Bu yazımda Ilan Pappe’nin Modern Filistin Tarihi- Tek Ülke İki Halk isimli kitabından bahsetmek istiyorum. Modern Filistin Tarihi isimli eser yazar tarafından 2003 yılında yazılmış ve 2007 yılında Nuri Plümer tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Eserin çevirisini oldukça beğenmekle birlikte, eserde çok sayıda yazım hatası bulunmaktadır. Buna rağmen, eserin okunması oldukça önemli ve Filistinlilerin durumunu anlamamız bakımından elzemdir. Yazarın ayrıca İsrail Hakkında On Mit ve Ortadoğu’yu Anlamak isimli eserleri Türkçeye çevrilmiştir.
Yeni tarihçilerden olan Ilan Pappe kitapta kendisini şöyle tanımlamaktadır. “…Bu kitap, sömürgeciden değil sömürülenden yana olan, işgalcilere değil, işgal altındakilere sempati duyan, patronların değil, işçilerin tarafını tutan bir insan tarafından yazılmıştır. Bu satırların yazarı, baskı altındaki kadınların durumuna büyük bir ilgi duyuyor ve emir verme yetkisini elinde bulunduran erkeklere karşı en ufak bir hayranlık duymuyor. Kötü muameleye maruz kalan çocuklara karşı ilgisiz kalamıyor ve onlara bu kötü muameleyi yapan büyükleri kınamaktan çekinmiyor. Kısacası, benim yaklaşımım özel bir yaklaşım ve her zaman olmasa bile çoğunlukla zafer kazanana karşı ezilenden yana olmayı tercih ediyorum. Bu ülkenin tarihinin belli başlı dönüm noktalarının büyük bir bölümünde Filistinliler mağdur kalan taraf oldular ve buna karşı Siyonistler ve daha sonra İsrailliler ezen taraf olarak ortaya çıktılar…”
Ilan Pappe tarihçi olarak duruşunu bu şekilde ifade ediyor ve biz eseri okurken bu söylemin gerçekleştiğini görüyoruz. Tarih ilmi özellikle uzun bir süre kahramanlar üzerinden yazıldı. Yani devletin kurucusu Ben-Gurion’a ayrılan sayfaların sayısı tarih kitaplarında fazladır. Ama Ilan-Pappe birazda Filistin halkının neler yaşadığını, göç sorununu, Filistinlilerin ülkedeki konumlarına daha fazla yer ayırıyor.
Yazar “Yeni Tarihçiler” veya “Post-Siyonist Tarihçiler” olarak nitelenebilecek bir tarihçilik ekolüne mensuptur. Bunlar özellikle İsrail devleti kurulurken devletin resmi ideolojisinin dayattığı tarihin doğru olmadığı görüşünü öne süren tarihçilerdir. Örneğin, devletin kuruluşunda Yahudilerin bir avuç olduğunu ve Arapların ise “çekirge sürüleri” gibi Yahudilere saldırdıklarını ve Yahudilerin kahraman olmasından dolayı savaşı kazanan tarafın Yahudiler olduğunu söylerler. Ama Ilan Pappe ve diğer bazı tarihçiler Yahudilerin asker sayısının o dönemde aynı olduğunu ve ellerindeki silahların daha gelişmiş olduğunu söylerler. Devlet tarafından ikinci öne sürülen argüman ise Arapların topraklarını bırakıp kaçtıkları yönünde olmuştur. Ama yeni tarihçilerin araştırmaları sonucu ulaştığı sonuç ise onların katliama maruz bırakıldığı ve tehdit edildiği yönündedir. Yani salt bir şekilde topraklarını bırakıp kaçma durumu yoktur.
Dolayısıyla bu kitap farklı bir bakış açısı sunması, Filistinlilerin durumunu anlamamızda yardımcı olması açısından önemli bir kitaptır. Dili oldukça sadedir ve özellikle lisanstaki gençlerin okuması tavsiye edilir. Yaklaşık 500 sayfa olan bu kitabın arkasında kitapta geçen önemli isimlerin kim olduğu ve yine kitapta geçen bazı özel terimlerin anlamları yazmaktadır.
Ilan Pappe, bu kitabı Hayfa üniversitesinde yazmıştır. Bu üniversite meşhur Karmel Dağı’nın en tepesinde bulunmasıyla maruftur. Daha sonra ise bu üniversiteden ayrılacaktır ve şuan da Exeter Üniversitesi’nde olmalıdır. Yeni tarihçilik İsrail’de 1990 ile 2000 yıllarında gerçekleşmekte yani yaklaşık bir on yıllık dönemi ihtiva etmektedir. Bundan sonrasında ise Ilan Pappe bu yeni tarihçiliğin bittiğinden bahseden bir yazı yazmıştır. Okuduğum bu bölüm oldukça ilgimi çekti ve bu yazıyı olduğu gibi aktarıyorum.
Post-Siyonizmin Ölümü
“İşgal altındaki bölgelerde ayaklanma konusunda, özellikle de İsrail’de post-Siyonizm’in başarısı üzerine öylesine çok spekülasyonda bulunuldu ki, post-Siyonist on yılın- en azından ilk bakışta sanki hiçbir önemi olmamış gibi görünmeye başladı. Oysa beş yıl sonra geriye baktığımızda, post-Siyonist girişimin, yakın gelecekte olmasa bile, göreceli olarak daha ileri bir zaman diliminde çiceklenebilecek umut ve düşünce biçimlerinin tohumlarını serpmiş olduğunun ayrımına varabiliyoruz. İkinci intifada patlak verdiğinde, taraftarlarından bazıları açısından post-Siyonizm’in salt entelektüel bir snobizm içeriyordu ve daha barışçı bir İsrail imgesinin dünyaya tanıtılmasında yararlı bir araç işlevini görüyordu. Bununla birlikte, İsrail devletinin üzerinde oluşturduğu ideolojik altyapının değiştirilmesi gerektiğine ciddi bir biçimde inanan bir grup insan da bulunuyordu. Bu insanlar, temel Siyonist ideolojininin İsrail ve Filistin arasında barışın sağlanmasında ve ilişkilerin normalleştirilmesinde önemli bir engel oluşturduğuna inanıyorlardı.
Ekim 2000’i izleyen birkaç hafta içinde İsrail’deki kamusal söylem, kesinlikle kamuoyunda oluşan fikir birliği tarafından belirleniyordu. Görüş birliğine dayalı bu yeni söylem, daha önce (bölüm 8’de) sözünü ettiğimiz kültürel üretimin belirli alanlarında faaliyet gösterenler de dahil olmak üzere, ülkede yaşayan herkesi kapsıyordu. İlgili bölümde post-Siyonistler olarak sözünü ettiğim kişiler, adeta günah çıkarıyormuşçasına Siyonizm’e bağlılıklarını beyan ediyorlar, Filistinlilere kesinlikle güvenmediklerini öne sürüyorlar ve İsrail’de yaşayan Filistinli azınlığa karşı duydukları düşmanca duyguları dile getiriyorlardı.
Kamusal söylemde bir rahatlama göze çarpıyordu. On yıl süren çözülme ve bölünme sona ermişti ve bunun yerini, işgal altındaki bölgelerdeki yerleşimci hareketinin yeniden benimsenmesi de dahil olmak üzere, ulus çapında birlik ve dayanışma duygusu yer almıştı. Kamuoyunu ele geçiren bu yeni eğilimi gösterebilmek için dört örnek yeterli olacaktır ve bu örneklerin tümü de, bir zamanlar post-Siyonizm’in en güçlü kalesi sayılan akademiye aittir.
Birinci örnek, Hayfa Üniversitesi’nde yaşanan bir olayla ilgilidir ve 1948 yılında işlenen bir katliamı ortaya çıkaran bir yüksek lisans öğrencisine yönelik tavrından açıkça anlaşıldığı gibi, İsrail’de akademinin hoşgörüsüzlüğünü gözler önüne sermektedir. Bu olayı farklı bir bağlamda ele almıştım ancak İsrail akademisinde çoğulculuğun ve ifade özgürlüğünün sona erişine bir örnek olarak, söz konusu olaya burada bir kez daha değineceğim. Yüksek Lisans Tezi, Teddy Katz tarafından 1998 yılında yazılmıştı ve ancak 2000 yılında yayınlanabildi. Katz tezinde, 22-23 Mayıs gecesinde ve sabahın erken saatlerinde Tantura köyünde işlenen ve yaklaşık 250 Filistinlinin ölümüyle sonuçlanan bir katliamı gün ışığına çıkarttı. Katz tezinde, katliamı gördükleri ya da duydukları konusunda şahitlik eden Yahudiler ve Filistinlilerle yaptığı mülakatlardan elde ettiği sözlü kaynaklardan yararlanmıştı. Söz konusu akademik çalışma daha sonra mahkemeye verildi ve bu katliamı işleyen İsrail birliğinin halihazırda emekliye ayrılmış subayları tarafından Katz aleyhine dava açıldı. Katz başlangıçta bulguları geri aldı ve çalışmanın bir hayal ürünü olduğunu kabul etti. Aradan bir gün geçmemişti ki Katz, çalışmanın hayal mahsulü olduğu yönündeki beyanını geri aldı.
Olay, İsrail’de gerek akademik, gerekse hukuki çevrelerde ciddi tartışmalara neden oldu ve bu kitabın yazıldığı tarihte bu tartışmalar henüz bir sonuca bağlanmamıştı. Hayfa üniversitesi, tezin hatalı olduğu iddiasında bulunuyordu ancak katliamın gerçekten bir hayal mahsulü olup olmadığı konusunda kesin bir yargıya varamamıştı. Gerek bu tezi, gerekse konuyla ilgili tüm materyali ayrıntılı bir biçimde inceleyen bu kitabın yazarı ve diğer uzmanlar, tezin kusursuz bir akademik çalışma olduğu ve Tantura’da Yahudilerin 200’ün üzerinde Filistinliyi katlettiklerinin tartışmasız bir biçimde gerçekten cereyan etmiş olduğu sonucuna vardılar.
İkinci örneğimiz, politik yelpazenin tam merkezinde yer alan bir akademik kurum olan ve büyük bir bölümü kendilerini İşçi Partisi ile özdeşleştiren yaşlı İsrailli akademisyenler için bir tür “emeklilik evi” işlevini gören çok disiplinli Herzeliya Üniversitesi tarafından yayınlanan bir raporda yer almaktadır. İsrail’de yeni kurulan birlik hükümeti tarafından yapılan talep üzerine düzenlenen bu rapor, önümüzdeki birkaç yıllık döneme ilişkin ulusal gündemi sunmaktadır. Raporda, İsrail’de yaşayan Filistinlilerin ülke nüfusundaki toplam paylarının iki kat artması (diğer bir deyişle, toplam oranın yüzde yirmiden yüzde kırka yükselmesi) durumunda, Filistinlilerin ülke dışına sürülmelerine ve eğitim sisteminde milliyetçi endoktrinasyonun yeniden müfredat programına alınmasına yönelik öneriler yer almaktadır ve bu ikinci öneri, yeni Eğitim Bakanı Limor Livnat tarafından son derece olumlu karşılanmıştır.
Üçüncü örnek, Post-Siyonist görüşlerden etkilendikleri konusunda en ufak bir şüpheye yer veren ders kitaplarının eğitim sisteminden çıkartılmasına ilişkin karardır. Dördüncü örnek ise, Knessset koalisyonunun önde gelen üyeleri tarafından alınmış bulunan post-Siyonist öğretim görevlilerinin üniversiteden atılmalarına ilişkin karardır.
Bu yeni eğilimin sürüp sürmeyeceği ya da ülkenin yaşamına ağırlığını koyup koymayacağı konusunda herhangi bir tahminde bulunabilmek için henüz vakit çok erken. Beni korkutan, bu olasılığın gerçekleşmesi ve post-Siyonizm’in belki bir gün, uzak bir gelecekte İsrail ve Filistin’de yeni bir gerçekliğin bir bölümünü oluşturabilecek salt bir anekdot olarak görülmesi. Siyonist solun politik ve kültürel gücünün giderek azalması, ne yazık ki, Yahudi devletinin tarihinde solun yükseliş döneminin, yerini, ne kadar süreceğini hiç kimsenin bilmediği, ödün vermeyen bir versiyonu olan neo-Siyonizm’in post-Siyonizm’in yerine iktidara gelmesine işaret ediyor.”[1]
[1]Ilan Pappe, Modern Filistin Tarihi Çev. Nuri Plumer (Phoenix, Ankara: 2007) 410-413.