EDİLLE-İ ŞER’İYYE: KİTÂB

DİN

Bu yazı, İFTAM Akademi İlmi Gelişim: Şer’i İlimler Topluluğunun haftalık okumalarından ve çalışmalarından aldığım notlar ve farklı kaynaklar üzerine derlenmiştir. Bu çalışmanın başlıkları ve ana kaynak okumaları haftalara ve konulara göre değişmektedir. Edille-i Şer’iyye’de Kitâb meselesi üzerine Kur’an Tarihi (2/6) notları temel olarak Kur'an Tarihi (Prof.Dr. Kasım Şulul) adlı eseri takip edilmekte ve çeşitli kaynak eserler ve makaleler ile de desteklenmektedir.

  • Kur’an tarihi, İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’in yazılı derleme ve el yazmalarının zaman çizelgesini ve sürecini ele almaktadır. Kur’an-ı Kerim’in ilk vahyi 610 yılında Mekke’de Hira mağarasında Cebrail tarafından Hz. Muhammed (s.a.v.)’e iletilmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v.) kırk yaşına yaklaştığında kendisinde daha önce görülmeyen bazı haller ortaya çıkmaya başlamıştı. Hayatında benzerini yaşadığı rüyalar görüyor, nereden geldiğini anlamadığı sesler duyuyor, ışıklar farkediyordu (Müsned, I, 279). Böylece, Hz. Muhammed (s.a.v.) peygamberlikle görevlendirildiğini anladı ve Hz. Hatice (r.a.) ona iman ederek ilk müslüman olmuştur. Cebrail (a.s.) ayetleri Alak suresinden okumaya başlayarak 632 yılında Hz. Muhammed’in vefatına kadar sürmüştür. Tenzil, "aşağıya indirme" anlamına gelir ve Kur'an'ın yüce Allah tarafından peygamberimize (Hz. Muhammed'e) indirilişini ifade eder. Kur'an'ın tenzili, Cebrail (a.s.) aracılığıyla Allah'ın kelamının peygamberimize vahiy olarak gelmesiyle gerçekleşmiştir.
  • Vahiy, Hz. Musa (a.s.)’ya levhalar halinde yazılı olarak verilmiştir. “Biz ona (ayet ve emirlerimin yer aldığı Tevrat yazılı) Levhalar’da her şeyden bir öğüt (verip yolunu aydınlattık)ve her şeyin yeterli bir açıklamasını yazdık. (Ve:) "Şimdi bunlara kuvvetle sarıl (emirlerime sağlam yapış; çünkü kuvvet ve hükümet olmadan, Hakk nizamı uygulamak imkânsızdır) ve kavmine de emret ki (hükümlerime) en güzel şekilde tutup sarılsınlar. Size fasıkların yurdunu (acı ve alçaltıcı akıbetlerini) pek yakında göstereceğim" (dedik).” (A’raf Suresi:145). Hz. Muhammed (s.a.v.)’e ise şifa (sözlü) olarak indirilmiştir. Vahiy 23 yıl boyunca peyderpey indirilmiştir. Bu süreçte ayetler çeşitli unsurlar, olaylar ve sorulara göre nail olmuştur. Bu insanların daha iyi anlamasını ve uygulamasını sağlamıştır. Ayrıca parça parça inmesi, sahabelerin ayetleri ezberlemesini ve idrak etmesini kolaylaştırmıştır. “İnkârcılar, ‘Kur’an ona bir defada topluca indirilseydi ya!’ derler. Biz onu senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle parça parça indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkan Suresi:32).
  • Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'e vahiy farklı şekillerde gelmiştir. Bazen bu vahiyler uykuda görülen ve aynen gerçekleşen sadık rüyalar şeklindeydi. Bazen de melek görünmeden, doğrudan kalbine Allah tarafından yerleştirilirdi. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.), bazen insan suretine girerek gelip konuşur, bazen de çok güçlü ve etkileyici bir çan sesi gibi sesle vahiy getirdiği olurdu. Bu çan sesi şeklindeki vahiy, Peygamberimizin en ağır hissettiği vahiy türüydü. Cebrâil (a.s.) iki kez gerçek şekliyle, yani asli suretiyle görünmüş ve vahiy getirmiştir: Birincisi, ilk vahyin ardından Hira Mağarası dönüşünde, diğeri ise Miraç gecesindedir. Miraç’ta ayrıca Allah, hiçbir aracı olmadan doğrudan Peygamberimize vahiyde bulunmuştur. Son olarak bazı vahiyler, Peygamberimiz uyurken, rüya hâlindeyken de gelmiştir. Bazı âlimlere göre Kevser Suresi bu şekilde indirilmiştir. Vahiy geldiğinde Peygamberimize bir ağırlık çökmeye başlar ve bu halden sonra tebliğ ediliyor, ruhuna nakşediliyordu.
  • Ayetlerin vahyinde Mekke ve Medine dönemi olarak ayrım bulunmaktadır. Mekke döneminde tevhid ve ahlak, Medine döneminde ise ahkâm ve ilim üzerine esaslara vurgular yapılmıştır. Kur’an’ın Mekke döneminde inen ayetlerinde daha çok inanç esaslarına vurgu yapılmıştır. Bu dönemde Müslümanlar sayıca az ve baskı altındaydı; henüz bir devlet yapısı oluşmamıştı. Bu yüzden tevhid , ahiret inancı, peygamberlik ve vahiy gibi temel iman konuları ön plandadır. Aynı zamanda bireysel ahlâk, sabır, merhamet, adalet, yetim hakkı gibi değerler işlenmiş, müşriklerin putperest inançları ve toplumsal adaletsizlikleri eleştirilmiştir. Bu ayetlerin amacı, insanları inanç temelinde bilinçlendirmek ve ahlaki dönüşüm başlatmaktı. Medine döneminde ise Müslümanlar Medine’de bir toplum ve devlet yapısı kurmuştu. Bu dönemde inen ayetler daha çok hukuki, toplumsal ve siyasi düzenlemelere yöneliktir. Namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetler bu dönemde detaylandırılmış; evlilik, miras, ceza hukuku, ticaret gibi alanlarda kurallar belirlenmiştir. Ayrıca savaş, barış, münafıklarla mücadele, Yahudiler ve Hristiyanlarla ilişkiler gibi konulara yer verilmiştir. Medine ayetleri, bir İslam toplumunun nasıl ayakta durması ve yönetilmesi gerektiğini ortaya koyan hükümler içermektedir.
  • Kur’an’ın yazılması Efendimizin vefatından sonra değildir. Efendimize vahiy geldiğinde vahiy tutan sahabilere yazdırır ve sonrasında teyit ederdi. Kur'an’ın derlenmesi süreci, ilk başta vahiy olarak aktarılmış, zamanla Hz. Muhammed (s.a.v.)'in vefatından sonra Kur'an’ın tam bir kitap haline getirilmesi gerekmiştir. Bunun için, Hz. Ebubekir (r.a) döneminde toplanan vahiyler bir araya getirilmiş ve Hz. Osman (r.a.) zamanında standart bir mushaf haline getirilmiştir. Telifül Kur'an’ın önemli bir yönü de, Kur'an’ın Allah’ın kelamı olarak, değişmeden ve eksiksiz bir şekilde günümüze kadar ulaşmış olmasıdır.
  • Peygamber Efendimiz (s.a.v.), vahiylerin doğru bir şekilde yazılması ve saklanması konusunda büyük bir titizlik göstermiştir. Sahabeler, vahiyleri yazdıktan sonra Peygamber Efendimiz, yazılı metinleri bizzat okur ve tekrar ederdi. Bu, yazılanların doğruluğunun teyit edilmesi için temel bir yöntemdi. Ayrıca, Peygamber Efendimiz’in vahiy kâtipleri yazdıkları metinleri ona sunar, o da doğruluğunu kontrol ederdi. Eğer bir hata veya eksiklik varsa, hemen düzeltirdi. Sahabe arasında vahiylerin okuması ve tartışılması da bu süreci destekleyen bir yöntemdi; ashap birbirine okur ve Peygamber Efendimiz, doğruluğuna onay verirdi. Peygamber Efendimiz, yazılı metnin doğru olduğundan emin olmak için bazen şifahî tekrarlamalar yapar ve yazan kişiye doğruyu öğretirdi. Bunun yanı sıra, vahiylerin yazılı olduğu materyaller güvenli bir şekilde saklanır, bazen zamanla tekrar edilerek doğruluğu pekiştirilirdi. Ayrıca her sene Efendimiz ve Cebrail (a.s.) o zamana kadar gelen tüm vahiyleri tekrardan gözden geçiriyorlar ve tekrar ediyorlardı. Buna da “arza” denmektedir. Tüm bu yöntemler, Kur'an’ın zamanla doğru bir şekilde derlenmesini ve günümüze kadar eksiksiz bir şekilde ulaşmasını sağlamıştır.
  • Tilaveti Nasih ve Mensuh, Kur'an’ın ayetleriyle ilgili nasih (ibret veren, hüküm değiştiren) ve mensuh (geçerli olmayan, kaldırılmış) kavramlarına dayanmaktadır. Bu terimler, özellikle Kur'an'ın hükümlerinin zaman içinde değişmesi veya yenilerinin eski ayetlerin yerine geçmesi konularında kullanılır. Nasih, "ortadan kaldıran" veya "değiştiren" anlamına gelir. Bir hüküm başka bir delilli hükmün gelmesiyle değiştirilmiş veya kaldırılmıştır. Yeni hüküm Nasih, kaldırılan (önceki) hüküm ise Mensuh’tur. “Şayet biz herhangi bir âyeti nesheder veya unutturursak, ya ondan daha hayırlısını veya onun bir dengini getiririz. Bilmez misin ki, Allah'ın gücü her şeye yeter.” (Bakara: 106).

Bazen hüküm nesh olunmadan, tilavet nesh olunabilir. Recm âyeti gibi. Yani recm âyeti, metin olarak nesh edildiği hâlde, hükmü geçerlidir. Bazen hem tilavet hem de hüküm nesh olunabilir. Hazret-i Ebu Bekir'in şu sözü bunu ifade eder: (Babalarınızdan yüz çevirmeyiniz, çünkü o bir küfürdür) mealindeki âyeti biz okurduk. Bu âyet önce tilavet olunup sonradan nesh edilmiştir. (Buhârî, Müslim)”

“İslâm âlimlerinin çoğunluğu, bir âyetin hükmü ve tilâvetinin (lafız) birlikte neshinden başka hükmü korunarak tilâvetinin veya tilâveti korunarak hükmünün neshedilebileceğini de kabul ederler. Yine çoğunluğa göre Kur’an’ın Kur’an ve sünnetle, sünnetin de sünnet ve Kur’an’la neshi câizdir. İmam Şâfiî ise Kur’an’ın ancak Kur’an’la, sünnetin de ancak sünnetle neshedilebileceğini söyler (er-Risâle, s. 106-109). Öte yandan fakihler Kur’an veya mütevâtir sünnetle sabit bir hükmün haber-i âhâd, icmâ yahut kıyasla neshinin câiz olmadığı hususunda fikir birliği içindedir.” FERHAT KOCA, "NESİH".

Kur'an-ı Kerim'in sûrelerinin tertibi konusunda İslam âlimleri arasında üç ana görüş bulunmaktadır:
1-İctihadi Yaklaşım:
Bu görüşü savunanlar, sûrelerin tertibinin tamamen sahabe içtihadına dayandığını ifade eder. İmam Malik gibi âlimler, sahâbîlerin Hz. Muhammed'den (s.a.v.) duydukları vahiyleri kendi içtihadlarına göre tertip ettiklerini öne sürerler. Ayrıca, Hz. Peygamber'in sûrelerin sıralaması hakkında doğrudan bir talimat vermediği, bunun bir içtihad meselesi olduğu belirtilir. Örneğin, Enfâl ve Tevbe sûrelerinin yan yana yerleştirilmesi gibi örnekler bu görüşü destekler.

2-Kısmen İctihadi, Kısmen Tevkîfi Yaklaşım: Bu görüş sahipleri, sûrelerin tertibinin hem Hz. Peygamber'in (s.a.v) belirlediği hem de sahâbenin içtihadıyla gerçekleştiğini savunurlar. Bazı sûrelerin tertibi, Hz. Peygamber'in doğrudan müdahalesiyle yapılmışken, bazıları ise sahabe tarafından düzenlenmiştir. Örneğin, bazı sûrelerin sıralamasının peygamber döneminde belirli olduğu, ancak diğerlerinin sahabe tarafından sonradan düzenlendiği ifade edilir.

3-Tevkîfi Yaklaşım: Tevkîfi yaklaşım, İslam âlimlerinin bir kısmının, Kur'an'ın sûrelerinin ve âyetlerinin sırasının, vahiy ile sabit olduğunu ve Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından Cebrail'e bildirildiği şekilde düzenlendiğini savunduğu bir görüştür. Bu yaklaşımı benimseyen âlimler, sûrelerin tertibinin değiştirilemez olduğunu, çünkü bu düzenin Allah tarafından belirlenen bir sıraya dayandığını belirtirler. Bu görüşe göre, sûrelerin sıralanışı, vahiy sırasına ve Hz. Muhammed'in öğretisiyle belirlenmiştir ve sahabe, Kur'an'ı toplarken bu tertibe sadık kalmıştır.

Kur'an vahyinin yazılması sürecinde, Mekke ve Medine dönemlerinde birçok vahiy kâtibi görev almıştır. Vahiy kâtipleri, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e indirilen vahiyleri yazmakla görevli kişilerdi. Vahiylerin yazılması, Allah'ın mesajlarının doğru şekilde korunması ve sonraki nesillere aktarılması için çok önemli bir görevdi. Vahiy kâtiplerinin temel görevi, Peygamber Efendimiz'e gelen vahiyleri yazmak ve daha sonra doğru şekilde saklanmasını sağlamaktı. Vahiyler, çoğunlukla bir araya getirilmeden önce hafızalar aracılığıyla muhafaza ediliyordu. Ancak yazılı hale getirilmesi, hem korunmasını hem de öğretilmesini kolaylaştırmıştır. Vahiy kâtipleri, her vahyin geldiği anda, doğru bir şekilde yazmak için büyük bir dikkat gösteriyorlardı.

  • Mekke'de ilk vahiy kâtipliğini Abdullah b. Sa'd b. Ebi Sarh, Medine de ise, Ubey b. Ka'b yapmıştır. Ondan sonra Zeyd b. Sabit bu görevi devamlı sürdürmüştür. Vahiy kâtiplerinin sayısının yaklaşık 40 kişi olduğu rivayet edilmektedir. Herhangi birisi olmadığında bu görevi Hanzaletü'l-Kâtib üstlenirdi.

“Kur’an’ı şu dört kişiden öğreniniz: İbn Ümmü Abd (İbn Mes‘ud), Muâz b. Cebel, Übey b. Kâ‘b ve Sâlim” (Buhârî, “Fezâilü’l-Kurân”, 8).

Yasir GÜNEŞ

KAYNAKÇA

1-Şulul, K. (2022). Kur’an Tarihi. Siyer Yayınları. ISBN 9786057689474.

2-Koca, F. (2025). Nesih. TDV İslâm Ansiklopedisi. Erişim adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/nesih--seriat#3-fikih (Erişim tarihi: 07.04.2025).

3-Danacı, S. (2020). KAREFAD. Çakü Edebiyat Fakültesi Dergisi / Journal of Faculty of Letters, 8(1), 138-166.

Yasir Güneş
Yasir Güneş

2021 yılından bu yana, İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler (İngilizce) lisans eğitimime paralel olarak İFTAM Akademi bünyesinde sosyal bilimler alanında aldığım eğitimlerle akademi ...

Yorum Yaz