İran Sinema Tarihi
Giriş
İran sinema tarihi hiç şüphesizdir ki kendine has özellikleriyle başlangıçtan bu yana fark oluşturabilmiştir. Her ne kadar Batı’nın tetiklemesiyle bir sinema oluşsa da, gerek İran ortamı, gerek İran toplumunun bilinci, gerekse siyasi şartlar sinemayı şekillendirmiştir. Bu şekillenme İran’a farklı ama kendine has özellikleri olan bir sinema ortaya çıkarmıştır. Bu makale de İran’da sinemanın başlangıç tarihinden, sinemanın ne gibi özellikler kazanarak ve ne gibi sıkıntılar çekerek 1990’lara kadar geldiği çok genel olarak incelenmiştir. Konunun daha iyi anlaşılması için bazı önemli gelişmeler alt başlık olarak dönemlere ayrılmıştır. Hiç şüphesizdir ki makalede, çekilmiş ama ismi yer almayan İran filmleri vardır. Kaynakların da yönlendirmesiyle İran sinemasında dönüm noktası niteliğindeki önemli filmlerden bahsedilmiştir. Aynı zamanda adı geçen filmlerin nasıl bir siyasi ortamın ürünü olduğu da anlatılmaya çalışılmıştır. Makalede bilgi verilirken aynı zamanda sorular sorularak yorumlar da katılmıştır. Yorumlar hem şahsi hem de başvurulan kaynaklar da dikkate alınarak nacizane makalede sunulmuştur. Makaleyi hazırlarken katkı sağlayan kaynaklardan biride izlediğim 10’a yakın İran filimidir.
İRAN SİNEMASI
Devrime Kadar ki İran Sinemasının İlk Dönemi: 1900-1978
Sessiz Dönem: 1900-1930
Yüzyılın başlarında İran’nın hem siyasi hem toplumsal alanı karışıklık içindeydi. İran bu dönemlerde hala hanedan sülalesi tarafından idare edilmekteydi. XVII. yüzyıldan beri İran’ı kaçarlar sülalesi idare etmekteydi. Ancak XX. yüzyılın başlarında kısmende olsa bu sülalenin hakimiyetleri sarsılmıştı. Bu otorite yetersizliğinden kaynaklanan hem siyasi hem toplumsal karışıklık İran’da kendini göstermekteydi. Böyle bir ortamda kaçar sülalesinden olan Muzaffereddin Şah, İran’ı idare ediyordu. Şah, İran’da uygun olmayan tolumsal ortama rağmen Avrupa gezisine çıkmayı kararlaştırır ve özel fotoğrafçısı olan Mirza İbrahim Han Akkasbaşı’yı da alarak 1900 senesinin Mart ayında geziye başlar.
Şah, Avrupa’da sinematograflarla tanışır ve ‘hareketli resim’ gösterilerine katılır. Bu gösterilerden etkilenen ve resme de merakı olan Şah, bu hareketli görüntüleri çeken makinenin alınmasını emreder. İşte bu makineler İran Sinema tarihinin başlangıcını oluşturmaktadır. Şah bundan sonra Agustos ayında Belçika’nın Ustend kentine seyahat eder. Burada Çiçek Bayramı’na katılır. Şah’ın özel fotoğrafçısı olan Akkasbaşı elindeki makinayla bu bayramdan hareketli görüntüler çekmiştir. Aynı zamanda seyahati esnasında birçok görüntüler çekmiştir.[1]
Şah ve özel fotoğrafçısı İran’a döndüklerinde çekmiş oldukları bu görüntüleri, küçük bir gösteri hazırlayarak saray halkına izletmişlerdir. Görüntüler beğenilerle karşılandı. Bundan sonra Şah’ın emriyle saray ve saray etrafında birtakım görüntüler çekildi. Bu görüntülerde saray düzeni, saray tasarımı belgelenmiştir. Akkasbaşı da artık ciddi anlamda bu işle meşgul olmaya başladı. O, pariste bu işin eğitimini alıyor, aynı zamanda elindeki makineyle Paris’te çekimler yapıyor. Saraya geldiğinde ise hem Avrupa’da hemde saray etrafında çektiklerini kadın ve erkeklere özel yerlerin bulunduğu küçük bir salon tasarlayarak günde iki seans şeklinde gösterime sunuyordu. Bundan dolayı birçok tarihçi ona ilk İran sinemacısı demektedir.[2]
Hem Şah’ın, hem de Akkasbaşı’nın sayesinde sinema gösterim geleneği saray halkı ve saray etrafınca tanınıyor ve yaygınlık kazanıyor. Sinema gösteriminin İran’da ilk yıllarında saray halkı ve zenginler tarafından beğenildiğini ve ihtiyac duyulan bir zevk haline geldiğini görmekteyiz. Tabi bu ilk gösterilerin belli başlı konuları, sesli dili veya herhangi özel bir anlatım tarzı yoktu. İlk dönem gösterileri İran’da ilkel sinema dönemi diyebileceğimiz kavram çerçevesinde ele almamız gerekmektedir.
İran’a gelen bu yeniliği Şah aynı zamanda halka ulaştırmaya çalışıyor. Bu durumda sivillerin sinemaya ilgisini artırıyor. Daha önce bu yeniliklerle tanışan kişiler İran için yeni sayılan bu gelenekle uğraşmaya başlıyor. Bu bağlamda İran’da sinemaya meyl eden yabancılar Rus ve Azerbaycan asıllı kişilerdir.
Saray dışında ilk sinema görüntüleri İbrahim Han Sahhafbaşı ismindeki bir tüccara aittir. Bu kişi dünya turuna çıkar ve İran’a döndüğünde elinde bir makine ile gelir. Kendi evinde ve çevresinde bu makinayı kullanarak görüntüler çeker. 1904 senesinde ise bu görüntüleri evinin bahçesinde gösterir ve ilgi toplar. Bu ilgiden dolayı Sahhafbaşı aynı yıl Tahran’da halka açık bir salon kurdurur. Pathe ve Rusya’dan kısa ‘haber filmleri’ni gösteriyor. Gösteri büyük ilgi ile karşılanır, ancak aynı zamanda da ilk darbesini alır. Bu gösteride bulunan İran’ın önde gelen din adamlarından olan Şeyh Fazlullah Nuri sinemayı kafirlik işi diyerek yasaklanmasına sebep olur. Bunun sonucunda halka açık kurulan bu ilk sinema salonunun ömrü 1 ay sürer.[3] Ancak sinema İran için bitmiş bir yenilik olmadı. Farklı kişiler tarafından devam ettirilmeye çalışıldı. 1904 tarihindeki kafirlik suçlamalarından sonra ilk darbeyi alsada sinema çok hızla yeniden toparlandı.
Mehdi Rusi Han isminde bir kişi sinema için ciddi anlamda kafa yorduğunu ve bu alanı ticarete çevirmenin temellerini attığını görüyoruz. 1907 tarihinde Rusi Han yabancı filimleri gösteriye koymak için halka açık bir 200 kişilik salon açar. Bu dönem sinemaları sessiz oldukları için bir pianist veya kemancının müziği eşliğinde gösteriler izlenir. Aynı zamanda salona havalandırma ve küçük ihtiyaçları karşılayacak büfeler açar.
Bu seneyi takip eden tarihlerde de Avrupa’da olan İranlıların gezdikleri şehirlerde sinematograflarla tanış olduğunu ve onlardan etkilendiklerini ve kendi ülkelerine gelip sinema salonları açarak burada yabancı filmleri gösterime koyduklarını görüyoruz. 1920 tarihlerinden sonra sinemanın daha fazla ciddiye alındığını ve bu konuda bilinçlenme hareketlerinin başladığını görüyoruz. Aynı zamanda bu dönem ilk kuşak yönetmenlerinin yetişmeye başladığı dönemdir. 1925’te Ermeni kökenli Ohannes Ohanyan genç yönetmenler yetiştirmek amacıyla ilk defa Tahran’da Perveresgahe Artisiye Okulu’nu kurar.[4] Bununla birlikte sinemaya karşı İran ruhani liderlerinin tutumunun kırılmasına yönelik filmler çekmeye başlar. Bunlardan bir örneği aşağıda belirteceğiz.
Sesli Dönem: 1930-1960
İran Sinema tarihinde ilk Farsca ve ilk sesli film haber kaynaklı bir filmdir. İran, sadece Batı kültürlü sinema kaynaklarından yararlanmıyordu. Aynı zamanda komşu ülkelerle de film alışverişi içindeydi. 1932 tarihinde Türkiye’ye gelen ve Atatürk’le görüşen İran Başbakanı Muhammed Ali Furugi, bu görüşmenin ardında kısa bir Farsça konuşma yapar. Bu nutku bir Türk fotoğrafçısı filme alır. Ardından bu çekilen haber filmi İran’a getirilir ve beyaz perdede seyirci karşısında oynatılır. Seyirci film gösterilerine daha önce alışkın olmasına rağmen büyük şaşkınlıkla bu haber filmini izlemişlerdi. Çünkü bir kere film sesliydi. Yani önceki filmlerde olduğu gibi arka fondan müzik sesleri yerine konuşanın kendi sesi geliyordu. Bu İran için yenilikti. Seyircilerin şaşkınlıkları ise farklı yöndeydi. Onlar ilk defa Farsça bir konuşmayı Beyaz Perde de ‘hareketli fotoğraflar’ eşliğinde dinlemekteydiler.[5] Bu seyirciler için gerçekten şaşkınlık yaratacak bir yenilikti. Bununla birlikte yeni büyük salonlar açılır ve sinema konusunda okuyan takımı bilinçlendirmek için 1930 yılında sinema dergisi yazılır. Bu dergide İran sinemasının durumu ele alınır. Aynı zamanda bu gelişmeler İran toplumunun sinemaya ilgisinin arttığını göstermektedir.
Han Baba Han Mutazedi isminde İranlı bir tüccar Paris’ten ülkesine kamerayla döner. Döndüğü yılda ülkesinde yedinci sinema salonunu açar. Salonda kadınlara ait ayrı kısım düzenler. Bu uygulaması büyük ilgi görüyor. Çünkü o dönem toplumunun hassasiyetini dikkate alarak adım atıyordu. Bu kişi Şah’ın Türkiye ziyaretini, tac giyme merasimi gibi önemli toplantıları kayde alarak saray ritüellerini belgeliyor. Günümüze birçok eseri gelmiş sayılı kişilerdendir.
İran’da ilk uzun metrajlı kurgusal filmi 1929 tarihinde ‘‘Abi Rabi’’ isimli filmle vücuda gelmiştir.[6] Bu filmi Ermeni asıllı Ovans Oganyans çekmiştir. Bu kişi sinema ile ilgili eğitimi Rusya’da tamamlamış ve ciddi anlamda İran’da bu işle meşgul olmuştur. Bu film büyük ilgi ile karşılanmıştır. Bu filmin ilk kısmı gelişmeyi anlatan eski ile yeni İran’ı kıyaslayan propaganda niteliğini taşımakta, ikinci kısmı ise komedi türünde bir anlatıya sahip olmaktadır. Ancak filmin ömrü uzun olmamıştır. Oganyanus’un yaptırmış olduğu sinema salonunda 1932 tarihinde yangın çıkıyor ve bu filmin tek kopyası bu yangında yok oluyor. Aynı yıl Oganyanus ‘‘ Hacı Ağa Sinema Aktörü’’ filmini çekiyor. Bu filmin amacı da halkın geleneksel görüşlerinin değiştirilmesi amacını taşıyor. Bu filimle birlikte anlatım yeniliği diyebileceğimiz ‘‘ film içindeki film’’ tarzının İran’daki ilk örneği oluşuyor. Ancak Hacı Ağa karakteri seyirciyi rahatsız ettiği için beğenilmiyor. Ticari anlamda ise sesli filimlerin çıkması bu sessiz filme darbe vuruyor. Toplum artık sessiz filimler yerine sesli filimleri tercih ediyor. Bu anlamda film ticari olarak da başarısızlığa uğruyor.[7]
Oganyans’ın filimlerinde başka yenilikler de vardır. Bu dönemde sinema alanının, sadece halkın eğlencesi ve ticari amaç gütmediğini, aynı zamanda halkın bilinçlenmesine de hizmet ettiğini görüyoruz. Bu dönemler, sinemanın İran toplumunu bilinçlendirmede araç olarak kullanıldığını da müşahede ediyoruz.
1930 tarihinde İbrahim Moradi, İran’ın ilk konulu filmi olan ‘‘Entegam-ı Birader’’ isminde filmi çekiyor. Filmde aynı kıza aşık olan iki kardeşin intikamı anlatılıyor. Moradi, 1933 tarihinde geleneksel dramatik anlatımla çekilen ilk İran filmi olan ‘‘Bolheves’’ filmini çekti. Ancak bu filmde sesli sinemaya yenik düştü. Peki İran’da bu sessiz filmleri yenik düşüren sesli film hangisidir?
Bu zaferi Abdolhoseyn Sepenta 1933 tarihinde çektiği ‘‘Dohter-i Lor’’ isimli filmiyle başarmıştır. Bu film 7 ayda hazır hale getirilmiştir ve 2 saat 10 dakikadır. Filimde haydutlardan kaçan iki aşığın başından geçenler anlatılıyor. Aynı yıl Sepenta, Türkiye başbakanı ile İran başbakanının konuşmalarını da sesli kayde almıştı. Bu filmde ilgi gördü. 1934 tarihinde, edebiyata merak salan Sepenta, ‘‘Firdevsi’’ filmini gösterime sokmayı planlamıştı. Ancak filimdeki bazı görüntüler şüpheli görünerek sansürlendi. Bununla bu film sansürlenmiş ilk İran filmi oldu. Sepenta 1936 tarihinde Şair Nizami’nin şiirlerinden esenlenerek ‘‘Leyli ile Mecnun’’ filmini çekti. Bu yönetmenin son filmidir ve önemli yapıtlardandır.[8]
Bu dönemlerde belgesel filmleri de çekilmiştir. Ancak çoğu İran’a gelen yabancılar çektiği oryantalist bakışlı filmlerin ötesine geçememiştir. Böyle filmlere örnek teşkil edecek belgesellerden biri 1924 tarihinde Merian Cooper ve Ernest Schoedsack’ın çektiği ‘‘The Grass’’ isimli belgeseldir. Bu belgesel göçe ilişkin yapıttır.
Sonuç olarak, İran’da sinemanın çekirdeğinin atıldığı bu dönemlerde 18’i Tahran’da olmak üzere ülkede 43 sinema salonu açılmıştır. Bu salonlarda genel olarak ‘‘şeriata karşı ve ahlaksız’’ olan yabancı filimler gösteriliyordu. 1930 tarihlerinden sonra sinema çekimleri kısmen hız kazandı. Bu tarihlerden itibarek devlet, sinema ile ilgili ilk yasasını hazırladı ve salon açmak için izin alınmasını, hasılattan devlete vergi ödenmesini, halkı modernleştirecek filmler çekilmesini istedi Aynı zamanda filmleri şüpheli görüntü veya anlatma takdirinde “sansürle ithamı” resmi olarak başlamış oldu. Ayrıca İran’da ilk film eleştirisi de “Abi Rabi” filmiyle başlamış oldu.
1934 tarihine gelindiğinde ülkede karışıklıklar meydana gelmiştir. Bu karışıklıklar 1950 tarihlerine kadar devam etmiştir. Dolayısıyla ülkenin siyasi alanında ki bu karışıklıklar sinemaya da etki etmiştir. 1941 tarihinde Rus, İngiliz ve Amerikan birlikleri İran’ı işgal ederek Şah Rıza Pehlevi’yi tahttan indirdi ve yerine aynı isimli oğlunu tahta çıkardı. Bu karışıklık durumu 1950 tarihine kadar devam etti. Bu tarihe kadar ciddi bir şekilde İran’da film üretiminin durgunluk geçirdiğini görüyoruz. Ancak yabancı ülke filimlerinin İran’a ithali artış durumdaydı. 1940 tarihinde yaklaşık 250 film ithal edilmişti. Bu filmler sesli konulu filimlerdi ki, halk arasında yabancı dil bilen azdı. Bu durum dublaj ihtiyacını ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla 1945 tarihinde ilk defa dublaj yapıldı. 1947 de renkli film denendi. İran’ın belli bölgelerinde Alman propaganda filmleri oynamaktaydı. Buna karşılık Stalin’de kendi propaganda filmlerini İran’ın belli başlı bölgelerinde arttırmaya yönelik siyaset takip etti. 1949 tarihinde Amerika’nın İran’la yakınlaşması bu ülkede Amerikan ekibinin haber filmleri çekmesine yardımcı oldu.[9] Dolayısıyla bu gelişmeler İran sinemasında büyük etkiler gösterecektir.
1950 tarihinden sonra yabancı ülkelerin İran siyasetine tesirleri azaldı. Bu durum yerli sinema üretimine etki etti. Bu yıldan başlayarak 15 yıl içerisinde 300 kadar yerli film gösterime koyuldu. Bu filmlerin konuları genellikle Batı sinemalarında iş yapan filmlerin konularından uyarlanıyordu. Hint sinemasının etkisiyle yapılan filmlerde müzik sahnelerine yer veriliyordu. Toplumsal konuları ele almaya çalışan yönetmenlerin filmleri sansüre maruz kalıyordu. Bu yönetmenlerden birisi Faruk Gaffari’dir. Yönetmen 1958 tarihinde Tahran’ın fakir mahallelerini gösteren ‘‘Kentin Güneyi’’ filmini çeker. Fakat kentin fakir yerlerini gösteren bölümler sansürlenir. Bu durum sinemanın toplum üzerindeki etkisini fark eden devlet anlayışını göstermektedir. Devlet artık ciddi anlamda sinema üzerinde kontrolünü sağlıyor ve toplumun durumunu olumsuz gösteren görüntü dahi olsa sansürlüyor. Gaffari’nin filminde dikkat etmemiz gereken konu ve anlatımda çok fakir mahalleleri gösteren görüntülerdi ve bu devlet için hassas noktaydı.
Bu ortamndaki sıkıntılar, İran sinemasında yeni geleneklerin ve anlayışların ortaya çıkmasına vesile oldu. Tarihçiler yeni sayılabilecek İran sinemasındaki 3 akımın doğmasını 1948-1978 tarihleri arasındaki döneme atfetmektedirler. Bu yıllarda İsmail Kuşan sinemanın teknik sorunlarına dikkat çekiyordu. Yönetmenin 1950 tarihinde çekilen ‘‘Şermsar’’ filmi, aileyi konu edinen, teknik açıdan ileri bir filmdi. Aynı zamanda uluslararası sinemalarda gösterime giren ilk İran filmiydi. 1950 tarihinde Bombai’de düzenlenen Hindistan’ın İlk Film Festivali’nde gösterime sunulmuştu. Bu film çok uzun süre yaklaşık 102 gün gösterimde kaldı. Bu durum sinemaya para yatırmak isteyen kaynakların dikkatinin cezb etmişti. Kuşan, İran sinemasındaki teknik konulara yenilikler getirerek, gerek kendi çektiği filmle, gerekse yapımcısı olduğu filmlerle ülke sinemasının durgunluğuna son vermiştir. Tarihçiler onun dönemini İran sinemasının yeniden doğuşuna hazırlık dönemi, gibi yorumlarda bulunmuşlardır. Kuşan, birçok ülke ile ortak yapımlar yapmış ve İran’da renkli sinemaların çekilmesinde öncü olmuştur.
Kuşan döneminden sonra sinemacılar 3 dalda sinema üretmeye devam ettiler: Ticari amaçlı Sinema, Entelektüel Sinema ve Yeni Akım Sineması.
Kuşan, sinemanın ticari alanda başarısını göstermesine rağmen İran’da bu amaçlı yapılan sinema kısa sürede başarısızlığa uğradı. Bunun sebebi 1953’de Amerika destekli İran darbesiydi. Bu darbe beraberinde çatışmalar ve ekonomik düşüş getirdi İran’a. Dolayısıyla bu durum bu amaçla yapılan filmler için izleyici kaybetmesine sebep oldu. Aynı zamanda toplumsal konulu filmlere sıkı sansür politikası uygulandı. Köylülerin vaziyetini gösteren filmler komünist propagandası oluşturması korkusuyla devlet tarafından sansüre maruz kaldı. Bu durum filmde konu olarak İran yapımcılarının başka istikametlere yönelmesini sağladı. Bu yeni istikamet ise polisiye türündeki filmlerdi. Çünki bu tür filmler sansüre maruz kalmıyordu, dolayısıyla genel yönetmenler bu tür filmler yapmaya yöneldi.
Böyle bir ortamda Samuel Haçıkıyan sansüre maruz kalabileceğini bildiği iki film çekti ve İran yapımı olmasının anlaşılmaması için filmdeki karakter isimlerini değiştirerek İtalya televizyonunda yayınladı.
Ardından yüzeysel melodramma türündeki filmler denenmeye başlandı. Bu tür filmlerin konuları genellikle köyden şehre gelenlerin hazin sonlarını anlatmak üzerineydi. 1950’lerin ortalarında fazla izleyici toplayamayan filmlerin üretildiği bir dönemde, devlet sinemacılara agır vergiler koymuştu. Bu karar sinemacıların tepkisini çeksede gazeteler onlara karşı devletin vergiyi daha fazla artırarak sinemacıları yok etmesi gerektiğini yazıyordu.
1956 tarihinde İran’da ilk kadın yönetmen olacak olan Şahla Riyani ‘‘Mercan’’ filmini çekti. Bu film bir köylü kızının başına gelenleri anlatıyordu. Film son derece büyük eleştirilere maruz kalsa da, döneminden yüksek bir sosyolojik bakışa sahip olduğu da belirtilmişti. Bu dönemlerde İran’da satamayan İran filmleri Sovyetler, Arap ülkeleri ve Orta Asya ülkeleri gibi yerlerde kısmen başarı kazanmıştı.
Modern Dönem: 1960-1978
1960’lı yıllarda İran Televizyonu kuruldu ve bu televizyon genç yönetmenlere destek verdi. Bunun sayesinde sinema üretiminde artış görüldü. Aynı zamanda bu destekle daha sonraları İran’da Özgür Sinema akımı oluştu.
1960’lardan sonra çekilen filmler iki tesire göre şekillendi. Bunlarda biri İtalya filmlerinden gelen Yeni-Gerçekçilik anlayışı, diğeri ise 1962 tarihinde ‘‘Beyaz Devrim’’ ile arazilerin ağadan köylüye geçmesiyle beliren Orta sınıf. Bu etkiler film konularında önemli etkileri meydana getirdi. Bu tür filmlerin konuları genellikle ağayı kötüleyen, köyden gelen insanların şehirlerde güzelce yaşamalarını gösteren konulardan ibaretti. Bu tür filmler İran’da 900 bin gişelere ulaşmayı başardı.
Bu tür filmlerden biri ‘‘Genc-e Garun’’ (Karun’un Hazinesi) filmidir. Filmin yönetmeni film hakkında şöyle açıklamada bulunuyor: ‘‘Bizim ülkemiz maddi yönden sınıflara ayrılmıştır. Ben bu ikisini karşılaştırdım ve fakir bir işçiyi veya para düşünmeyen cesur, doğru yoldan ayrılmayan birini, kendi gibi özelliklere sahip birini ekranda gördüğünde filmden büyük zevk aldığı sonucuna vardım. Halka etki eden şey, filmde onların dertlerine yer verilmesi ve sonunda umut vaat edilmesi.’’ Eski konularla seyirci bulamayan yönetmenler bu şekilde zengine kendi hayatını anlatan, fakire ve ibadet ehline kendi hayatını anlatan konulu filmler çekerek başarıya ulaştı. Bu durum sarayda destek bulmadı. 1965 tarihinde Şah bütün gücü ele geçirince ilk işi sinema salonlarını kendi tekeline alarak arttırması ve bu salonlarda yerli filimlere gizli yasak getirmesi oldu. Dolayısıyla İran’da yeniden ithal filmleri artmaya başladı.
Ticari alanda izleyici bulamayan yönetmenler entelektüel sinemaya ağırlık verdiler. 1970’lerden sonraki filmler bu akımın ürünleridir. Bu tarz filmler akademik kökenli entelektüellerin sinema anlayışlarını anlatıyordu. Feroh Gaffari’nin 1975’deki ‘‘Zemberek’’i, İbrahim Gülistan’ın 1975’deki iki belgeseli, Forug Ferrohzad’ın 1963’deki ‘‘Hane Siyah Est’’ (Ev Karadır) ve bir çok film bu tarz filmlerdendir ve Avrupa’da düzenlenen festivallerde ödüller almıştır.
Sinemada Yeni Akım ise 1968-69 yıllarında başladı. Bu akım ticari ve entelektüel sinemanın senteziyle ortaya çıktı. Bu tarihlerden Devrim’e kadarki dönemde İran Sineması parlak dönemini yaşadı. Bu dönemin ürünlerinden en önemlisi Dariush Mehrjui’nin “Gav” (İnek) filmidir.[10] Bu film edebiyat uyarlamasıydı ve sürrealistik temayla kendini inek zanneden bir adam üzerinden hayatın karmaşık ilişkilerini sorguluyordu. Filmde fakirlerin gösterilmesi sıkıntılıydı çünkü sansüre maruz kalabilirdi. Bu sıkıntıyı aşmak için filmin başına “bundan kırk yıl önce” ibaresinin koyulması kararlaştırılmıştı. Bununla beraber filmin uluslararası festivale gitmesi engellendi. Ancak 2 yıl sonra film Venedik Film Festivali’ne katıldı. Festivalde beğeniyle karşılandı ve Ulusrarası Eleştirmenler Ödülü aldı.[11]
1977 tarihine gelindiğinde İran’ın tanınmış önemli yönetmenlerinden olan Abbas Kiarostami ilk uzun metrajlı filmi olan “Gozariş” (Rapor) filmini çekti. Filmde 2 yaşlının rol alması ve çekimlerin sesli yapılması İran film tarihinde yenilikti. Siyasi nitelikli filmlerin çekilmesi önem kazandı bu dönemde. Bu tarz filmlerden biri Mesut Kimyayi’nin çektiği “Gevenz” (Geyikler) filmidir. Bu filmde partizan bir gencin başından geçen olaylar anlatılmaktaydı. Film sansüre maruz kalınca partizanlar karakteri hırsız olarak değiştirildi. Siyasi ve yahud propaganda nitelikli filmlerin artması beraberinde devletin şiddetli takibini de getirmekteydi. Dolayısıyla devlet her ne kadar genç sinemacılara bir takım destekler verilmesini kabul etse de çekilen filmler üzerindeki kontrolünü de güçlendirmişti. 1978 tarihlerinde devlet muhaliflere de film çekmelerine izin vermişti. Ancak bundan sonra sinema üzerinde sıkı yönetimde bir adım daha ileri gitmişti.
Devrim sonrası Dönem: 1978-1994
Geçiş: 1978-1982
Devrimin ilk günlerinde sinema Pehlevi rejiminin batılaşma projesinin bir ürünü gibi tanımlandı. Dolayısıyla bu dönemde İran sinemasına ağır vergilerle beraber aynı zamanda geniş sansür getirildi. 1978 tarihinde Şah Rıza Pehlevi ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve sürgünde olan İmam Humeyni Paris’ten döndü ve İran İslam Cumhuriyetini kurdu. Bu dönemde sonra sinemaya ciddi tepkiler gelmeye başladı.
Şeriat cephesinin kuramcılarından Navvah Safavi devrime kadar çok önceler “sinemanın şer yuvası olduğunu, kadınlarla erkeklerin bir arada film seyretmelerinin sakıncalı olduğunu, İslam’ı yada ülke tarihini yücelten filmlerin çekilmesi gerektiğini ve müminlerin gereksinimlerini karşılamak için sinema salonlarında mescit bulunması gerektiğini” yazmıştı.[12]
Sinema Batı’nın, İran kültürünü sömürgeleştirmesinin bir aracı olduğu ve İran halkının ahlakını bozduğu fikirleri imamların şiddetle savunduğu fikirlerdi. Bu gerekçelerden dolayı Tahran’da 31 sinema salonu tahrip edildi. Ülke çapında ise 180 sinema tahrip edildi. Ardından aynı yılda Abadan’da Rex sinemasında, gösterim zamanı kasıtlı yangın çıkartıldı ve yaklaşık 400 izleyici yangında hayatını kaybetti. Bu devrimcilerin öfkelerini esas olarak sinemaya çevirdiklerini göstermektedir. Bununla birlikte 1956 tarihindeki yabancı filmler için verilen gösterim izni iptal edildi. 1983 yılında 897 yabancı, 2208 yerli film yeniden denetlendi. Yabancı filmlerden 513’ü, yerli filmlerden 1956’sının gösterimi yasaklandı. Aynı yıl İslami ve anti-emperyalist bir sinema anlayışının benimsenmesi için sinema, yeni kurulan Farabi kurumunun denetimine verildi. Devrim sonrası bir çok kadın oyuncunun perdede gösterilmesi yasaklanmıştı. Yasaklananlara 1987 tarihinde devletin koymuş olduğu kurallara uyulması takdirinde yeniden oyunculuklarına devam etmelerine izin verildi. Bu kurallar şunlardan ibaretti: film gösteriminde uyurken bile örtülü olacaklar, giysileri bedenlerinin hatlarını gizleyecek şekilde olacak ve topuklarına kadar inecektir, erkek oyuncularla eğer gerçek hayattı evli değiller ise el ele tutmayacaklar ve bir birlerine hiçbir şekilde dokunmayacaklar, cinselliğin yanı sıra filmlerde şiddete yer verilmeyecektir. Bunlarla beraber filmin gösterim hakkını kazanabilmesi için beş aşamalı sansürden geçmesi gerekiyordu. Yönetmenler filmlerinde anlatmak istediklerinin sansürle manasız hale geldiğini görünce filmlerini gösterime sokmadılar. Bununla birlikte birçok filmin gösterimi tamamen yasaklandı. Filmlerdeki iffetsizlik ve çıplaklık İslami şartlara uygun olmadığı için makaslandı. Kadınların filmlerde oynamasına büyük eleştiriler geldi. Böylece kadınlar film sektöründen uzaklaşmak zorunda kaldılar. Bu eziyetlere dayanamayan İranlı yönetmenler ülkeyi terketmek zorunda kaldılar. Sürgünde olan yönetmenler “İranlı sinemacılar topluluğu”nun oluşmasına sebep oldular. Bu sayede farklı ülkelerde çalışanlar “sürgün türü” denebilecek yeni bir türün oluşmasına sebep oldular. Bu tür vatanından olmanın travması ve trajedisiyle, kimlik oluşumu sorunlarıyla ilgilenen bir türdü.[13]
Sağlamlaştırma: 1983-1986
Dini liderler genel olarak sinemaya karşı değillerdi. Ayetullah Humeyni’nin ifade ettiği gibi sinemanın “kötüye kullanılması”na karşıydı. Aynı zamanda bu kötüye kullanma beraberinde ahlaksızlığı getirecekti. Dini lider ve onu destekleyen ruhaniler bu fikirler içerisindeydiler. Peki sinema devam edecekmiydi? Veya nasıl devam edecekti?
Dini liderlerin sinemanın devamının taraftarı olduğunu görmekteyiz. Ancak bunun için ciddi bir birim oluşturulma ihtiyacı vardı ülkede. Bundan sebep 1982 tarihinde kabine, “uygun” kullanımı sağlamak için film ve video gösterimlerini düzenleyen yeni bir birimin oluşturulmasını onayladı. Bu birimin rehberliği ise Kültür ve İslam Rehberlik Bakanlığı’na verildi. Bu bakanlık 1983 tarihinde yabancı filmlerin ülkeye ithalatını azaltmak, yerli film artışına teşvik için Farabi Sinema Vakfı’nı kurdu. “İslami değerler”i anlatan kaliteli film çekmek için bu sahada yetişmiş önemli yönetmenlere destek verdiler. Aynı zamanda sinemadan alınan vergilerin miktarları azaltıldı ve bilet fiyatları çoğaltıldı. Bu rehberliğin düzenlemeleri ve nezareti sayesinde ve kurulmuş vakfın teşvikiyle kaliteli filmler çoğaldı. 1983 tarihinde 22 uzun metrajlı film çekildi. Bu düzenlemelerin ardından 1986 tarihinde 57 kaliteli film çekimi hayata geçmişti. Film çeken yönetmenler içerisinde Pehlevi döneminden kalma yönetmenlerin olduğu gibi, yeni yönetmenlerde dikkat çekiyorlardı. Bu dönem önemli filmlerinden şunları söyleyebiliriz: Beyza’nın “Beşu, garibe-yi kuçek” (Beşu, küçük yabancı), Naderi’nin “Devande” (Koşucu), Takvai’nin “Nahuda-yi Hurşid” (Kaptan Hurşid) ve Mehrcui’nin “İcare-nişin” (Kiracılar). Ancak bunlar içerisinde çalışmaları en çatışmalı ve çok yönlü filmi olan Muhsin Mahmelbef’in “Dest-furuş” (Çerçi) filmiydi.
Bu dönem sinemalarında konular ya da yönetmenler tarafından izleyiciye anlatmak istenen şeyler basit ve tek boyutlu değildi. Karmaşık ideolojik, siyasal ve estetik düşüncelerle doluydu. Kadın ile erkeğin bir birine dokunmama yasağı ise sinemada yeni İran’a özgü bir geleneğin oluşmasına sebep oldu. Bu gelenek yabancı filmlerde veya Pehlevi döneminde yerli filmlerdeki cinsel dolu bakışın tam aksi “ilgisiz bakış” geleneği idi.[14] Siyasal hareketlerin zorlamasıyla İran sineması yine kendine özgü bir gelenek oluşturmuştu. Her siyasi şerayite uygunluk gösterip ona uygun gelenek oluşturmasında muvaffak olan İran sineması artık bu tecrübe ve birikimleriyle olgunluk kazanma yoluna girmişti. Ancak bu olgunlukla birlikte daha sonraki dönemlerinde İran sinemasının yeni problemlerle karşılaştığını görüyoruz.
Olgunluğun Sancıları: 1987-1994
Bu dönemlerde kaliteli filmleri başarısı değerlendirilerek banka ve devletin daha fazla desteğini kazandı. Çünkü kaliteli filmler büyük başarılar elde ettiği gibi aynı zamanda yeniden ticari odak haline gelmiştiler. Bankalar sinemacılara yüksek meblağda krediler sağlıyor ve kaliteli filmler devlet desteğiyle uluslararası film festivallerine katılıyordu. Bu dönemin uluslararası film festivallerinde övgüler ve başarılar kazanan filmleri şunlardır: Mahbelbef’in “Arusi-yi Huban” (Kutlu Evlilik; 1988) ve “Nasreddin Şah, Aktor-i sinema”(Bir Zamanlar Sinema; 1992); Sa’id İbrahimyan’ın “Nar u Ney”i (1988); Kimiya’nın “Dendan-i mar” (1990); Kirostami’nin “Meşk-i Şeb” (Gece Ödevi; 1988) ve saire.[15]
Bu dönemlerde aynı zamanda kadınlar öykülerin ve çekimlerin arka planından ön planına çıktılar. 1970’lerdeki ilgisiz bakışlar yer-yer kendini cinsel bakışlara bırakıyordu. Filmde kadın erkek ilişkisine getirilmiş kısıtlamalar belirli derecede kaldırıldı. Aynı zamanda kadın yönetmenler ve yapıtları ön plana çıktı ki, bunlarda biri Rahşan Bani itimad’dir. Onun yönetmenliğiyle 1992 tarihinde çekilmiş “Nergis” filmi çok önemli başarılar elde etmiştir.
Ancak sansür hala problem olarak kalıyordu. Devlet denetimini sıkı bir şekilde devam ettiriliyordu. Film çekimleri bittikten sonra daha gösterime koyulmadan dört aşamalı sansür programı devlet tarafından sıkı bir şekilde uygulanıyordu. Bu sinemaların uluslararası film festivallerinde başarılarını muayyen derecede azaltıyordu. Devlet bunu göz önünde bulundurarak ilk defa 1989 tarihinde film sektöründe daha önce başarılar elde etmiş yönetmenler için dörtlü sansür programını kaldırdı. Ancak bu özgürleştirilme sözde özgürleştirilme idi. Bu karar muhafazakarların saldırısına maruz kaldı ve 1992 tarihinde yeniden yürürlüğe konuldu ve bütün sinemacılar için geçerli oldu.[16]
Bu dönemde her ne kadar yüksek düzeyde film yapımı için gerekli olan mali, yönetsel, teknik ve üretim altyapıların çoğu oturmuş olsa da, artan nüfus ve bilet satışlarının görece ucuzluğu ve sinema salonlarının azlığı, sinemanın hala problem olarak kalmasına sebep oldu. Bu zaafların açığa vurulması sinemanın saygınlığını yitirmesine sebep oluyordu. Yani Endürstirin bu önemli kısmının ihmal edildiği devlet tarafından anlaşıldı. Bu durumu halletmek için sinema salonlarının tamiri gerekliydi ve yeni salonlar açılmalıydı. Devlet bütçesinin yeterli olmaması beraberinde yabancı bankaların ülkeye girme tehlikesini getirecekti. 1980-88’lerdeki İran-Irak savaşı 1990-91’lerdeki İran Körfez Savaşı ve ardından Amerika’ya çekilen boykotla ülke ekonomik kalkınmaya çalıştı.[17] Çünkü yabancı sermayenin ülkeye girme durumuna karşı Meclis’te karşı çıkılmıştı.
İran Sinemasının bu dönemde kazandığı özellikler ve karşılaştığı problemler uzun vadede kendisini günümüze kadar gösterecektir. Aslında bu dönem sinemanın sıkıntılarının oturduğu dönemdi. Bu sıkıntılarının sebeplerinin devletin politikasından kaynaklanmış olduğunu söylemek zordur. Çünkü sinemanın kabulü ve tarzı toplumsal yapıdan da kaynaklanmaktaydı. Toplumun büyük kısmı alışık olmadığı ve akidesine ters düşen görüntüyü sinemada görmekteydi. Her ne kadar yeni ve eğlenceli bir şey olsa da sinema beklide bazı muhafazakar kesimin korktuğu bir şey idi. Bu kişiler kendilerinin ve gelecek neslin ahlak ve geleneklerden uzak olacakları düşüncesinde idiler. Dolayısıyla dini liderlerin “kafirlik” propagandalarına maruz kalan sinemadan çekinmekteydiler ve onu sorgusuz sualsiz düşman edinmişlerdi. Devrimle süre gelen sinema üzerindeki sıkı rejim bu toplumun desteklediği devletin politikasının ürünü görmeğin yanlış olmayacağı kanaatindeyim.
İslam Şükrüoğlu
KAYNAKÇA:
Geoffrey, Nowell-Smith. Dünya Sinema Tarihi. Çev; Ahmet Fethi, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2003
Gökçe, Övgü, İran Sinema Tarihi,
http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
Teksoy, Rekin, Sinema Tarihi (Bugüne kadar Türkiye’de yazılmış ve yayımlanmış en kapsamlı Sinema kitabı). İstanbul: Oğlak Yayınları, 2005
Tapper, Richard, Yeni İran Sineması (Siyaset ve Kimlık). Çev; Kemal Sarısözen, İstanbul: Alfa Basımevi, 2007
http://www.on5yirmi5.com/pdf/166066-en-ozel-15-iran-filmi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Di%C4%9Fer%20%C3%9Clke%20Sinemalar%C4%B1.pdf ; Erişim: 09.06.2016
[1] Övgü Gökçe, İran Sinem Tarihi, s.38 http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
[2] Övgü Gökçe, İran Sinema Tarihi, s.38 http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
[3] Geoffrey Nowell-Smith, Dünya Sinema Tarihi, çev: Ahmet Fethi, s. 768
[4] Rekin Teksoy, Sinema Tarihi, s. 606
[5] Geoffrey Nowell-Smith, Dünya Sinema Tarihi, çev: Ahmet Fethi, s. 769
[6] http://www.filmyapim.net/FileUpload/bs175340/File/diger_ulke_sinemalari.pdf
[7]Diğer Ülke Sinemaları, s. 40 http://megep.meb.gov.tr/mte_program_modul/moduller_pdf/Di%C4%9Fer%20%C3%9Clke%20Sinemalar%C4%B1.pdf ; Erişim: 09.06.2016
[8] Övgü Gökçe, İran Sinema Tarihi, s.39 http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf ; Erişim: 08.06.216
[9] Övgü Gökçe, İran Sinema Tarihi, s.39 http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
[10] http://www.on5yirmi5.com/pdf/166066-en-ozel-15-iran-filmi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
[11] Övgü Gökçe, İran Sinem Tarihi, s.40 http://www.mafm.boun.edu.tr/files/312_iran_sinemasi.pdf ; Erişim: 08.06.2016
[12] Rekin Teksoy, Sinema Tarihi, s. 610
[13] Geoffrey Nowell-Smith, Dünya Sinema Tarihi, çev: Ahmet Fethi, s. 769
[14] Aynı eser, s. 770
[15] Aynı eser, s. 771
[16] Aynı eser, s. 772
[17] Aynı eser, s. 773