İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’nin Türkiye’den boğazların uluslararası bir komisyon tarafından savunulması ve savaştan sonra boğazlarda askeri üs talepleri ile Stalin’in tavırları Türkiye’yi tedirgin etmiştir.
Boğazlar ile ilgili taleplerin yanı sıra SSCB’nin Türkiye’nin doğusundan toprak talebi Türkiye’nin tedirginliğini artırmış ve Türkiye’yi Batılı devletlere daha da yaklaştırmıştır.
SSCB’ye Karşı Dış Politikada ‘Aktif Amerikancılık’
1952 yılında Türkiye’nin Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO)’ne girmesiyle de Türkiye kurumsal olarak dış politikasını “Batı” temelli inşa etmeye başlamış ve Sovyetleri ‘çevreleme’ politikasının temel aktörlerinden birisi haline gelmiştir. Türkiye’nin NATO ittifakına dâhil olmasında, SSCB’nin talep ve tavırlarından emin olmak istemesinin yanı sıra ABD’den gelen ekonomik ve askeri yardımların devam ettirilmesi konusundaki kararlılığın da etkisi bulunmaktadır.
Türkiye’nin NATO’ya girmesi ve ABD lehine Sovyetler Birliği’nin yayılmacı tavırlarını engelleme konusundaki politikalarıyla ABD’nin Türkiye’ye yaptığı askeri ve ekonomik yardımlar da devam etmiştir. Ancak 1954 yılına gelindiğinde Türkiye’de ekonominin zayıflaması ve hükümetin zor durumda kalmasıyla, iktidarda olan Adnan Menderes ABD’den yardımların artırılmasına yönelik talepte bulunmuştur. Türkiye’nin bu talebine karşılık ABD, devlet yatırımlarının yavaşlatılmaması ve tarıma desteğin azaltılmaması gibi gerekçeleri öne sürerek yardım talebini geri çevirmiştir. Daha sonraki dönemlerde ABD yardımları azaltılarak devam etmiştir. ABD’nin yardımları azaltması Türk Dış Politikası açısından bir kırılma noktası olmuştur. Bir taraftan “aktif Amerikancı” dış politika yürütmeye devam eden Türkiye bir taraftan da ekonomisi için kaynak arayışına girmiştir. Bu bağlamda 1958 yılında Türkiye’nin ekonomik yardım kapsamındaki ısrarları Eisenhower’in yeni Ortadoğu politikası ile karşılık bulmuş ve Türkiye müttefikliğinin Ortadoğu’da ABD için önemi artınca ve 1959’da Uluslararası Para Fonu (IMF) üzerinden Türkiye’ye 359 milyon dolar kredi sağlanmıştır.
SSCB İle Gerginlikten Yumuşamaya
1953 yılında Stalin’in ölümü Türkiye-SSCB ilişkilerinde de yeni bir döneme yol açmıştır. Stalin’in tehditkâr talep ve tavırları Türkiye’nin ABD taraflı politikalar izlemesinde çok önemli bir yere sahiptir. Stalin’den sonra SSCB’nin izlediği “barış içinde birarada yaşama” politikası üçüncü dünyayla daha sıkı işbirliği yapabilmesinin önünü açtı. Stalin döneminde takip edilen “SSCB’nin yanında olmayan herkes ona karşıdır” biçimindeki politikanın reddi anlamına gelen “barış içinde birarada yaşama” politikası ile karşıt kutuplarda bulunan devletlerarasındaki ilişkiler de gerginlikten ‘yumuşama’ dönemine geçişin başlangıcı olmuştur.
1950’lerin sonunda yaşanan bu yumuşama şüphesiz ki Türkiye-SSCB ilişkilerine de yansımaktadır. Kasım 1959’da Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun Moskova’ya ziyareti ilişkilerdeki gelişmenin en önemli sonuçlarından biridir.
1960 yılında gelindiğinde ise Türkiye-SSCB arasında başbakan düzeyinde ziyaretler gündeme gelmiştir. 11 Nisan 1960’ta Adnan Menderes’in, 15 Temmuz 1960 tarihinde Moskova’ya bir ziyarette bulunacağı ve buna mukabil Kruşçev’in de ziyareti iade de bulunacağı gazetelerde bildirilmiştir. Ancak 27 Mayıs 1960’ta gerçekleştirilen askeri darbe sebebiyle bu ziyaret gerçekleştirilememiş ve 1963 yılına kadar Türkiye-SSCB arasında resmi temas sağlanmamıştır.
Öte yandan Türkiye ekonomik yardımlarla ABD’ye bağımlı bir hale gelirken diğer yandan da meydana gelen U-2 casus uçağı ve nükleer füze krizleriyle ABD’ye olan güven de tartışılmıştır. Türkiye’deki üslerden havalanan ve SSCB aleyhine istihbarat toplayan ABD’nin U-2 casus uçağının SSCB topraklarında düşürülmesi Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır.
Türkiye-SSCB İlişkilerinde Normalleşme
Özellikle 1963-1965 yılları arasında Türkiye ve SSCB arasındaki ilişkilerde üst düzey ziyaretler gerçekleştirilmiş ve 1970’lere doğru gerçekleşen normalleşmenin zemini oluşturulmuştur.
Soğuk Savaşın yumuşama dönemine girmesi ve bu nedenle karşı bloktaki ülkelerle yakın ilişki geliştirilmesi noktasında engellerin de kalkması normalleşmenin temel sebeplerindendir. Yine Kruşçev’in Türkiye’ye NATO ittifakından çıkmaksızın kendileriyle iyi ilişkiler kurulabileceği teminatını vermesi de ilişkilerin normalleşmesinde önemli bir etkendir. Böylelikle Türkiye Batı kampında kalarak Moskova ile normalleşme sürecine girmiştir. SSCB ilişkilerinde Batı kampında kalması ve Batı bloku ile bütünleşik dış politika sürekli olarak Türkiye’nin hassas bir noktası olmuştur.
Türkiye ve SSCB ilişkilerinde yaşanan bu normalleşmenin en önemli iki göstergesi olmuştur. Bunlardan birincisi 1966’da ilk kez bir Sovyetler Birliği başbakanı Türkiye’yi ziyaret etmiştir. İkinci olarak da, Türkiye-SSCB arasında 1967 yılında imzalanan Ekonomik-Teknik İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile Türkiye’de yedi farklı sanayii tesisinin yapımına kaynak sağlanırken, diğer taraftan Türkiye’nin SSCB ile ilişkilerinin önemli ölçüde ekonomik zeminde yürütüleceği ve bu alanla sınırlı kalacağını sinyali verilmiştir. Nitekim öyle olmuştur ve 1969 yılına kadar iki ülke arasında birçok proje temelli antlaşmalar imzalanmıştır. Kısa süre içerisinde Türkiye, SSCB’den en fazla yardım alan ülkelerden biri haline gelmiştir.
1972 yılında imzalanan İyi Komşuluk İlkeleri Bildirgesi ile ekonomik temelli normalleşme, politik zemine kavuşsa da Türkiye, bu ilişkilerin NATO ile ilişkilerine zarar vermeyecek şekilde yürütülmesine ve askeri alana kaymaması konusunda hassas davranmıştır.
Türkiye-SSCB ilişkilerinde yaşanan bu normalleşme Türkiye için uluslararası düzlemde önemli sonuçlar doğurmuştur.
- SSCB, Kıbrıs sorunu konusunda Rum kesiminin iddialarını desteklemekten vazgeçerek, Türkiye’nin savunduğu politikaları temel almaya başlamış ve Kıbrıs konusunda Türkiye uluslararası alandaki yalnızlığından kurtulmuştur.
- ABD’nin kısıtlamaya gittiği ekonomik yardımlar SSCB ile telafi edilmiştir.
- SSCB’ye yakın Ortadoğu ülkeleri ile ilişkilerini geliştirme imkanı bulan Türkiye, çok boyutlu dış politikasını hayata geçirme olanaklarını geliştirmiştir.
- Türkiye’nin iç siyasetinde komünizmle mücadele gevşetilmiş, sol hareketlere normallik alanı sağlanmıştır.
SSCB’ye Yönlendiren Silah Ambargosu
1974 yılında Türkiye’nin başlattığı Kıbrıs harekâtına tepki gösteren ABD, Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi sırasında izinsiz olarak ABD silahlarını kullandığını ileri sürerek Türkiye’yi adadan geri çekilme konusunda ikna etmek amacıyla Eylül 1974’te silah ambargosu kararı almıştır.
Ambargo kararı ABD Başkanı Gerald Ford tarafından veto edilmiş ancak ABD Senatosu ve ABD Kongresinin ısrarıyla Aralık 1974’te onaylanmıştır. Türkiye’ye silah satışının durdurulmasının yanı sıra ABD, Türkiye’ye verilmesi planlanan 200 milyon dolarlık askeri yardımı da askıya almıştır.
1974 Kıbrıs müdahalesinin askeri harcamaları bir taraftan Türkiye ekonomisini zayıflatırken, diğer taraftan 1973 yılındaki petrol krizi de Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır. Enerjide dışa bağımlı olan Türkiye artan petrol fiyatları karşısında enerji giderlerini ödeyemez duruma gelmiştir. Türkiye enerji giderlerini karşılamak için dış borçlanmaya gitmesine rağmen ülkede enerji sıkıntısı ciddi boyutlara gelmiştir.
Türkiye’de meydana gelen bu dış borç ve döviz krizi Almanya’ya giden Türk işçilerinden gelen dövizlerle ertelenmeye çalışılsa da kriz artarak devam etmiştir. Bu durumda Türkiye bir taraftan Ortadoğu’da çok yönlü dış politika arayışına girerken bir taraftan da SSCB ile ilişkilerini daha da geliştirmeye çalışmıştır.
Özellikle Batılı ülkelerden krizin çözümü için kaynak sağlayacağını anlayan Türkiye ilk olarak SSCB’ye yönelmiştir. Bu bağlamda SSCB ile Haziran 1975 tarihinde Türkiye’de 700 milyon dolarlık sanayi yatırımını kapsayan bir antlaşma imzalanmıştır. Yine SSCB 1977 yılında Türkiye’ye on yıl içerisinde 1,3 milyar dolarlık ekonomi yardımında bulunmayı taahhüt etmiştir. Bir yıl sonra yapılan başka bir antlaşma ile SSCB Türkiye’ye 4 milyar dolara yakın bir yardımda bulunma sözü vermiştir. 1979 yılında Türkiye’ye yönelik yardım ve kredileri kapsayan 8 milyar dolarlık başka bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşma Türkiye’de nükleer santral kurulması, mevcut rafinerilerin, demir ve alüminyum tesislerinin genişletilmesini kapsamaktadır. Bu bağlamda ekonomik temelli Türkiye-SSCB ilişkilerinin en üst düzeye geldiği görülmektedir. Nihayetinde 1970’li yılların sonunda Türkiye, SSCB’nin en fazla yardım ettiği ülke konumuna gelmiştir.
SSCB yardımlarının geri ödemesi Batı’dan alınan ülkelerden karşılaştırıldığında daha avantajlı olmuştur. Özellikle faiz oranlarının daha düşük olması bunun bir örneğidir. Ayrıca yapılan yardımların doğrudan sanayileşme için yapılması uzun süreli kalkınma açısında Türkiye için olumlu sonuçlar vermiştir.
Sonuç
Türkiye-SSCB arasındaki ilişkiler II. Dünya Savaşından sonra gerginliğin tırmanmasıyla devam etmiştir. Stalin’in ölümüyle iki ülke arasında 1950’li yılların sonuna doğru yumuşama dönemi başlamıştır. 1960 darbesinden sonra 1963 yılında ilk resmi temaslar sağlanmış ve 1970’li yıllardaki normalleşmenin temelleri bu dönemde atılmıştır. 1973 yılında petrol krizinin yaşanması ve 1974 yılındaki ABD silah ambargosu sebebiyle Türkiye’de yaşanan dış borç ve döviz krizi sebebiyle iki ülke arasında ekonomik ilişkiler üst düzeye çıkmıştır.
İki ülke arasındaki temasların iyileşmesiyle ilişkilerdeki normalleşme ve yakınlaşma ekonomik düzeyde kalırken, Türkiye’nin en temel hassasiyeti bu yakınlaşmanın NATO ve Batı kampı olan ortaklığına zarar vermemesi olmuştur. Bu bağlamda Türkiye SSCB’den ekonomik yardım alırken askeri ve siyasi alanlarda Sovyet etkisinden uzak durmuştur. Sovyetler ile ilişkilerin normalleştiği dönemlerde Türkiye iç politikasında komünizmle mücadele gevşetilmiş olsa bile SSCB ile ilişkilerde komünizm etkisine karşılık Türkiye tedbirli yaklaşmıştır.
Nasrettin GÜNEŞ
KAYNAK
Yorum Yaz