ARAF’TA DOKUZUNCU GÜN

EDEBİYAT

Prizren; Şar Dağları’nın eteklerine yaslanmış bu kadim şehir, sanki Balkanların kalbinde unutulmuş bir şiirdir. Herkesçe bilinen ama dillendirilemeyen bir masal gibidir. “Yaşanması mümkün” değil, yaşanmış hikayelerle bezenmiş olaylara şahittir.

 18 Temmuz 2019, Prizren/Kosova

"Bazen bir anlığına beni yerimden sıçratıp kendime getiren bir cesarete kapılıyorum, o an nereye gideceğimi bilsem, koşa koşa gideceğim." JWG

Dağıldılar, dağıldık..

Buluşma noktamız Sinanpaşa Camii. Cami bir Osmanlı camisi, şehir bir Osmanlı şehri. İnsanlar Osmanlı'dan kalma bir çınar sanki. Yer, gök inanılmaz bir uyum içerinde bu tarihten gelme misafirlerini karşılıyor olmanın mutluluğunu yaşıyor adeta.

Üsküdar’dan aşina olduğum Arnavut kaldırımı taş sokaklar burada biraz daha anlam kazandı. Her adımımda bu taşlar usulca kulağıma geçmişin hikayelerini fısıldar. Prizren; Şar Dağları’nın eteklerine yaslanmış bu kadim şehir, sanki Balkanların kalbinde unutulmuş bir şiirdir. Herkesçe bilinen ama dillendirilemeyen bir masal gibidir. “Yaşanması mümkün” değil, yaşanmış hikayelerle bezenmiş olaylara şahittir. Bistrica’nın usul usul akan suyu ve üstüne kurulan taş köprü kemerler “ben buradayım” demekteler sanki.

-Kaleye çıkacak tâkatim kalmadı..

Ev sahibi değilim biliyorum ama bu şehirde hiç olmadığım kadar ev sahibi hissettim kendimi. Ara sokaklarında kayboluşum bile bir ev sahibi edasındaydı. Hızlı adımlarım yere değil zamanın kalbinde atıl kalmış bir hatıraya sirayet ediyordu. Sorduğum sorulara verilen Türkçe cevaplar, aldığım mütebessim çehreler de dahil her şey ama her şey benden ve bizden bir parça gibiydi adeta.

Bu şehir, belleğimin kıyısında naifçe bekleyen bir eski fotoğraf gibiydi; renkleri solmuş ama anlamı hâlâ taptaze duruyor. Taş köprünün ihtişamına denk düşmez belki ama kurulan gönül köprülerimiz hiç yıkılmamış burayla. Bu yüklü anlam da buradan geliyor belki. Yüreğimdeki bir parça hareketlenme, bu şehrin bir başka yaşanacak semt oluşunu düşünmemden kaynaklanıyor olsa gerek.

Nicedir kimliğini kaybetmiş olmanın verdiği bohem ve silik hafızamla, tarihin peşine düştüğüm bu şehirde, kan bağımdan çok daha kuvvetli bir aidiyetin izini sürüyorum. Çünkü buralı olmasam da, burada bir zamanlar yaşanmış, unutulmuş hatıraların fitilini ateşlemek istiyorum. İşte buradayım ve kendimi sizlere takdim ediyorum; anılarınıza talibim.

Prizren bana kimliğimi vermedi belki ama kim olduğumu hatırlattı. Bazen bir hatırlayış; bir kan bağından, bir var oluş sancısından, bir yaşam mücadelesinden daha anlamlı ve daha manidar olabiliyor.

Güç bela varlığımı attığım bir seyirlik kahve, şehri kuşatıyormuşçasına bir manzarayı ayaklar altına seriyor. Bir fincan Türk kahvesi, bir içimlik duman, biraz ses, biraz yeşillik, biraz mavilik, bir parça huzur. Evet evet huzur. “Bu kelime, bu şehir için türetilmiş olmalı” demekten kendinizi alamıyorsunuz.

Nehirden akan suyun o ahenkli ve ritmik sesine kapılıp gidiyorum. Ben suya tutuluyorum, su da benliğime karışıyor sanki. Ve konuşuyor, bana bir şeyler anlatmak istiyor olmalı. Yaklaşıyor ve biraz daha kulak kabartıyorum. Köprüde oturmuş ayaklarını suya sallayan bir çift sevgilinin konuşmaları, bir annenin ninni gibi söylediği dualar, çocuk kahkalarının silik yankısı, bir gencin ölmeden önceki son sözleri.. Aman Allah’ım, ne de çok konuşulacak şey birikmiş böyle. Bu taş yapı, sadece bir köğrü değil artık; tarihle şimdiki zaman arasında kurduğum bir zaman makinası, bir zaman tüneli.

Çarşıda yürürken farkında olmadan çocukluğumun sokaklarına, eski ama hâlâ taze anılarla var olan mahalle pazarlarına gidiyorum. Her köşebaşında yükselen nefis kokular, bir nine mutfağını; tarihten kalma camilerin o geniş avluları, top koşturduğum gençliğimin aziz hatıralarını anımsatıyor. Zaman burada eski günlere savuruyor insanı. Ve işte o yüzden, Prizren bir şehir değil sadece geçmişe açılan bir kapı adeta. Her adımı nostaljiyle örülmüş, her köşesi unutulmuş bir hikâyenin sessizce beklediği bir sığınak.

Vakit doldu!

Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde üç dört saatlik süreyi doldurmuştum. Koşar adımlarla Sinanpaşa Camii’ne yol aldım. Bir çocuk heyecanıyla şen şakrak oynar gibi koştum sokaklarında. Varınca menzilime bir gül karşıladı beni. Bir gül ki kopmaz, kopartılmaz, sadece koklanır işte.

İçime çekmekle yetiniyorum.

M. Fatih Özmen

M. Fatih ÖZMEN
M. Fatih ÖZMEN

Siyasal Bilimler | Uluslararası İlişkiler | Edebiyat [email protected]

Yorumlar
  • author
    Ali Özmen
    15.04.2025 / 14:52

    ağzına kalemine sağlık

  • author
    Abdülhamid A.
    15.04.2025 / 14:21

    Prizren tam bir Türk şehri yabancı hissetmemeniz normal. Duygular çok yoğun ve güzel anlatılmış. Tebrik ederim. Devamını merakla bekliyorum

  • author
    Tarık Başaran
    15.04.2025 / 11:57

    Yabancı hissetmemeniz gayet normal atalarımızdan akan ve bugüne dek süregelen bir yaşamda kendimizi bulmak gibi

  • author
    Ali
    15.04.2025 / 11:56

    Bazen hayatta bizi çeken insanlar değildir oradaki yaşantılardır bunu güzel bir şekilde aktarmışsınız

  • author
    Anonim
    15.04.2025 / 11:39

    Bu beyfendi kitap yazsın okuyalım. Böyle ahenkli yormayan ama bir o kadar derin bir anlatım görmedim. Beni Prizrene ışınladı adeta.

  • author
    İbrahim
    15.04.2025 / 11:16

    Ufak bi Kosova gezisi yapmış gibi oldum

Yorum Yaz