kuvvetlerinin yıpranmasının beklenilmesini teklif ettiler. Buna kar­şılık her zaman olduğu gibi tecrübesizler ileriye doğru gidilmesini istemiş­lerdi. Sultan ise onlara uyarak harekete geçti. Baycu Noyan kumandasındaki Moğollar da Sivas’a doğru ilerliyorlardı. Bu orduda Gürcüler ve Ermeniler de bulunuyordu. Selçuklu ordusu ise Sivas’ın seksen kilometre doğusunda Kösedağ denilen yerde ordugâh kurmuştu ve savaş bakımından bulunduğu yer çok uygundu.

Ancak yine tecrübesiz kumandanlar burada Moğol saldırısını karşılamak yerine, yirmi bin kişilik bir Selçuklu kuvveti ile hücuma geçtiler. Moğollar bu hücum karşısında önce geri çekilmişler, sonra da geri dönerek Selçuklu kuvvetine saldırmışlar ve onları mağlup etmişlerdi. Bu mağlubiyet Selçuklularda umumi bir panik havası yarattı, bazı kumandanlar da kaçmayı tercih ettiler. Kaçanlardan biri de beceriksiz ve korkak Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev idi. Esas Selçuklu ordusu daha savaşa girmeden mağlup olmuştu (14 Muharrem 641/4 Temmuz 1243).

Moğollar da bu firarı anlayamamışlar, Selçukluların bir savaş taktiği sanmışlardı. Daha sonra durum anlaşılmış ve onlar Selçuklu ordugâhından büyük ganimet elde etmişlerdi. Selçukluları Kösedağ Savaşı’nda mağlup eden Baycu Noyan bundan sonra Sivas’a ilerledi, Sivas kadısı Necmeddîn Moğol istilası sırasında Hârezm’de bulunduğu için onların neler yaptığını bizzat görmüştü. Bu bakımdan şehrin ileri gelenleri ve kıymetli hediyeler ile Moğolları karşılayarak itaatini bildirdi. Yine de şe­hir Baycu Noyan’ın emriyle üç gün yağma edildi. Fakat halkın canına dokunulmadı.

Buna karşılık Kayseri, Moğol muhasarasına başarı ile mukavemet etti, ancak şehir muhafızlarından Hüsâm adlı bir Ermeni dönmesinin ihaneti durumu değiştirdi ve Moğollar şehre girmeye muvaffak oldular. Tabii Kayseri onlara mukavemetinin cezasını feci şekilde ödeyerek yağma tahrip ve kat­liama uğradı. Moğollar Azerbaycan’a dönüşte, Erzincan’ı da işgal ve tahrip ettiler. Artık Anadolu’dan Suriye yönünde göç ve kaçış başlamıştı. Kaçanlar­dan biri de yine Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev idi ve canını kurtarmak için muhtemelen İstanbul’a gitmeyi düşünmüştü.

Selçuklu Devleti tam manasıyla başıboş bir manzara arzederken, Vezir Mühezzibüddîn Ali ve Amasya kadısı Moğollar ile barış yapmayı tasarladı­lar ve onların peşinden Azerbaycan’daki Mugan ordugâhına gittiler. Burada Moğollar ile yapılan görüşmeler sırasında vezir, Selçukluların sayısız kale ve askerlere sahip olduğunu söyleyerek Anadolu’ya kolaylıkla hâkim olunama­yacağını ifade etti. Neticede Selçukluların Moğollara yılda 360.000 dirhem (gümüş) para, on bin koyun, bin sığır, bin deve vermesi kararlaştırılarak iki taraf arasında bir barış yapıldı. Böylece bu iki devlet adamı Moğol istila ve tahribini ilk anda önlemeye muvaffak oldular.

Sultan Gıyâseddîn Keyhusrev ise barış girişimlerini duyduğu zaman Konya’ya dönmüştü. Bu barış Konya’da bir bayram havasının yaşanmasına sebep oldu. Tabii bu antlaşmanın bir de Moğol Hanı’nca tasdiki gerekiyordu.

Bu maksatla Batı Moğolları’ın hü­kümdarı olan Batu Han’a çok değerli hediyeler ile Şemseddîn İsfahanî baş­kanlığında bir elçi heyeti gönderildi, Selçuklular ile Moğollar arasındaki ant­laşma yeniden düzenlenerek imza edildi. Bu elçi heyeti memlekete döndüğü sırada başarılı devlet adamı Vezir Mühezzibüddîn Alî öldü ve onun yerine Şemseddîn İsfahanî vezir tayin edildi. Kösedağ bozgunu Selçuklulara tabi olan devletlerde de haliyle kopmalara yol açmıştı. Nitekim Ermeni Hetum ve Trabzon’daki Komnenoslar derhal Moğollara tabi oldular. Ancak İznik’teki Bizans Devleti ile Selçuklular arasındaki dostluk ve anlaşma devam etmişti. Özellikle Kilikya Ermenileri tabi oldukları Selçuklu Sultanı’na Kösedağ Sava­şı sırasında asker göndermediler.

Ayrıca Ermeniler savaştan sonra Halep’e gitmeye çalışan II. Gıyâseddîn Keyhusrev’in annesi ve karısı başta olmak üzere herkesi Moğollara teslim etmiş, Türklere ait bazı kaleleri ele geçirmiş­lerdi.

Bu bakımdan onlara karşı bir sefer tertiplemek gerekiyordu. Lampron hâkimi Konstantin de Selçukluları bu hususta bir sefere teşvik ediyordu. Ni­hayet Selçuklu ordusu harekete geçerken, sultan da Antalya’ya gidiyordu. Bu sefer sırasında Selçuklu ordusuna Lampron hâkimi Ermeni Konstantin öncülük etti. Türkler tekrar Çukurova’nın bir kısmını ele geçirerek Tarsus’u kuşattılar, ancak yağan yağmurlar ve seller Türk ordusunun şehri almasına engel oldu. Ayrıca gelen bir haberde ordunun acele geri dönmesi ve sultanın öldüğü bildiriliyordu.

Vezir Şemseddîn İsfahanî bu etapta akıllı davranarak sultanın öldüğünü gizlemiş ve Ermeniler ile barış yapmıştı. Buna göre, Ermeniler tazminat ve zararları ödeyecek, Brakena Kalesi’ni iade edecek ve eskiden olduğu gibi yine Selçuklulara tabi olacaklardı (1245 yılı sonu) Fakat bundan sonraki olaylar Ermeniler lehine cereyan etmiş, bu sebeple onlar anlaşmaya uymamışlardı. Sultan II. Gıyâseddîn Keyhusrev, Selçuklu ordusu Tarsus’ta kuşatma ile meşgul iken, Alâiyye’de bulunuyordu ve içki içtiği bir sırada aniden fenalaşarak öldü (1245 yılı sonu).

Kaynak: Erdoğan Merçil-Müslüman Türk Devletleri Tarihi

http://www.ilimvemedeniyet.com/sultan-alaaddin-keykubatin-olumu.html

http://www.ilimvemedeniyet.com/selcuklu-sultani-alaaddin-keykubat-kimdir.html

http://www.ilimvemedeniyet.com/selcuklu-sultani-ii-giyaseddin-keyhusrev-kimdir.html

http://www.ilimvemedeniyet.com/emir-sadettin-kopek-kimdir-nasil-oldu.html

Yorum Yaz