İlim ve Medeniyet

İRAN’IN EN ÇALKANTILI DÖNEMİNDE MUHAMMED ALİ FURUĞİ

İran’ın En Çalkantılı Döneminde Muhammed Ali Furuği

ÖNSÖZ
Lisan hayatımda Farsçaya olan merakımın beni İran üzerine çalışmaya sevk edeceğini bilemezdim. Dillere olan merakım ve iştiyakım sayesinde hem ilerde çalışacağım alan aşikar oldu ve hem de kendimi farklı bir dünyada buluverdim. İlk İngilizce ile başlayan serüvenim, Osmanlıca ve Farsça ile devam etti. Bu dilleri öğrenmeme vesilen olan başta üniversitemin değerli hocaları olmak üzere, Farsçaya meftun olmamın müsebbibi değerli hocam Ümran AY ve Osmanlıcayı bize sevdiren değerli hocam Ömer İŞBİLİR’e teşekkürü bir borç bilirim. Dile olan yeteneğimi fark ettikten sonra öğrendiğim dilleri kullanmayı istedim ve o yüzden İran coğrafyasına yöneldim.
Rıza Şah dönemini anlamamda bana büyük fayda sağlayan Furuği’nin hayatı okuyanlara da büyük faydalar sağlayacaktır diye acizane düşünüyorum. Türkiye’de üzerinde kalem oynatılmamış bir konu olmasını ayrıca önemsedim. Çünkü Türkçe literatürdeki bir eksikliği doldurmanın önemli olduğunu düşünüyordum. Teşekkürlerin en büyüğünü ise bizleri yetiştiren Anne Babalarımız hak ediyor. Ayrıca beni çocuklarından ayırmayan ve okumama vesile olan Amcamı hayırla yad ediyor ve teşekkürü bir borç biliyorum. İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’ndeki berceste Hocalarıma ve İstanbul Medeniyet Üniversitesi’ndeki güzide Hocalarıma ayrıca teşekkür ediyorum.
ÖZET
1877 tarihinde Tahran’da doğan Furuği ilk eğitimini babasının yanında aldıktan sonra kendisini çok iyi yetiştirdi. Babasının ilme olan merakı ve oğlunu teşvik etmesiyle Furuği küçük yaşta İngilizce ve Fransızca öğrendi. Çok erken bir yaşta tercüme bürosunda babasının yanında çalışmaya başladı. Burada öğrendiği dilleri geliştirme ve kendisini yetiştirme fırsatı buldu. Bizzat şahın desteklediği bir yer olmasından dolayı dönemin önemli ricaliyle tanışma fırsatı buldu. Asıl İran tarihinde önemli olmaya başladığı dönem Rıza Han ve daha sonrasında Rıza Şah döneminde oldu. Rıza Şah’ın itimadını kazandıktan sonra birçok bakanlıkta görev yaptı. Yurt dışında İran’ı temsil etti ve yurt dışında bulunduğu yerlerden biriside Ankara’ydı. Burada bulunduğu süre içerisinde tuttuğu günlükler ve Ankara ile yaptığı bazı tespitler oldukça değerlidir. Bu tezde 1942 yılında vefat eden ve beklide İran’ın en uzun yüzyılına şahitlik eden bir şahsın hayatı ele alınacaktır.

Anahtar Kelimeler: Muhammed Ali Furuği, Rıza Şah, Modern İran Tarihi, Muhammed Hüseyin

GİRİŞ

Modern İran Tarihinin en önemli yazarlarından Ervand Abrahamian Modern İran Tarihi isimli eserinde “kim kimdir” bölümünde Muhammed Ali Furuği’den bahsetmemektedir. Dahası dizinde Muhammed Ali Furuği’nin adını göremeyince çok şaşırdım. Kendince sebepleri olabilse de İran tarihinde bu denli etkin bir şahsiyetin dizinde ve ilk kısımda olmaması beni oldukça şaşırttı.

Muhammed Ali Furuği 1877’de İran’da doğmuş ve Rıza Şah’ın tahttan indirilmesinden kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Ömrünün önemli bir kısmı 20. Yüzyılda geçen Furuği İran’da birçok merkezi makamda bulunmuştur. Ailesi ticaretle uğraştığından ve ilime önem verdiklerinden kendisi ayrıca meşhur bir ilim adamıdır. Yazdığı birçok eser ve risale bulunmaktadır. Furuği o dönemde revaçta olmayan İngilizceyi öğrenir ve sonrasında Fransızcayı da öğrenerek Batı dünyasını takibe başlar. Gençliğinde giriştiği tercüme faaliyetleri onun bilgisinin artmasına ve eserlerinin çoğalmasına sebep olur.

Muhammed Ali Furuği’nin asıl yıldızının parladığı dönem Rıza Şah dönemi olmuş ve yıldızının söndüğü dönem ise yine Rıza Şah dönemi olmuştur. Rıza Şah’ın güvenini adeta ilk görüşmelerinde kazanan Furuği, kendisini yetenekleriyle ispat etmişti. Bundan dolayı Avrupa’da ve Türkiye gibi bazı ülkelerde İran’ın temsilcisi görevini üstlendi. Yurt dışındaki bu faaliyetlerinin yanında yurt içinde birçok bakanlıkta görev yaptı ve hatta Rıza Şah başkentte bulunmadığı zaman onun yerine naiplik yaptığı söylenmektedir.

Pehleviler dönemi anlaşılmak isteniyorsa bu Furuği olmadan eksik kalacaktır. Bizatihi Pehlevi ismini seçen kişinin Furuği olduğu ve Pehlevi hanedanının devam etmesinde Furuği’nin çabalarının çok olduğunu yazarlar zikretmektedir. İngilizler ve Ruslar Rıza Şah’ı tahttan indirmeye geldiklerinde hanedanın değişikliğini isteyenler vardı ve Furuği bunun önüne geçerek hanedanın Rıza Şah’ın oğluna geçmesini sağladı. Kaynaklarda aktarıldığına göre Rıza Şah’ın istifa mektubunu yazan kişi Furuği idi.

Rıza Şah hem insanların ikbal kaynağı hem de sonu olabiliyordu. Bunlara en güzel örneklerden ikisi de Furuği ve Timurtaş’tır. Timurtaş canını dahi güç mücadelesinde vermiştir. Ulaşabileceği en yüksek makama ulaştıktan sonra Rıza Şah tarafından öldürüldüğü zikredilir. Furuği’nin ise damadı hapse atılmış ve damadının babası idam edilmiştir. Sonradan düzmece olduğu anlaşılan bir operasyona kurban giden bu adam Furuği’nin akrabasıdır. Furuği ise bu duruma müdahale etmek isterken ev hapsine kapatılmıştır. Ülke işgal edilince Rıza Şah Furuği’yi göreve çağırmak zorunda kalmış ve hatıratlarda ağladığı dahi zikredilmektedir. Yeni Şahı ilk karşılayanlar arasında da Furuği’yi görüyoruz.

Muhammed Ali Furuği’nin Ailesi

Muhammed Ali Furugi’nin nesebi Molla Hacı Mümin’e kadar uzanmaktadır. Ondan itibaren ileriye doğru Furugi’nin ataları: Molla Hacı Mümin, Hacı Mirza Cevad, Hacı Mirza Muhsin, Hacı Mirza Ebu Turab, Hacı Mirza Küçük, Hacı Mirza Kazım, Hacı Muhammed Rıza, Ağa Muhammed Mehdi ve Muhammed Hüseyin’dir.   Mehdi Bamdad onların hakkında Muhammed Hüseyin’in atalarının Bağdat Yahudisi olmakla meşhur olduğunu dile getirmekte ve ticaret için İsfahan’a geldiklerini söylemektedir.   Lakin diğer kaynaklarda böyle bir bilgiye atıfta bulunulmaz.

Furugi’nin atalarının hepsi ticaretle uğramış tacirlik baba mesleği olarak nesilden nesile devam etmiştir.  Furugi’nin ceddinden hatırladığı en son kişi olan Molla Mümin, Şah Abbas döneminde yaşamıştır. Furugi’nin hakkında bilgi verdiği diğer atalarından birisi de Hacı Molla Mümin’in torunu olan Mirza Ebu Turab’dır. Mirza Ebu Turab, Nadir Şah’ın taç giyme törenine katılmıştır. Dedesi Ağa Muhammed Mehdi ise (1818-1896) gençliğinde Hindistan’a gitmiş ve 15 yıl boyunca burada yaşamıştır. Eldeki verilerden anlaşıldığı kadarıyla 1842 yılında Hindistan’a gitmiş ve 1857 yılına kadar burada kaldıktan sonra İran’a geri dönmüştür. Orada bulunduğu süre içerisinde eserler kaleme almıştır. Tarih-i Vessaf ve Şahname adlı eserleri 1852 yılında Hindistan-Bombay’da yayınladı. Ayrıca İsfahan’ın tarihi ve coğrafyasıyla alakalı kaleme aldığı “Nısf-ı Cihan” adlı eser çok uzun yıllar yayınlanmadan kalmış ancak bu eserin orijinal el yazması Furugi sülalesi tarafından tesadüfen bulununca eser ilmi dünyaya kazandırılmıştır. 1896’da Mirza Ebu Turab’ın İsfahan’ın Ab Bahşan Mahallesi’nde bir yere defin edildiği belirtilmekteyse de bunu teyit edecek başka bilgiye ulaşılamamıştır. Aga Muhammed Mehdi Hindistan’dan İran’a döndüğünde İran’da Avrupa ilimlerini yaymaya başladı. Furuği’nin anlattığına göre o dönemdeki alimler ve ilim erbabı Avrupadaki ilimden ve gelişmelerden bihaberdiler. Aga Muhammed Mehdi ise Hindistan’da kaldığı süre boyunca elde ettiği bilgileri dönemin ilim adamları arasında yaymaya başladı.

Furugi’nin atalarından bir başkası olan Ağa Muhammed Mehdi 1896 yılında İsfahan’da vefat ettiğinde geride kardeşi Ağa Muhammed Hadi ile  bir kız ve bir de erkek çocuğu kalmıştı. Bu erkek çocuğunun adı Muhammed Hüseyin Furugi’dir ve bu kişi Muhammed Ali Furugi’nin babasıdır. Muhammed Hüseyin Furugi 1839 yılında İsfahan’da dünyaya gelmiştir. O çok küçük yaştayken Ağa Muhammed Mehdi ticaret hayatına atıldı. Onun uluslararası ticaretle uğraşması 14 yıl boyunca sürdü. Mallarını Hindistan’a götürürken Basra Körfezi’nde fırtınaya yakalanması sonucu tacirliği bıraktı ve 1872 yılında Tahran’a geri döndü. Tahran’a dönmeden önce muhtelif yerlerde bulunduğunu bilmekteyiz. Yezd’de tam olarak bilinmeyen bir nedenden ötürü kısa bir zaman hapiste yattı. Sonrasında bir süreliğine Kirman hakimi İsmail Han Vekilü’l-mülk Nuri’nin hizmetinde bulundu. Kutsal yerleri ziyaret için kısa bir süreliğine Kirman’ı terk etti. Kutsal yerlerde bulunduktan sonra 1872 yılında Tahran’a döndü. Muhammed Hüseyin’in babası Hindistan’a gittiğinde onun kardeşi Muhammed Hadi onun ailesiyle ilgilendi. Bu süre içerisinde Muhammed Hüseyin İsfahan’da geleneksel bir eğitim aldı. Şiire olan merakı küçüklüğünden beri aşikardı. Şiir yazıyor ve şiir söylemeye teşvik ediliyordu. Bir gün Nasreddin Şah saltanatının ilk günlerinde devlet ricaliyle birlikte İsfahan’a geldiklerinde yanlarında Hekim Kaani de vardı. Hekim Kaani’ye şiir söyleyen bir çocuk olduğundan bahsettiklerinde o da Muhammed Hüseyin’i görmek istedi. Muhammed Hüseyin bir gazel okuduğunda Hekim Kaani, Muhammed Hüseyin’in gerçek bir şair olacağını hayranlıkla söyledi. Buradan anlaşılmaktadır ki Muhammed Hüseyin’in şiirde olan yetkinliği daha çocuk yaştayken aşikar olmuştur.

Muhammed Hüseyin yazdığı ilk şiirlerde “Edib” mahlasını kullanmış ancak daha sonra Şah tarafından kendisine “Furugi” lakabı verilmiştir. Lakabın manası tarafımızca bilinmemektedir. Nasreddin Şah’ın emriyle İşretabad binasının planı çizildi ve bu plan çerçevesinde onun etrafına duvar çekildi ve anlaşıldığına göre duvar içinde kalan kısmı bağ olarak düşünüldü. Şah ise aynı yıl o bağda kendi elleriyle 4 tane ağaç dikti ve buna binaen Muhammed Hüseyin kaside söyledi. Nasreddin Şah da bunu duyunca ona “Furugi” lakabını verdi. Onun maktaında şöyle demektedir. Şi’r-i edib başed der medh-i şah-ı şahan      çün afitab ruşen manend ab-ı cari

شعر ادیب باشد در مدح شاه شاهان                            چون آفتاب روشن مانند آب جاری

Muhammed Hüseyin, “Furuği” lakabını alınca bunu müteakip şu beyiti söylemiştir. “Furug yaft çü ez medh-i şah gofte-i men, mera hidiv-i muazzam lakab-ı furugi dad.” Ayrıca diğer bir kaynakta Furugi Bistami’nin 1857 yılında ölmesinden sonra bu lakabı aldığı belirtilmektedir.

فروغ یافت چو از مدخ شاه گفته من                              مرا خدیو معظم لقب فروغی داد.

Bundan sonra şiirlerinde “Furugi” adını mahlas olarak kullanmaya başlayacaktır. Muhammed Hüseyin 1907’de vefat edince bu lakabı Şah tarafından oğlu Muhammed Ali Furugi’ye verilecektir.

Muhammed Hüseyin’in söylediği ilk şiir ise dönemin geleneğine dairdir. O dönemin bir geleneği olarak çocukları hacamat etmekteler ve Muhammed Hüseyin hacamat olurken canı yanınca şu beyiti söyleyecektir.

ملهم بیجاره را تیغ به پشتش زدند                             هرچه نمود التماس تیغ درشتش زدند

Muhammed Hüseyin, “Furugi” lakabını aldıktan sonra yine Şah’tan Zekaü’l-mülk lakabını aldı. Şah 1893 yılında Muhammed Hüseyin’e Zekaü’l-mülk lakabını verdi. Ketirayi bu lakabın Muhammed Hüseyin’e verilmesinde ki en büyük rolü Muhammed Hasan Han İtimadü’s-saltana’ya ait olduğunu dile getirmektedir. Ve İtimadü’s-saltana’nın Şah’dan bu lakabı Muhammed Hüseyin için aldığını iddia etmektedir. Lakin Muhammed Ali Furuği hatıratında farklı bir hikaye anlatmaktadır. Nasreddin Şah avcılığa büyük bir önem atfetmekte ve zamanının büyük bir kısmını avda geçirmektedir. Bunun üzerine Muhammed Hüseyin şiir söyleyince Şah bu şiiri çok beğenir ve şair ile görüşmeyi arzular. İtimadü’s-saltana ve devlet ricali Muhammed Hüseyin’in önemsiz bir kişi olduğuna ve huzurda bulunmasının doğru olmadığını dile getirmelerine rağmen Şah, Muhammed Hüseyin ile görüşmekte ısrar eder. Ona Mirza Abbas Furuği’yi çok sevdiğini ve kendisinin ondan daha güzel şiir söylediğini ve Furuği lakabını alması gerektiğini dile getirdi ve bundan sonra Furuği diye anılacaktır. Muhammed Hüseyin 1907 yılında vefat edince Muhammed Ali Şah Kaçar “Zekaü’l-mülk” lakabını Muhammed Ali Furugi’ye verdi.

Muhammed Hüseyin çocukken amcasıyla birlikte kutsal şehirleri ziyarete gitti. Bu ziyaretin tam tarihi bilinmemektedir. Muhammed Hüseyin 1 yıldan fazla burada kaldı ve ilim öğrendi. Dönemin önemli alimlerinden sayılan Molla Ağayı Derbendi ile irtibat kesb etti. Onun yazdığı eserin müsveddelerini temize çekiyordu. Bir süre orada bulunduktan sonra Atabatdan geri döndü.

Atabatdan geri döndükten sonra babası Ağa Muhammed Mehdi de Hindistan’dan döndü ve Muhammed Hüseyin için sıkıntılı bir süreç başladı. Çünkü Muhammed Hüseyin ilim öğrenmek ve ilimle iştigal etmek isterken babası onun tacir olmasını ve ticaretle uğraşmasını istiyordu. Bir süreliğine geceleri herkez uyurken ilim tahsil etmeye devam etse de bu durum onların arasını açtı ve sonunda Muhammed Hüseyin bir süreliğine evi terk etti. Bu sıralardan 25 yaşındaydı ve Sadi’nin ve Hafız’ın mezarını görmek için Şiraz’a gitti. Bir süre daha gezinip Kirman gibi şehirlere uğradıktan sonra geri döndü.  Şirazda Mirza Ali Han’ın yanında bir süre kaldıktan sonra nereden hazırladığı ve ne şekilde elde ettiğine dair bilgi bulunmayan pamukları satmak için Hindistan’a gitmeye karar verdi. Bindiği gemi tufana yakalanınca ağırlıkları denize atmak zorunda kaldılar. Atılan mallar arasında Muhammed Hüseyin’in Hindistan’da satmayı düşündüğü pamuğu da bulunuyordu. Bu olaydan sonra Hindistan’a gitmekten vazgeçti. Bunun yerine iran da bulunan önemli ilim insanlarını ve şairleri ziyaret ediyordu. Bunlar arasında Bahar Şirvani ve Tacü’ş-şüera gibi isimler vardı. Ayrıca bu gezileri esnasında önemli devlet adamlarıyla da görüştü. Kirmanşahta bulunduğu süre içerisinde İmamkali Mirzayi İmadüddevle ile görüştü. O ve onun oğulları Muhammed Hüseyin’i çok sevmişlerdi ve onun ilminden ve sohbetinden faydalanmak için can atıyorlardı.

Tahran’a döndükten sonra Muhammed Hasan han İtimadü’s-saltana’nın yanında çalışmaya başladı. Buradaki çalışma hayatı Muhammed Hüseyin için oldukça zor geçmekteydi. Çünkü Muhammed Hasan Han İtimadü’s-saltana Muhammed Hüseyini zorla yanında çalıştırıyordu. Onu yanında çalışmaması durumunda babi olmakla itham edeceğini söylemişti. Şah gazete çıkarma işini itimadü’s-saltana’ya verince o da bu görevi Muhammed Hüseyin’e verdi. Buranın riyasetinde İtimadü’s-saltana bulunuyordu. Daha sonra hükümetin çıkardığı İran, Şeref ve İtlağ (اطلاع) gibi gazetelerden sorumlu hale geldi. 1890 yılında Nassreddin Şahın fermanıyla tercüme bürosunun başkanı oldu.  Muhammed Hüseyin insanları aydınlatmak ve onları yeni fikirlerle tanıştırmak amacı da güdüyordu. Bunun için yeni isimle gazetelerin çıkmasına da ön ayak etti. Bunlardan birisinin adı da İlmi Gazete’dir (Ruzname-i İlmi) ve Terbiyet Gazetesi’dir.

Muhammed Hüseyin’in dönemin entelektüellerinden olan Malkum Han ve Cemaleddin Esedabadi Afgani ile bağlantıları vardı. Bu kişilerle görüşüyor ve aralarında iletişim bulunuyordu. Malkum Han yurt dışında Kanun adında gazete çıkarmaktaydı. Bu gazete İran’da yasaklanmıştı. Muhammed Hüseyin de gazete de yazılar yazdığı suçlamasıyla takibe alındı. Şah, Muhammed Hüseyin’in suçsuz olduğuna karar verene kadar 40 gün Şah’ın adamlarından saklandı. Sonra Şah tarafından masumluğu ilan edilince tercüme bürosundaki işine geri döndü. Bu süreç içerisinde Muhammed Hüseyin en büyük yardımı Eminü’s-saltana’dan gördü. Eminü’s-saltana hatıralarında bu vakıayı ayrıntılarıyla dile getirmiştir. Biz eserini okuma şansımız olmadı. Ama Ketirayi’nin mezkur eserinde Eminü’s-salta’nanın hatıralarından bu bab ile alakalı olan kısmı nakledildiğinden vakıayı okuma fırsatımız oldu.

Tercüme bürosunda görevli olduğu süre zarfında Muhammed Hüseyin önemli kitapların basılmasına, önemli makalelerin çevirilerin yapılmasına ön ayak oldu ve yapılanlara yardımcı oldu. Tercüme bürosu bizzat Nasreddin Şah’ın emriyle kurulmuştu. Şah çeviri işine özel bir önem atfediyordu. Bu tercüme işinin başına bir süreliğine de olsa Muhammed Hüseyin getirildi. Onun riyasetinde birçok eserin ve kitabın çevirisi söz konusu oldu. Burada bulunduğu süre içerisinde devlete bağlı olmayan ilk gazete olan Terbiyet gazetesini kurdu. Bu gazete de yazılar ve önemli bilimsel eserlerin çevirilerini yaptılar. Bu gazete de ona yardım edenlerden biri de oğlu Muhammed Ali Furugi idi. 1899’da Siyasi okul (Medrese-i siyasi) da Farsça dili ve edebiyatı öğretmeye başladı ve 1905’te bu kurumun başına geçti ve 1907’de ise hala kurumun başkanıyken vefat etti.

Muhammed Hüseyin Terbiyet gazetesini yayınladığı yıllar Muzaffereddin Şah’ın saltanatına(1896-1907) denk gelmektedir. Terbiyet gazetesi 1897 yılında ilk haftalık olmak üzere yayınlanmıştır. Daha sonrasında günlük olacak şekilde 1908’e kadar yayınlanmıştır. Toplamda 434 gazete sayısı yayınlandığı hesaplanmıştır. Terbiyet gazetesinde ve Muhammed Hüseyin’in çalıştığı yerlerde oğlu Muhammed Ali onun yanında durmuş ve babasına asistanlık yapmıştır.

Muhammed Hüseyin Tahran’a gelip Tahran’da ikamet etmeden önce İsfahan’da bir evlilik yapmış ve o evlilikten bir kız çocuğu dünyaya gelmişti. Ama annesi vefat etti. O evlilikten doğan kız çocuktan daha sonra bahsedilmemiştir. Akıbeti hakkında elde mevcut bir veri yoktur.  Muhammed Hüseyin bundan sonra bir de Tahran’da evlendi. Yine İsfahanlı bir aile olan ve aynı zamanda devlet matbaasının müdürü olan Mirza Abbas Nakkaş’ın kız kardeşi ile evlendi. Muhammed Hüseyin’in bu evlilikten sağ kalan önce iki oğul ve sonra iki kızı oldu. Bunların arasında en büyük olanı ise Muhammed Ali Furugi’dir. Furugi’den sonra 1884’te Ebu’l-Hasan doğdu. Muhammed Hüseyin ve Ebü’l-Hasan’dan sonra doğan iki kız kardeşin kim ile evli oldukları bilgisine sahibiz. İlki Mühendis Abdü’r-rezzak Begâyiri’nin eşidir. Diğeri ise Mahmud Üreng’in eşidir.

Ebu’l-Hasan Furugi (1884-1960) İlk eğitimini babasının yanında aldıktan sonra eğitimine Darül-fünun’da devam etti. Sipehsalar Okulu’nda Fars ve Arap edebiyatı okudu. Asıl ilgisini felsefe çektiğinden kadim ve modern felsefe üzerine okumalar yaptı. 1902 yılında babasının sahip olduğu Terbiyet gazetesinde çalışmaya başladı. 1908 yılında ise İlmiye ve Darülfünun’da dersler vermeye başladı. 1920 yılında eğitim bakanı olan Mirza Ahmed Han Naşirü’d-devle ona aylık çıkan Usul-i Talim dergisini havale etti. Ama bu dergide uzun süreli çalışmadı. Abisi Muhammed Ali 1933’te onu İsviçre’ye orta elçi olarak atadı. Cenevre’de bu görevini tamamladıktan sonra 1935’te İran’a döndü ve Tahran Üniversitesi’nde çalıştı. 1960 yılında ise vefat etti.

Ebu’l-Hasan Avrupalı ilim adamları arasında tanınan ve şöhret sahibi bir insandı. Özellikle felsefi konulardaki yetkinliği ile biliniyordu. İsviçre’de görevde bulunduğu sırada ders vermek için Avrupa’nın muhtelif kurumlarından davet alıyordu ve bunlara icabet ediyordu.

Muhammed Ali Furugi’nin Hayatı

Muhammed Ali Furugi 6 Şubat 1877 yılında Tahran’da dünyaya geldi. İlk eğitimini babası Muhammed Hüseyin Furugi’den aldı. Bu konuya değinen kaynaklardan bazıları Muhammed Ali Furugi’nin babası hakkında şu mühim sözleri sarf ettiğini belirtmektedirler.

“Ben doğduktan sonra ve diğer çocukları doğduktan sonra da bizim eğitimimizle babam ilgilendi. Herşeyden fazla bu eğitim işine çok önem verdi. Bu işi özellikle düşünürdü. Hakikatte çocuk eğitimini kâmil bir şekilde biliyordu. Ben ömrümde bu kadar çocuklarının eğitiminin inceliklerine ve sırlarına vakıf olan bir kimseyi daha görmedim ve ben her neye sahipsem onun güzel eğitiminin sonucudur. Ayrıca neye sahip değilsem o da benim tabii kusurumdan ileri gelir veya sebeplerin veya araçların nakıs olmasıyla açıklanabilir. Ben bu iyi eğitimin sırrını çocuklarına olan aşırı sevgisi olarak açıklayabilirim….”

Kendisinin bu sözlerinden anlaşıldığı üzere Muhammed Ali Furuği’nin eğitiminde babası önemli bir rol üstlenmiştir. Özellikle aşağıda değineceğimiz üzere yol gösterme, teşvik etme ve ilmi sevdirme konusunda babasının etkisi çok fazladır. Muhammed Hüseyin kendisi de ilme çok önem veriyor ve özellikle dil öğrenmeye ayrı bir önem atfediyordu. 40 yaşında Fransızca öğrenmeye başlamıştı. Onun bu hareketi Furuği üzerinde büyük bir tesir bırakmıştır.

Muhammed Ali’nin eğitime başladığı 19. yüzyılın sonlarında İran’da modern bir medrese/okul bulunmamaktaydı. Farsça dilinde faydalı kitaplar, yabancı dilde Tahran’da kitap satan yabancı dükkanlar dahi mevcut değildi. Muhammed Ali başlangıçta medrese de Arapça, sarf-nahiv, emsile ve evamil öğreniyordu. Lakin bu eğitimden hiç de memnun değildi. Bu medresedeki öğrenme serüvenini bir “azap” olarak nitelemektedir. Aynı yıl babasının kütüphanesinde bulduğu bir İngilizce kitap rengi, parlak cildi ve çekiciliği ile Muhammed Ali Furugi’nin ilgisini oldukça cezp etti. Arapça ve Kur’an öğrenmekten başını her kaldırdığında bu kitabı inceliyor ve onu okumayı hayal ediyordu. Muhammed Ali’nin İngilizce öğrenmesi bu kitap sayesinde oldu. Oğlunun bu dile olan merakını anlayan babası Muhammed Hüseyin ona İngilizce öğretecek bir hoca tuttu. Nihayetinde ise o dönemde revaçta olan Fransızca öğrenmek yerine Muhammed Ali Furuği İngilizce öğrendi.

Fransızca öğrenmesi ise yine bir kitap ve babasının teşvikiyle yakından alakalıdır. Muhammed Hüseyin evine bir gün Camille Flammarion’un Astronomie Popularie adlı kitabıyla geldi. Fransızca olan ve astronomiyle alakalı olan bu kitabı babası Muhammed Ali Furuği’ye verdi. Ayrıca kitabı okuması için onu da teşvik etti. Dolayısıyla Muhammed Ali’nin Fransızca öğrenmesindeki önemli saiklerden birisi bu kitap ile meydana gelmişti. Muhammed Ali sonrasında Flammarion’un diğer kitaplarını da okumuştur ve o kitaplardan etkilenmiştir. Muhammed Ali ayrıca 30 yıl sonra Fransa’ya gittiğinde de Paris’te kitabın yazarı Flammarion ile tanışacaktır. Muhammed Ali Furuği’nin dil öğrenimini gördüğü asıl yer babasının riyasetini yürüttüğü darülfünun idi. Burada Rusça, İngilizce ve Fransızca dersleri veriliyordu. Muhammed Ali Furuği buradaki Fransızca ve İngilizce derslere devam etti. Jules Richard’ın oğlundan Fransızca konusunda yararlandı.

1889 yılında Muhammed Hüseyin’in arkadaşı olan İtimadü’s-saltana Nasreddin Şah’tan Muhammed Ali Furugi’nin Darülfünun’a katılması için istekte bulundu. Şah da kabul edince 12 yaşında Darülfunun’a alınmış oldu. Orada ön kursları geçtikten sonra Tıp bölümünü seçti. Bu bölümünde 2 yıl okuduktan sonra felsefe ve edebiyat kürsüsüne geçiş yaptı. Neden bu kürsüye geçtiği konusunda farklı görüşler vardır.

Hoca Nuri Meşahir-i Rical adlı eserinde tıp bölümünü seçtiğini çünkü halka hizmet etmek gibi ulvi bir düşüncesi olduğundan bahseder. Bırakma sebeplerini sayarken de Muhammed Ali’nin bu işi sadece para ve maişetini sağlamak için yapamayacağını büyük bir sorumluluğu olduğunu bilmektedir demektedir. Avrupa da tıp ilminin çok ileride olduğunu ve Tahran’daki tıp ilminin Avrupa’dakinin fazlasıyla gerisinde olmasından bir insanın sağlığının mesuliyetini almaya Muhammed Ali Furugi’nin cesaret edemediğini söylemektedir. Ayrıca Muhammed Ali’nin Tahran’da maişetini zor sağladığını Avrupa’ya gitmesinin imkansız olduğunu söyleyerek bu sebeplerden dolayı tıp mesleğini seçmiştir demektedir.

İbrahim Sefai, Rehberan-ı Meşrute adlı eserinde Furugi’nin felsefe ve edebiyata meyilli olduğunu söylemektedir. Muhammed Ali’nin Fransızca’yı babasının yanında öğrendiğini ve sonrasında Batı felsefesine aşina olduğunu, kitaplarını okuduğunu ve bundan dolayı felsefe ve edebiyat bölümüne geçtiğini söylemektedir. Yukarıda zikri geçen her iki yorum da doğru olabilir. Son olarak bu konuyla alakalı Mehdi Bamdad, Şerh-i Hal-i Rical-i İran adlı eserinde Muhammed Ali Furugi’nin edebiyata “fıtri zevk”i olduğunu söylemekte ve bu nedenden dolayı tıp okumayı bıraktığını söylemektedir. Furuği de hatıratında yukarıda zikredilenleri desteklemektedir Tıp bölümünde aldığı derslerin çok yetersiz olduğundan bahseder. Bir kitap üzerinden ameliyat görmeden, laboratuar olmadan eğitim yapıldığını ve bir gün hastaneye hasta görmeye giderler ve kitaptan öğrendikleri bilgilerin hiç işe yaramadığını o zaman fark eder ve tıpta kendisini geliştiremeyeceğini anlayıp başka bir bölüme geçiş yapar. Avrupa ilimlerine meyli olduğunu belirtir ve gerekli kitapları Yusuf Han müeddebü’l-mülk’ten aldığını söyler.

Muhammed Ali Furugi nihayetinde felsefe ve edebiyat bölümüne geçti. Bir süre Sipehsalar Medresesi’nde felsefe eğitimi gördü. Ardından Han Mervi ve Sadr Medrese’lerinde Meşai ve Eşrak felsefesi öğrenmek için bulundu. Buralarda bulunduğu süre içerisinde daha önceden öğrenmiş olduğu Fransızca ve İngilizce’sini geliştirdi ve iyi bir seviyeye getirdi.

Muhammed Ali Furugi 17 yaşında babasının yardımıyla Tercüme Bürosunda çalışmaya başladı. 1894’te Tercüme Bürosunda çalışmaya başladığı zaman orada çalışan en genç kişiydi. Bu sıralarda bazı modern tarzda yeni kurulan okullarda ders vermeye de başladı. İlmiye, edep gibi okullarda Fransızca, Tarih ve Fizik öğretmeye başladı. Ayrıca İran’da ki en iyi, muteber modern okul olan Daru’l-fünunda tarih öğretmenliği görevini üstlendi. Muhammed Ali Furugi dönemin önemli okullarında eğitim kariyerine devam etti. 1903’te Muhammed Ali Furugi yeni kurulan Siyasi Okul’a (Medrese-i Ulum-ı Siyasi’ye) uluslararası ilişkiler ve tarih öğretmenliği görevini yürütmesi için davet edildi. Yukarıda zikrettiğimiz üzere 1899 yılında Muhammed Hüseyin Siyasi Okul’da öğretmenliğe başlamıştı ve 1905’te kurumun başına geçmişti. Muhammed Ali bu kuruma gelince aynı zamanda babasının da en önemli yardımcılarından biri oldu.

Furugi bu medrese de ayrıca kurumun tercümanı olarak çalışıyordu. Servet-i milel ve Tarih-i Milel-i Maşrık Zemin onun burada çevirdiği önemli eserlerdendir ve yaptığı tercüme eserlerden bazıları medresede ders kitabı olarak okutulmuştur. Ayrıca Furugi’nin telif ettiği kitaplar ilerideki bölümlerde ayrıntılarıyla ele alınmıştır.

Muhammed Ali Furugi’nin Eşi ve Çocukları 

1907 yılında evlenen Muhammed Ali Furugi’nin 4 erkek ve iki kız çocuğu oldu. Eşi hastalığa yakalanınca onu evden başka bir yere naklettiler. Muhammed Ali’nin çocukları hafta da bir gün annelerini görmeye gidiyorlardı. Doktorların çabası ve ilaçları Muhammed Ali’nin eşini kurtarmaya yetmedi ve vefat etti. Muhammed Ali eşine duyduğu ihtiramdan dolayı bir daha evlenmedi.

Furugi’nin oğulları Cevad, Muhsin, Mesud ve Mahmud’dur. 1298 şemsi de Ebu’l-Hasan Furugi Daru’l-muallimin’i merkezi adında bir okul kurdu. Bu okul kurulunca Muhammed Ali’nin 4 oğlu burada ilk eğitimini aldılar. Buradan mezun olmaları 7 yıl sürdü. Muhammed Hüseyin Horasani, Şeyh Muhammed Hasan Astrabadi, Mirza İsa Han gibi hocalardan muhtelif dersler aldılar. Burada aldıkları diplomayı Fransa hükümeti tanıyınca Fransa’ya gitmek için ellerine bir fırsat geçmiş oldu. Burada Fransızca ve İngilizce öğrendiler. Matematik, mantık Fıkıh, Arapça gibi dersleri aldılar.

Cevad ve Muhsin’in eğitimi bittiği sırada Muhammed Ali Furugi başbakandı. Ama başbakanlığı uzun sürmedi ve istifa etti. Mirza Hasan Han Müstavfi’l-Memalik Muhammed Ali’nin yerine başbakan oldu. Muhammed Ali hasta olduğunu bahane ederek Rıza Şah’tan izin almayı başardı. Rıza Şah yeni kurulan kabine de savaş bakanlığını Muhammed Ali’ye verdi. Muhammed Ali’nin bu seferden kastı oğulları Muhsin ve Cevad’ı yurt dışına eğitim için götürmekti. Sonuç olarak otobüsle uzun süren Avrupa yolculuğu başlamış oldu.

Avrupa’ya varıp Parise geldiklerinde Muhammed Ali’nin ilk görüştükleri arasında Mirza Muhammed Kazvini vardı. Mirza Muhammed Kazvini ile Muhammed Ali Furugi eski dostlardı. Muhammed Ali Furugi burada bulunduğu sırada Ankara’ya büyükelçi olarak atandığını öğrenince oğulları Cevad ve Muhsin’in eğitimini Muhammed Kazvini’ye sevk eyledi.

Muhsin, Paris’teki Lycee Jeanson-de-Sailly Üniversitesi’nde matematik fakültesine kayıt yaparken, Cevad hukuk ve siyasal ilişkiler fakültesine kayıt yaptı. Muhsin matematik fakültesinde üç yıl eğitim aldıktan sonra Mimarlık bölümüne geçiş yaptı. Muhsin Paris’te yaklaşık 12 yıl kaldı ve bu süre içerisinde Tahran’a hiç dönmedi. Babası ve amcası birkaç defa Paris’e gelmişti. Yine bu dönemde kardeşi Mesut da Paris’e geldi ve siyaset ve hukuk bölümünü seçti.

  1. Dünya Savaşının başlamış olması ve Nazi tehlikesinin Fransa’yı etkilemeye başlamasıyla İran’a dönüş süreci başlamış oldu. Mesud, Cevad ve Muhsin böylelikle İran’a dönüş yaptılar.
Furuği’nin Siyasi Hayatı ve Faaliyetleri

Muhammed Ali Furugi’nin meşrutiyet öncesinde siyasi hayatta bulunup bulunmadığı tam da kesin değildir. Muhammed Ali’nin Meşrutiyet’in (constituonal revolution) elde edilmesinde önemli rolü olan İnkilap Komitesi ile bağı olduğu iddia edilse de kaynaklarda bu bilgiye rastlanmamaktadır. Bilinen o ki Muhammed Ali’nin babası bu komitenin üyesidir ve Muhammed Ali aktif olarak bu komitenin üyesi olmamıştır. Ama Muhammed Ali’nin siyasi hayatı onun İnsanlık Derneği’ne (Society of Humanity) üye olmasıyla başlar.  Bu organizasyon da aynı zamanda meşrutiyet devrimi esnasında aktifti ve masonik bir yönü de vardı. Abbaskuli Han Kazvini tarafından kurulmuştu ve ilerde zikredeceğimiz Malkum Han’ın feramuşhanesinin devamı niteliğinde idi. Fermauşhane ise Mason locasına verilen bir isimdir ve İran’da yaygınlık kazanmıştır.

1906 yılından itibaren yaklaşık iki yıl boyunca özellikle Meşrutiyet devrimiyle alakalı dikkate değerli işleri başaran İnsanlık Toplumu meşrutiyet ilan edildikten ve meclis toplandıktan sonra Muhammed Ali Şah’ı kendi yanlarına çektiler ve Meşrutiyetçiler ve Şah arasında adeta aracı görevi aracılık rolünü üstlendiler. İnsanlık Toplumu’na üye olan önemli simalar arasında Mirza Muhammed Han Musaddıkü’s-saltana, Seyyid Nasrullah Takavi ve Mirza Muhammed Han Kemalü’l-mülk bulunuyordu. Bu topluluğun faaliyetleri 1908 yılında meclisin bombalanması ve Malkum Han’ın vefatıyla son buldu.

Ayrıca Meşrutiyet fermanı ilan edildikten ve Meclis oluşturulduktan sonra Furugi 1906 yılında burada görev alması için davet edildi. Meclisin sekreterlik işlerini düzenlemek ve dönemin şartlarına uygun bir şekilde onu düzenlemekle görevlendirildi. Furugi’de Avrupa’daki meclisleri inceleyip bu kurumu bir düzene soktu. 1907 yılında babası vefat etti. Muhammed Ali Şah’ın fermanıyla “zekaü’l-mülk” lakabını aldı. Babasının siyasi okuldaki işi yani bu okula başkanlık etme görevi Muhammed Ali Furuği’ye verildi.

Muhammed Ali Furuği’nin Masonluk faaliyetlerini ele alırken öncelikle bilmemiz gereken bazı hususlar vardır. “İran’da Masonluk” adlı kitabın yazarı Mahmud Ketirayi’nin de belirttiği gibi Masonlar’ın faaliyetlerinin neleri içerdiği ve orada bulunanların nasıl hizmet ettiğinin bilgisine ulaşmak çok zordur. Belgelere ulaşmak ve bu belgelere dayalı çıkarımlarda bulunmak hiç de kolay değildir. Çünkü Masonluk teşkilatı gereği gizlilik esas olduğundan Muhammed Ali Furuği’nin mason olarak ne gibi faaliyetleri yaptığı ya da tarih içerisinde bu teşkilattaki yerini belirlemek malum sebeplerden dolayı zordur.

Furugi’nin hayatını ele alırken yine zikredilen diğer bir kurum Loc-i Bidâr-i İran yani İranı Uyandırma Locası (lodge Réveil de l’Iran)’dır.  Bu loca Fransız ve İranlı Masonlar tarafından 1906 Kasımı’nda kurulmuştur. Dönemin önemli isimleri bu locaya katıldı. Bunlar arasında Muhammed Ali Furugi’de bulunuyordu.

İnsanlık Toplumu’nun (Cami-i Ademiyatın) faaliyetleri kesintiye uğradıktan sonra Furugi’nin içinde bulunduğu İranlı ve Fransız’lardan oluşan bir grup insan 1908’de İran Bidâri Locası’nı kurdular. İran Bidârı Locası’nın aktivitelerinin gerçekleştiği yer Zahirü’d-devle’nin eviydi. Ama bu bina, meclis binasının yıkılmasının ardından Muhammed Ali Şah’ın emriyle yıkıldı. Toplantılarının ve önemli görüşmelerin gerçekleştiği bu evin yıkılması bu locanın üyelerinin faaliyetlerine son vermedi. Onlar halkı şaha karşı harekete geçirmeyi başardılar. 1909 Temmuzu’nda bu locanın üyelerinden olan Bahtiyari üyelerin kabileden müteşekkil ordularıyla şahın üzerine yürümesi şahın istifasına ve sürgüne gitmesine sebep oldu.

Yukarıda zikredildiği üzere mezkur şahın emriyle Zahirü’d-devle’nin evi kapatılmış ve bu grubun faaliyetlerine resmen son verilmişti. Ama orada bulunanlar evlerine yapılan taarruzdan bir gün önce kayıtları ve belgeleri Fransız elçiliğine taşıdılar ve daha sonra 1909 yılının aralık ayında bu belge ve kayıtları üyelerden biri olan Erbab Keyhüsrev Şahruh’un evine taşıdılar.

1912 yılında ise Muhammed Ali Furugi ve onun 2 diğer mason arkadaşı Büyük Fransız locasının tüzüğünü ve iç nizamnamesini Farsça’ya çevirdiler. Dolayısıyla bu nizamname masonların hem dünya görüşünü belirliyor ve hem de hedeflerine ulaşmak için neler yapmaları gerektiğini ihtiva eden kurallardan oluşuyordu.

1920 yılında Loc-ı Bidari-i İran, Pehlevi rejiminin şüphelerini üzerine çekmemek için çalışmalarına ara verdi. Ama verilen listeden öyle anlaşılıyor ki Rıza Şah döneminde başbakan olanların (buna Muhammed Ali de dahil) yüzde yetmişi masondu. Mason Locası olan Bidâri’ye üyedirler. Bu dönemde gelen 10 başbakandan sadece üç tanesi bu locaya üye olmayanlardandır. Loca’nın dosyaları/kayıtları Muhammed Ali Furugi’nin evinde tutuluyordu. Muhammed Ali Furugi 1942 yılında vefat edince dokümanlar İbrahim Hekimi’nin evine götürüldü.

Burada kurulma aşamasında beş kişinin ismi öne çıkmaktadır. İsmail Rain bunların yöneticiler, idareciler olduğu ihtimalini belirtmektedir. Onların arasında hatiplik görevi verilen Muhammed Ali Furugi’yi görmekteyiz. Yine ayrıca 1914 yılında çekilen fotoğraftan İsmail Rain’in tespit ettiklerinin arasında Muhammed Ali Furugi ve Mirza Ebu’l-Hasan Furugi’nin fotoğrafını görmekteyiz.

Furugi’nin Bidari Locası’ndan sonra katıldığı önemli bir kuruluş veya dernek ise Şirket-i Ferheng (the culture association) yani Kültür Derneği idi. Özellikle bu ismi gizli bir kuruluş veya yarı gizli bir kuruluş olmadıklarını belirtmek için seçmişlerdi. Bu grubun asıl amacı İran halkına yapılacak olan eserler ve binalarla eğitim hizmeti vermekti. Yani buradan kasıt modern okullar kurmak, yazılar, çeviriler ve sergilenen oyunlarla İranlılar’a bir şeyler anlatılması ve onların bir yola yani modern dünya yoluna götürülmesi hedefleniyordu.

Muhammed Ali Furugi bu cemiyetin başkanı oldu. Bu cemiyet bünyesinde dönemin önemli isimleri de bulunmaktaydı. Abdullah Müstavfi, Ali Ekber Davar, Seyyid Ali Nasr ve Süleyman Mirza İskenderi bunlardan bazılarıydı. Özellikle tiyatro oyunları sergilediler. Burada çevrilen eserlerde Muhammed Ali Furugi’nin de emeği bulunmaktadır. Bu çevrilen ve daha sonra oynanan dizilerden elde edilen gelir yapılması planların okulların ve diğer faaliyetlerin masrafları için kullanıldı.

9 Ocak 1907 tarihinde Muhammed Ali Şah, Muzafferiddin şahın yerine geçerek İran tahtına oturdu. Dönemi siyasi ve sosyal buhranların çok olduğu bir döneme rastlar. Bu dönemde Ruslar ve İngilizler kendi aralarında ülkeyi bölmüşlerdir. Bunun yanında Şah veliahtlığı sırasında yanına çektiği ve destek aldığı grup olan reformcularla ters düşmüş ve önemli kişileri karşısına almıştır. Olayların artması üzerine 1908 yılında Tahran’da sıkıyönetim ilan edilmiş ve bir Rus subay burada görevlendirilince halk devletin Ruslar’a peşkeş çektiği düşünerek galeyana gelmiştir. Daha sonra 23 Haziran 1908’de meclis topa tutulmuş ve bir grup insan öldürülmüştür. Bütün bu olanlar halkın şaha karşı olan nefretini ve hoşnutsuzluğunu artırmıştır.

Muhammed Ali Şah’ın meclisin bombalanmasına sebep olması ve Rus elçiliğine sığınması ve meşrutiyetçilere ters düşmesi sonucu tahttan indirilince hanedanın değiştirilmesi gündeme geldi. Hanedanın Kaçarlardan alınıp başka bir hanedanın geçmesi fikri gündemdeydi. Ama meşrutiyetçileri bu fikirden caydıran 1828 Türkmençay antlaşmasının yedinci maddesiydi. Orada Ruslar tahta ancak Abbas Mirza’nın soyundan olanlar gelebilecek ibaresi bulunması meşrutiyetçileri bu fikrinden vazgeçirdi. Meşrutiyetçiler de Muhammed Ali Şah’ın oğlu olan Ahmed Şah’ın başa geçmesine rıza göstermek durumunda kaldılar.

İç karışıkların ve mali çözümsüzlüklerin olduğu böyle bir ortamda iş başına gelen yeni hükümet devleti yönetecek organlardan ve mekanizmadan yoksundu. Devlet iflas bayrağını çoktan çekmişti. Krizlerin artması ve 1911-1913 yıllarında had safhaya ulaşması sonucu çözüm olarak British İmperial Bank’dan 440 bin sterlin kredi alındı. Lakin devlet içinde bulunduğu mali çözümü aşamıyor ve bunun çözümü için çareler düşünüyordu. Bu minvalde Maliye bakanlığına bağlı 12 bin kişiden müteşekkil bir jandarma teşkilatı oluşturulması hedeflendi çünkü devlet alması gereken vergileri almaktan dahi acizdi. Bunları eğitmesi için İsveçliler’den yardım alındı. Ayrıca mali sorunları çözmesi amacıyla Amerika’dan Morgan Shuster getirildi.

Morgan Shuster İran mali durumunu düzeltmek için öngördüğü reformları yapamadı. Ruslar Shuster’e karşı cephe almışlardı. 1911 yılının Aralık ayında Morgan Shuster’in İran’dan gönderilmesini talep ediyorlardı. Gerekçe olarak ise onun 1907 yılında imzalanan antlaşmayı ihlal ettiği öne sürülüyordu. 1907 yılında İran’ın iki süper güç tarafından paylaşılması ve bir de tarafsız bölge olmasını ihtiva eden antlaşma imzalanmıştı. Shuster bunu ihlal etmekle suçlanıyordu ve İngilizlerde bu konuda Ruslardan yana olunca İran devleti Shuster’i göndermek zorunda kaldı.

Bütün bu karışıklıkların ve sorunların olduğu dönemde toplanan meclise Muhammed Ali Furugi de Tahran’dan vekil olarak katıldı. Meclise girip siyasi hayata başlama tarihini Yuhna Necidi 35 yaşı olarak söylese de meclise girdiğinde yaşı 32’dir. Bunu Ahmed Varedi’de ve doğum tarihide teyit etmektedir.

Muhammed Ali Furugi o dönemde bilgisi ve iyi tanınması hasebiyle Meclise sekreter olarak girmişti. Sekreterlik süresi Müstaşarü’d-devle’nin istifasına kadar devam etti ve o tarihten sonra Furugi meclisin başkanı oldu. 1911 şubatına kadar da bu görevini sürdürdü. Furugi’nin meclise başkanlık yaptığı dönemde genç Şahın naibi olan Ali Rıza Han vefat etti ve bu vazife için Nasirü’l-mülk ve Müstevfiü’l-Memalik aday oldular. Furugi’nin çabalarının da tesiriyle Nasirü’l-mülk genç Şahın yeni naibi oldu. İbrahim Sefayi Furugi’nin Nasirü’l-mülk’ü desteklediğini ve ona davet mektubu yolladığından söz etmektedir. Bunu da onun İngiliz taraftarı olmasına bağlamaktadır. Ayrıca Ahmed Varedi sayfa 127’nin dipnotunda verdiği bilgide İrec Efşar’ın verdiği bir malumatdan bahsetmektedir. Bilgiye göre Furugi Nasırü’l-mülk’ü genç Şah’ın naibi olması için ikna etmek üzere İngiltere’ye seyahat ettiğinden bahsetmektedir. Ahmed Varedi bilginin doğruluğunun teyit edilemediğini ayrıca dile getirmektedir.

1911 şubatında Muhammed Ali Furugi’nin mecliste başkanlık görevi son buldu. Bu tarihte Mirza Esadullah Han, Muhammed Ali Furugi’nin tarafsız olmadığını iddia ediyordu. Onun Demokrat Parti’yi savunduğunu ve ılımlılara karşı olduğunu dile getirmekteydi. Buna binaen Muhammed Ali Furuği bu konuyu oylamaya sununca onun aleyhinde sadece 4 kişi oy verse de Muhammed Ali Furuği istifa etti.

Muhammed Ali Furugi’den sonra Mümtazü’d-devle başa geçti ve ondan sonra da Muteminü’l-mülk meclis başkanı oldu. Muteminü’l-mülk’ün meclis başkanı olduğu sırada Furugi’nin de vazifesi vardı. Furuği meclis başkanının naibi olmuştu. Aynı zamanda Muhammed Ali Furugi bu sıralarda önemli bir vazifeye daha atanmıştı. Şahın oğullarını eğitmek için haftada birkaç gün saraya gidiyordu.

Meclis Şah’ın emriyle cebren kapatıldıktan sonra Şah’ın naibi olan Nasirü’l-mülk Samsamü’s-saltana’ya Muhammed Ali Furugi’yi tavsiye etti. Bu sebeple Furugi Samsamü’s-saltana’nın kabinesinde maliye bakanı oldu. Kısa bir zaman geçtikten sonra adalet bakanı oldu. Furugi adalet bakanlığında uzun süre çalışmadı ve adalet bakanlığından istifa etti. Furugi’nin adalet bakanlığından ayrılmasının sebebi Samsamu’s-saltana ile anlaşamamasıdır. Çünkü Samsamu’s-saltana bir kabile şefiydi onunla diğer devrin önemli siyaset adamları anlaşmakta sorun yaşıyordu. Furugi’de onunla çalışamayacağını anlayınca bu görevden vazgeçmiştir.

Muhammed Ali Furugi’nin bir sonraki vazifesi yeni kurulan temyiz mahkemesinde çalışmak olacaktır. Bu temyiz mahkemesi İran’da var olan modern mahkeme sorununa bir cevap olmak üzere oluşturulacaktır. 20. yüzyılın başlarında İran’da şer’i ve örfi hukuk bulunmaktaydı. Ama bunun yanında sivil hukuk bulunmuyordu. Ayrıca sivil mahkemeler de bulunmuyordu.

Müşirü’d-devle Hasan Pirniya 1910’da adalet bakanı oldu. Müşirü’d-devle sistemdeki bu karışıklığı gidermek ve hukukun merkezileşmesi için bir dizi reforma girişti. Öncelikle reform için gerekli bütçeyi ayarladı. Bundan sonra 1911 yılında bakanlığın tamamını fesh edip işte çalışanların bir kısmının işine son verdi ve kendi istediği kişileri işe aldı. Dolayısıyla kendi çekirdek kadrosunu oluşturmuş oluyordu. Bu çekirdek kadroda etkin rol oynayanlardan birisi de Muhammed Ali Furuği idi. Müşirü’d-devle’nin başlattığı bu proje sonunda yapılan mahkemeler özel ve genel olmak üzere ikiye ayrıldı. Genel mahkemeler medeni ve ceza mahkemelerinden meydana geliyordu. Özel mahkemeler dini bir nitelik taşıyor anlaşılan o ki Şer’i hüküm ile yönetiliyordu. Bu kapsamda genel mahkeme bünyesinde olan Büyük Temyiz Mahkemesi kuruldu. Bu mahkeme yeni kurulmuştu ve bunun ilk başkanı Muhammed Ali Furuği oldu.

1913 yılında kanun tasarısı tamamlandığında meclisin de vakti dolmuştu. Meclis kapatıldığından yapılan kanun tasarısı meclise sunulamadı. Ama kanun tasarısı geçiçi kanun olmak üzere Adalet bakanlığınca yürürlüğe konuldu. Tabii böyle bir hareket tepkiyi de beraberinde getirdi. İran uleması bu duruma karşı çıkınca onların aklındaki ve gönlündeki şüpheleri kaldırmak amacıyla dönemin saygın alimi Seyyid Hasan Müderris’in onayı alındı. Bu ve benzeri birkaç önlemle tepkiler azaltılmaya çalışıldı. Muhammed Ali Furuği de 1 yıl daha Temyiz Mahkemesi’nde görev yaptı. 1914 yılında bu görevinden ayrıldı.

Furuği 1914 yılında tekrardan Müstevfi el-memalik’in kabinesinde Adalet bakanı oldu. Bu görevi uzun sürmedi. Meclis üçüncü defa toplanınca Meclis’e Tahran’dan vekil olarak girse de yine bu görevinde uzun süre kalmadı. Meclisten ayrılarak Müstevfi el-memalik’in kabinesine girdi. Bu sırada 1914 yılında Ahmed Şah artık naibe ihtiyaç duymayacak yaşa gelmişti ve böylece tahta geçmiş bulundu. Naibi Nasirü’l-mülk’ünde naiblik görevi böylece sona ermiş bulunuyordu.

Ahmed Şah devletin başına geçtiğinde yaşı 12 olduğundan devleti o değilde başkaları yönetiyordu. 1910 Eylülü’ne kadar Azadü’l-mülk naiblik yaptı. O vefat edince yerine Nasirü’l-mülk geçti. Bu dönemde yaşanan önemli olaylardan biri de sarayda ki tasfiye hareketidir. Tasfiye hareketini icra etme görevi Müstevfi el-memalik’e verildi. Müstevfi el-memalik Muhammed Şah’ın oğluna Rusça öğretsin diye atadığı Smirnov ajanlık yaptığı gerekçesiyle saraydan ilk uzaklaştırılanlar arasındadır. Ruslar bu kişinin saraydan uzaklaştırılmasına tepki gösterse de Meşrutiyetçiler’in tutumu kararlıydı. Meşrutiyetçiler genç Şah’ın kendi istekleri doğrultusunda yetişmesini istiyor ve kendi hedeflerine ulaşmada genç Şah’ın sorun çıkarmamasını hedefliyordu. Bu sebepten onu eğitecek kişilerde bu bilinçte olmaları gerekirdi. Birçok özel öğretmen, saray görevlisi ve memurun vazifesine son verildi. Amaçları ise genç Şah’ın gelecekte “hakiki bir meşruti kral olmasıydı”. Bunun gibi sebeplerden dolayı genç Şah için özel hocalar tutuldu. Bunlardan biri de Muhammed Ali Furuği idi. Ayrıca Zekaü’l-mülk Gaffari ve Kemalü’l-mülk gibi özel hocalarda genç Şah’ı yetiştirmesi için tutuldu.

Muhammed Ali Furuği 1909 yılında genç Şah ve onun kardeşi Hasan Mirza’ya ders vermeye başlıyor. Sarayda verdiği bu derslere hafta da birkaç olmak üzere 1914 yılına kadar devam ediyor. Burada onlara tarih, İran edebiyatı ve Fransızca öğretiyordu.

Muhammed Ali Furugi bir heyetle birlikte 1919 yılında Parise Versailles Barış Konferansı’na katılmak için gidecektir. Yabancıların nezdinde olan saygınlığı dolayısıyla bu göreve seçilmesinde etkenlerden birisidir.

İran’la İngiliz devleti arasında anlaşmalar olurken Dış İşleri bakanı Müşavirü’l-memalik Ensari başkanlığında oluşan bir heyet Paris Barış Konferansı’na katılmak üzere Paris’e gittiler. Bu heyetin içerisinde Mirza Hüseyin Han, Mirza Abdü’l-Hüseyin Han Ensari, İntizamü’l-mülk Adolph Perni ve Muhammed Ali Furugi bulunmaktaydı. Paris barış konferansına giderken bazı talimatlar aldılar. Aldıkları talimatların önemlileri, İran’la savaşmış ve işgal etmiş olan muharip devletlere yönelik tazminat talebi, İran’ın olmasını istenilen sınırlarının ve haritasının dile getirilmesi, ayrıca İran’ın düştüğü ekonomik, sosyal ve askeri bunalımdan kurtarılması için İran’la savaşmamış bulunan Amerika veya Fransa’dan muhtelif alanlarda danışmanlar talep edilmesi idi. Bu gibi amaçlarla yola çıkan heyet Paris’te görüşmelere başladı.

Muhammed Ali Furugi Paris’e İran’ın meselelerini ve önerileri sunmak için gittiğinde İran Devleti gizliden İngilizlerle müzakere sürecinde olduklarından heyet pek de faydalı sonuçlar elde edemedi. İngilizler İran’ın meselelerinin Paris Barış Konferansı’nda dile getirilmesini istemiyor ve bunu engellemeye de çalışıyorlar. Muhammed Ali Furugi’nin Paris’te tuttuğu notlardan orada yaptıklarını ve dönen meseleler hakkında önemli bilgiler etmekteyiz.

Muhammed Ali Furugi ve delege heyeti 1920 yılında Paris’ten İngiltere’ye trenle yola çıktılar. Yanlarına bir grup yeni insan da katılmıştı. İtimadü’d-devle ve yabancı profesör ve yazarlar da bulunmaktaydı. Londra’ya vardıklarında onları Gaffar Han, Alikali Han, Muhsin Han ve Munazzamü’s-saltana karşılamaya geldiler. Ayrıca Londra’ya vardıklarında Rusların Reşt bölgesine girdiğinin haberini aldılar.

Muhammed Ali Furugi Avrupa’da bulunduğu süre içerisinde ayrıca Fransa ve Almanya’da İran edebiyatı ve tarihine dair dersler vermiştir. 1922 yılında ise İran’a geri dönerek temyiz mahkemesinde 1 yıl daha görev yaptı. 1923 yılının ocak ayında ise Müstevfi el-memalik’in kabinesine girdi. Onun kabinesinde Dış İşleri bakanlığı görevi ona tevdi edildi. Daha sonra Muhammed Ali Furuği Hasan Pirniya’nın kabinesinde maliye bakanı oldu. Hasan Pirniya’dan sonra kabine oluşturma görevi geleceğin Rıza Şah’ı olacak serdar-ı sipah lakablı Rıza Han’a verildi. Rıza Han’ın kurduğu 4 tane kabine oldu. Rıza Han kurduğu bu kabinenin ikisinde Furuği’yi Dış İşleri bakanı yaptı. Diğer ikisinde ise onu maliye bakanı yaptı.

Rıza Şah ve Muhammed Ali Furuği

Rıza Şah 1878 yılında Mazenderan’a bağlı Alaşet köyünde dünyaya gözlerini açmış ve sürgüne gönderildiği Güney Afrika’da 26 Temmuz 1944 tarihinde vefat etmiştir. Askeri kökenden gelen ve küçük yaşta asker olan babasını kaybedince dayısının görev yaptığı Kazak Tugayı’na 1891 senesinde girerek “kabiliyeti” ve “çalışkanlığı” sayesinde hızla yükselmiş ve önemli mertebelere gelmişti. İran’ın biraz daha rahatlamasına sebep olacak Bolşevik ihtilali sonrasındaki bu ihtilal İngiliz nüfuzunun İran’da artmasına sebep olmuştur. İngilizlerin yardımıyla Kazak Tugayı’ndan Bolşevik taraftarlarını uzaklaştırmayı başarmıştır. Ayrıca ihtilalden bir yıl sonra vukuu bulan Cengeli İsyanı’nı bastırmaya katılması önemlidir.

Darbenin meydana gelmesinde ve Rıza Han’ın Şah olmaya giden yolda onu teşvik eden önemli isimlerden birisi William Edmund Ironside’dır. Ekim 1920’de İran’da İngiliz komutan olarak göreve başlamıştır. Görevine 18 Şubat 1921 yılına kadar devam etmiştir. Burada bulunduğu süre içerisinde tavsiye üzerine Rıza Han’ı Kazak Tugayı’nın başına getirmiştir. 1917 Rus ihtilalından sonra da Bolşevik tehlikesine karşı Kazak Tugayı’nda bulunan birçok Bolşevik taraftarını tasfiye etmiştir. Rıza Han’ı ayrıca 1921 yılında gerçekleştireceği darbeye karşı teşvik etmesinin sebebi ise Bolşevik tehdididir. İran’ın Bolşeviklerce işgalini istemeyen İronside Rıza Han’ı Tahran’ı işgale teşvik etti. Çünkü ancak güçlü askeri bir yönetimle Bolşeviklere karşı konulabileceğini düşünüyordu. Şartları ise  İngiliz askerlerine geri çekilmesi esnasında dokunmamak ve Ahmed Şah’ı tahtan indirmeme idi.

Muhammed Ali Furuği 1922 yılında İran’a geri döndüğünde Büyük Temyiz mahkemesinde göreve devam etti. Ocak 1923’te ise Müstavfi el-memalik’in kabinesinde dış işleri bakanı olarak göreve yapmaya başladı. Burada Rıza Han ile birlikte çalışacaktır. Rıza Handa ordu komutanlığından bu kabinede Savaş bakanlığına yükselmiş ve gün geçtikçe daha da güçlenmekteydi. Gelecekte birlikte uzun soluklu yol yürüyecek olan iki önemli isim Furugi ve Rıza Han bu kabinede birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı bulmuş oldular.

İbrahim Hoca Nuri, Muhammed Ali Furugi İle Rıza Han’ın ilk karşılaşmasına eserinde yer vermiş ve Ahmed Varedi’de eserinde bu kısmı İngilizceye çevirmiştir. Yukarıda zikrettiğimiz bir husus vardı. Muhammed Ali Furuği ve Rıza Han ilk defa Müstevfi el-memalik’in kabinesinde ortak çalışmaya başlamışlardır. Müstevfi el-memalik onların her ikisini de kabinesinde bakan olmaları için davet etmiştir. Anlaşılan o ki bakanların bir araya geldiği bir oturumda herkes Müstevfi el-memalik’i tebrik etmektedir. Tebrik etmelerinin sebebi ise Muhammed Ali Furugi’nin onun kabinesinde bakan olmasıdır. Rıza Şah bu durum karşısında çok şaşırır. Asıl onu şaşırtan ise bunca teveccühata karşın Muhammed Ali Furugi de ne bir gurur izi ne de bir tahkir edici bir hava vardır. İnsanlarla konuşurken küçümsemez ve kendisi gibi eğitim almamış ve onun gibi bilgili olmayanları aşağılamaz. Bu durum karşısında Rıza Han çok şaşırır ve onun bu davranışını çok beğenir. Anlaşılan o ki Rıza Han Furugi’nin hal ve hareketinden etkilenmiştir. Furugi gibi birisiyle konuşursa gururunun incinmeyeceğini düşünerek onun fikirlerinden yararlanmayı düşünür.

İbrahim Hoca Nuri’nin verdiği bilgiler yani Rıza Şah’ın Furuği’ye itimat etmesi ve ona güvenmesi açısından değerlendirilir, ilerideki tarihsel olaylar bu verinin doğruluğunu teyit eder niteliktedir. Çünkü Rıza Şah’ın taç giyme töreninde olsun ve diğer olaylarda olsun Rıza Şah Furuği’ye itimat etmektedir. Ama özellikle İbrahim Nuri eserini yazarken kullandığı kaynakları belirtmediği için bu bilginin nereden geldiğini bilemiyoruz. Ama evet bir gerçeklik payı olduğunu ve en azından tarihi yorumlarken eldeki verilerle tezat göstermeyeceğini belirtmek istiyoruz. Ayrıca belirtmeliyiz ki ilk karşılaşma olayı birebir bu şekilde olmuştur diyemiyoruz, kaynak belirtmediği için ve diğer kaynaklarda da böyle bir veri olmadığından ihtiyatlı yaklaşmakta fayda görüyoruz.

Bir sonraki kabine Mayıs ayında iş başına geldi. Furugi bu kabine de ekonomi bakanı olurken Rıza han aynı makamını korudu. Kabineyi kuran kişi ise Müşirü’d-devle’dir. Rıza Han 1923 Ekim de başbakan olduğunda da Furuği ile beraber çalışmaya devam etmektedir. Mezkur yılda Furuği dış işleri bakanı olarak Rıza Han’ın kabinesinde yerini almaktadır. Rıza han başbakan iken İran’ da bazı değişiklikler yapmak yolunu seçti. Rıza Han’ın istediği İran’ı cumhuriyet haline getirmekti. Bu hedefine ulaşmak için çalışmalara başladı. Muhammed Ali Furuği’de Rıza Han’ın bu isteğini doğru buluyor ve onu destekliyordu. Lakin Rıza Han’ın bu hedefi aşikar olduğunda ve dile getirildiğinde İran uleması buna karşı çıktı ve bu hedefe karşı olanların tepkisi Rıza Han’ın geri adım atmasına neden oldu.

Rıza Han güç kazanırken Ahmed Şah güç kaybediyordu. Bu dönemde meydana gelen önemli olaylardan beklide dönüm noktalarından birisi de Muhammed Ali Furuği’nin elçiliklere gizliden gönderdiği mesajda saklıydı. Anlaşılan o ki mutad üzere her yıl nevruz ayında sarayda bir kutlama ve selamlaşma tertip edilmektedir. Furuği 1924 yılında yazdığı mesajında şunları söylüyordu. “Ahmed Şah’ın ve veliahdın 1303 yılındaki nevruz da bir otoritesi olmadığından kutlama tertip edilmeyecektir.” Bu bilgiden öyle anlaşılıyor ki Şah ve veliaht gözden çıkarılmıştır. Yani otoritelerini tamamen kaybetmek üzeredirler.

Bütün bunlar yaşanırken Ahmed Şah yurt dışı gezisinde idi ve onun yerine Hasan Mirza bulunmaktaydı. Ahmed Şah’ın yurt dışında olduğu bir zamanda 1924 yılında Rıza Han hazret-i eşref lakabını aldı. Şah olmadan önce yani Ahmed Şah’ı ve Kaçar hanedanını devirip Rıza Şah olmadan önce iki kabine daha kurdu. Bu kabinelerin ilkinde Muhammed Ali Furuği Dış İşleri bakanı olmaya devam etti. 1924 senesinde ayrıca İngilizlerin protestosuna sebep olan kapitulasyonların ortadan kaldırılması meselesi söz konusu oldu. Bunu müteakip Furuği’nin İngilizlerle yazışması vardır. Kapitülasyonların kaldırılmasını savunmuştur.

1924 yılı Furuği’nin ayrıca test edildiği ve başarılı olduğu bir yıldır. Bu yılın Eylül ayına kadar Furuği Rıza Han’ın kurduğu yeni kabine de ekonomi bakanı olarak görev yaptı. Onun sadakat testi ise aynı yılda oldu. Huzistan da bulunan Arap şeyhi isyan edince Rıza Han bunu kendisi bastırmak istedi. Bu sebeple Tahran’ı terk edince devleti Furuği’ye emanet etti. Furuği artık ekonomi bakanı olarak değilde devletin başı olmuş durumdaydı. Rıza Han ise ekim ayında isyanı bastırmış muzaffer bir eda ile Tahran’a geri döndü.

1925 yılında tasarlanan yasa meclise sunuldu. Bu yasa ile Ahmed Şah tahtan indirilecek ve geçici hükümet Rıza Han’a tevdi edilecektir. Bununla birlikte Rıza Han gücüne güç katmış oluyordu. Sonuç itibariyle bir sonraki adımda hanedanı ortadan kaldıracak ve Pehlevi hanedanlığı başlayacaktı. Furuği kurucu meclisin (meclis-i müessisan) kurulmasında önemli rol oynadı ve sonuç itibariyle Rıza Han artık Rıza Şah olmuştu. Meclis ve önemli kimseler artık başbakanın kim olacağını tartışıyordu. Meclis’in çoğunluğunun gözdesi Mirza Hasan Han Mushar’dı. Ama Rıza Han’ın gözdesi Muhammed Ali Furuği idi. Yapılacak seçimden önce Rıza Han meclis vekillerini ikna etmeyi başardı ve böylece Muhammed Ali Furuği başbakan oldu. Ahmed Varedi Rıza Han’ın Furuği de ısrar etmesi onun Furuği’ye olan aşırı itimat ve güveniyle alakalı olduğunu söylemektedir. Ayrıca Furuği’nin Rıza hanın Tahran ‘ı isyan bastırmak için gittiği sırada Rıza Han’ın güvenini iyi bir şekilde kazandığını dile getirmektedir.

Artık sıra Rıza Şah’ın taç giyme törenine gelmişti. Taç giyme törenini gerçekleştiren kişi Muhammed Ali Furuği’nin tam da kendisiydi. 25 Nisan 1926 yılında törende Furuği şunları söyledi: “Kutsal ve talihli olan taç ve taht bugün kralların kralının imparatorluk haşmetinin varlığını süslemektedir ve bu toprakların namını dünyada yükselten ve İranlılar’ı şanın ve asilliğin en üst seviyelerine çıkaran ünlü kralların sayısız hanedanlıklarının kalıntısıdır.”

Muhammed Ali Furuği’nin taç giyme töreni esnasında bu şekilde konuşmasını Ahmed Varedi Furuği’nin yalaka veya menfaatçi olmasıyla değilde onun zekasından ileri geldiğini öne sürer. Varedi’ye göre Furuği’nin bu şekilde konuşmasının amacı artık Rıza Şah’ın sipehdar, ordu komutanı ve sıradan bir asker olmadığını vurgulamaktı. O artık Darius’un ve Nuşirevan gibi önemli kimselerin soyundan gelmekte ve kralların kralı olmuş durumdadır. Mahmud Ketirayi kitabında, Ahmed Kesrevi’nin eserinden naklen Furugi ile Rıza Şah arasında taç giyme töreninden bir gün sonra geçen şu konuşmayı bize bildirmektedir:

“Rıza Şah: “Taç giyme töreni nasıl geçti.”

Muhammed Ali Furuği:“Âli hazret ben defalarca taç giyme töreni gördüm. Muzaffereddin Şah’ın taç giyme töreninde bulundum, Ahmed Mirza’nın taç giyme töreninde bulundum. İngiliz kralı 5. Edward’ın ölümünden sonra onun halefi taç giyme töreni için Hindistan’a gelmişti, ben İran’ı temsilen oradaydım. Bu taç giyme törenlerinden hiç birisi sizinki gibi görkemli değildi. Âli hazret tacı başına geçirdiğinde gördüm ki o mübarek yüzünüzden nur saçılıyor.”

Ayrıca Rıza Han’ın Rıza Şah olma yolundaki mücadelesinde kısmi de olsa desteğinin olduğunu görüyoruz. Dönemin şartları da öyle gerektirdiğinden de olabilir. İran da artık Kaçarların esamesi okunmuyor ve artık yeni bir dönem olan Pehlevi dönemi başlamış oluyordu. Ayrıca iddia edilmektedirki Rıza Şah için Pehlevi ismini seçen kişi Muhammed Ali Furuği’dir.

Başa geçtikten sonra Rıza Şah yaklaşık 16 yıl tahtta kalacaktır. Bu tahtta kaldığı süre içerisinde İran’ı modern ve güçlü bir devlet yapmak için elinden geleni yapacaktır. Rıza Şah göreve başladığında İran merkezi bir yönetimden yoksun bir durumdaydı. İç ve dış karışıkların getirdiği sebeplerden ötürü ekonomik, sosyal ve sağlık alanlarında ülkenin durumu çok kötüydü. Rıza Şah bunların üstesinden gelebilmenin merkezi ve modern bir devletle mümkün olabileceğini düşünüyordu. Ervand Abrahamian eserinde Rıza Şahı şöyle tanımlıyordu:

Az konuşan biri olan Rıza Şah’ın ne güzel konuşma sanatına ayıracak vakti vardı ne felsefeye ne de siyasal teoriye. Onun ideolojik dağarcığında öne çıkan şey düzen, disiplin ve devletin kudretiydi. Kendini monarşiyle özdeşleştirmişti, monarşiyi devletle, devleti de ulusla. Dine sarılmaya itirazı yoktu; devlete üç sözcükten oluşan bir slogan hazırlamıştı. Huda (Tanrı), Şah ve Mihan (Anayurt). Kimileri onun kudreti arttıkça ortadaki sözcüğün diğer ikisini geride bıraktığını savunurlardı. Oysa Rıza Şah’ın gözünde bu üçü öyle iç içe geçmişti ki ona muhalefet etmek devlete, ulusa, hatta dine karşı çıkmak anlamına gelirdi. Diğer bir deyişle, siyasal görüş ayrılığı bölücülük ve vatan hainliğiyle eşanlamlıydı.

Ervand Abrahamıan’ın sözlerinden de anlaşılacağı gibi o güçlü bir devlet istiyordu. Bunun içinse evvela güçlü bir ordu ve merkezi bir bürokrasi oluşturma yoluna gidecekti. Bu hedefine de ulaştı denilebilir. O başa geldiğinde ordudaki asker sayısı 22000 çok da geçmiyordu. Ama devletten ayrılmadan önce ordu sayısı 127 bini bulmuştu. Aynı şekilde de oranlandığında daha fazla kalabalıklaşan bir kurum daha vardı “Bürokrasi”. 1921’li yıllarda devletle yarıbağımlı çalışan müstavfiler, münşiler ve esnaflar bulunurken Rıza Şah gitmeden önce ise 11 bakanlığa bağlı 90 bin maaşlı memur devlette istihdam edilmişti. Ayrıca devletin maliyesini düzenlemek amacıyla Amerikalı Arthur Millspaugh danışman olarak getirildi.

Kaçarlar döneminde İran maliyesini düzeltmek için getirilen danışman Shuster Ruslar’ın gözdağı vermesi sonucu hedeflerine ulaşamamış ve ülkeden gitmek zorunda kalmıştı. Ama Arthur başarılı oldu. Bunun sebeplerinden biri de belki de Rıza Şah’ın Arthur’a sağlayabildiği güç ve iktidar ile alakası olsa gerekti. Ayrıca bütün bu reformları yapabilmek için gerekli ekonomik ortamda oluşmaya başlamıştı. Petrol gelirleri gün geçtikçe artmaktaydı. Gümrük mallarından alınan vergiler artırılmıştır. Ayrıca tüketim mallarına konulan yeni vergiler bu reformlar için gerekli ekonomik ihtiyacı sağlıyordu.

Rıza Şah’ın döneminin ilk evrelerinde vuku bulan önemli gelişmelerden biri de İran ve Türkiye arasında yaşanan sınır çatışmalarıdır. Sınır sorunları olduğundan bu sorunu çözme görevi Furuği’ye verilmiştir. Furuği başarılı bir şekilde görevini yapmış Türkiye ile İran arasında 22 Nisan 1926’da güvenlik ve dostluk anlaşması imzalandı. Bu anlaşma 5 yıllık bir süreyi ihtiva etmektedir. Böylece 5 yıllık süreyle sınır güvenliği sağlanmış olacak ve iki ülkede bir diğerinin aleyhinde yabancı bir devletle ittifaka başvurmayacaktı. 1926 yılının 8 Haziranı’nda Furuği başbakanlıktan istifa etti ve yeni başbakan Müstavfi el-memalik oldu. Furugi bu kabine de Rıza Şah’ın tavsiyesiyle savaş bakanı oldu. Müstavfi el-memalik’in kabinesi üç defa teşkil edildi ve her üçünde de Furuği savaş bakanı oldu.

Furuği’nin savaş bakanı olarak atanması mecliste bazı tartışmalara sebep oldu. Mecliste bulunan Musaddıkü’s-saltana Furuği’yi elindeki bazı delillere dayanarak onu suçluyordu. Onun elinde iki tane mektup bulunuyordu. Bunların ilki onun başbakan olduğu sırada Rus elçiliğine gönderildiği iddia edilen bir mektup idi. Buna göre Rus halkı bir sorun olduğunda Adalet Bakanlığı’nda duruşmaya çıkmak yerine Dış İşleri Bakanlığı’nda duruşmaya çıkacak ve sorguya çekilebileceklerdi. Bu iddia Sovyet elçiliğince yalanlandı. Musaddık bunu Türkmençay Antlaşması’nın yenilenmesi olarak yorumluyordu. Diğeri ise iddia edildiğine göre Furuği İngilizlerin İran’a birinci dünya savaşı sırasında verdiği borç parayı ve bazı mali iddialarını ödemeyi taahhüt etmiş olmasıydı. Furuği bunlara cevap vermedi. İkinci iddia da İngilizler tarafından yalanlanmadı.

Furuği’nin başbakanlıktan istifa etmesinin birkaç sebebi zikredilmektedir. İlerde hakkından daha ayrıntılı bahsedeceğimiz Timurtaş’ın Furuği’nin işlerine karışması ve Furuği’nin mecliste azınlıkta olan bir grupla da olsa bazı sorunlar yaşaması gibi. Ayrıca Furuği oğullarının eğitimlerini ilerletmeleri için onları Avrupa’ya götürmek istiyordu. Bunun için Şah’tan izin isteyince Rıza Şah izin vermedi. Furuği ise daha sonra ortaya bahane atarak hasta olduğunu söyleyince Rıza Şah’tan izin koparabildi.

Muhammed Ali Furuği oğulları Muhsin ve Cevad ile Avrupa yolunu tuttu. Araba ile yola çıkmışlardı ve Moskova’da yaklaşık 1 hafta kadar durdular ve Rusya’yı gezdiler. O bu hemgamda savaş bakanı olduğundan ona törenler düzenleniyordu. Paris’e ulaştıklarında elçiliğin onlar için kiraladığı eve yerleştiler. Furuği’nin çocuklarının eğitimiyle ilgilenecek olan Muhammed Kazvini onları görmeye gelen ilk kişiydi.

Muhammed Kazvini, Muhammed Ali Furuği’nin yakın bir çocukluk arkadaşıydı. Bu yüzden onun hakkında biraz bilgi vermek istiyoruz. Muhammed Kazvini 1877 yılında dünyaya gelmiş ve 1949 yılında ise vefat etmiştir. Kazvini geleneksel İslami bir eğitim aldıktan sonra Fransızca’yı da iyi bir şekilde öğrendi. Fransızcası sayesinde Avrupa’da olan sosyal ve bilimsel gelişmelerden haberdar oluyordu.

Kazvini, kardeşi Ahmed’in onu Londra’ya davet etmesi nedeniyle Furuği’ye haber verdikten sonra yurt dışına çıktı. 72 yıllık ömrünün yaklaşık 35 yılını İran topraklarının dışında geçireceği bir yolculuk başlamıştı. 1904 yılının haziranında çıktığı bu yurt dışı yolculuğu süresince Londra, Paris gibi muhtelif şehirler ve ülkelerde muhtelif akademisyenlerle tanıştı. 1939 yılında ise onun yurt dışı yolculuğu bitecek ve İran’ın yolunu tutacaktır. İran’a geldikten sonra onun evi aydınların toplantı ve mütalaa merkezi konumuna gelecektir. Hatta Rıza Şah da bu ilmi toplantılarda bulunmak isteğini Kazvini’ye iletecektir. Ayrıca Muhammed Ali Furugi gibi onun yakın arkadaşları da onunla evde toplantılar yapıyorlardı. Kazvininin mühim olan işlerinden biri de çok önemli eserleri ilim dünyasına kazandırmış olmasıdır.

27 Mayıs 1949 yılında kronik prostat rahatsızlığından dolayı dünyaya gözlerini yumdu. Sipehsalar camiine götürüp orada İslami usullere göre bedenini yıkadılar. Yaklaşık 250 kişinin katılımıyla Abdü’l-azim türbesine defnedildi. İki samimi arkadaş olan Furugi ve Kazvini anlaşılan o ki hayat boyunca irtibatlarını pek de koparmamışlardır. Yurt dışında oldukları vakit bile mektuplaşmayı sürdürmüşlerdir. Örneğin Kazvini’nin evliliğini Furuği’ye mektublar haber vermiştir. Kazvini bu mektupta ona evliliğinin nasıl olduğunu, ne şekilde gerçekleştiğini bildirmektedir. Ayrıca Kazvini’ye Avrupa’da kaldığı süre içerisinde İran devleti için araştırmalar yapması için aylık bir maaş verilmektedir.

DİA’da Muhammed Kazvini maddesinde Furuği’nin 1920 yılında Paris büyükelçisi olduğu dile getirilmiştir. O sene Pariste olduğu doğrudur fakat kaynaklar öyle gösteriyor ki Pariste büyükelçi olarak bulunmuyordu. Versailles barış görüşmeleri için oraya giden delegenin içinde Furuği’de bulunuyordu. Zaten 1920 yılında da zaten delege heyeti başarısız oldu ve Londra’nın yolunu tutdu. Dolayısıyla büyükelçi olduğu bilgisine ihtiyatlı yaklaşmak gerektiğini düşünüyoruz.

Furuği’nin Pariste kaldığı sırada görüştüğü diğer bir kişi Kavamü’s-saltana idi. Başbakanlık dahi yapmış dönemin önemli simalarındandı. Rıza Han aleyhinde suikast hazırlığında olduğu gerekçesiyle hapis yatmış ve Avrupa’da yaşamak ve İran’ı terk etmek şartıyla sonra serbest bırakılmıştı. Furuği Paris’e geldiğinde kendisine iftira attıklarını ve İran’a dönmek istediğini ve siyasetle filan işinin olmadığını, çiftçilikle uğraşacağını söyledi. Bunun için Furuği’den kendisinin affedilmesini sağlamasını rica etti. Furuği de Rıza Şah’a mektup yazdı ve Şah onun ülkeye girişine razı oldu.

Furuği’nin Pariste kaldığını ve burada bazı önemli simalarla görüştüğünü zikrederken onu itham ettikleri bir görüşmeyi de zikretmek istiyoruz. Gazetelerden birinde çıkan haberde onun Paris’te Ahmed Şah ile görüştüğü hakkında bilgi vardı. Habere göre Furuği Paris’e gitmekle görevlendirilir. Bu gidişin sebebi ise orada Ahmed Şah’a 7 milyon tümen para vermek ve onun İran saltanatı’ndan ayrılmasını, ilişkisini kesmesini temin etmektir. Furuği bu bilgiyi yalanlamıştır ve kesinlikle Ahmed Şah ile görüşmediğini dile getirmiştir.

Furuği ile diğer görüşenlerden birisi Mirza Samed Han Mümtazü’z-saltana idi. Yaklaşık 25 yıldır Fransa’da İran’ın maslahatgüzar bakanı olarak görev yapıyordu. Furuği Paris’e gelmeden görevinden azl olmuştu. Nüfuzu ve itibarı Fransalılar nezdinde çok olduğundan Fransa ondan başka bir maslahatgüzar bakan istemediğinden yeni atanan maslahatgüzar bakanı resmi olarak tanımadı. Ayrıca bu şahıs Fransa’da servetini çok artırmış ve zenginleşmişti. Furuği geldiğinde onunla görüştü. Kendisinden başka birinin Fransa nezdinde İran’ın haklarını koruyamayacağını savunuyordu. Furuği ise artık kanunun değiştiğini beş yıldan fazla bir süre maslahatgüzar bakanı olunamayacağını söyledi.

Furuği ile görüşen önemli simalardan biri de Ahmed Şah’ın annesi ve Muhammed Ali Şah’ın eşi olan Melike Cihan Furuği ile görüşme talep etti. Furuği’nin böyle bir görüşmeye izni olmadığından izin aldıktan sonra onunla görüşmeyi kabul etti. Yaklaşık iki saat süren görüşmelerinin sonunda anlaşılan o ki Melike Cihan kendisi ve veliahd için Muhammed Hasan Mirza için kendisine talep ettiği bazı şeylerin karşılığı olarak para verilmesini talep ediyordu.

Rıza Han’ın Türkiye’ye gönderilmesi o Paris’te bulunduğu sırada olan bir gelişmedir. Tirmutaş Furuği’ye yolladığı gizli bir telgraf ile onun acilen Türkiye’ye büyükelçi sıfatıyla gitmesini bildiriyordu. Furuği çocuklarının eğitimini Muhammed Kazvini’ye emanet etti ve onlara da Muhammed Kazvini’nin sözünden çıkmayın dedikten sonra Paris’i terk edip Ankara’ya doğru yola çıktı.

Furuği uzun bir süre Ankara’da ikamet etti. Zaman zaman İstanbul’a gittiği oluyordu. Ankara’da İran’a bina tesis edilmesi uzun sürdüğünden burada kaldığı süre içerisinde hotellerde konakladı. Burada bulunduğu süre içerisinde Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa, Tevfik Rüşdü Bey, Memduh Şevket Bey, türk devlet adamları ve diğer elçiliklerin önemli isimleriyle sürekli temasta bulundu. Hatıratından öyle anlaşılıyor ki en çok Memduh Şevket Bey ile mülakatta bulunmuş ve neredeyse haftada birden fazla görüşmüşlerdir. Furuği Ankara’da kaldığı yıllarda görüştüğü kişilerden bahsetse de görüşmenin içeriğinden çok az bahsetmektedir. Hatıratında günlük yaptığı işleri, yüzeysel olarak vermektedir. Örneğin “bügün yıkandım, Rüşdü Bey ile görüştüm. Rus sefiriyle görüştüm. Gezdim. Kitap satın almaya gittim. Müzeye gittim. Hastaydım ve yataktan kalkamadım. Hava güzeldi. Hava bozuktu” gibi cümleler hatıratın tamamını kapsamaktadır. Lakin görüşmelerin ne olduğu ve nelerin döndüğünü anlatmaktan uzaktır.

Ankara’daki görevinin ardından Milletler Cemiyeti’ne gitmek üzere görevlendirildi. Milletler Cemiyeti’ne gitmek için Ankara’yı terk etti. Daha sonra ise İran’a dönecektir.

Furuği’nin Mustafa Kemal Atatürk ile yaptığı bir görüşme vardır. Ahmed Varedi’nin alıntıladığı ve İngilizce yazdığı bu kısmı biz de ondan aktarıyoruz:

Benim Atatürk ile yapacağım ilk görüşme evraklarımı takdim etmek amacıyla olacaktı ve yaklaşık yarım saat sürmesi bekleniyordu. Ama benim konuşmalarım ve dünya siyasetine dair yorumlarım Atatürk’ü çok etkiledi. Böylece o beni iki saat dinledi. Daha sonra onunla benim aramda dostluk ve yakınlaşma peyda oldu. Ben ayrıca İsmet İnönü ve diğer görevlilerle de çok yakın bir konuma gelmiştim. Benim Cumhurbaşkanı’nı ve Başbakan’ı ne zaman istersem ziyaret edebilme yetkim olmuştu. Bizim görüşmelerimizde bir erteleme filan olacaksa Atatürk beni kendisi arıyordu ve konuşmaya davet ediyordu ve biz bazen birlikte tavla oynuyorduk.

Buradan anlaşılıyor ki Mustafa Kemal ve diğer üst düzey görevliler ile Furuği arasında dostluk oluşmuştur. Bu İran ve Türkiye arasında imzalanan dostluk ve güvenlik antlaşmasına da yarar sağlamıştır. 5 yıl geçerli olacak olan bu antlaşma Furuği’nin başarısı olarak addedilebilir.

Furuği’nin ayrıca o zamanın Türkiye’si hakkında yapmış olduğu bir yorumu ise şöyledir:

Türkler kendilerini diğer milletlerin üzerinde düşünüyorlar, veya en azından doğu milletlerinin. Bu bakımdan, Onlar Almanlar’la aynı bakış açısına sahipler. Almanlar da savaştan önce Avrupa’ya ve diğer milletlere bu şekilde bakıyorlardı. Esas itibariyle, onlar kendilerini doğu milletlerine hakim olacak bir konumda görmektedirler. Ekonomik, endüstriyel ve kültürel egemenliklerini kurduktan sonra artık diğer milletleri kendilerine tabi kılma yoluna gideceklerdir. Şuan bile onların kafalarında olan şey kendilerinin Avrupa milletlerinden olduğudur. Eğer biz geçmişte olduğu gibi ihmalkar davranırsak ve uykuya dalarsak Türkler olgun bir şekilde ve azimle bizim din, dil, etnik ve kültürel değerlerimizi düşünerek ve mezkur değerlerimizin onlarla bağlarını düşünerek çalışacaklardır. Bu tehlike büyüyebilir ve kimse onu önleyemez. Çünkü bu doğal ve ideal olandır.

Furuği haklı olarak kendi ülkesini düşünmekte ve ülkesinin de modernleşme yoluna gitmesi gerektiğini düşünmektedir. Türkiye’nin İran’la sınır sorunları yaşaması da Furuği’yi etkilemiş olabilir. Çünkü eğer sınır sorunu yaşadığınız bir ülkeden yani tehdit aldığınız bir ülkeden geri kalıyorsanız tehlikeli bir durum meydana geliyor demektir.

Yuhna Necidi’nin eserinde bahsettiği bir durum vardır. O Furuği’nin Türkiye de bulunduğu sırada haftada en az dört kere Mustafa Kemal ile görüştüğünü dile getirmiştir. Bu kadar çok görüştüklerini düşünmüyoruz. Ayrıca Necidi eserinde Mustafa Kemal’in “Keşke benim memleketimde de bir Furuği olsa” olsa dediğini dile getirmekteyse de bu bilgi başka kaynaklarda yer almadığı ve teyit edilemediği için fazlasıyla şüpheli ve meşkukdur. Türkiye’de bulunduğu sırada Milletler Cemiyeti’ne gitmek amacıyla yurt dışına gitmesi emredildi. Ağustos 1928’de Fransa’ya doğru yola çıktı ve delege Furuği’de dahil üç kişiden oluşuyordu ve Furuği delegenin başkanıydı. Daha sonra Furuği Milletler Cemiyeti’nin oluşturduğu konsülün de başkanı oldu ve bu görevini Ocak 1930’a kadar sürdürdü.

İran’a döndüğünde ise yeni bir bakanlık kurulmuştu. Bu bakanlığın başına geçti. Önceden fevaid-i amme ve ticaret (فواید عامه و تجارت )  veya bayındırlık ve ticaret olan bu bakanlığın yeni ismi İktisad-ı Milli (اقتصاد ملی) yani milli ekonomi idi. Muhammed Furuği bu bakanlığı ikiye böldü. İkiye bölünce birisini kendi uhdesine aldı diğerini ise Taki Zade üstlendi. Yollar ve Caddeler(طرق و شوارع) adında yeni bir bakanlık daha açılmış oldu. Bunun başına geçen kişi Taki Zade idi. Furuği ise milli ekonomi bakanlığında çalışmalarına devam edecekti. Bu bakanlığın görevleri sanat, çiftçilik ve ticaret işlerini ihtiva ediyordu. Kısa bir süre sonra o bu görevden ayrıldı ve bu görevi Edibü’s-s-saltana’ya tevdi etti.

Bu dönemde yıldızı parlayanlardan birisi ve sarayda çok önemli bir güç elde eden kişi Abdü’l-Hüseyin Timurtaş idi. Babasının adı Kerim Dad Han Muazzezü’l-mülk idi. Kerim Dad Han Timurtaş’ı okuması için Rusya’ya gönderdi. Oğlu Aşk-Abad’da biraz kaldıktan sonra Petesrburg’a gitti. Orada askeri bir okula kayıt oldu ve oradan mezun olduktan sonra babasının yanına Sebzaver şehrine yani İran’a geri döndü.

Kasım Gani onun Rusya’da yetiştiği için dini ve milli duygulardan pek de haberini olmadığını dile getirmektedir.  Dönemin maruf ve önemli simalarından ve aynı dünya görüşüne sahip olan insanlarından birisi olan Muhammed Haşim Mirza Efser ile Timurtaş arkadaş oldular. Mirza Efser Timurtaş’a Fars edebiyatı konusunda yardımcı olan kişidir. Birlikte siyasi hayata başladılar. Her ikisi de vekil olarak meclise girmeyi başardılar. Bu arada Timurtaş babası öldükten sonra babasının lakabı olan Muazzezü’l-mülk lakabını aldı. Daha sonra serdar-ı muazzam lakabını aldı. Önemli bir sima olan Ali Rıza Han Azadü’l-mülk’ün kız kardeşinin kızıyla evlendi.

Bu iki arkadaş Horasan’da önemli mevkilere geldi. Efser Horasan’ın vakıflar müdürü olurken Timurtaş Horasan ordularının komutanı oldu. Daha sonra her ikisi de tekrardan vekil oldular. Timurtaş Nişabur’dan vekil olurken Efser ise Sebzaver’den vekil olmuştu. Timurtaş’ın meşhur birisi olmasında onun yaptığı bir konuşma etkili oldu. Halk kahramanlarından olan Starhan ve Bakir Han Tahran’a giriş yaptılar. Halkın teveccühatını yaptıklarıyla celp etmişlerdi. Ama bir sorun ortaya çıktı. Starhan ve yanındakiler silahlarını bırakmak istemiyorlardı ama devlet ise buna müsaade etmek istemiyordu. Bunun için Meclis’te tartışma yaşanıyordu ve bir karar alınması gerekiyordu. Mecliste vekillerden birisi Starhan’ı savunacak şekilde konuşma yaptı. Yaptığı konuşmada onun meşrutiyet için yaptıklarından İran için yaptığı iyi işlerden bahsetti. Rivayete göre herkes onun sözünden etkilenmiş ve Starhan’a istisnai bir durum tanımaya karar vermişken sözü Timurtaş aldı. Timurtaş ise örneğini İran halkını belki candan vuracak birisinden seçmişti. O Hz. Ali’den (ra) örnek verdi. Hz. Ali’nin birçok savaşa katıldığını ve birçok fedakarlıklar gösterdiğini söyledi. Ama o bunu yaptığını ve karşılığında bir şey talep etmediğini örneğin ben bu kadar fedakarlık yaptım sabah namazını kılmayayım demediğini söyleyince herkes Timurtaş’a hak verdi. Sonucunda Starhan’ın aleyhinde karar çıktı.  Bundan böyle Timurtaş önemli bir hızla yükselen bir figür haline gelmişti.

Anlaşılan o ki Timurtaş ve Furuği arasında bir anlaşamama durumu meydana gelmiştir. Timurtaş zamanla etki ve nüfuz bakımından Furuği’yi de geride bıraktı. Timurtaş siyaset sahnesinden çekilince de faaliyet alanı daha genişledi.

Doktor Kasım Gani dönemin önemli figürlerinden olan Timurtaş’ın siyaset sahnesinden silinmesini onun orta yolu bulamamasına dayandırmaktadır. Yani dönemin sert Şah’ı olan Rıza Şah ile münasebetinde sert olduğunu söyler Rıza Şah gibi güçlü Şah’ların olduğu zamanda zarardan uzak kalmanın orta yolu bulmak olduğunu dile getirir.

Ayrıca Doktor Kasım Gani Timurtaş’ın siyaset sahnesinden silinmesinin sebebini onun korkusuz ve gururlu olmasına bağlıyordu. Her işi hakkıyla yaptığından kendine aşırı güveni olduğunu ve bu özelliklerin onun yok olmasına sebebiyet verdiğini dile getiriyordu. Ayrıca Timurtaş’ın ayyaş, şehvetine düşkün ve çok aceleci olduğunu da söylüyor. Onun kötü özelliklerinden birisi olarak zikrediyordu.

Timurtaş’ın devlette gittikçe nüfuzu arttı. Söylenilene göre başbakanı, meclis başkanını ve birçok önemli makamdaki kişiyi hem o atıyor hem de o önemli makamdakiler onun emrinde bulunuyordu. Böyle bir pozisyondayken İngilizler’le arası açıldı. Ruslar’la arası iyiydi. Yurt dışına çıktığında İngilizler onu tehdit dahi ettiler. İngilizler’in tertibi sonucunda bir gazetede yazılan makalede Rıza Şah’ın büyüklüğünden bahsedildi. Ama Rıza Şah’ın artık belli bir yaşa ulaştığını o giderse eğer onun çocuğunun küçük olduğunu yazdılar. Ama yazdıklarına göre İran’da eğer Rıza Şah giderse veliaht büyüyene kadar devletin emanet edilebileceği çok güçlü birisi vardı: Timurtaş. Bu sözler elbette Rıza Şah’ı tedbir almaya itebilirdi. İngilizler daha ileri gittiler ve Timurtaş Rusya’dayken onun yazışmalarını bir casus vasıtasıyla Rusya’dan çıkartıp Rıza Şah’a getirdiler. İçerdeki muhaliflerinde Timurtaş’a karşı sesleri artınca artık Rıza Şah onu gözden çıkarmış oldu. Evinde göz hapsinde tutulması emredildi.

Nihayetinde Timurtaş suçlu bulundu ve 3 yıl hapise çarptırıldı. Kazandığı ve elde ettiği onca şeye karşılık şimdi hapiste bulunuyordu. Aradan belli bir süre geçtikten sonra ailesine onun öldüğü haberini yolladılar. Bir şayiaya göre ise zehirlemişlerdi. Onun ölümünden sonra eşini ve çocuklarını Horasan’a oradan da muhtelif yerlere sürdüler. Bilahare Rıza Şah istifa edince Tahran’a geri dönme fırsatını buldular.

Özellikle Timurtaş hakkında yazılan bu eserin çok önemli olduğunu belirtmekte fayda vardır. Çünkü Timurtaş hakkında anlaşılan o ki çok büyük bir boşluğu doldurmakta ve İran’ın çok önemli siyasi aktörlerinden birisi olan Timurtaş hakkında önemli bilgiler vermektedir. İbrahim hoca Nuri’de onun eserinde Timurtaş’tan bahsettiği kısmı almış eserinde derc etmiştir. Her ikisine de ulaşma şansımız oldu. İbrahim Hoca Nuri, Doktor Kasım Gani’nin eserini tanıtırken onun Timurtaş ile aynı dönemde olmadığını ama onun döneminde yaşamış önemli kimselerle görüşme fırsatı yakaladığını ve böylece Timurtaş hakkında önemli bilgiler elde ettiğini dile getirmektedir. Dolayısıyla eserde bir kaynak kullanılarak değilde sözlü tarih devreye girerek hazırlanmıştır.

1930 yılında Türkiye ve İran ilişkilerinde yine pürüzler meydana gelmişti. Bunun giderilmesi ve Türkiye ile iyi ilişkiler geliştirilmesi için Muhammed Ali Furuği’de bu sorunu çözmek ve ilişkileri geliştirmek için Türkiye’ye gönderildi. Çünkü Furuği’nin Türk hükümet yetkilileriyle arası iyiydi. Uzun görüşmeler sonucunda bir antlaşmaya varıldı. Antlaşmanın imzalanması için Tevfik Paşa ve Muhammed Ali Furuği İran’a geldiler. Burada sorunları çözümüne yönelik bir sınır antlaşması imzalandı.

Muhammed Ali Furuği’nin dış işleri bakanı olduğu sırada yaptığı önemli işler arasına İngiliz-İran petrol şirketi ile yapılan antlaşmada dahil edilebilir. 1932 yılında Rıza Han’ın verdiği tepki sonucu İran ve İngiliz devleti arasında petrol gelirleri yüzünden tartışma meydana geldi. Akabinde İngilizler deniz kuvvetlerini göndermek suretiyle gözdağı verdiler. İran hükümeti görüşmeleri yürütmek için Muhammed Ali Furuği(dış işleri bakanı), Hasan Takizade (ekonomi bakanı) ve Adalet bakanı Davar seçilmişti. Lakin İngiliz-İran petrol şirketi ile İran devleti temsilcilerinin yürüttüğü müzakereler bir sonuca ulaşmıyordu. Tam İngiliz temsilciler ülkeyi terk etmeye karar vermişken Rıza Şah devreye girdi ve 29 Nisan 1933 yılında antlaşma imzalandı. Rıza Şah 1941 yılında tahttan indirildiğinde 1933 yılında imzalanan bu antlaşma tekrar gündeme geldi ve sıcak tartışmaların yaşanmasına sebep oldu.

12 eylül 1933’te Furuği dış işleri bakanlığından ayrıldı. Onun yerine Mehdi Kulu Hidayet geçti. Furuği ise ikinci defa başbakanlığa atanmış oldu.  “Furuği İkinci defa başbakan olarak atanınca bir dizi kültürel faaliyete imza attı. Tahran Üniversitesi’nin kurulması, İran Ferhengistanı’nın kurulması ve onlarca müsteşrikin ve İran uzmanının katılımıyla Firdevsi’nin bininci yılını kutlama gibi. Milli Eserleri Koruma Encümeni İran’ın kültürünün canlanması için onun çabasıyla kuruldu. Ayrıca Hafız ve Sadi’nin türbelerinin yenilenmesi ve tamiri gibi faaliyetler onun icraatları arasındadır. Başbakan olduğu sırada ayrıca Ferhengistan’ın ve Milli Eserler Encümeni’nin başkanlığını yaptı.”

1934 yılında Rıza Şah, rivayete göre Furuği’nin ısrarları sonucunda Türkiye’ye gelmeyi kabul etti. Haziran 1934’te Rıza Şah Türkiye’ye geldi. Rıza Şah, Türkiye’ye gelince Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı reformlardan çok etkilendi ve kendisi de ülkesine dönünce bir dizi reforma girişecekti. Bu Rıza Şah’ın kendi ülkesinin dışına yaptığı ilk ziyaretti. Ayrıca bu ziyaret ile iki ülke arasında ilişkileri daha da arttı.

1934 yılının eylül ayında eski Darülfünun binası artık yeni bir görünüm kazanmıştı. Muhammed Ali Furuği bu eski binanın yerine yeni teknik okulu açtı. Mezkur yılda Furuği’nin tavsiyesiyle Firdevsi’nin türbesinin açılmasına karar verildi. Bu türbenin yapımını  karşılamak için milli eserler encümeni piyango bastı. Daha sonra yapılan çekilişle kazanana 200 bin riyal verildi ve biletlerden elde edilen gelirle Firdevsi’nin türbesinin yapılmasına başlandı. Ayrıca devlette bu projeyi destekliyordu. Yapı inşa edildikten sonra Firdevsi’nin bininci yıldönümü münasebetiyle İran’a müsteşrikler davet edildi. Firdevsi’nin bininci yılı münasebetiyle müsteşrikler konferanslar verdiler.

Furuği’nin başbakanlığında kurulan önemli kurumlardan biri de Ferhengistan yani dil akademisidir. Batının teknoloji, fen, edebiyat ve kültür alanlarında gelişmesi sonucu, diğer ülkeler bu gelişmeleri takip ettiklerinde ve kendileri adapte ettiklerinde yeni kelimelerin nasıl kullanılacağı ve ne şekilde adapte edeceği sorunu mevcuttu. Bu sorun İran’da mevcuttu. Bu sorunun çözümü ve Fars dilinin sadeleştirilmesi için İran da bir dizi çalışma başlatıldı. Ama bunların ilmi bir şekilde yapılmaya başlanması Ferhengistan sayesinde olmuştur. Rıza Şah Türkiye’ye geldikten sonra ülkesine dönünce dilde sadeleştirme hareketine daha bir önem gösterecektir.

Dilde sadeleştirme hareketi (özellikle Arapça kelimelerden), yeni kelimelerin kullanılması bazı problemleri beraberinde getirdi. Yazışmalarda yeni kelimelerin kullanılması teşvik edildi ve bu da kafa karışıklığına sebep olmaya başladı. Bu durumun iyiye gitmediğini sezen eğitim bakanı Ali Asgar Hikmet durumu dönemin başbakanı olan Furuği ile konuştu. Furuği’de durumu Şah ile konuştuktan sonra bir grup bilim adamının dilde sadeleştirme ve yeni kelimeleri adapte etme konusunda çalışmalar yapmak üzere bir araya getirme fikri kabul gördü. Mayıs 1935’te Ferhengistan için hazırlanan 16 madde kabine tarafından kabul edildi. Bu maddelerde kurumun nasıl işleyeceği, görevlerinin ne olduğu ve idari ile ilgili bilgiler bulunmaktaydı. Bu kurumun ilk başkanı Muhammed Ali Furuği oldu ve ondan sonra da Hasan Vusuk geçti.

Dilde sadeleştirme ve yeni kelimelerin kullanılması hususunda bazı kurumlar ve dernekler ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu çıkan kurumlar yeni kelimeleri yayınlamaya ve o kelimeleri yazılarında kullanmaya dahi başladılar. Örneğin savaş bakanlığında bir dernek oluşturuldu ve bu dernek yeni kelimeler üretmeye başladı. Ama üretilen kelimeler yeterli ve kafi derecede tahkik edilmeden ve hızlı bir şekilde üretiliyordu. Bunlardan bir kısmı devletçe kabul de gördü. Bunun neticesinde yazılan yazılar, makaleler ve gazeteler anlaşılmaz bir hale geldi. Dil akademisinin kurulması böylece zaruri hale gelmiş oluyordu. Kurulma aşamasında Furuği’nin rolü olduğunu belirtmiştik. İlk iki maddeyi yazan kişi de Muhammed Ali Furuği’dir.

Böylelikle rastgele kelime kullanılmasının önüne geçildi. Kelimeler bir ilim heyeti tarafından seçiliyordu. İç ve dış baskılar olmasa, Furuği’nin hastalığı gibi nedenler olmasa Ferhengistan çok daha fazla başarılı olacaktı denilebilir. Furuği Ferhengistan hakkındaki görüşlerini ayrıca yazdığı makalelerde dile getirmiştir. Bunlardan ilki “Ferhengistan çist?” yani Ferhengistan nedir? başlığıyla yazdığı makaledir. Diğeri ise “Peyam-ı men be Ferhengistan” yani “Ferhengistan’a mektubum” başlığıyla yazdığı makaledir. Ferhengistan’ın önemli olduğunu düşünen Furuği buradaki çalışmalara ihtimam göstermiş ve toplantılara katılmıştır.

Furuği 1935 yılına kadar başkakanlık görevi ile meşgul oldu. Bu tarihte ise Rıza Şah ile Furuği’nin arası açılınca istifa etmeye zorlandı ve ev hapsi cezasına çaptırıldı. Muhammed Ali Furuği’nin gözden çıkarılmasına sebep olan şey onun akrabasını kurtarma teşebbüsüydü. 1935’in Temmuz’unda kıyafet kanunu uygulandı. Rıza Şah Türkiye’den döndükten sonra artık bu kanunun uygulanması konusunda kararlıydı. Bu kanun uygulanması protestoyu da beraberinde getirdi. Meşhed de isyan meydana gelince göstericiler kendilerini korumak için Gevherşad Cami’ine sığındılar. Askerler ise sığınmacılara ateş açtılar ve onlarca kişinin ölümüne sebep oldular. Bu faaliyetin arka planı araştırılıp Rıza Şah’a bir rapor sunuldu ve bu raporda halkı kışkırtan kişinin Muhammed veli Han Esedi olduğu tespit edildi.

Muhammed veli Han Esedi, Gevherşad camiinin yanındaki İmam Rıza Türbesi’nde çalışıyordu. Ayrıca onun oğlu Muhammed Ali Furuği’nin kızıyla evlenmişti. Bu nedenle Muhammed Ali Furuği ile akraba olmuşlardı. Halkı isyana teşvik edenin Esedi olduğu söylenince Furuğide Rıza Şah ile konuşmak istedi ve Rıza Şah’ın çok sinirlenmesine sebep oldu ve Furuği görevinden azledildi. Esedi ise idam edildi ve oğlu Ali Ekber Esedi, yani Furuği’nin damadı da hapsedildi. Muhammed Ali Furuği hatıratında 11 aralık 1935 tarihinde sadece şunları yazmıştır “Muhammed Veli Esedi’nin idamı”. Sadece idamı bildirmekte yetinmiş ve hiçbir şahsi görüş veya duygu belirtmemiştir.

1941 yılında Rıza Şah tahttan indirilince anlaşıldı ki Muhammed Ali Furuği ve akrabaları suçsuzdur. Esedi’yi çekemeyenler ve ona kini olanlar ona karşı bir suikast tertip ettiler ve böylece masum bir insanın öldürülmesine sebep oldular. Horasan’ın hakimi Pakrevan, Meşhed’in polis şefi Muhammed Rafi Nevai, ve İç İşleri bakanı Mahmud Cem’in tertibi sonucu Esedi ortadan kaldırılmış oldu. Eldeki bilgilere göre 1933 yılında deprem olan bölgelere para dağıltılması için belli bir meblağ Mahmud Cem’e gönderilmiş ve Esedi’de onun bu parayı yanlış kullandığını merkeze bildirince Cem görevinden olmuştu. Ayrıca Nevai’de makamını kaybetmesinin sebebini Esedi’de görmekteydi.

Sonuç olarak Esedi hakkında belge hazırlandı ve suçlu gösterilerek idamına sebep olundu. Esedi’nin eski görevi yani İmam Rıza’nın türbesinde çalışmak görevi artık Pakrevan’a verilmiş oldu. Nevai Horasan’ın polis şefi olurken, Mahmud Cem de yeni başbakan oldu. Furuği ile alakalı olan kısmı ise onun yaklaşık 6 yıl boyunca kısmi olarak ev hapsinde tutulmasıdır. Kısmi ev hapsi diyoruz çünkü ev hapsinde olduğu süre içerisinde bazı şeyleri yapmaya izni vardı. Örneğin Ferhengistan’ın toplantılarına katılmak ve okullarda dersler vermek gibi bazı alanlarda izinli tutulmuştu. Şunu da belirtmeliyiz ki Furuği bu ev hapsinde tutulduğu süre içerisinde boş durmamış çok çalışmış ve ilmi araştırmalar ve eserler meydana getirmiştir.

Muhammed Ali Furuği’nin Esedi’yi uyarmak için ona mektup yazdığı dile getirilmiştir. Böylece onun “Acımasız zalim bir erkek aslanın pençesinde teslim olmak ve rıza göstermekten başka çare yoktur” manasına gelen bir mektup gönderdiği nakledilir. Ama o oğluna ben böyle bir mektup göndermedim, ben öldükten sonra bunun doğru olmadığını söyleyin demiştir. Zaten sonrasında onlara karşı kötü bir tertip düzenlendiği ortaya çıkmıştır.

  1. dünya savaşı başlamadan Muhammed Ali Furuği’nin oğulları Tahran’a dönmüştü. Furuği oğullarını çok sevdiğinden onların yanından ayrılmalarını istemiyordu. Onlar da gelince hep birlikte yaşamaya başladılar. Oğullarının gelmesi aileyi sevindirse de onların canını sıkan bir durum vardı. Furuği’nin damadı Ali Ekber Esedi hapisteydi ve Furuği’nin kızı bu duruma üzülüyordu. Furuği’nin kızına yılda birkaç defa eşini görme izini veriyorlardı. Belli bir süre sonra da Ali Ekber Esedi’yi Bircend’e naklettiler. Furuği’nin kızı da eşini görmek istedi ve küçük yaştaki kızıyla Bircend’e doğru yola çıktı. Eşini gördüğünde çok şaşırmıştı. Çünkü eşi hastalıktan bir deri bir kemik kalmıştı. Daha sonra eve gelip babasına bu durumu anlatınca Furuği’nin kardeşi ile Furuği arasında şu konuşma geçti. Kardeşi Furuği’ye” kardeşim, siz de bu boğucu durumu meydana getirmekte suçlusunuz. Bu apartmanın binası altına cehennemi siz bina ettiniz ve şuan hizmetinizin karşılığını da kendi kızınız ödüyor.”

Furuği ise: “Ben suçlu değilim, aldandım. Bu adam (Rıza Şah) saltanatının başında kanundan dem vuruyordu ve her işin kanunun gölgesinde yapılacağını söylüyordu ve kimsenin kanun dışında iş yapmayacağını söylüyordu. Ama şuan anladım ki bu sözler beni ve benim gibileri aldatmak içinmiş.”

Buradan anlaşılıyor ki Muhammed Ali Furuği Rıza Şah’ın başa gelmesinde önemli rol ifa etmiştir. Onun tahta oturmasında önemli rol oynayan bu adam Rıza Şah’ın kanuna ve hukuka riayet edeceğini düşünmüştür.

Muhammed Ali Furuği’nin ev hapsinde bulunduğu sırada onun oğlu Muhsin birkaç defa Rıza Şah ile görüşmüştür. Muhsin’in eşi Kral Fuad’in kızı Fevziye’nin arkadaşıydı. Fevziye İran’da ziyafet verdiği zamanlarda Muhsin’in eşini de davet ediyordu. Daha sonra Fevziye ve Muhammed Rıza evlenecekti. Yine böyle verilen ziyafetlerden birinde Rıza Şah içeri girdi. Rıza Şah Muhsini görünce tanıdı ve onun iyi bir eğitim aldığını biliyordu. Yukarıda zikrettiğimiz gibi Muhsin Avrupa’da mimarlık tahsil etmişti ve Tahran daki birçok bina da onun izi mevcuttu. Rıza Şah onunla konuştu ve ona devlete ait binaların yapımını kontrol etmesini ve bir sıkıntı görürse Şah’a bildirmesini söyledi. Muhsin de Şah’ın dediğini yapmaya mecbur kaldı.

  1. Dünya savaşı başlayana kadar Muhammed Ali Furuği ev hapsinde kalmaya devam etti. 2. Dünya savaşında İran’ın durumu hiç de iyi değildi. 2. Dünya savaşı patlak verdiğinde İran topraklarının Sovyetlere malzeme takviyesi için kullanılmasını muharip devletler talep ettiler. İran ise tarafsızlığı benimsemişti. Bunu kabul etmeye yanaşmadı. Ayrıca muharip devletler İran’dan Alman vatandaşları ülkeden çıkarmalarını talep ettiler. İran bunu da kabul etmeyince İngilizler ve Ruslar güneyden ve kuzeyden ülkeyi işgal ettiler. Bu işgal Rıza Şah’ın tahttan indirilmesine ve yerine oğlu Muhammed Rıza geçmesine sebep oldu.

Ervand Abrahamian o dönemi şöyle anlatır;

1941’deki İngiliz-Sovyet işgali Pehlevi devletinin değil ama Rıza Şah’ın sonunu getirdi. Aynı yılın Aralık ayında ABD’nin de aralarında katılacağı Müttefikler bu ülkeyi istila etmelerine neden olan iki hedefe ulaşmada İran devletinden yararlanabileceklerinin farkına vardılar. Bunlardan biri petrolün fiziksel kontrolünü ele geçirmekti, zaten Britanyalılar’ın 2. Dünya, hatta 1. Dünya savaşındaki kabusu bu yaşamsal kaynakları kaybetmekti. İkinci hedefse Sovyetler Birliği’ne giden bir “kara” koridoru açmaktı, çünkü diğer ticaret yolu olan Arkhangelsk yılın çoğu ayında donardı. İlginçtir, Trans-İran demir yoluyla birlikte yeni karayolları İran’ı daha çekici bir “koridor” haline getirmişti. Müttefik devletlerin Britanya’ya petrol, Sovyetler Birliği’ne de malzeme sevkini kolaylaştırmak için verdiği karar gereği, Rıza Şah uzaklaştırılacak, fakat devleti korunacaktı.

Buradan da anlaşılacağı vechle İran tarafsızlık ilan etmesine karşın, diğer devletlerin İran üzerindeki çıkarı gereği İran işgal edilmiştir. İşgalin arafesinde Rıza Şah ve Muhammed Ali Furuği arasında yaşanan olayları anlatmak istiyoruz. İşgalden önce Nasrullah İntizam Furuğilerin evine telefon ederek Furuği’nin hazır olmasını, Sadabad Sarayı’na gideceklerini söyledi. O sıralarda Furuği rahatsızdı ve doktor yolculuk etmenin uygun olmayacağını söylesede Furuği aldırmadı. İntizam Furuği’lerine evine geldi ve birlikte sadabad sarayına gittiler.

Furuği hasta olduğundan Sadabad Kasrı’nın kapıları onun için açıldı. Normalde Sadabad Kasrı’nın kapılarının otomobilli birisine açılması için Şah, Melike veya veliaht olması gerekirdi. Ama ilk defa Furuği için açılıyordu. Rıza Şah, Furuği’yi gördüğünde ona;

“Furuği Bey, tarafsızlık ilan etmemize rağmen bunlar namert bir şekilde bize gece baskını yaptılar. Biz onlarla işbirliği yapmaya hazırken bunlar uluslararası kanunlara aykırı olarak bize saldırdılar ve benim ve sizin çektiğimiz bunca zahmetlerin neticesini yok ettiler. Bu ateşin nasıl söneceğini düşünelim. Mansur kendi istifasını verdi ve ona göre Ruslar İngilizler onunla müzakereye hazır değiller. Onun istifasından sonra bakanlardan bazıları inanıyor ki başbakanlık için senden uygun bir kimse yoktur” dedi.

Ahmed Varedi’nin verdiği bilgilerde bu durumu teyit eder niteliktedir. Bakanlar Furuği’nin bu iş için uygun olduğunu düşünmekteydiler. Ama Varedi’nin tesbit ettiğinine göre Rıza Şah Furuği’nin seçilmesi için gönüllü değildi ve hatta isteksizdi. Çünkü aralarında yaşanan olay ve 6 yıldır görüşmemeleri de onun isteksiz olmasında etkendir şüphesiz. Ayrıca Rıza Şah’a Furuği’yi önderdiklerinde onun şöyle söylediği zikredilmektedir. “Eğer bu yaşlı adamın işin başında olmasını istiyorsanız, neden Vüsuku’d-devle’yi tavsiye etmiyorsunuz.” Orada bulunanlar Vüsük’ün İranda olmadığını söylüyorlar. Anlaşılan o ki zaten Rıza Şah Furuği ile çalışmayı uygun bulmamaktadır. Ama bakanların ısrarı ve şartların Furuği’nin başbakan olmasına karar vermiştir.

Furuği ve Rıza Şah’ın görüşmesi ile ilgili Rıza Şah’ın kızı Eşref Pehlevi farklı bir olay anlatmaktadır. Bizim naklettiğimiz bilgi Furuği’nin oğlu Muhsin’in hatıralarından alıntıydı. Biz ayrıca Eşref Pehlevi’nin anlatışını da eklemek istiyoruz. Ahmed Varedi eserinde alıntılamıştır ve biz de ondan alıntılıyoruz.

İngilizler dolaylı yoldan onların sadece eski 3 siyasetçi ile müzakere masasına oturacaklarını babama dolaylı yoldan hissettirdiler. Bu üç kişi ise Seyyit Ziyae’d-din Tabatabai, Kavamü’s-saltana ve Zekaü’l-Mülk Furuği idi.

Furuği bu sorumluluğu kabul etmeye gönüllü değildi, ama babam ona birkaç kişiyi gönderdi ve ayrıca kendisi telefonda Furuği’yi aradı ve topraklarımız için fedakarlık yapmasını ve başbakan olmasını istedi.

Babamın Furuği ile konuştuğu gece bende oradaydım. Babamı böylesi bir durumda daha önce hiç görmemiştim. O emretmeye ve emirler sadır etmeye alışmıştı ama o gece onun emirleri isteğe dönüşmüştü. O sonunda Furuği’yi başbakanlığı kabul etmeye ikna ettiği zaman çok aşırı mutlu olmuştu. Sonra o özel uşağını çağırdı Furuği hastadır ve bu yüzden onun otomobili sarayın merdivenlerine kadar gelebilir diye ona talimat verdi. Bu benim babam tarafından Furuği’ye gösterilen en yüksek saygı derecesiydi. Bu güne kadar hiç kimse sadabad sarayının topraklarına otomobiliyle girmemişti, sarayın merdivenlerine kadar gelmekten bahsetmiyorum bile

Babam Furuği’nin kendisine bu şekilde davrandığından dolayı ve akrabasını idam ettirdiğinden dolayı şikayet edeceğini düşünüyordu ama Furuği bu konular hakkında tek kelime dahi etmedi.

Neler konuşulduğu hakkında pek fazla bilgim yok. Bildiğim tek şey Furuği ayrıldığında babamın ve Furuği’nin gözleri yaşlarla doluydu.

Anlaşılan o ki hem işgalci devletler hem de bakanların isteği üzerine Furuği tekrardan iş başına gelmektedir.

Furuği başbakan olduktan sonra akan kanın durdurulması için çalışmalara başlandı. Muharip devletlerin kan dökmesini engellemek için onlarla sulh yoluna gidildi. Akabinde taraflar arasında müzakere başladı. Müzakere noktası Muhammed Ali Furuği’nin eviydi. Furuği’nin evine önce dış işleri bakanı Ali Süheyli geldi. Rus elçisi Andrey Smirnov ve İngiliz maslahatgüzar bakanı Reader Bullard muharip devletleri temsilen Furuği’nin evine geldiler. Yaklaşık bir saat süren görüşme aradaki husumetin son bulması ve ilerlemenin durdurulması konusu etrafında dönmekteydi.

Konuşma bittikten sonra meclise gidilmesi kararlaştırıldı. Meclis’e giderken Furuği ve Ali Süheyli aralarında Londra’da bulunan Takizade’ye de haber vermeyi kararlaştırdılar. Çünkü Takizade İngiliz’ler arasında önemli bir nüfuzu vardı ve önde gelen isimleri tanıyordu. İran’ın durumunun iyileşmesinde onun yardım edebileceğini düşünüyorlardı. O sırada Cambridge üniversitesinde hocalık yapmaktaydı.

Seyyid Hasan Takizade 27 Eylül 1878 yılında Tahran’da doğmuş ve 28 ocak 1970’de Tahran’da vefat etmiştir. Takizade Rıza Şah döneminde önemli görevlere gelmiş, dış işleri bakanlığı, ulaştırma bakanlığı, maliye bakanlığı ve Londro büyükelçiliği gibi önemli görevlerde bulunmuştur. 1933’te Rıza Şah ile arası bozulunca Paris elçisiydi. Bu görevinden istifa edip İngiltere’ye gidip hocalık yapmaya başladı. Şah sürgüne gönderilince de 1941 yılında İngiltere de İran büyükelçisi oldu. Daha sonra İran’a döndü ve birçok hizmetlerinin ardından 1970 yılında hayata gözlerini yumdu.

Meclise gittiklerinde Meclis’e Furuği kendi kabinesini sundu ve güvenoyu aldıktan sonra başka bir günde toplanmaya ahitleşip meclis toplantısı sona erdi. Furuği’nin Meclis’te şunları söylemiştir;

“İran hükümeti ve milleti samimi olarak barıştan ve uzlaşmadan yanadır. Bu sarsılmaz maksadı tüm dünyaya açıklamak ve göstermek için, bu arada İngiliz ve Rusların harekete geçmeleri barışı ve İran’ın güvenliğini zedeleyebilir, sulh yanlısı olan majesteleri hazretleri İran’ın akan kanının durması, güvensizliğin ortadan kaldırılması ve halkın rahat ettirilmesi maksadıyla İran’ın silahlı kuvvetlerine her türlü direnişten kaçınmalarını emrediyor.”

Buradan da anlaşılıyor ki bir an önce akan kanın durdurulması ve uzlaşmanın sağlanması için büyük bir gayret içerisindeler. Zaten ülke işgal edildiğinden ve direniş gösteremediklerinden antlaşmadan başka da çareleri gözükmüyor.

Rus ve İngilizler’le yapılan görüşmeyi Şah işittiğinde korkuya kapıldı ve İsfahan’a gitmeyi düşündü. Ama Furuği ve bakanlar onu bu karardan caydırmayı başardılar. Ama Şah buna rağmen ailesini İsfahan’a göndermeye karar verdi. Şah’ın ailesi veliaht hariç İsfahan’a götürüldü ve İsfahan hakiminin komutanı olan Emir Nusret İskenderi’nin evine yerleştirildi.

Muharip devletlerle İran devleti arasında müzakereler devam ediyordu. Furuği hasta olduğundan zaman zaman güçsüz düşüyordu. Yine görüşmelerin devam ettiği sırada rahatsızlandı ve Rıza Şah Furuği ile igilenmesi için doktorlar gönderdi. Bunlar arasında Lokmanü’d-devle, doktor a’lemü’l-mülk gibi doktorlar vardı. Bunlardan Lokmanü’d-devle şahın özel doktoruydu ve Furuği’nin durumunu Şah’a anlattı. Rıza Şah’da buna mukabil Furuği’yi bizzat kendisi ziyarete geldi. Burada ilgimizi çeken bir husus vardır. Evin duvarlarında Furuği’nin Rıza Şah’ın ve Mustafa Kemal’in fotoğrafları bulunuyordu.

Furuği ve Rıza Şah uzun bir müddet görüştüler. Ne görüştükleri hakkında bilgi sahibi değiliz. Ama memleket meseleleri olduğu yüksek bir ihtimaldir. Rıza Şah gitmek için evden çıktığında bahçede oynayan Furuği’nin torunlarını gördü. Furuği “Bunlar senin torunların mı? diye sordu. O da kendisinin ve birinin de merhum Esedi’nin torunu olduğunu söyledi. Şah bunu duyunca ona “siyasi suçtan içerde yatanların hapisten çıkarılmasını tertip ediniz” dedi.

Esedi’yi yukarı da zikretmiştik. Esedi hapsedilirken oğlu yani Furuği’nin damadı da hapsedilmişti. Furuği’nin kızı da eşinin bir an önce hapisten çıkmasını bekliyordu.

Muhammed Ali Furuği ve İngiliz ve Rus temsilcileriyle temaslar sürmekteydi. İngilizler İran da monarşi kurulmasını veya cumhuriyet kurulmasını istiyorlardı. Bunun için kafalarında sadece bir isim vardı. O da Muhammed Ali Furuği idi. Ama Muhammed Ali Furuği bu teklifi reddetti. Ruslar ise İran’da cumhuriyet kurmak istiyorlardı ve kafalarında onların da bir ismi vardı. Ama anlaşılan Furuği Pehlevilerin ortadan kaldırılıp, yerine başka bir yönetimin veya başka bir hanedanın getirilmesini düşünmüyordu. Rıza Şah’ın sürgünü meselesi gündeme gelince Varedi’ye göre Rıza Şah’ın tahttan indirilmesi de Furuği’nin ısrarları sonucu idi. İngilizler ayrıca Rıza Şah’ın Isfahan taraflarına sürgününü talep ettiler ve Furuği ise onun İran dışına sürülmesini İngilizlere şart koştu. Çünkü ona göre Rıza Şah ülkede kalırsa devletin işlerine karışacaktı. Böyle çok karışık bir ortamda Furuği tahtın veliaht Muhammed Rıza’ya geçmesini temin etmeyi başardı. İki ülkenin istekleri farklıyken Furuği tahtı veliaht Muhammed Mirza’ya geçişini sağlamıştır.

Eldeki verilerden Bulard, Rıza Şah’ın istifasını talep etmekte ve bu konuda Furuği ile görüşmektedir. Furuği de bu durumu Rıza Şah’a anlatmak için hasta olmasına rağmen saraya gelmektedir. Furuği saraya geldiğinde Bulard ile arasınad geçen konuşmayı Şaha anlatır. Anlaşılan o ki Şahın bir isteği vardır. O da oğlunun İran tahtına geçmesi. Şah istifa etmeyi kabul ettikten sonra Furuği ile aralarında şu konuşma geçmektedir.

Şah: “İstifa ettikten sonra nerede yaşayacağım ve masrafları kim karşılayacak?”

Furuği: “Hazret görüşüm odur ki önce İsfahan da ikamet ediniz ama ülkenin durumu ortada güvenlik ortadan kalkmış. Ülkede bu haberin duyulması hazretleri rahatsız eder. En iyisi havası, suyu güzel bir şehri ikamet etmek için seçiniz. İnşaAllah savaş bittikten sonra İran milleti ülkeye dönmenizi isteyecektir.”

Şah alaylı bir ifade ile: İran milleti, İran milleti

Şah devamında: Furuği Bey ben tarih ve coğrafyadan anlamam. Sen bunları bilirsin. Söyle bakalım neresi benim ve ailemin yaşaması için uygundur?

Furuği bazı şehirlerden bahsetmektedir. Bunların havasından suyundan Şah’ı haberdar etmektedir. Rıza Şah sonra şöyle devam eder;

Şah: Benim alın yazım böyle imiş.”

Bu konuşmadan sonra ayrılırlar ve Furuği kendi evine döner. Çıkarılan sonuç odur ki artık Rıza Şah çok ülkede durmasının imkansız olduğunu fark etmiş ve saltanatın oğluna geçmesi için çabalamaktadır. Bir hanedanı yıkıp gelen ve İran da reformlar yapmaya çalışan Şah şimdi çok zor durumlara düşmüştür.

Arvand Abrahamian Rıza Şah’ın son dönemini şöyle özetlemektedir

15 Eylül günü, ilk saldırıdan üç hafta sonra, Rıza Şah yerini 21 yaşındaki oğlu Veliaht Prens Muhammed Rıza’ya bırakarak tahttan indi ve sürgüne, önce Mauritius’ta Britanyalıların denetimi altındaki bölgeye, sonra da 1944 yılında ölene kadar kalacağı Güney Afrika’ya gitti. İç muhalefetle başa çıkmak için donatılmış ama yabancı istilasına hazır olmayan ordusu ancak üç gün direnebilmişti. Şah’ın tahttan çekilmesinin dışında Müttefikler’in başka talepleri de vardı. Sürgüne giderken yanında ailesinin dikbaşlı üyelerini de götürmesini istediler. İki yüz kadar İranlı subay ve teknisyenle birlikte demiryollarında çalışan Almanları da Nazilerin “Beşinci kolu” olarak tutukladılar. Körfezden Sovyetler birliğine giden anayolların denetimini ellerine geçirdiler ve İran’ı, tıpkı 1. Dünya savaşında olduğu gibi, iki bölgeye ayırdılar. Kuzey  Rusların, petrol çıkan topraklar da dahil güneyse Britanyalıların payına düşmüştü. Müttefikler bunun dışında kalan ülkenin idaresini merkezi hükümete bıraktılar. İran’ın toprak bütünlüğünün korunacağına söz vermiş, savaş sona erdikten sonra altı ay içinde çekilmeyi vaat etmiş, kıtlıkla baş etsin diye hükümete tahıl temin etmiş, sorun çıkarmamaları için aşiretlerin gözünü korkutmuşlardı. Yeni Şah açısından en önemlisi de silahlı kuvvetlerde 80.000 asker ve 24.000 jandarma tutmasına izin vermeleriydi.

Ervand Abrahamian’ın da belirttiği üzere yaşanan büyük bir hezimet vardır ortada. İran toprakları 1. Dünya savaşındaki gibi her iki taraftan işgal edilmiş ve ülkenin şahı Rıza Şah muharip güçlerce ülkeden sürgüne gönderilmiştir. Her iki savaş döneminde de tahmin edilebileceği üzere halk ve devlet büyük sıkıntılar çekmektedir. Dönemin önemli simalarından biri olan Ahmed Kesrevi’nin eserinde bahsettiği bir durum vardır. O radyo dinlerken radyo hastalıkların sebepleri arasında yetersiz beslenmeyi de sayınca o Tahran ailelerin sadece meyvenin ismini duyabildiklerini dile getiriyor. Ayrıca kötü kokulu yağ, eski peynir ve yapmacık yoğurt yediklerini söylemektedir. Buradan ne kadar zor durumda olduklarını ve uzun süren savaş ve istila durumunun ülkeyi ne hale getirdiğini gözlerimizin önüne sermektedir.

Süheyli ile görüşen Smirnov ve Bulard, Rıza Şah için bir gemi tertip ettiklerini söylediler ve Rıza Şah 5 gün içerisinde ülkeden ayrılmazsa ülkeyi işgal etmekle tehdit ettiler. Sonrasında askerlerini Tahran’a doğru harekete geçirdiler. O sırada Rıza Şah kendisine yolculukta yardımcı olacak birkaç hizmetçinin seçilmesini istedi. Kimse gitmek istemiyordu.

Bir gün Furuği’nin evine bir telefon geldi. Telefonu Furuği’nin kızı açtı. Telefonda ki ses “Furuği Beyin evi mi?” “ses ben Rıza Pehleviyim.” “Furuği ile sohbet etmek istiyorum”

Furuği’nin kızı anlamamıştı çünkü kendisi sade bir şekilde Rıza Pehlevi olduğunu söylemişti koskoca Şah. Kızı Furuği’ye “Rıza Pehlevi isminde birisi sizinle konuşmak istiyor” dedi.

Şah Furuği’ye: ”ben Mermer Saray’a gidiyorum sizde gelin konuşalım” dedi.

Furuği bu olay karşısında hemen bir kağıda yazı yazdı. Bu kağıtta Rıza Şah’ın istifa ettiğini yazmıştı. Çünkü Onun kendisine Rıza Pehlevi dediğinde anladığını tahmin ediyoruz.

Rıza Şah daha sonra Furuği’nin kendi eliyle yazdığı istifa kağıdını imzaladı ve veliahdı oğluna sarılıp ağladı. Sonrasında “ben dün gerekli konuşmayı hazretle yaptım, onu size ve her ikinizi de Allah’a emanet ediyorum.” Eğer Rıza Şah o gün istifa etmeseydi, Ruslar ve İngilizler Tahran’a doğru hareket edeceklerdi. Furuği o anları şöyle anlatıyordu “dehşet verici ve dayanılmaz dakikalardı. Babanın ve oğlun vedalaşması, hiç birisi akıbetlerinin ne olacağı hakkında hiçbir bilgiye sahip değillerdi…”

Furuği daha sonra Rıza Şah’ın imzaladığı kağıdı Rus elçiliğine götürdü ve orada okuması için Süheyli’ye verdi. Daha sonra durumu meclisteki vekillere açıklamak için olağanüstü bir şekilde meclis toplandı. Mecliste Muhammed Rıza’nın yeni şah olmasına karşı çıkanlar olsa da Muhammed Ali Furuği ve Süheyli onları ikna etmeyi başardı. Onları Rus ve İngiliz tehdidi altında olduklarını söylediler.

Furuği Rıza Şah’ın istifa mektubunu şöyle yazmıştı.

“Son birkaç yılda tüm gücümü ülkenin işlerine harcadım ve gücüm tükendi. Artık ülkenin işleri ve milletin refahı ve saadeti daha genç bir güce ve bedene ihtiyaç duymaktadır. Bundan dolayı ülkenin işlerini veliahta ve halefime devrediyorum. Bu gün mah-ı şehriyurun yirmi beşinci günüdür…. Mermer Saray, 25 şehriyur 1320, İmza” Daha sonra bu yazıyı Furuği mecliste okudu. Daha sonra kısa bir konuşma yaptı. Önceden bir konuşma yapmaya fırsat bulamamıştı. Meclis ise genç Şah’ın kanuna, hukuka ve meclise bağlı hareket edip etmeyeceğini merak ediyordu. Anlaşılan o ki Rıza Şah döneminden memnun değillerdi. Oğlunun nasıl bir yol izleyeceğini bilmek istiyorlardı. Furuği ise onların gönlünü rahatlatacak bir konuşma yaptı.

Böylece eylül 1941’de Rıza Şah tahttan indirildi ve yeni Şah’ın tahtta geçmesi için tertibatı Furuği yaptı ve yeni kabineyi kurma görevi genç Şah tarafından Furuği’ye verildi. Furuği 21 Eylül 1941’de yeni kabineyi kurdu. Akabinde yeni Şah’ın tahta çıkış töreni yapıldı. Takip eden günlerde İran ile müzakereler devam etmekteydi. Muharip devletler İran’dan riyalin değerini aşağı çekmelerini dayattı. Eğer riyalin değerini İran aşağı çekmeseydi, savaş tazminatı talep edilecekti. İran devleti riyalin değerini düşürünce de kıtlık meydana geldi ve ürünlerin fiyatlarında artış oldu. Bunun akabinde İran halkı ve devletinin zorlukları katlandı.

Devlet dış tehditlerden başını kaldıramazken bir de iç tehditlerle uğraşmak zorundaydı. İç tehditlerin belki de en büyüğü aşiretlerden gelmekteydi. Rıza Şah döneminde yapılan politika gereği aşiret reislerinin bir kısmı payitahta getirilmişti. Bunların bir kısmı zorunlu olarak payitahtta ikamet ettiriliyor ve bir kısmı da hapiste tutuluyordu. Bunlardan bir kısmı devletin politikası gereğince serbest bırakıldı ve bir kısmı da İran işgal edilince hapisten kaçmayı başardı. Sonucunda aşiretlerine döndüler ve silahlanarak İran için bir tehdit oluşturmaya başladılar.

Ahmed Kesrevi’de eserinde bu duruma işaret etmiştir. O eserinde aşiretlerin çok tehlikeli olduğunu defaatle dile getirmiştir. Ona göre aşiretler kendi halinde bırakılmamalıdır, çünkü aşiretler geri kalmış ve medeniyet beşiğine yaklaşamamışlardır ve devlet güçten düştüğünde de hırsızlığa ve yağmaya başvurmaktadırlar. Ayrıca bunların büyük ayıpları göç etmeleri değil, kabile yaşamlarını muhafaza etmeleridir. Dolayısıyla ona göre bunları köylere yerleştirmeli, tarım ve çiftçilik gibi faydalı işlerde çalışmaları sağlanmalıdır. Ahmed Kesrevi aşiretlerin serbest bırakılması ve tehdit oluşturması konusunda Furuği’yi suçlamaktadır.

Rıza Şah gittikten sonra onun biriktirdiği mal ve satın aldığı arazi gündeme geldi. Rıza Şah doğduğu şehir Mazenderan başta olmak üzere muhtelif yerlerde birçok toprak satın almıştı. Fransa’da bir gazete de Rıza Şah’ın bu durumu hakkında yazı bile çıkmıştı. Rıza Şah hakkında böyle bir haber çıkması iki ülke arasında ilişkilerin bozulmasına sebep olmuştur. Daha sonra Rıza Şah’ın emlakına geçirdiği toprakın bir kısmı oğlu tarafından dağıtılacaktır ve ülkenin gelişmesine hizmet etmesi amacıyla kullanılacaktır.

Rıza Şah’ın saltanatı müddetince ve saltanatından önce de insanları, öenmli siyasetçileri tanımıştı. Ama bu genç Şah görünen o ki pek de insanları tanımıyordu. Kimi nereye atayacağını ve nereden başlayacağını bilmiyordu. Nihayetinde siyasi tecrübe kazanması için zaman gerekiyordu. Furuği’nin emeğiyle olan şeylerden biri de zindanda bulunan mahkumların, siyasi zanlıların ve suçluların affıdır.

Serbest bıraktırılanların arasında önemli bir isim de bulunuyordu. “İran da petrolün millileştirilmesini sağlayan başbakan” olarak bilinen Muhammed Musaddık 1881 yılında Tahran’da dünyaya geldi. Rıza Şah döneminde onun  faaliyetlerine karşı çıktı ve devletin bazı işlerini eleştirmeye başlayınca bir süreliğine ev hapsinde tutuldu. Onun ev hapsinde bulunduğu Ahmedâbâd’daki mülkünden kurtulması da Muhammed Ali Furuği’nin vesilesiyle olmuştu. Furuği’nin oğlu Muhsin Avrupa da ders gördüğü sırada onunla birlikte ders görenlerden birisi de Muhammed Musaddık’ın oğlu Gulam Hüseyin Musaddık idi. Gulam Hüseyin babasının durumu hakkında Muhsin Furuği ile konuşunca Muhsin de bu durumu babasına anlattı. Babası da Muhammed Musaddık’ın ev hapsinden kurtulmasını sağladı. Daha sonra Muhsin, Muhammed Musaddık için güzel bir bina inşa etti ve oğluyla olan arkadaşlığından dolayı para almadı. Muhammed Musaddık’ta bir kağıda bir şeyler yazıp imzaladı ve şöyle dedi “madem ki şuan arkadaşın benden ücret almıyor, ben onun için daha önemli bir iş yapacağım ki bugüne kadar kimse için böyle bir şey yapmadım.” Muhsin kağıda baktığında anladı ki Musaddık onun için Mason locasına referans olmaktadır.

Rıza Şah tahttan indirildikten sonra artık meclisin etki alanı genişlemişti. Meclis birçok defa bir araya geliyor ve önemli konuları görüşüyorlardı. Muhammed Ali Furuği ağır hasta olduğundan meclis toplantılarına katılamıyordu. Muhsin ise meclis toplantılarına katılıyor ve orada geçen konuşmaları, alınan kararları Muhammed Ali Furuği’ye anlatıyordu.

Muhammed Ali Furuği’nin neşesinin yerine gelmesini sağlayan şeylerden biri de damadı Ali Ekber Esedi’nin hapisten çıkmasıdır. Bu olay bütün bir aileyi mesrur etmişti. Furuği, Ali Ekber Esedi’yi babasının eski görevine atamak istediyse de muvaffak olamadı. Çünkü Mansur’ül-mülk buna müsaade etmedi.

Bütün bunlar olurken bir yandan da İran’ın iç durumu hiç iyi değildi. Asayiş ve düzen İran sokaklarına hakim değildi. Furuği buna bir çare bulmaya çalıştı. Onun istediği diğer bir şey de yeni insanların önemli makamlara getirilmesiydi. Rıza Şah nasılsa gitmişti. Devlete sadık ve güvenilir yeni insanlara ihtiyaç vardı. Bunu sağlamak için Muhammed Ali Furuği harekete geçti. Muhammed Ali Furuği’nin değişiklik yapmayı istediği alanlardan birisi de orduydu. Bunu Şah’a bildirdikten sonra bir komisyon oluşturuldu ve bu komisyona Muhammed Ali Furuği’de dâhil edildi. Çünkü İran işgal edildiğinde kaçan komutanlar ve görevini iyi yapamayanlar olmuştu. Artık ordunun ıslahına girişme zamanı gelmiş demekti.

Ordunun ve ülkenin ıslahı çalışmaları tüm hızıyla devam ediyordu. Geriye işgalci devletlerle bir antlaşmaya varmak kalmıştı. İran işgal nedeniyle sıkıntı çektiğinden ve güçsüz durumda olduğundan sulh taraftarıydı. Bunun neticesinde 1942 yılında İngiliz, Rus ve İran devletleri arasında antlaşma imzalandı. Sadece antlaşmaya taraf olan İran devleti değildi. Bir antlaşmanın yapılması teklifi İngiliz ve Ruslardan geldi. İran tarafında antlaşmayı yürüten iki önemli isim vardı. Bunlardan ilki Başbakan olan Muhammed Ali Furuği idi. Diğeri ise dış işleri bakanı olan Ali Süheyli idi. Lakin müzakereler kısa sürede bitecekmiş gibi görünmüyordu. Furuği meclisin antlaşmayı kabul etmeyeceğini ve değişiklik yapılmasını İngiliz ve Ruslar’a kabul ettirdi. Meclis’e sunduğu sırada dinleyicilerden birisi Muhammed Ali Furuği’ye saldırdı. Kısa bir aradan sonra Furuği antlaşmayı savunmaya devam etti. Ona göre antlaşma İran’ı “işgal edilmiş ülke” statüsünden “müttefik ülke” statüsüne çıkaracaktı. Uzun uğraşlar sonucunda 29 Ocak 1942’de ittifak antlaşması imzalandı.

Antlaşmadan sonra Furuği yeni kabinesini güvenoyu almak için meclise sundu. 112 vekilden 65’inin oyunu alsa da güçlü bir hükümet kurulamayacağını düşündüğü için aynı gün saraya gidip Şah’a istifasını sundu. Meclis üyelerinin bir kısmı Furuği’nin istifasına razı olmayıp onu ikna etmeye çalıştılar. Furuği kararlıydı ve iki kişinin ismini verdikten sonra kendi yoluna devam etti. Bu isimlerden birisi dış işleri bakanı Ali Süheyli idi ve diğeri adalet bakanı Mecid Ahi idi. Bunlardan Ali Süheyli kendi kabinesini kurdu ve meclisinde güvenoyunu aldı. Daha sonra Muhammed Ali Furuği Washington’a gitmek için hazırlıklara başlamıştı.

Bu sırada geçirdiği kalp krizi sonucu 5 Kasım 1942 yılında 65 yaşında hayata gözlerini yumdu ve Tahran yakınındaki İbn Babuye mezarlığında defin edildi.

Sonuç

Muhammed Ali Furuği İran’ın önemli devlet adamlarından birisidir. Devlet adamlığının yanı sıra İran’daki önemli kurumların kurulmasına ve şekillenmesine katkısı olmuş bir isimdir. Ayrıca yazdığı eserlerle İran ilim camiasında önemli bir konuma sahip olmuştur.  Türkiye’de Furuği üzerine yapılmış bir çalışma olmaması beni bu konuyu tez konusu olarak seçmemi sağladı. Furuği’nin Türkiye’de önemi çok öncesinden aslında biliniyordu. 1927 yılında yazmış olduğu farsça bir kitap, Osmanlıcaya tercüme edilmişti.

65 yıllık ömrüne birçok faaliyeti ve aktiviteyi sığdıran Furuği, Türkiye izlenimlerinin dikkate alınması gereken bir kişiliktir. Ankara’nın yeni başkent yapıldığı dönemde Ankara’da bulunan Furuği’nin şehir ve dönemin ricali hakkında anlattıkları, Türkçeye çevrilirse oldukça faydalı bir çalışma olmuş olur.

İran üzerine daha nitelikli ve kaliteli çalışmaların olmasını can u gönülden dilerim. Özellikle Farsça bilen ve İran’da da en az birkaç yıl yaşayıp araştırmalar yapacak gençlerimizin olması beni çok memnun eder. Bu konuda ülkemize ve gençlerimize olan inancım tamdır. Bölge bölge bütün coğrafyalar araştırılmalı ve bütün ülkeler üzerine yüzyıllarca çalışılmalıdır. İran da Ortadoğu’nun anlaşılması gereken bir ülkesidir. Bu bağlamda bu çalışmanın diğer çalışmalara öncü olabilmesini niyaz ederim. Başarı Allah’tandır.

KAYNAKÇA

Abrahamian, Ervand. Modern İran Tarihi, İstanbul: Türkiye İş Bankası, 2014.

Akili, Bakır. Zekaü’l-mülk Furuği ve Şehriyur 1320 . 2. Baskı, Tahran: İlmi, 1370.

Akili, Bakır. “Zekaü’l-mülk Furuği ve Şehriyur 1320.” Furuği Der Ferhengistan. Haz., Radi Azerhaşi. Tahran: İlmi, 1370.

Ali Furuği, Muhammed. Hatırat-ı Muhammed Ali Furuği. Haz. Muhammed Afşin ve Pijhan firuz-Bahş. Tahran: Sohen, 1394.

Ali Furuği, Muhammed. Yaddaştha-yı Ruzane Ez Muhammed Ali Furuği. Ed. İrec Efşar. Tahran:  İlm, 1390.

Bamdad, Mehdi. “Muhammed Ali,” Şerh-i Hal-i Ricâl-i İram. 3. S. 450.

Bamdad, Mehdi. “Muhammed Hüseyin.” Şerh-i Hal-i Ricâl-i İran. 3. S. 384.

Bamdad, Mehdi. “Muhammed Mehdi.” Şerh-i Hal-i Ricâl-i İran. 4. S. 5.

Furuği, Muhammed Ali. Makalât-ı Furuği. Ed. İrec Efşar. Tahran: Tus , 1384.

Gani, Doktor Kasım, Zindegi-i Men. Ed. Sirus Gani. Tahran: Âbân, 141.

Gazi, Özgüdenli, Osman. “Muhammed Ali Şah.” DİA. 30. S. 503.

Hoca Nuri, İbrahim. Merdân-ı Hod Sâhte. Tahran: Goftâr, 1370.

Kesrevi, Ahmed. Der Râh-ı Siyaset. Tahran: Çap-ı Rüşdiye, 1357.

Kurtuluş, Rıza. “Rıza Şah Pehlevi.” DİA 35. S. 67.

Kurtuluş, Rıza. “Seyyid Hasan Takizade.” DİA 39. s. 459.

Necdi, Yuhna. “Muhammed Ali Furuği; Siyasetmedâr-ı liberal der zemane-i por-âşup” Yüksek Lisans Tezi, ü.y., 2011.

Necefi, Doktor Musa, ve Fakih Hakkani, Doktor Musa. Tarih-i Tehevvülat-ı Siyasi-i İran. Tahran: Müessese-i Mütalaat-ı Tarih-i Muasır-ı İran, 1392.

Öz, Mustafa. “Mirza Muhammed Han Kazvini.” DİA. 25. S. 159.

Pîrâ, Suâd ve Gazi Özgüdenli, Osman. “Muhammed Musaddık.” DİA. 31. S. 228, 229.

Rain, İsmail. Feramuşhane ve Feramasonri Der İran, Tahran: Emir Kebir, 1357.

Varedi, Ahmed. “Muhammed Ali Furughi, Zuka Al-mulk (1877-1942): A Study In The Role Of Intellectuals In Modern Politics” Yüksek Lisans Tezi, Utah Üniversitesi, 1992.

Vefayi, Muhammed Afşin, ve Firuz-bahş, Pijman. Akaid-i Muhammed Ali Furuği Derbare-i Baz-ı Ricâl ve Mesail-i Siyasi

Vefayi, Muhammed Afşin, ve Firuz-bahş, Pijman. Yaddaştha-ı Münteşir Neşode-i Muhammed Ali Furuği


 Ozan Dur: Lisans ve Yüksek Lisans dönemlerinde ele aldığım bir biyografi çalışmasıdır.

Exit mobile version