İlim ve Medeniyet

IMMANUEL WALLERSTEIN VE TARİHSEL KAPİTALİZM

‘‘Kapitalist uygarlık, başarılı bir uygarlık olmakla kalmadı, her şeyden önce çekici bir uygarlık da oldu. Kendi kurbanlarını ve karşıtlarını bile baştan çıkardı…’’

Immanuel Wallerstein, Tarihsel Kapitalizm

 

Immanuel Wallerstein ‘‘dünya sistemleri’’ olarak bilinen analiziyle kapitalizmin tarihsel akışına derinlikli bir bakış açısı getirmiş, sosyoloji alanında önemli çalışmalara imza atmıştı. Geçtiğimiz günlerde vefat eden ünlü profesör tarihsel sistemler ve uygarlıklar üzerine yaptığı araştırmalarla kapitalizme tarihsellik boyutu kazandırmıştır. Wallerstein’a göre kapitalizm her şeyden önce tarihsel bir toplumsal sistemdi. Bu sistemin en önemli karakteristiği sınırsız sermaye biriktirme arzusunun zaman ve mekanla sınırlanmasıdır. Dolayısıyla kapitalist sistemin amacı, birikimin yani kâr payının en yüksek seviyede tutularak korunmasından ibarettir.

Wallerstein kapitalizmi anlamanın ve analiz etmenin yolunu sistemin nasıl işlediğini, hangi şartlar altında gelişme gösterdiğini ve gelecekte nereye doğru evrileceğini açıklamakla mümkün görüyordu. Ona göre tekelci uygulamalar ve rekabet güdüsü birbirleriyle paralel bir şekilde tarihsel kapitalizmi etkilemiştir. Böylesi bir durum aşırı üretim sorunsalını beraberinde getirmiş, bazı kilit öneme sahip ürünlere yeteri kadar talep olmayışı vurgusundan hareketle üretim artmıştır. Öte yandan işçi emeği yoğun üretim hedefi kapsamında sistematik bir biçimde metalaştırılmıştır. Wallerstein’a göre işçilerin emeğini daha çok metalaştırması reel geliri arttırmanın en etkili ve en dolaysız yollarından biridir. Sermaye birikimini kesintisiz arttırma iştahıyla yeni pazarlar peşinde koşan kapitalist girişimcilerin sömürgecilik yoluyla büyüdükleri bir gerçektir. Ancak Wallerstein sömürge faaliyetlerinin yeni pazarlar peşinde koşmaktan daha ziyade düşük maliyetli işgücü arayışıyla ilintili bulmaktadır.

Kapitalizmi tarihsel bir toplumsal sistem olarak tanımlayan Wallerstein, kapitalizmin doğal bir sistem olmadığını ileri sürer. Kendi deyimiyle kapitalizm açıkça saçma bir sistemdir. Daha fazla sermaye üretmek için sermaye üretme hastalığı kapitalizmin ilerleme ideolojisi altında örtbas edilmektedir. Bu bağlamda en az girdiyle en yüksek düzeyde yarar ve kazanç sağlama dürtüsü ortaya çıkmaktadır. Tarihsel kapitalizmde insanlar siyasal ilişkilerini kendi çıkarına daha uygun bir yönde değiştirmek ve toplumu yeniden ve sürekli yönlendirmek üzerine kurgulamıştır. Bu durum devletin siyasal tercihlerini doğrudan etkileyici güçtedir. Devletlerin tamamen iktisadi ilişkiler üzerinden içte ve dışta rekabet alanları yarattıkları bir gerçektir. Nitekim Wallerstein’a göre devletler, bürokrasi ve ordularının gücü veya boyutuyla değil, kendi sınırları içerisinde biriken sermayenin zaman içinde rakip devletlerinkinden daha çok yoğunlaşmasını sağlamasıyla fiili bir güce erişir. Dolayısıyla devletin güçlülüğün asıl kıstası ekonomik alanda elde ettiği kazanımlardır. Sermaye birikiminin sağlanmasında hayati role sahip siyaset kurumu, kapitalistlerin devlet mekanizmalarını kendi yararına kullanmasıyla ilintilidir.

Sermaye birikimi meselesinin kuşkusuz en önemli noktası kapitalistler arasında cereyan eden mücadele ve rekabet eğilimidir. Wallerstein’a göre kapitalist sistem tüm sermaye biriktiricileri birbirine karşı kışkırtmış bir sistemdir. Dur durak bilmeyen rekabet sahnesinden rakiplerini saf dışı bırakma hedefi hiç değişmemiştir. Ancak kritik husus sermaye biriktiricilerin kendi aralarında sınıf dayanışmasına sıkı sıkıya bağlılıklarıdır. Kendi aralarındaki kavga, rekabet sınırları dışına taşmamakta bir sınıfsal çatışmaya dönüşmemektedir. Aksine emek veren işçiye karşı sermaye biriktiriciler konsolide halinde hareket etmektedir. Wallerstein’ın ifadesiyle tarihsel kapitalizmde biriktiricilerin daha da çok biriktirmekten daha yüksek hiçbir hedefleri yoktur, işçilerinse hayatta kalmaktan ve yükünü azaltmaktan daha yüksek bir amacı bulunmamaktadır.

Son olarak tarihsel kapitalizmin işçiler nezdinde Wallerstein için ne anlam ifade ettiğine bakmamız gerekiyor. Bugün dünyada bin yıl öncesine göre daha iyi durumda olduğumuza dair apaçık bir kanıtın bulunmadığını ileri süren Wallerstein tarihsel kapitalizmin bir ilerlemeyi mi yoksa gerilemeyi mi temsil ettiği konusunda şüphelidir.  Proleteryanın mutlak olarak yoksullaştığı tezinden hareketle kırsal alanda yaşayan ya da kentlerle gecekondu mahalleleri arasında gidip gelen işçilerin ağırlıklı kısmı beş yüz yıl önceki atalarından daha kötü durumdadır.  Wallerstein’ın tezine göre dengesiz ve kötü beslenen bu işçiler, günde daha fazla çalıştıkları ve karşılığında daha az kazandıkları için sömürü oranı dikine tırmanmıştır. Öte yandan işçilerin siyasi ve toplumsal açıdan ezilmesi mi yoksa iktisadi açıdan sömürülmesi mi daha çok belirgindir sorusu yanıtsız kalmaktadır.

Dünya tarihini şekillendiren kapitalizm sermaye bazlı ”birikim endüstrisi” kimliğiyle siyasal, toplumsal ve ekonomik ilişkileri tayin etmektedir. Sistemin kendi içerisinde açığa çıkardığı yoğun rekabet ve çatışma dünya barışını, adalet dengesini ve kültürel çeşitliliği altüst etmektedir. Bu minvalde tarihsel kapitalizmin sicilinin bir hayli kabarık olduğunu vurgulamak gerekir. Wallerstein nihayetinde dünya sistemlerinin ‘‘fani’’liğine vurgu yaparak kapitalizmin de bir gün sona ererek ömrünü tamamlayacağını savunmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki kapitalizm kendi içerisindeki rekabet ve çatışma ortamına rağmen ilerleme ideolojisi vasıtasıyla korunmakta, teknolojik yenilikler ve reformist yapısıyla sürekli yenilenmektedir. Çelişkili ve sistemik bunalımların bir şekilde üstesinden gelen kapitalizm her seferinde daha güçlü bir şekilde kendisini yeniden doğurmaktadır. Toparlayacak olursak tarihsel kapitalizm devinim halindedir, ruhu yaşamaktadır bedeni ise sürekli kılık değiştirmektedir. Böylelikle kolektif isyan ve ideolojik karşı çıkışlara rağmen kapitalizm yüzyıllardır süren hegemonyasını sürdürmeyi ve korumayı başarmaktadır.

Abdulkadir AKSÖZ

Exit mobile version