İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Giriş:
1979 yılında Humeyni’nin önderliğinde gerçekleşen İran İslam Devrimi üzerine onlarca kitap yazılmıştır. Devrimin birçok yönünü inceleyen bu kitaplar devrimi farklı yönlerinden ele almışlardır. Lakin yazarların farklı ekollerden oluşu, onların konuya yaklaşırken farklı metotları tercih etmelerine sebep olmuştur. Ama şu da belirtilmelidir ki, tüm tarihçiler belli bir ekolü takip ederek tarih yazmıyorlar. Hepsi a veya b ekolüne girip ve ona göre tarih yapmıyorlar. Ama tarihçinin okudukları ve bazen de içine doğduğu ekol onun bazı özellikler ile yazmasını sağlayabiliyor. Her tarihçinin bilinçli bir ekol takipçisi olduğunu söylemenin zor olduğunu düşünüyoruz. Bu eserde İran İslam devrimi üzerine tartışmaları ele alırken tarihçilerin ekollerini de bilmeye ve tahmin etmeye çalışacağız.
Bu yazıda İran İslam Devrimi’nin meydana getiren olaylar değil, tarihçilerin bu olayı nasıl kavradıkları ve hangi bakış açısıyla yaklaştıkları ele alınacaktır. Ama kısaca İran İslam Devrimi denilince bilinmesi gerekenlerden bahsetmek istiyoruz. İran İslam devriminin kökenlerini araştırırken hangi tarihten başlanması gerektiği ayrı bir tartışma konusudur. Ben ise İran İslam Devriminin Şah’ın 1962 yılından itibaren başlattığı beyaz devrimden başlatmanın mantıklı olacağını düşünüyorum. Ama asıl vurucu darbe 1970’lerden itibaren olacaktır.
1962 yılında Şah’ın “Beyaz Devrim” adını verdiği bir dizi reform programı hayata geçirilecektir. Humeyni ise buna “Kara Devrim” demekteydi. Bu reform özellikle toprak reformu denilebilecek bir reformu beraberinde getiriyordu. Taflıoğlu, Şah’ın bununla köylüleri yanına çekerek ulemanın gücünü kırmayı hedeflediğini söylüyordu. Bu reform paketi sonrasında, meclis feshedildi ve meclisteki İslami ve geleneksel usuller kaldırılmaya çalışıldı. Yemin etmenin kaldırılması ve kadınlara seçilme hakkının verilmesi gibi bazı reformlar yapılacaktı. Ulema buna şiddetle karşı çıktılar.[1] Bu reformlar, sonrasında beklenen etkiyi meydana getirmeyecek ve ulema bu reformun karşısında duracaktır. Akabinde alimler Beyaz Devrim aleyhine fetva yayınladılar. Daha da ileriye giderek o yılki nevruzun Şah’ın Beyaz Devrimi nedeniyle yapılmayacağını bildirdiler. Şah bunun akabinde harekete geçti. Humeyni Şah’ı eleştirmeye devam ediyordu. Bunun üzerine Humeyni’nin de bulunduğu Fevziye medreseleri basıldı. Humeyni ve muhalefet eden bazı ulema hapse atıldılar. Sonrasında halk ülkenin muhtelif yerlerinde ayaklandı. Bu ayaklanmalar ise kanlı bir şekilde basıldı ve İran tarihine “Kanlı Hordad” şeklinde geçti.[2]
Humeyni hapishanede kısa bir süre kaldıktan sonra tahliye edildi. Humeyni tahliye edildikten sonra rejim aleyhine konuşmaya devam etti. 1964 yılında meclisten Amerikalıların lehinde bir karar çıkınca Humeyni çok ağır bir konuşma yaptı. Bunun akabinde Humeyni ülkeden sürüldü. Humeyni Türkiye’de kısa bir süre durduktan sonra 13 yıl kalacağı Necef’e gitti. Irak’ta 13 yıl boyunca bulunan Humeyni burada yine vaazlar vermeye devam etmekteydi. Özellikle 1970’li yıllardan itibaren velayet-i fakih düşüncesini anlatmaya başladı. Velayet-i Fakih teorisi İran tarihinde oldukça önemlidir. Bir dönüm noktası olarak düşünülebilir. İran 2500 yıllık bir monarşi geçmişi olan bir ülke olarak düşünülür. Humeyni ve dönemin diğer aktörleri ile birlikte bu düşünce yıkılacaktır.
Humeyni velayet-i fakih ile birlikte Şii Geleneksel İnanç sisteminin dışına çıkmış oluyordu. Ondan önceki alimler yönetim, hükümet ve devlet reisliği hakkının masum imamlarda olduğuna inanıyorlardı. İmamlar ise Peygamberimiz soyundan geliyorlar ve onların yönetmesi gerekiyordu. Lakin 12. İmam’dan sonra bir gaybet dönemi yaşanmıştır. Bu tarihten sonra ulema gaip imam gelene kadar onun yerine geçen herkesi gasıp olarak görmüştür. Ulema ve dindar insanlar devleti yönetmeye ve başına geçmeye çalışmamışlardır. Ama Humeyni ile birlikte ve onun velayet-i fakih teorisi ile birlikte bu geleneksel düşünceden kopuş söz konusu olmuştur. Humeyni gaip imam gelene kadar devleti ulemanın yönetmesi gerektiğinden bahsediyordu.[3] Humeyni’nin bu görüşü elbette direk olarak kabul edilmedi. Çünkü gelenekten çok farklı bir yorum getiriyordu. Belki de bu tarz bir yoruma gitmesinin Pehlevi döneminde yaşadığı zorluklarında etkisi olduğu düşünülebilir.
Devlet 1975 yılında diriliş partisini kuruyor. (Hizb-i Restahiz) Bu parti ile birlikte devlet bazı önlemler alıyor. Ekonominin kötü gitmesi dolayısıyla denetim sonucu yaklaşık 250 bin kişiye ceza kesildi. Durum sonrasında ceza yiyen pazar esnafı çareyi ulemaya sığınmakta buldu.[4] Ulemaya sığınan bu esnaf grubu ulemanın gücünü artırmış olsa gerektir.
Bu süreç içerisinde Şah ile halk doğrudan defalarca karşı karşıya geldiler. 1978 yılında meydana gelen olay devrimin gerçekleşmesini kaçınılmaz kılacaktır ve Şah ile halkın uzlaşma imkânını ortadan kaldıracaktır. 1978 yılında İran’ın yarı resmi olduğu iddia edilen ittilaat isimli gazetesinde Humeyni aleyhine yazı çıkmıştır. Bu yazıda Humeyni’nin vatan haini olduğu gibi ağır ithamlarda bulunulmaktaydı. Bunun sonucunda halk galeyana geldi ve İran’ın birçok bölgesinde isyanlar meydana geldi. Bu isyanlar dinmek bilmiyordu. Ordu ise isyan edenleri kanlı bir şekilde bastırmaya çalışıyordu. Bu olaylar esnasında ve biraz öncesinden itibaren Şah aleyhine söylemler halk arasında iyice arttı. Şah’ın gitmesini ve Humeyni’nin gelerek İran İslam Devrimini kurması babında sloganlar atılıyordu. Artık Şah’ın ülkeden gitmesi kaçınılmazdı. Ordu içerisinde Şah’a olan bağlılık iyice azalmaktaydı. Bu dönemde gizli bir şekilde rapor hazırlanması için birilerinin görevlendirildiği dile getirilmektedir. Rapor hazırlayanların kafasındaki problem orduda Batı yanlısı bir devrimin mümkün olup olamayacağı idi. Yapılan araştırma sonucu ise Batı yanlısı bir devrimin imkansızlığı yönündeydi. Bu olayların sonucunda Şah ülkeyi terk etti ve ondan sonra 1 Şubat 1979 tarihinde Humeyni İran’a geldi.[5]
Humeyni geldikten sonra malum devrimi destekleyen birçok gruptan insanlar bulunmaktaydı. Bunlar tasfiye edildiler. Devrimin İslami özelliği korundu. Sonrasında 444 gün sürecek olan İran-Amerika krizi meydana geldi. Rehineler 444 gün sonra bırakıldılar. ABD başarısız bir operasyon gerçekleştirdi. Bu tarihten sonra 1980 yılında başlayan sıfır kazançlı bir savaş meydana geldi. İran ve Irak 1980 yılında başlayacak ve 9 yıl sürererek 1989 yılında bitecek bir savaşı başlattılar. 1989 yılında barış antlaşması imzalandı ve aynı tarihte Humeyni vefat etti.
Kısaca İran İslam Devriminin serüveninde bahsedilmiş oldu. Devrimin kökleri farklı yerlerde aranabilir ve farklı bir şekilde anlatılabilir. Ben özellikle devrimin 1962 yılında başladığının daha doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü Şah’ın o tarihten itibaren yapmış olduğu reformlar Pehlevi hanedanlığının sonunu getirecektir. Sadece ulemanın değil Pehlevi hanedanlığının kendi dayandığı temelleri bile sarsacaktır. Devrimin İslami özellik kazanması ya da ulemanın devleti yönetmeye başlamasının tarihi Humeyni’nin velayet-i fakih teorisi ile başlatılmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü onun öncesinde sistemli bir şekilde Gaip İmam’ın yerine ulemadan kimse yönetime talip olmamaktadır. Ancak Humeyni ile birlikte geleneksel Şii düşüncesinden bir kopuş söz konusu olmuş ve yönetimde hak iddia etmişlerdir. Devrimin İslami bir özellik kazanmasında Humeyni’nin rolü söz konusudur. Ama bilinmelidir ki onun döneminde Ali Şeriati gibi diğer önemli alimlerin devrime olan katkıları söz konusudur ve bunlar ayrıca tahlil edilmeleri gerekmektedir.
İran denilince akla gelen önemli tarihçilerden olan Ervand Abrahamian’ın eserini ilk olarak ele almak istiyoruz. Ervand Abrahamian, 1940 yılında Tahran’da doğmuştur. Aslen Ermeni olan yazar daha sonra Avrupa’da eğitim kariyerine devam etmiş. Önde gelen üniversitelerden olan Oxford gibi üniversitelerde okumuş ve dersler vermiştir. Tarih yazımında ise Marksist Tarih Yazımı’nı benimsemiştir. İran İslam Devrimi’ni ele alırken sınıflar arasındaki çatışmaya çok fazla vurgu yaparak devrimi açıklamaya çalışmıştır. Özellikle Şah’ın 1962 yılından itibaren yapmaya çalıştığı Beyaz Devrim toprak ağalarını kızdırmasından bahseder. Ayrıca eserinde devrimi ele alırken ekonominin üzerinde özellikle durur.
Abrahamian’ın devrim ile alakalı görüşlerinin adeta özeti gibi olan sözlerini buraya almak istiyoruz.
““Tüm bu değişiklikler toplumsal gerilimi belli başlı üç koldan kızıştırdı. Bir kere, geçmişte Pehlevilere en ciddi şekilde meydan okumuş iki sınıfın – aydınlar ve kentli işçi sınıfı- boyutunu dörde katlamıştı. Bu grupların hıncı da artmıştı, çünkü ara dönem boyunca şu ya da bu şekilde kendileri temsil eden meslek odaları, sendikalar, bağımsız gazeteler ve siyasal partiler gibi örgütler düzenli olarak ellerinden alınmaktaydı. Diğer yandan toprak reformu, köylüleri ve aşiret nüfusunu yüzyıllar boyunca denetim altında tutmuş ayanı da vurdu. Toprak reformu siyasal bakımdan kolaylıkla serseri mayına dönüşebilecek çok sayıda bağımsız çiftçiye topraksız rençber üretmişti. Beyaz devrimin amacı Kızıl Devrim’i önlemekti. Oysa İslam devrimine zemin hazırladı. Dahası, nüfusun düzenli artışı ekilebilir arazi açığıyla birleşince, durmadan genişleyen gecekondu bölgeleri yarattı. 1970’lerin ortalarında rejimin karşı karşıya kaldığı toplumsal sorunların boyutu geçmişle akla gelmeyecek kadar büyüktü.”[6]
Yukarıda da belirtildiği üzere Abrahamian, devrimin sebeplerinden birisi olarak sınıf çatışmasını vurgulamaktadır. Dolayısıyla devrimin kökleri sınıflar arasındaki uyuşmazlık, ekonomik nedenler ve Şah’ın reformları sebep olmaktadır. Ayrıca Abrahaian, eserinde toprak reformunun etkisinden de bahsetmektedir.
İran İslam Devrimi ele alınırken bazı yazarlar eğer bazı durumlar oluşsaydı İran İslam Devrimi vukua gelmezdi. Eğer Şah, gösterilere karşı daha sert önlemler alsaydı İran İslam devrimi olmazdı veya CIA ülkede etkinliğini daha fazla artırsa ve önlem anlamaya başlasaydı devrimin olması imkansızdı gibi sözler sarfedilmiştir. İran İslam Devrimi’nin engellenip engellenemeyeceği de tartışılmıştır. Burada Abrahamian’ın görüşünü tutarlı bulmakla birlikte onu aktarılmasının zaruri olduğu düşünülmektedir. Abrahamian eserinde yukarıdaki tartışmalara cevap olarak “oysa bu spekülasyonlar, güvertedeki iskemleler başka türlü dizilseydi acaba Titanic yine de batar mıydı, diye tartışmak kadar anlamsız.”[7] İran İslam Devriminin bu menbadaki tartışmalarını spekülasyon olarak değerlendirmiş ve tartışmanın boş ve beyhude bir çaba olduğunu dile getirmiştir. Bu görüşün doğruluğuna katılmakla birlikte bu tarz tartışmalardan ziyade dönem anlaşılmaya çalışılmalıdır.
Abrahamian, devrimin neden ve nasıl meydana geldiğini tartıştığı eserinde Şah’ı kendi toplumunu anlamamakla ve dünyayı anlamamakla itham etmektedir. Neredeyse toplumun her kesimine yabancılaşmış ve toplumdan aydınlardan, kentli kesimden uzaklaşmış bir Şah duruyor karşımızda ve Abrahamian’a göre bu durum Şah’ın sonunu getiriyor. Ayrıca Cumhuriyetçilik çağında Şah’ın Monarşi ve Şahlık ile övündüğünü ve bunu öne çıkarmaya çalıştığını söylüyor. Değişen düzeni anlamamakla onu itham ediyor. Ayrıca özellikle Ortadoğu’da bazı kritik konular da Şah’ın yanlış hamleler yaptığından söz etmektedir. Örneğin Filistin meselesinde Şah’ın aleni bir şekilde ABD’den taraf olması ve diğer bir önemli konu olan Vietnam meselesinde yine ABD’den taraf tutması, onu halk nezdinde itibarsızlaştırmaktaydı.[8]
Temel kaynaklarımdan diğer bir tanesi olan Mehmet Serkan Taflıoğlu’nun daha sonra kitaplaştırılacak olan doktora tezinden bahsetmek istiyorum. Taflıoğlu’nun doktora tezinin adı İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni ve Velayet-i Fakih Meselesi’dir. İsminden de anlaşıldığı üzere Ayetullah Humeyni üzerinde ve velayet-i fakih teorisi üzerinde yoğunlaşacaktır. Bizim konumuz ile alakalı olarak eserinde sayfa 5-10 arası İslam Devrimi ile alakalı tartışmalara yer vermiştir. Yazarın verdiği ve sunduğu tartışmalara ve yazarlara göz atıldı. Ama onun verdiği yazarlar içerisinde eserini okuyabildiğim birisi varsa kaynak olarak kullanmayı tercih ettim. Aslından okumadığım bir kaynağın İran İslam Devrimine bakış açısını alıp kullanmadım.
Şunu ifade etmek gerekir ki şahıs üzerinden dönemi anlamaya çalışmak bazı sorunları beraberinde getirmektedir. Yani tarihi bir şahsiyetin biyografisi üzerinden tarihi anlamaya çalışırken çok dikkatli olmak gerekir çünkü çalıştığımız ve ele aldığımız şahıs, sanki her şeyin arkasında, tüm olanlar ondan dolayı oluyor gibi bir izlenime kapılabiliriz. Taflıoğlu’nun sanki birazcık Humeyni’yi olayların eksenine koyduğunu görüyoruz. Humeyni’nin rolünün olandan fazla gösterilmesi ise tarihin yanlış anlaşılmasına sebep olacaktır şüphesiz.
Taflıoğlu eserinde Humeyni’nin siyasi hayatını üç döneme ayırmıştır. Bunlardan birincisi, 1940-1960 arası dönemdir. Humeyni bu dönemde aktif olarak siyasete katılmamış, görüşlerini eserlerinde yazmış ve halk ile ders halkalarında bulunmuştur. İkinci dönem onun merci-i taklid olması ile başlayan ve 1979 İran İslam Devrimi ile son bulan dönemdir. Bu dönemde aktif olarak Şah karşıtı bir politika izlemiştir. Bu süreç içerisinde oldukça zor bir hayat geçirmiş ve etkisi ve nüfuzu gittikçe artan bir şahsiyet olarak karşımıza çıkar. Şah’ın yapmak istediği politikaları eleştirir ve bunda da başarılı olur. Üçüncü ve son dönem ise Humeyni’nin devrimden sonra 1989 yılında vefatına kadar olan dönemi kapsar.[9] Konu gereği son dönem ile hiç ilgilenilmeyecektir.
Taflıoğlu ayrıca dönem iyi anlaşılsın diye eserinde dönemin önde gelen simalarını da eserinde işlemiştir. Eserinde dönemin önemli simalarından Ayetullah KAşani, Ayetullah Burucerdi, Ayetullah Hüseyin Ali Munteziri, Ayetullah Seyyid Mahmud Talegani, Ayetullah Murtaza Mutahhari, Mehdi Bazargan ve Ali Şeriati gibi isimlerden eserinde bahsetmiştir. Ayrıca eserinin son bölümünde velayet-i fakih teorisini etraflıca ele almıştır.
Dolayısıyla şöyle bir tablo çıkmaktadır karşımıza; Taflıoğlu, İran İslam Devrimi ile alakalı tartışmaları ilk başta doktora tezinde inceledikten sonra Humeyni’nin hayatını anlatmakta ve Humeyni üzerinden İran İslam Devrimi’nin incelemektedir. Sonrasında dönemin önemli şahsiyetlerinin hayatlarını ele almakta ve velayet-i fakih kavramını inceleyerek eserine son vermektedir.
İran İslam Devrimi’ne yazarların bakış açılarını ele almaya çalışırken ve onların ekollerini anlamaya çalışırken baktığım diğer bir eser ise Michael Axworthy’nin İran Aklın İmparatorluğu Zerdüşt’ten Günümüze İran Tarihi isimli eseri idi. Yazar eserinde bu eserin İran Tarihi hakkında malumatı olmayan insanların okuması için basit ve temel seviyede bir yaklaşım izleyeceğini belirtmiştir. Kendisi bu eseri bir ders kitabı niteliğinde yazmış ve konuları da o şekilde ele almıştır.
Michael Axworthy eserinde Humeyni’ye geniş yer ayırmıştır. Sonrasında özellikle eserinde ekonomiye olan vurgu göze çarpar. 1963 ile 1970 arası İran ekonomisi bir patlama dönemi yaşamaktadır. Bu dönemde şahıs başına düşen milli gelir yaklaşık 10 kat artmıştır. Yine bu dönemde Şah’ın reform programının avantaj ve dezavantaj yönleri bulunmaktadır. yaklaşık 2 milyon civarında köylü toprak ile buluşturulur. Tarım makineleştiği içinde işçilerin bir kısmı artık topraklarda çalışamazlar. Büyük şehirlere göç söz konusu olur. Okul ve sağlık alanında yatırımlar söz konusu olur. Okula giden öğrenci sayısı çok fazla bir şekilde artar. 1977’den sonra ülkede ekonomik kriz söz konusu olur. Özellikle artan enflasyon sonucu alınmaya çalışılan tedbirler olumsuz sonuç vermişlerdir. [10]
Axworthy diğer eserlerde pek de dillendirilmeyen bir konuyu eserinde ele almaktadır. Ona göre toplumda huzursuzluğun artmasına neden olan başka bir gelişme daha vardır. O ise İran’da 1979 yılında bulunan yaklaşık 50 bin Amerikalıdır. Ülkede ayrıcalıklı bir şekilde yaşayan Amerikalılar halkın nefretini kazanırlar. Ayrıca Axworthy, Şah’ın yaptığı müsrif ve gayr-i dini olarak telakki ettikleri bazı hareketlerine karşı çıkarlar. O büyük kadim imparatorlukların hayalini kurarken ve Persepolis’te 1971 yılında devasa bir tören organize ederken ve İslam öncesi İran’ın monarşik geleneğine vurgu yaparken halka bunlar yabancı ve itici gelmektedir. [11]
Sonuç olarak Axworthy değerlendirmesini şu şekilde yapmaktadır;
“Şah’ın yönetimi başarısızlık ve başarıların karışımıdır; ikisinden biri, diğerine hakim değildir. Göklere çıkarılan ekonomik ve kalkınmacı politikaların bazıları oldukça etkileyicidir, bazıları ise sığ ve yüzeyseldir. Ancak önemli başarısızlıkları temelde politiktir. Şah’ın temsilci hükümeti yeniden kurmakla ilgili bir programı yoktur ve yaşanan karmaşa ortamına dair tek çözümü baskıdır. Şah, halkın desteğini alabilmiş olsaydı belki daha uzun süre bu iktidarı sürdürebilirdi. Ancak monarşi, sıradan İranlıların tutum ve endişelerinden, hayatlarından uzaktır. Paradoksal olarak (belki de kısmen çok uzun süredir Marksist bir yer altı örgütüne karşı mücadele ettiği için) Şah, hatalı bir Marksist analizi benimser: Başarılı kalkınma politikalarıyla maddi refahı güvence altına alırsa her şeyin bu refahla beraber düzeleceğini düşünür. Ancak çok az sayıda ekonomi sürekli sürdülebilir bir ekonomik büyüme sağlayabilir.”[12]
Daha sonra yazar Jimmy Carter’in politikalarına değinir. Onun politikası gereği İran insan hakları konusunda bazı müsbet adımlar atmıştır. Bu müsbet adımlar muhaliflere cesaret vermiş ve muhaliflerin sesleri İran’da duyulmaya başlamıştır. Bu dönemdeki önemli bir isim olan Şeriati’den bahsetmeyi ihmal etmez. Şeriati özellikle aydın kesim üzerinde oldukça etkili olmuş olan bir isimdir.[13]
Sonuç olarak değerlendirecek olursak; Şah’ın baskıcı politikaları, ekonomik olarak kötü politikalar, toplumun birçok kesiminin düşman hale getirilmesi ve Humeyni’nin oynadığı önder rol ve Ulemanın gücünün Şah’a karşı kullanılması gibi sebepler sonucu tahtı terk etmek zorunda kalmıştır. Axworhty eserinde bu şekilde bir değerlendirme yapmıştır.
Konu ile alakalı olarak bir de farsça bir kitap okudum. Doktor Musa Necefi ve Doktor Musa Fakih Hakkani’nin birlikte çıkardıkları Tarih-i Tehevvülat-ı Siyasi-i İran isimli bir kitap. Bu kitap kadim dönemden itibaren İran tarihini ele almıştır. Pehlevi Rejiminin sona ermesine ve Şah’ın İran İslam Devletini kurmasına kadar önemli olayları kitapta ele almışlardır.
İran İslam Devrimi anlatılırken Humeyni yine anahtar figürdür. Humeyni aktif olarak Şah karşıtlığına başladıktan sonra üç şey aleyhine konuşmuş ve üç şeye karşı çıkmıştır. Bunlardan birincisi, Eyalet ve vilayet kanunları aleyhine, ikincisi; Şah’ın beyaz devrimine ve son olarak kapitülasyonlar aleyhinedir.[14] Humeyni zamanla söylemleri ile halkı etrafına toplayacak ve nüfuzu artacaktır.
Eyalet meselelerinde özellikle Bahailerin devlete girmesi söz konusu olacağını düşünüyordu. Şah aleyhine bildiride bulununca Şah geri adım attı ve eyalet ve vilayetler ile ilgili kararnamede geri adım atıldı. Şah’ın beyaz devrimi ve Humeyni’nin onu Kara Devrim diye adlandırmasını ve ona karşı mücadelesini yukarıda işlemiştik. Kapitülasyon aleyhine ise; Hasan Ali Mansur’un aracılığıyla çıkan kapitülasyon tartışmalara neden oldu. Humeyni bu kapitülasyonları eleştirdi. Amerika lehine çıkarılan bu kapitülasyonlar sonucu Humeyni büyük bir konuşma yapınca Türkiye’ye sürüldü.[15] Sonrasında ise Hasan Ali Mansur’a suikast düzenlenecek ve Hasan Ali Mansur hayatını kaybedecekti.[16]
Daha sonra bu eserde Pehlevi rejiminin yıkılması maddeler halinde ele alınmaktadır. Bu maddeler ayrıca İran İslam Devrimi’nin kurulmasını sağlayacaktır. Pehlevi rejiminin bozulma sebepleri;
Bu eserde maddeler dile getirildikten sonra her madde kısa bir şekilde açıklanmış ve İran İslam Devrimi’ni meydana getiren sebepler irdelenmiştir. Yukarıda yazılan maddeler ise İran İslam Devrimini meydana getiren asıl sebep olarak gösterilmiştir.
İslam Devrimi araştırılırken okunulan diğer bir kitap Bülent Keneş’in İran Siyasetinin İç Yüzü isimli kitaptır. Bülent Keneş eserinde İran Devriminin “kuşatıcı” ve “nazari” bir şekilde anlaşılabilmesini onun çok erken tarihten itibaren yani 150 yıl öncesinden siyasi düşünce tarihinin iyi bir şekilde analiz edilmesi sonucunda gerçekleşeceğini söylemektedir. Özellikle ulemanın rolünü öne çıkarmakta ve organize olmuş ve güvenleri kazanan kimseler olarak ulemayı öne çıkarmaktadır.[18]
Bülent Keneş ulemanın hakim rolünü üstlenmesini kaçarlar döneminden ve özelikle 1906 yılında meşrutiyet hareketlerine katılmalarına kadar götürmüştür. Şah’ın politikaları ulemayı ve tüccarları yönetimden soğutmuş ve şah karşıtı olan muhalefet için ulema bir sığınak rolü üstlenmiştir. Dolayısıyla tüccar ve ulema ittifakının kökenleri geçmişte aranmalı ve devrimde de zaten bu görülecektir. Bülent Keneş burada önemli olan diğer bir kavramın altını çizmektedir; merce-i taklid kavramının. Bu kavram ulema içerisinde en alim en bilgili olanın taklid edilmesi ve zekat ve diğer maddi yardımların bu kişilere yapılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla bu şu demekti aynı zamanda merce-i taklid makamına geçen kişi maddi ve manevi bir güce ve nüfuza ulaşıyordu. Humeyni’de 1961 yılında Burucerdi’den sonra bu makama geçecekti.[19] Merce-i taklid makamı eğer devletin veya hükümetin hilafına çalışıyorsa o zaman büyük bir tehdit haline gelebilmekteydi. Humeyni örneğinde olduğu gibi. Şah bu durumdan haberdar olduğundan buna önlem almaya çalışacaktır. Necef’te bulunan Arap müçtehit Ayetullah Şeyh Muhsin el-Hakim’e merce-i taklid makamına geçmesi için telgraf çekmiştir. Böylece Kum şehrinin etkinliği azalacaktı.[20] Lakin onun bu isteği yerine Humeyni bu makama geçecektir.
Keneş eserinde Humeyni’yi öne çıkaran sebepleri tartışmıştır. Humeyni döneminde Ayetullah olabilecek 3 kişi bulunmakta idi ve bunların haricinde birde Şah’ın desteklediği kişi vardı. O öldükten sonra Şah yine onun yerine birinin geçmesi için uğraştı. Şeriatmedari Şah’a yakınlık gösterdiyse de halk onun aleyhine kıyam ettiler. Çünkü devlet ile işbirliği içerisine giren ulemanın eleştirildiği ve kötü göz ile bakıldığı bir döneme girilmiş idi. Keneş ulemanın tavrını üçe ayırıyor. Bunlardan ilki devlet ile uyum içerisinde olanlar, bunlar “saray uleması” ve “sultanın uleması” gibi takma adlarla tahkir ediliyordu. Diğer bir grup devlete karşı muhalefet yerine sessizliğe bürünüyordu. Sonuncu grup ise Humeyni ile birlikte açıktan ve sert şekilde Şah’ın karşısına çıkıyordu.[21]
Keneş eserinde ayrıca Şeriati’nin etkisinin üzerinde durmaktadır. Şeriati’yi Müslümanları devrimci yapan birisi olarak tanıtmaktadır. Şeriati’ye göre Müslümanlar adaleti sağlamak için çalışmalı ve zülme karşı ve zalimlere karşı harekete geçmeleri gerekiyordu. Şeriati’ye göre toplumu yönlendirecek önemli kesim ulema değil aydınlardı.[22] Humeyni ile aralarındaki temel farklardan birisi de bu olsa gerektir. Onun öne sürdüğü görüşler aydınları çok etkileyecektir.
Keneş ayrıca eserinde Humeyni’yi etkileyen isimlere de dikkat çekmiştir. Bunlar arasında Şeriati ve Celal Ali’ye önemli bir yer ayırmıştır. Celal Ali garpzedeği (batı zehirlenmesi ya da batı çarpması) isimli eserini yazdıktan sonra birçok insan batı taklitçiliğinden uzaklaşmış ve onun görüşlerinden etkilenmiştir. Keneş eserinde Humeyni’yi Humeyni yapan kişilere de değinmiş oluyor.[23]
Keneş Şii Ulema’nın etkisini artırmasını 19. Yüzyılda Kaçar hanedanının güçsüz kalması ve yabancı güçler tarafından işgal edilmesiyle başlatmaktadır. O dönemden itibaren alimler yabancılara karşı çıkan ve baskıya karşı çıkan tek güç olmuşlar ve öne çıkmaya başlamışlardır. Keneş ayrıca Humeyni’nin başarısının ketumiyet olmasında yattığını söyler. Yani diğer grupları da yanına çekebilmek ve Şah’a karşı muhalefetinde daha güçlü olabilmek için gelecek ile ilgili planlarını diğer insanlara aktarmamıştır.
Keneş devrimin meydana gelmesindeki ana nedeni şu şekilde değerlendirmektedir;
“İran’da devrimin başarılı olması ve Şah’ın devrilmesine yol açan durumla ilgili çok sayıda tahlil yapılmıştır. Ancak, asıl sebebin Şah’ın petrol gelirindeki büyük artıştan sonra modernleşme siyasetini gerçekleştirebilmek için Şah, Batı tipi eğitim görmüş geniş bir sınıfı meydana getirmiş ve bu sınıftan Batı’nın maddi kültürünü büyük ölçüde paylaşacağı beklenmiştir. Bu sınıfın başarısı ve mutluluğu, yeni refahtan hiç pay alamayan veya çok az faydalanan toplum kesimlerinde büyük bir memnuniyetsizliğe sebep olmuştur. Şehirlerin çevresinde barakalardan oluşan büyük yerleşim birimlerinde işsiz ve gittikçe artan sayıda yoksul insan birikmeye başlamıştır.”[24]
Yukarıdan da anlaşıldığı üzere Keneş, devrimin meydana gelmesinde ekonominin bozulmasının ve bunun paranın dağıtılmasındaki aksaklığın asıl neden olduğu üzerinde durmuştur. Ayrıca yazar Şiiliğin devrimin meydana gelmesine önemli bir etkiye sahip olduğunun üzerinde durmuştur.[25]
Özetleyecek olursak Keneş, İran Siyasetinin İç Yüzü isimli kitabında devrimin birçok yönünü ele almaya çalışmıştır. Bu yönüyle anal ekolünü takip ettiği söylenebilir. Yani toplumdaki değişimi, gelişmeyi geçmişten itibaren anlamaya çalışmış, büyük şahsiyetler üzerinden tarih yazımı değil de sosyal olaylara değinmiş ve çeşitli disiplinlerden yararlanmaya çalışmıştır diyebilirim.
Diğer bir eser olarak William L. Cleveland’ın yazmış olduğu eserden bahsetmek istiyorum. Eserin adı Modern Ortadoğu Tarihi’dir. Yazar eserinde İran İslam Devrimi’ni Ortadoğu’ya olan etkisi ile inceleyerek başlamıştır. Özellikle devrimden sonra bölgedeki Müslüman ülkeler ister yöneticileri laik olsun ister diktatör olsunlar büyük bir korku yaşamışlar ve İran tecrit edilmiştir. Ayrıca ABD’nin bölgedeki politikaları suya düşmüştür.[26]
Cleveland, eserinde diğer kitaplarda pek de değinilmeyen bir isme Mehdi Bezirgan’a değinmektedir. Mehdi Bezirgan daha sonra Şeriati gibi önemli bir ideologu barındıracak olan Özgürlük Hareketi’ni kurmuştur. 1961 yılında kurulan bu teşkilat Şah’a muhalefet ediyor ve liberal muhalefet güçlerinin öncüsü konumundaydı. Ayrıca, Cleveland toplumda devam eden bazı köklü hissiyatların olduğunu ve bunun da Humeyni tarafından kullanıldığını dile getirmektedir. 1891 yılındaki tütün gösterisi, 1905-1911 yılındaki anayasal devrim mücadelesi ve 1963 yılında Beyaz Devrim’e karşı gösterilen mücadele buna örnek olarak verilebilir.[27]
Cleveland, İran İslam Devrimini ele aldığı eserinin geri kalan kısmında yukarıda çokça zikredilen olaylara yer vermiştir. Yukarıda ele aldığımız kanlı hordad, ittilaat gazetesindeki yazı ve ABD’nin Şah’a karşı tavırları gibi konuları ele alarak İran İslam Devrimi ile ilgili bahsini bitirmiştir.
Sonuç
İran İslam Devriminin İran’daki 2500 yıllık bir monarşi geçmişine son verdiği söylenir. Bu devrim ile zikredildiği üzere 2500 yıllık bir monarşiye son verilmiş ve İslami bir devlet kurulmuştur. Hem bu açıdan hem de yeni bir sistem kurulduğundan dolayı birçok yazar, tarihçi ve ilim adamı bu süreci merak etmiş ve eserler kaleme almışlardır. Kimisi devrimi 100 yıl öncesinden başlatmıştır. Kimisine göre devrimde asıl rolü Humeyni üstlenmiştir. Kimisi Marksist bir tarih anlayışıyla olaya yaklaşmıştır. Kimisi büyük güçlerin etkinliği bağlamında İran İslam Devrimini değerlendirmiştir. Biz ise bu makalemizde hem sayfa sayısı sınırlı olmasından hem de aşırı yoğunluktan ötürü belli başlı temel sayılacak eserlere göz attık. Baktığımız eserlerin sayısı sınırlı olmakla birlikte yazarların nasıl bir tarihçi ve hangi ekolden olduklarını tahmine çalıştık. Bu eseri yazarken en çok zorlanılan kısım oldu. Bazı tarihçilerin Marksist ekolde yazdıklarını söyleyebilsek de hangi ekolden ve ne amaçla İran İslam Devrimini eserindeki şekliyle işlediğini anlayamadık. Tüm buna rağmen İran İslam Devrimini ele alırken nereleri öne çıkardıklarına ve nereleri daha önemli gördüklerine değinmeye çalıştık.
Kaynakça
Abrahamian, Ervand. Modern İran Tarihi. İstanbul:Say, 2014.
Algar, Hamid. “Humeyni.” DİA. 18. 358-364.
Axworthy, Michael. İran Aklın İmparatorluğu. İstanbul: Say, 2016.
Cleveland, William L. Modern Ortadoğu Tarihi. İstanbul:Agora, 2008.
Keneş, Bülent. İran Siyasetinin İç Yüzü. İstanbul: Timaş, 2013.
Necefi, Doktor Musa ve Hakkani, Doktor Musa Fakih. Tarih-i Tehevvülat-i Siyasi-i İran. Tahran: Müessese-i Mütalaat-ı Tarih-i Muasır-ı İran, 1392.
Taflıoğlu, Mehmet Serkan. “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni ve Velayet-i Fakih Meselesi.” Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2009.
[1] Mehmet SerkanTaflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni ve Velayet-i Fakih Meselesi” (Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, 2009), 83.
[2] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 18, 358-364.
[3] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 29-30.
[4] Ervand Abrahamian, Modern İran Tarihi çev. Dilek Şendil (İstanbul: Türkie İş Bankası, 2014), 198-199.
[5] Hamid Algar, “Humeyni,” DİA 18, 358-364.
[6] Abrahamian, Modern İran, 183.
[7] Abrahamian, Modern İran, 204.
[8] Abrahamian, Modern İran, 204.
[9] Taflıoğlu, “İran İslam İhtilalinde Ayetullah Humeyni,” 29-30.
[10] Michael Axworthy, İran Aklın imparatorluğu Çev.Özlem Gitmez (İstanbul: Say, 2016), 306-308.
[11] Axworthy, İran Aklın İmparatorluğu, 309-312.
[12] Axworthy, İran Aklın İmparatorluğu, 313-314.
[13] Axworthy, İran Aklın İmparatorluğu, 314-316.
[14] Doktor Musa Necefi ve Doktor Musa Fakih Hakkani, Tarih-i Tehevvülat-ı Siyasi-i İran (Tahran: Müessese-i Mütalaat-ı Tarih-i Muasır-ı İran, 1392), 564.
[15] Necefi ve Hakkani, Tehevvülat, 567-568.
[16] Necefi ve Hakkani, Tehevvülat, 570.
[17] Necefi ve Hakkani, Tehevvülat, 572-80.
[18] Bülent Keneş, İran Siyasetinin İç Yüzü (İstanbul: Timaş, 2013), 42.
[19] Keneş, İran Siyaseti, 44-46.
[20] Keneş, İran Siyaseti, 47.
[21] Keneş, İran Siyaseti, 49-50.
[22] Keneş, İran Siyaseti, 50-51.
[23] Keneş, İran Siyaseti, 53-54.
[24] Keneş, İran Siyaseti, 63.
[25] Keneş, İran Siyaseti, 72.
[26] William L. Cleveland, Modern Ortadoğu Tarihi çev. Mehmet Harmancı (İstanbul:Agora, 2008) 467-468.
[27] Cleveland, Modern Ortadoğu, 470-472.
Yorum Yaz