'İNSANİ MÜDAHALE' GERÇEKTEN İNSANİ MİDİR?

GÜVENLİK VE TERÖR ULUSLARARASI ÖRGÜTLER

İnsani Müdahale, Sovyetlerin dağılmasıyla karşımıza daha çok çıkan bir kavram olarak uluslararası ilişkilerde ve uluslararası hukukta önemli bir konudur.

Soğuk savaştan sonra insani müdahale ilk defa ABD’nin öncülüğünde Irak’a karşı başlatılan Huzur Operasyonu'nda karşımıza çıkmaktadır.

Soğuk Savaştan önce de insani müdahale durumu yaşanmış ancak bu mesele uluslararası sistemin gündemine 1990’lardan sonra gelmiştir. İki kutuplu sistemin sona ermesiyle, dünya genelinde çatışmaların sayısında artış olmuş ve bu durum daha fazla insani krizlerin yaşanmasına sebep olmuştur. Dolayısıyla insani krizlerin önlenmesi gerekçesiyle başka devletlere müdahale sayısında artış meydana gelmiştir. İnsani gerekçelerle başka bir devlete müdahale etmek, insani müdahale kavramını uluslararası hukukta tartışılır hale getirmiştir. Bu bağlamda Irak’a karşı yapılan Huzur operasyonu başta olmak üzere 1990’lı yıllarda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla gerçekleştirilen Somali, Bosna - Hersek ve Ruanda müdahaleleri çok tartışılmıştır.

Çok tartışılan insani müdahale kavramı üzerinde bir tanım yapmak da zor hale gelmiştir. Ancak genel hatlarıyla insani müdahale, Bir veya birkaç devletin ya da bir uluslararası örgütün, bir başka devletin vatandaşlarını bu devlette yer alan yaygın insan hakları ihlallerine karşı korumak amacıyla kuvvet kullanma tehdidinde bulunması veya kuvvet kullanması” olarak kullanılmaktadır.

İnsani müdahale konusunda tartışılan temel sorun insani müdahalenin gerçekten insani (iyi niyet) gerekçelerle yapılıp yapılmadığı meselesidir. İnsani müdahaleye karşı çıkan ve insani müdahaleyi destekleyen yaygın iki görüş bulunmaktadır.

 

"İNSANİ MÜDAHALE ULUSLARARASI HUKUKA VE BM ANLAŞMASINA AYKIRIDIR"

İnsani müdahaleye karşı çıkan birinci görüş; insani müdahalenin manipüle edildiğini, egemen güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda başka bir devlete müdahalede bulunduklarını öne sürmektedir. Bu bağlamda insani müdahale sadece insani gerekçelerle değil çoğu zaman siyasi nedenlerle yapılmaktadır. Yine bu görüşe göre; insani müdahale, bir devletin egemenliğini çiğnemek ve iç işlerine karışmak anlamına gelmektedir ve bir devletin iç işlerine karışmak ve egemenliğini ihlal etmek BM Kurucu Anlaşmasında yasaklanmıştır (Madde 2/4).

Aslında ‘müdahale’ (kuvvet kullanımı) kendi başına uluslararası sistemin iyi bakmadığı bir kavram olarak Birleşmiş Milletler Anlaşmasının 2. maddesinin 4. fıkrasında kesin olarak yasaklanmıştır: “Tüm üyeler, uluslararası› ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.”

Birleşmiş Milletler Anlaşmasının söz konusu kısmında kuvvet kullanma ile birlikte kuvvet kullanma tehdidinin de yasaklanması egemen devletlerin özellikle üçüncü dünya ülkeleri üzerinde sergilemiş olduğu saldırgan tavırların da engellenmesini amaçlamaktadır. Nitekim sadece kuvvet kullanmanın kendisi değil, kuvvet kullanma tehdidi de bir devletin toprak bütünlüğünü ve siyasi bağımsızlığını zedeleyecek; devletin egemenliğine halel getirecek bir tavırdır.

BM Anlaşmasında yer alan 2. maddenin 4. ve 7. fıkralarından hareketle, insani müdahaleye karşı çıkan görüş, BM Güvenlik Konseyi’nin insani müdahale gerekçesiyle almış olduğu kararların Birleşmiş Milletler’in kendi değerlerine ters düştüğünü savunmaktadır. Bu bağlamda insani müdahale kavramı uluslararası sistemde bir hukuk doktrini olarak değil, politik bir eylem olarak görülmektedir.

 

"İNSANİ MÜDAHALE DEVLET EGEMENLİĞİNİ İHLAL DEĞİLDİR"

İnsani müdahalenin yapılabileceğini savunan diğer görüş ise BM Anlaşmasının 2/4 maddesinde yer alan durumun iki istisnası olduğunu ve bu durumda insani müdahalenin yapılabileceğini iddia etmektedirler.

Madde 2/4’te yasaklanan kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinin dışında kalan ve yine Birleşmiş Milletler Şartının 51. maddesinde belirtilen iki istisnai durum söz konusudur. Birinci istisna Birleşmiş Milletler üyesi bir devletin hedef olduğu bir silahlı saldırı karşısında yapacağı meşru müdafaadır. BM kuvvet kullanımında meşru müdafaa hakkını kuvvet kullanmanın bir istisnası olarak görürken bunu da sınırlandırmıştır. Saldırıya uğrayan ülke Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gerekli önlemleri alıncaya kadar meşru müdafaa hakkını kullanabilir. BM Güvenlik Konseyi uluslararası barışın sağlanması ve korunması için gerekli önlemleri aldığında saldırıya uğrayan ülke için kuvvet kullanma yasağının istisnası ortadan kalkar. Diğer istisna ise, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin almış olduğu askeri müdahale kararlarıdır.

Uluslararası hukukta Birleşmiş Milletler Anlaşması ile yasaklanan kuvvet kullanmanın istisnasından hareketle ‘insani müdahale’, yaşanan insani krizlerin sonlandırılması ve ortaya çıkması muhtemel çatışmaların önlenmesi için gerçekleştirilebilir. Bu bağlamda Irak, Somali, Bosna-Hersek, Ruanda müdahalelerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi insani gerekçeler ile yetki vermiştir.

Yine bu görüşe göre, bir devlet vatandaşlarını soykırım, etnik temizlik, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan dolayı koruyamıyor veya korumada isteksiz davranıyorsa, yapılacak ‘insani müdahale’ devlet egemenliğini ihlal ve devletin iç işlerine karışmak anlamına gelmemektedir. Nitekim böyle bir durumda ortaya çıkan insani krize müdahale edilmediği sürece yaşanan insan hakları ihlalleri daha da derinleşebilir ve çözümü imkânsız hale gelebilir. Egemenliğini kullanamayan ve ülke içinde işlevsiz hale gelen bir rejimin bulunduğu bir devlete müdahale etmek bu anlamda devlet egemenliğini ihlal olmaktan uzaktır.

 

SOMALİ'YE İNSANİ MÜDAHALE

Yukarıda bahsedilen iki farklı görüş, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin ‘insani müdahale’ altında gerçekleştirmiş olduğu operasyonlara da farklı yorumlar getirmiştir. Örneğin 1992’de Somali’ye gerçekleştirilen insani müdahale günümüzde de tartışılmaya devam etmektedir.

1992 yılında Somali’de yaşanan iç savaş ülkede açlık krizini ciddi boyutlara getirmiştir. Tahıl depolarının ve tarım alanlarının iç savaşta zarar görmesi büyük bir kıtlık yaşanmasına sebep olmuştur. Taraflar arasında ateşkes sağlanamamasından dolayı gıda yardımının daha güvenli bir ortamda yapılması için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla Somali’ye ABD liderliğinde Birleşik Görev Gücü (Unified Task Force) gönderilmiştir. Birleşik Görev Gücü daha sonra yerini BM Barış Gücüne bırakmış ve yetkileri artırılmıştır. Somali müdahalesinin amaçları; ülkenin anayasal kurumlarını yeniden tesis etmek, asayişi temin etmek, ülkede milli mütabakat sağlamak ve demokratik yönetimin temelinde Somali devletini yeniden tesis etmek olarak açıklanmıştır.

İnsani müdahale altında ülkeye askeri güç kullanılmasını eleştiren görüş, ülkenin iç işlerine müdahale edildiğini ve devam eden iç savaşın daha da tırmandığını iddia etmektedir. Ayrıca Somali’ye gerçekleştirilen müdahalenin amaçlarını yerine getirmekten çok uzak olduğu ve halkın da bu müdahaleyi işgal olarak gördüğünü öne sürmektedir. Diğer taraftan müdahalenin yapılmasını destekleyen görüş ise müdahalenin yapılmaması durumunda ülkedeki açlık krizinin daha büyük facialara sebep olacağını ve ülkedeki ölüm sayılarının daha da artacağını ifade ederek müdahaleyi savunmaktadır.

 

GENEL DEĞERLENDİRME

‘İnsani müdahale’ şiddet ve çatışmaların arttığı bölgelerde yaşanan insan hakları ihlallerinin önlenmesi ve yaşanan insani krizlerin sonlanması amacıyla ortaya çıkmıştır. Ancak idealist temelli ortaya çıkan bu konu realizmin kurbanı olmuştur. Bugün gerçekten ‘insani müdahale’nin yapılması gereken durumlar söz konusudur. Ancak müdahaleyi gerçekleştiren güçlerin(devlet) çıkar ve güç dengesi meseleyi ‘insani’ olmaktan çıkartıp politik bir eylem haline getirmiştir. Mazlum Boşnak halkının maruz kaldığı soykırımın en temel sebebi, gerçekleştirilmeyen bir ‘insani’ müdahaledir. Ancak diğer taraftan, 2011’den beri Libya’da devam eden iç karışıklık ve şiddetin en temel müsebbibi de güç ve çıkar dengesi gözetilerek gerçekleştirilen ‘insani müdahale’dir. Yine şiddet ve insani krizlerin her gün artarak devam ettiği Suriye’deki durumun henüz bir çözüme kavuşamaması, Güvelik Konseyi daimi üyeleri başta olmak üzere, söz sahibi devletlerin güç ve çıkar çatışmalarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Arap Baharı süreci bize insani gerekçelerle gerçekleştirilmeyen ‘insani müdahale’nin kötü sonuçlarını göstermiştir.

Uygulamada keyfiliğin yaşandığı ve insani müdahalenin suistimal edildiği durumlarda sağlanması gereken küresel güvenlik yerine "küresel tahakküm" sağlanmaktadır. Bu bağlamda, 1990’lı yıllarda gerçekleşen Irak, Somali, Ruanda ve Bosna-Hersek müdahalelerinin uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve tesis etmek amacından saptığı iddia edilmiş ve çok tartışılmıştır.

İnsani müdahaleye getirilen iki farklı yaklaşımın da haklı oldukları noktalar söz konusudur. Bir meseleyi kökten reddetmek veya tamamen kabul etmek; bir taraftan bazı doğruları da reddetmeye, diğer bir taraftan da bazı yanlışları da kabul etmeye sebep olmaktadır. Dolayısıyla insani müdahalenin tamamen kabul edilmesi veya reddedilmesi de doğru değildir. İnsani müdahale gelişim sürecinde olan bir konudur ve önemli olan bu gelişimin doğru tamamlanmasıdır.

Çatışma ve şiddet insanın (devletin) doğasında olduğu sürece iç savaşlar ve çıkar çatışmaları yaşanacaktır. Bu sebeple insanlık tarihi boyunca bir ülke veya bölgede ‘insani’ bir müdahaleye, uzlaşmacı bir tarafa ihtiyaç olacaktır. Soykırım, etnik temizlik, iç savaş, insanlığa karşı suç, savaş suçu gibi yoğun insan hakları ihlallerinin yanı sıra; kuraklık, kıtlık, açlık gibi krizlerle birlikte ciddi boyutlarda doğal afetlerin de sebep olabileceği insani dramların önlenmesi ve böyle bir ortamda toplumun yeniden inşası için, mevcut devlet(hükümet) işlevsiz hale geldiğinde bir dış müdahaleye(insani müdahale) kötü niyetli bakmak mevcut insani kriz ve dramı daha da tırmandırabilir. Ancak önemli olan, ‘insani müdahale’ gerçekleştirilirken; uluslararası barış ve güvenliği sağlama ve tesis etmeye yönelik inanç ve bilinç geliştirilmelidir. Müdahaleyi gerçekleştiren devlet, ulusal düzeyde karar veriyor ve güç ve çıkar dengesini gözetiyorsa ‘müdahale’, ‘insani’ olmaktan uzak olacaktır.

Nasrettin GÜNEŞ

 

KAYNAKÇA:

  • ARAL Berdal, "Küresel Güvenlikten Küresel Tahakküme" BM Güvenlik Sistemi ve İslam Dünyası, Küre Yayınları, Birinci Basım, Kasım 2016
  • AKSOY ERCÜMEN Merve, "'İnsani Müdahale'den 'Koruma Sorumluluğu'na", İHH İNSANİ VE SOSYAL ARAŞTIRMALAR MERKEZİ (İNSAMER), Eylül 2015
  • AYTOĞU Çağatay Oğuzhan, "Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararları Doğrultusunda İnsani Müdahale", İstanbul Ticaret Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, Şubat 2016
  • MÜDÜROĞLU Nazlı, "Birleşmiş Milletler ve İnsani Müdahale", Ankara Üniversitesi, Tezsiz Yüksek Lisans Bitirme Projesi, 2007

http://www.ilimvemedeniyet.com/insani-mudahale-ve-somali-ornegi.html

http://www.ilimvemedeniyet.com/insani-mudahale-ve-somali-ornegi.html

Nasrettin GÜNEŞ
Nasrettin GÜNEŞ

Uluslararası İlişkiler | Siber Uzay & Siber Güvenlik Çalışmaları ng[at]nsrt.in

Yorum Yaz