İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Mehmet Akif Ersoy: Okullarımızda Lisan Dersleri
HASBİHÂL Mekteplerimizde lisân derslerinin ne kadar geniş bir mevki’ işgâl ettiğini anlatmak lüzûmsuzdur. Bir kere Türkçemiz başlı başına bir dil olmayıp şarkın en mühim lisânı olan Arap, Acem lisânlarının muâvenetiyle yaşadığından, bir de kim ne isterse desin, mufrit bir tasfiyeye tarafdâr olanlar ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Osmanlılar için bu iki lisândan aldıkları kelimelerin birçoğunu geri vermek ne şimdiki halde, ne de gelecek zamanda kābil olamayacağından; hattâ fünûn-i hâzırayı memleketimize getirdikçe vaz’ına mecbûriyet görülen ıstılâhât için yeniden kelimeler, terkipler istikrâzında muztar kalacağımızdan lisân derslerine verilecek ehemmiyet çok görülmemelidir.
Fakat, acaba mekteplerimizde lisân derslerine cidden ehemmiyet veriyor muyuz? Vâkıâ Arapça’dan sarf, nahiv okutuyoruz; Fârisî’nin kavâidini gösteriyoruz; Türkçe’den bir hayli şeyler öğretiyoruz. Yani lisân için sarf ettiğimiz saatler fünûn için tahsîs ettiğimiz zamanın iki, belki üç mislini buluyor. Öyle ya! Bunlardan başka bir de Fransızca öğrenmek mecbûriyeti var. Fransızca mekteplerimizin hepsinde mutlaka okutulmalı mıdır? Yoksa bazısında mı tedrîs edilmelidir? Bu ciheti başka gün düşünürüz.
Arapça’yı ele alalım: Mekteplerimizin bir kısmında Emsile, Maksûd, Binâ, Avâmil, İzhâr gibi kitaplar, bir kısmında ise müteahhirîn tarafından doğrudan doğruya Türkçe yazılmış eserler okutuluyor. Bir Türk çocuğuna Arapça yazılmış kitaptan kavâid öğretmek bizim memlekete mahsûs garâbetlerdendir ki asırlardan beri alışmış olduğumuz için artık gözümüze ilişmiyor!
( اعلم ان ابواب التصريف...) ibaresinden rahmetli Hocamın istinbât ederek biz bîçârelere ezberlettiği ahkâmı bugün düşünüyorum da lisânın sarfından başka her şeyi şümûlüne alabileceğini görüyorum! “(!اعلم ) ey hitâba salâhiyyeti derkâr olan tâlib! İlm-i şerîf sana ma’lûm ve meczûm olsun, bil sen... Neyi bil? (ان َّ َ ) tahkīkan (التصريف ابواب ) ilm-i sarfın bâbları nedir? (وثلاثون خمسة ) otuz beştir ne yönünden otuz beştir, (بابا ً ) bab yönünden...”
Hocamız bize Arapça bir ibârenin herhalde Türkçe’den başka bir lisâna tercümesi olan şu tekerlemeyi tekrar ettire ettire hiçbir şey anlamamak şartıyla ezberlettirdi.
Bereket versin ki evvelce emsileyi de anlamamak şartıyla ezberlemiş olduğumuz için bizim idmanlı, melekeli hâfıza bu binâ lisânını da pek o kadar bîgâne bulmuyordu
Sevdiklerimden biri hikâye ediyordu:
Evimizde bir misafir çocuğu baktım sallana sallana bir kitap ezberliyor. Oğlum, o okuduğun nedir, dedim; emsile dedi.
– Pekâlâ! Nasara ne kelime?
– Nasara fi’l-i mâzî binâ-yı ma’lûm müfred müzekker gâib ma’nâsı yardım etti. – Bir gâib er! – Hayır efendim, o “bir gâib er” geçen sene idi.
Besbelli çocuğa üst üstüne iki sene emsile okutmuşlar. Ancak hoca değişmiş olmalı ki birisi bir gâib eriyle beraber ezberletmiş, diğeri ise orasını hazfetmiş!
Hocalarımızın tuttuğu usûl bizi Arapça’dan fenâ halde yıldırmıştı:
Baksanız a, bir kelimenin, bir (اعلم‘(in bir satır ma’nâsı oluyor ki neresinden çıktığını ancak Allâhu Teâlâ hazretleri bilecek! (ان ّ‘( deki tahkīk ma’nâsını yani (ان‘(yi tahkīkan sûretinde tercüme etmekten maksad ne olduğunu hâlâ anlayamamışımdır. Oradaki (يوڭ (ne olduğunu pek yakın zamanda bulabildim: (بابا ً ( temyîz olmuyor mu, temyîzin vücudunu “Ne cihetten?” suâlini îrâd ederek bulmak mu’tâd olduğundan bizim muallimlerimiz de cihetin tam Türkçe’si olan yön kelimesini isti’mâle karar vermişler
Şimdi böyle bir usûl ile kavâid-i lisân öğrenilir mi? Elcevap öğrenilemez
Hiç öğrenenler yok mu? Elbette var. Lâkin bîçârelerin bu uğurda sarf ettiği zamanı, emeği hesâba almayacak mısınız? Hem maksûdun bizzât olan kavâid-i lisân değil ki. Bize asıl lisân lâzım, lisân! Lisânın kavâidini o lisân ile mütekellim olan kavimden daha iyi biliyorsunuz; lâkin o lisân ile yazılmış bir kitabı, bir gazeteyi okuyup anlayamadıktan sonra bu ilminizden ne fayda bekleyeceksiniz?
Diyeceksiniz ki “Ne beis var! Ben Arapça bir eseri anlamam. Lâkin bildiğim kavâid sayesinde lisânı-ı Osmânî’de müsta’mel Arabî kelimeleri, terkîbleri doğru okur, doğru kullanırım. Binâenaleyh vaktiyle sarf ettiğim emek boşuna gitmiş değildir.”
Ben de diyeceğim ki: “Lisân lügatten ibârettir. Sen Arapça yazılmış bir eseri anlamak için lâzım gelen lügatlerin yüz de seksenini biliyorsun. Mütebâki yüzde yirmiyi de seksenin yardımıyla anlayabileceksin. Kavâid-i lisânı bildiğini de iddiâ ediyorsun. O halde nasıl oluyor da yine o eserin karşısında apışıp kalıyorsun?
– Bakkal! Unun var mı?
– Var.
– Yağın, şekerin?
– Var.
– Ayol öyle ise ne duruyorsun? Helva yapıp yesene! Dediği gibi lüzûmu kadar lügat biliyorsunuz; kavâidi de ezberlemişsiniz. Biraz himmet edip okumaya başlasanız a.
Türkçe yazılmış kitaplardan kavâid-i Arabiyye daha kolay öğreniliyor, pek tabîîdir. Lâkin bizim en büyük kusurumuz her işde olduğu gibi lisân husûsunda da nazariyyât ile fazla dakāik ile uğraşmamız, tatbîkāta hiç ehemmiyet vermemekliğimizdir.
Meselâ çocuklara senelerce aksâm-ı seb’a skalası yaptırırız da bir mu’tel kelimeyi sıra ile tasrîf ettirmeyiz. Hattâ i’lâlin gavâmızını bildiğimiz halde belki kendimiz bile mu’tel fiili tereddütsüzce çekemeyiz! Fikr-i âcizâneme kalırsa mekteplerde okutulacak sarf ve nahv-i Arabî yüz sayfayı geçmemeli, en esâslı kavâid öğretilmelidir. Alt tarafı yalnız tatbîkāt olmalıdır. İkişer kelimeli cümlelerden başlanılarak ibâreler bulunmalı yahud tertîb edilmeli. Bunların elfâzı üzerinde kavâid-i sarfiyye tatbîk olunduktan sonra tahlîl-i nahvîler yaptırılmalı, tercüme ettirilmeli. Gide gide bu cümleler büyütülmeli. İş hafif ibâreli şiirlere kadar vardırılmalı. Çocuklar için Arapça yazılmış bir hikmet-i mensûreyi yahud bir şi’r-i ahlâkîyi anlamak ne büyük zevktir! Çocuk bir kere bu zevkten nasîb almaya başladı mı, artık onun âtîsi emîndir. Çünkü Türkçe okuyacağı âsâr kendisine bir taraftan nâ-mütenâhî Arabî kelimeler öğreteceği için sermâyesi ale’d-devam artacak; sizin için hafif hafif hikâyeler tercüme ettirmek imkânı bile hâsıl olacaktır. Arap çocukları için tertîb edilen Mecâni’l-Edeb neden bizim çocuklarımızın işine yaramasın? Bir sene adam akıllı okutulan çocuk Mecâni’l-Edeb’i pekâlâ okuyabilir. Vâkıâ bu eserin son ciltleri câhilî, hamâsî şiirler, makāmât, ıtbâk, tasâvîr gibi manzûm, mensûr birçok çetin eserleri hâvî ise de bu âsâr tedrîcî bir sûrette güçleştiğinden, yani kitabı sırasıyla ta’kîb eden çocuklar nihâyetlere doğru hayliden hayliye rüsûh kazanacaklarından o kadar güçlük çekmezler.
Bir de Arab’ın anlaşılması pek müşkil olan âsârını bugün biz okumazsak da olabilir. Zaten onları Araplar da şerhlerin imdâdıyla okuyabilir. Bize asıl mutavassıt kitapları anlayacak bir meleke elverir.
Maamâfîh Mecâni’l-Edeb’i misâl olarak getirdim. Yoksa mutlaka bir kitap okunsun demiyorum. Ancak gâyet musahhah, harekeli, iyi kağıt üzerine basılmış, münderecâtı güzel intihâb edilmiş, ayrıca bir de şerhi yazılmış bu eser de bizim için pek müfîd olabilir.
Benim tavsiye etmek küstahlığında bulunduğum bu usûl o kadar yeni bir şey değilse de büyük bir hatve-i terakkī olacağına şüphe edilmemelidir. Lisân için bundan çok daha amelî, çok daha kolay usûller varsa da ukalâdan birinin dediği gibi: “Ta’yîn ettiğimiz gâyete koşa koşa gitmeye kalkışırsak tabîî bir hareket etmiş olmayız” yavaş yavaş gidelim, fakat elbirliğiyle gidelim, hem mütemâdiyen gidelim. Beş on adım koştuktan sonra yorgun düşecek değil miyiz? Elbette tabîî bir yürüyüş daha emîndir.
Fârisî için de aynı usûl ta’kîb edilmeli. Bir Türk çocuğu kendisi için hiç bîgâne olmayan Fârisî’yi okumalı, anlamalı, hattâ söylemelidir.
Biz gâlibâ şu mülâhazâtımızla hem Arapça, Acemce ile uğraşanların hem de artık bu lisânların modası geçmiş vehminde bulunanların canını sıkacağız. Evvelkilerin biraz insâf buyurmalarını, mütâlaâtımın neresi yanlış ise ihtâr etmelerini ricâ ederiz.
Arab, Acem lisânlarıyla uğraşacak zamanda değiliz; yalnız akvâm-ı mütemeddinenin dillerini öğrenelim, diyenlere de deriz ki:
Sizin bu teklîfiniz tıpkı coğrafya kitaplarımızdan Asya, Afrika kıt’alarını artık kaldıralım demeye benziyor! A kuzum bizim o mütemeddin akvâmın arâzîsinde bir karış toprağımız yok. Bize orada ne ektirirler, ne de biçtirirler. Biz Asya’da ekeceğiz, Asya’da biçeceğiz. Lâf anlayan beri gelsin!
Dipnot: Mehmet Âkif Ersoy, Kavâid-i Edebiyye. Yayına Hazırlayan Yusuf Turan Günaydın (Büyüyen AY) ve Sırat-ı Müstakim Dergisi.
Mehmed Âkif Ersoy
Yorum Yaz