İlim ve Medeniyet

İMPARATORLUK: BRİTANYA’NIN MODERN DÜNYAYI BİÇİMLENDİRİŞİ

 

KİTAP DEĞERLENDİRMESİ

İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi

Niall Ferguson, (Çeviren: Nurettin Elhüseyni)

   Geleneksel tarih yazıcılığının kronikleşen bir vebası haline dönüşen kronolojik tarih anlatımını esas almadan kaleme alınan İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi, bakıldığında emsallerinden pek çok yönden alışılmışın dışında farklı bir anlatım sunmaktadır.  Toplam altı bölümden oluşan kitapta yazar, modern dünyanın şekillenmesindeki başat rolün Britanya’nın imparatorluk geçmişinde saklı olduğunu ifade etmektedir. Küreselleşme ve modernizmin getirdiği yenilik, değişim ve dönüşümlerin Avrupa’nın güneş görmeyen ve önemsenecek bir siyasi niteliği bulunmayan bir ada ülkesinin daha sonra tüm dünyaya yayılarak üzerinde güneş batmayan imparatorluk kurması sayesinde meydana geldiği belirtilmektedir.

 

İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi, Yapı Kredi Yayınları

Ferguson Britanya’nın dünya egemenliğinin zirvesine yerleşmesini ada halkının doymak bilmeyen lüks tüketim mamullerine olan düşkünlüğüyle açıklamaya başlar. Britanya’yı Britanya İmparatorluğu yapan asıl itici gücün ekonomik temelli olduğunu vurgulayarak şeker, kahve, kakao, tütün vb. gıda maddelerinin uyuşturucu etkisiyle İngilizlerin bu tüketim mamullerine doğrudan ulaşma arzusunun tetiklendiğini dillendirmektedir.  Dünyanın zenginliklerine ulaşma arzu ve hırsı bu mallara sahip olma isteğini kamçılamıştır. Bu durum, İngilizlerin korsanlık faaliyetlerine girişmesine zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla Ferguson, Britanya’nın yükselişini tüketim kültürüyle doğrudan ilişkilendirerek ekonomik bir perspektiften yaklaşmıştır. Refah seviyesinin tüketim ile arttığını o dönemden gösterdiği verilerle ampirik düzleme taşıyarak aktaran yazar, tüketimin ticareti tetiklediğini böylece yeni yerler keşfetmeye dönük ilginin arttığını savunmaktadır. Ferguson’un asıl amacı da Britanya’nın savaş ve siyaset temelinde değil ticari ekonomik düzlemde ele almaktır. Bu bağlamda Britanya’nın dünyayı etkisi altına alma sürecinin değerli kaynaklara ulaşma ve kullanma ile başladığını söyleyebilmek mümkündür.

Yazarın kitabında temel referans kaynakları anlattığı dönemin canlı tanıklarının kişisel günlükleri, hayat hikayeleri ve onların hakkında yazılanlardan oluşmaktadır. Bunlara ek olarak dönemin yazarları ve şairlerinden alıntılar yaparak anlatım zenginliği oluşturulmuştur. Charles Dickens, Daniel Defoe, David Livingstone gibi İngiliz Edebiyatı’nın ünlü isimlerinin eserlerinden pasajlara kitapta rastlamak mümkündür. Kitabın akıcı ve zihinde kalıcılığını doğrudan etkileyen bu aktarımlar, dönemle olan bağlantıyı rahat bir şekilde kurmaya yardımcı olmaktadır. Ferguson kişisel tarih kayıtlarına kitabının her bölümünde yer vermektedir. Böylece Britanya’nın yükselişini yaşanmış hikayelerin, kişisel çaba ve ihtirasların ışığında okuyucuya aktarmaktadır. Dolayısıyla kitap birbirinden ilginç insan hikayelerini de içerisinde barındıran bir yapıdadır. Bir bakıma yazar, arka planda Britanya’nın kişisel çaba ve bireysel özgürlüklerin bir nişanesi olduğunu göstermektedir. Ne var ki her bireysel tarih arşivi bunu doğrulamamaktadır. Zira sömürgecilik geçmişinde yaşanan katliamlarda rol alan isimler belleklerde unutulmuş değildir.

Britanya’nın yüksek bir üst kültür olarak uygarlık ve medeniyeti geri kalmış bölgelere taşıma ve yayma misyonu kitabın önemli bölümlerinden birini oluşturur. Özellikle Afrika, Ortadoğu ve Hindistan’ın sömürgeleştirilmesi sürecinde batıl, geri kalmış, putperest kültürleri ortadan kaldırarak yüksek Batı Avrupa uygarlığını yayma fikri ön plana çıkmıştır. Bu bağlamda misyonerlik faaliyetlerinin hız kazanması, kültürler arası çatışmaların artması gibi durumlar yaşanmıştır. Kitapta özellikle Afrika’da gerçekleştirilen misyonerlik faaliyetlerin başarıya ulaşması Hindistan’da ise başarısızlıkla sonuçlanması irdelenmektedir. Yazar, Afrika’daki misyonerlik faaliyetlerinin daha saf ve pür bir Hristiyanlık inancıyla yapıldığından bahsederken, Hindistan’daki bürokratik oligarşi ile Hint kültürünün kadim geçmişinin bu bölgedeki Anglosakson hareketin yayılmasını dumura uğrattığını ifade etmektedir. Ferguson kitabında Britanya’nın en önemli ve en büyük sömürgesi Hindistan’a özel bir yer ayırmaktadır. Milyonlarca nüfus, Avrupa büyüklüğünde bir coğrafya, pek çok farklı dil, din ve mezhebin iç içe olduğu bir bölgede çok cüzi bir İngiliz bürokrat ve askerinin nasıl başarılı olduğu üzerine çıkarımlarda bulunmaktadır.

Ferguson’un verdiği bilgilere göre 1700’lü yıllarda Britanya’nın yirmi katı nüfusa sahip olan Hindistan, aynı zamanda Britanya’nın toplam dünya üretimindeki yüzde 3 olan payına karşılık yüzde 24’lük paya sahip bulunmaktaydı. Doğu Hindistan Kumpanyası aracılığıyla bölgeye yerleşen İngilizler, sistemli ve planlı bir şekilde Hindistan’ı sömürgeleştirmişlerdir. Genel Valilik ile idare edilen Hindistan’ın güvenliğinin Britanya İmparatorluğu için hayati değer taşıdığı belirtilmektedir. Zaman zaman isyanlarla karşılaşılan bölgede sert tedbirler alınması büyük katliamların yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum, İngiliz idareciliğinin her ne kadar bürokrasi ve diplomasi temelli olsa da şiddet ve güç siyasetinin de önemli bir faktör olarak daima köşede hazır tutulduğunu göstermesi açısından önemlidir.

Yazar, Britanya’nın sömürgeleriyle olan bağını kuvvetlendirmek istemesi, mevcudiyetini sürdürmesi ve gücünü koruma ülküsünün küreselleşmeyi tetiklediğinden bahsetmektedir. Sanayi Devrimi’nin getirdiği teknolojik yenilikleri Britanya’nın sömürgelerine kadar taşıması ve yerleştirmesinin zaruriyetinden bahsedilen kitapta dünyayı küçük bir köy haline dönüştüren değişimin telgraf kablo hattı, demiryolu ağı ve buharlı gemilerin yaygınlaşmasıyla başladığı zikredilmektedir. Telgraf hattı ile iletişim yaygınlaşıp kolaylaşırken buharlı gemi ve demiryolları sayesinde sömürgelerden adaya yönelik ticaret hızı artmıştır. Ayrıca sömürgelerde çıkabilecek herhangi bir sorun karşısında geçmişe nazaran daha seri müdahale etme imkanı doğmuştur. Dolayısıyla Ferguson imparatorluğun sağlamlaşmasını bu üç gelişim hamlesine bağlamaktadır. Ne var ki bu imkanlar sömürgelerde yaşayan yerli sakinler için hayat standartlarını iyileştiren veya düzene sokan bir işlev görmemiştir.

Victoria Dönemi Britanya’sının aşırı lüks, konformist ve tüketime dayalı yapısının Tory muhafazakar kanat tarafından artık uygulanmak istenmemesi ve yeni topraklar sömürgeler kazanma şehveti ile saldırıya geçme isteğinin 19. Yüzyılda güçlenerek ön plana çıktığından bahsedilmektedir. Nitekim bu saldırgan yeni politik anlayışla beraber makineli tüfeğin icadı ile ateş gücünün arttırılması, teknolojik icatların askeri alana kaydırılmasını doğurmuştur.  Askeri teknikteki ilerleme savaş meydanlarında İngiliz ordusunu yerliler karşında yenilmez duruma getirmiştir. Ancak bu durumun istisnası Boer Savaşı’nda kendisini göstermiştir. İngilizler Güney Afrika’ya yerleşen Hollanda asıllı çiftçi Boerler karşısında hezimete uğramıştır. Ancak pes etmeyen İngilizler tarihteki ilk toplama kamplarını kurarak Boer askerlerinin geride bıraktıkları ailelerinin toplu ölümlerine sebep olmuşlardır. Tarihte toplama kampı denildiğinde ilk akla Alman Naziler gelse de esasen ilk uygulamanın İngilizler tarafından uygulamaya konulduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki yazar, Yahudi toplama kamplarıyla Boer Savaşı’ndaki toplama kampı arasında bağlantı kurarak Boer’deki yapılanmaya İngiltere’den birtakım çevrelerin karşı çıktığını ileri sürerken Nazilerin toplama kampının itirazsız uygulamaya konulduğundan bahsederek günah çıkarmaya çalışmıştır.

Britanya’nın dünya küreselleşme çağını başlatan bir imparatorluk olarak zikredilip yüceltiği kitapta aynı zamanda sömürgecilik geçmişi, kölelik mevzusu ve yaşanılan katliamlara dikkat çekilerek yer yer eleştiriler de getirilmektedir. Ferguson Britanya’nın dünyadaki gerçek tek imparatorluk olduğu iddiasını sömürgelere transfer ettikleri insan, sermaye ve teknoloji aktarımıyla savunmaktadır. Girdiği iki büyük dünya savaşı sonucu yıkılan bu imparatorluk sömürgelerini ‘‘sömürdüğü’’ kadar pek çok yatırım da yapmıştır. Dolayısıyla İngiliz sömürgecilik geçmişi yazara göre kötü hatıralar silsilesinden ibaret değildir. Ancak ifade edilmelidir ki İngiliz sömürgesi olan eski topraklarda bugün kan ve gözyaşı dinmemekte siyasi ve ekonomik istikrarsızlıklar yarım asırdan uzun bir süredir devam etmektedir. Ferguson ABD’nin şuanda Britanya İmparatorluğu’nun elinde bulunan imkanlardan daha fazlasına sahip olduğunu dillendirirken bu gücünü, yüksek teknolojisini ve sınırsız sermayesini tam manasıyla aktarmadığını bu nedenle gerçek bir imparatorluk olmadığını vurgulamaktadır. Toparlayacak olursak İmparatorluk: Britanya’nın Modern Dünyayı Biçimlendirişi adlı kitap, klasik tarih anlatısı yapan eserlerden farklı bir dil ve kurguya sahip olmakla birlikte interdisipliner araştırmalar için temel kaynak olabilecek niteliktedir. Britanya’nın dünya hakimiyetinin tüm dünyayı ve insanlığı doğrudan etkilediği su götürmez bir gerçeklik olarak sunulmaktadır. Bu minvalde kitabı son derece önemli bir kaynak eser olarak nitelemek mümkündür. Ancak bu imparatorluğunun günahlarının ve kadim kültürlere karşı işlediği suçların bilinmesi ve doğru bir biçimde aktarılması da gerekmektedir. Bu bağlamda Britanya İmparatorluğu’nun tarihini aktarmada Ferguson’un küçük ama ‘‘küçümsenmeyecek’’ bir adım attığı ifade edilmelidir.

ABDULKADİR AKSÖZ

Exit mobile version