İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Mehmed Şevket Eygi Bey ile tanışıklığım 2013 yılının Aralık ayına tekabül etmektedir. Beyefendinin sofrasında ve sohbetinde bulunduğum ilk gün fakirin tercüme-i halini sorduktan sonra incelediği bir kitaptan başını kaldırıp gözlüğünü gözünden alıp fakire dönerek “İnsan her zaman iki yol ayrımındadır.” sözünü sarf ettiler. Lafız olarak basit ancak ihtiva ettiği mana itibari ile epeyce uyarıcı nitelikte olan bu sözü işittikten sonra küçük bir sarsılmanın etkisi ile ayak baş parmaklarımı gayri ihtiyarî sırası ile birbirinin üstüne koymaya çalışırken o anda halıdaki desenler daha parlak ve ilgi çekici saatin tik taklarının ise daha net ve belirgin hale geldiğini fark ettim… Aradan takriben altı yıl geçti. Bu altı yıllık süre zarfında bu söz bendenizin kulağına küpe, diline zikir mahiyetinde pelesenk olmuştur. İki yol ayrımı kuvveden fiile/nazariyeden pratiğe/ ıstılahtan lafza zihnimi her daim meşgul etmiştir. Çünkü Şevket Bey göze mana veren hayata karşı duruşu, zihne gıda veren düşünceleri ve eylemleri, tabiri caizse lisan-ı hal ile iki yoldan hangisini tutmak gerektiğinin tek başına dev bir silueti olmuştur.
Eygi denince akla gelen ilk şeylerden biri hiç şüphesiz onun estetik algısı ve sanata olan düşkünlüğüdür. Tanıştığı her gence demiyorum yaşı kaç olursa olsun gücü yettiğince herkesin meyli ve istidadı doğrultusunda bir sanat ile meşgul olmasını uygun görmekte ve tavsiye etmekteydi. Kesinlikle hobi olarak değil!.. Ayrıca herkesin bütçesinin belli bir kısmından kültür (kitap, dergi, sanat objesi) ile ilgili harcamalar yapması gerektiğini vurgulamaktaydı. Her daim bu minvalde kendilerinden “Allah güzeldir, güzeli sever.” Hadis-i şerifini duymak şerefi bendenize nasip olmuştur. Sanata ve estetik olana düşkünlüğü onun çirkin olan karşısında güzeli tercih edişindendir. Güzeli temaşa etmenin bile bir terapi olduğunu fısıltı ile
“aman modern tıp ve ilaç sanayinin pençesine düşmüş doktorlar duymasın”
diye neşe içerisinde eklerdi.
Şişirme yapılmış güdük ve nakıs bir işten hoşlanmazdı. “Bir iş hiçbir zaman tam yapılmış ve mutlak manada tamamlanmış değildir.” diye buyurmuşlardır. Duvara bir çivi çakmanın bile kendince bir ciddiyet istediğinden bahsederdi. Onun bu görüşünü aynı anlamda varlık tasavvuru ve dünya görüşünden ayırmak mümkün değildir. Çünkü kendi ifadeleri ile insanoğlu
“Tekemmül etmiş bir varlık değildir.” sözünü, “Kem âlât ile kemâlât olmaz.”
diye desteklerdi. Yani insanoğlu ne kadar bilirse bilsin ne kadar kendini tamamlamaya çalışırsa çalışsın her zaman bir yanı eksiktir. En basit işten en mühim iş ve uğraşın vasata mahkûm, bayağılık içerisinde yapılmasına karşı plan, proje, çare ve çözüm getirmekten yanaydı. “Kervan yolda düzülür.” ve “bir şey olmaz” anlayışı onun yaşam tarzını uygun olmayan yaklaşımlardı. Nazarî olarak planlanan bir işin tam manası yüzde yüz bir fizibilitesi olmadığının farkında buna binaen planlanın en iyi uygulanabilirlik seviyesinde olmasından yanaydı.
Şevket Bey’in dikkate değer en önemli özelliklerinden biri de her zaman tedbirli ve ihtiyatlı oluşudur. Kendileri ile bir vesile sohbette iken stratejik düşünmekten bahsederken bu kavramı efradını cami ağyarını mani kılan bir senaryolar kümesi içinde ele almanın öneminden bahsederdi. Ona göre binde birlik bir ihtimali içeren aksaklık bile dışarıda kalmamalı gerekirse bir koltukta birkaç tane karpuz taşınabilmeliydi. Aslında bir diğer açıdan tedbirli ve ihtiyatlı olmanın doğrudan hafıza ile bir ilişkisi mevcuttur. Çünkü
Arapça dbr kökünden gelen tadbīr تدبير "(bir işin) arkasını düşünme, planlama, tasarlama" sözcüğünden alıntıdır.
Yani bir silsile, sürek halini ihtiva etmektedir. Hafızayı da kültür ve medeniyet kavramlarının konusu haline getirerek ele aldığımızda gelenek, anane ve süreklilik kavramlarını içinde barındırmaktadır. Şevket Bey toplumsal-kültürel hafızayı ve devamlılığı defaatle vurgulamış, kültürel kopukluktan sürekli şikâyet etmiştir.
“Toplumsal Akıl Tutulması” isimli yazısında "Aklı tutulan yatakta uyur, ayakta uyur." ifadesine yer vermişlerdir. Akıl Tutulmasını, dikkat dağınıklığı, hafıza kaybı, kanıksanmış gafillik gibi kavramlarla beraber incelemek gerekmektedir. Cahillik insanın dış dünyayı bilmeyişi gafillik ise kendini bilmemesi fark etmemesi ya da edememesi tabiri caizse insanın kendine kör kalmasıdır. Körlük, görme organında doğrudan bir engel bulunması halinde olacağı gibi görme duyusunda hiçbir engel bulunmadan da olabilmektedir. Dış dünyadaki çirkinliklerin, aksaklıkların, kanıksanması hiçbir hayret ve tepki uyandırmaması bu durumun en iyi örneğidir. Bahsi geçen durum kişideki ‘akıl tutulması’ haline delalet etmektedir. Böylesi ruh halinde olan biri için çakraları pür dikkat açık bir şekilde çevrede olup bitenlere refleks göstermek bir tarafa dursun o kendi zararına ve faydasına olanı algılayıp idrak etmekten yoksundur. Bu satırlarda daha çok dikkat celb edecek körlük ‘akıl tutulması’, kayıtsızlık, umursamazlık nev’indendir. İki yol ayrımı açısından Şevket Bey kanıksanmış gafillik yerine çakraların pür dikkat, gözlerin fincan gibi açık olup dış dünyaya bu şekilde nazar edilmesini vurgulamıştır.
Yanlış olana karşı doğru olanı savunuşunu bendeniz kendi üzerinden vermek istemektedir. İnsanoğlu eşref-i mahlûkat ancak bir o kadar da hata ile özdeş bir varlıktır. Hatadan münezzeh olmak peygamberlere ve meleklere mahsustur. Bu manada fakirin her hata yapmasının ardından refleks olarak kendini savunuşuna
“hiç sen hatalı olur musun”
diye karşı çıkardı. Bendenizi uyarışı nefsimi gayr-i ihtiyarî aklamaya çalışmamdandır. Buna istinaden nefse tatlı gelen yanlış bir davranışın yerine iki yoldan diğerini yani doğru olanı ikâme etmeyi öğütlemiştir. Lâtife açısından bir gün Şevket Bey ile Yıldız Korusuna çay-kahve içmek için gittiğimizde (Betonistan olarak nitelendirdiği şehrin tantana, curcuna ve kalabalığından kaçıp çayır, çimen, orman ve korularda vakit geçirmeyi çok önemserdi.) çaylar, kahveler içilip sohbet edilirken pet bardak ile gelen suyu bendeniz bitirdikten sonra kütlece hafifleyen petin rüzgârla uçması ile tam bana dönüp kızacakken gayri ihtiyarî “Rüzgâr uçurdu.” dememle neşe içinde ve gülerek
“Şimdi de suçu rüzgâra attı.”
buyurdular…
Müsrifliğe karşı cömert olmayı, savurganlığa karşı da tutumlu olmayı her zaman öğütlerdi. Marka takıntılığından hiç hoşlanmaz onu tıp literatüründe herhangi bir hastalığa müptelâ olmak, sosyoloji konusunda ise toplumsal bir statü elde etmeye çalışmak olarak görürdü. Markalaşma, reklam ve lüksün aynı vadide aktığını bilir.
“Lüks israfdır, israf haramdır.”
derdi. Mütevazı esnaf lokantalarında yemek yemeyi tercih ederdi. Buna binaen şaşaalı, janjanlı, cafcaflı, şatafatlı kendi tabirleri ile “beş yıldızlı iftar yemeklerinden” pek hoşlanmazdı. Aynı şekilde gösteriş de hiç sevmediği bir şeydir. Devlet büyükleri ya da çeşitli muteber kimselerde bir araya gelmek yerine birkaç lise ve üniversite talebesi ile mütevazı bir esnaf lokantasında mütevazı bir iftar yemeğini, israfa, müsrifliğe, savurganlık ve gösterişe tercih ederdi.
Köylülüğe karşı Medeni olmayı savunurlardı. Bendeniz buna dünyalı olma(k)yı da eklemek istiyorum. Genel bir seviye düşüklüğünden ve vasata ram olmaktan dem vururdu. Çünkü, Şevket Bey sürekli vasıfsızlıktan, ehliyetsizlikten, liyakatsizlikten, şifahî kültürden şikayetlerini gerek günlük yazılarında gerekse sohbetlerinde karşı tarafa aktarmaya çalışmaktaydı. Aynı zamanda “Yaptım oldu.” felsefesine şiddetle karşı çıkardı. “Yaptım oldu.” anlayışının arka plânında bir körlük ve gafillik olduğunu düşünürdü. Evet gafillik… Çünkü, kapalı devre çalışan bir zihin kendi doğruları ile çevrilmiş duvarların dışına çıkamamakta, kendi gettosunda yaşamaktadır. Dolayısıyla açık fikirlilik, vizyon sahibi olmak, medenî olmak, yazılı kültüre sahip olmak onun diline en çok pelesenk olan kelimeler arasındaydı.
Mehmet Şevket EYGİ çok yönlü bir kişilikti. Onun sahip olduğu meziyet ve hasletler burada saymakla bitmez. Ancak son olarak 12 Temmuz Cuma günü sabahı kendileri ile devlethanelerinde görüştüğümde fakire dönerek:
- “Sana bir nasihatim olacak.” buyurdular…
Devamında ise yine iki yol kabilinden bendenize hırs ve ihtiras karşısında kanaati tercih etmeyi ve küçük şeylerde mutlu olmayı öğrenmemi nasihat ettiler. Çünkü hırs ve ihtirasın menzilinde ne olursa olsun bir doyumsuzluk olduğunu defaatle vurguladılar. Bir bardak çay ile bile mutlu olmamı tavsiye ettiler. Maksadım tam manası ile Şevket Bey’i tanıtmak ve anlatmak değildir. Zaten o merhum Necip Fazıl’ın tabiri ile “Yazıyor gibi konuşur.” hatta onu tanıyanlar bilir, o hayatı yazı yazıyor gibi açık seçik, anlaşılır, şeffaf şekilde yaşamaktaydı. Ahir ömrünün göçmeden önceki 6 yılının birçok anına müşahit olduğum için bu yazının mahiyeti ancak ve ancak hafıza tazeleme cihetindendir.
Baki selâmlar…
Mücahit Bayram IŞIK
Yorum Yaz