İSLAM’IN KAPILARI SERİSİ 1 - KONYA İNCE MİNARELİ MEDRESE VE KAPISI

MİMARİ

İslam itikadında her şeyi yoktan var eden Allah-u Teâlâ yeryüzünü yaratılmışların en şereflisi olan insanın hizmetine tahsis etmiştir. Bu bağlamda yeryüzü insan için, insan ise kul olmak için yaratılmıştır. İnsanların yaratılış amacı olarak kulluk etmeleri ve bunun için kulluğa uygun şehirlere ve mekanlara sahip olmaları gerektiği felsefesi oluşmuştur. Şehirlerin en küçük yapı taşı olan mekân ve bu İslam şehrinin merkezindeki cami bunun temel taşını oluşturmaktadır. İslam şehrinde tüm sokaklar tüm yollar camiye varmak içindir. Tüm mekanlar perspektifte odağını ondan almakta ve dik bir yamaçtan şehre girildiği varsayıldığında bu şehir o merkezindeki İslam’ın odağını gözler önüne sermelidir.

İslam şehri doğal bir yapıya sahiptir. Yaratıcısının ona bahşettiği yaratma fiiliyle onun emrine ve rızasına uygun bir dille ondan öğrenilen tevhidi gözler önüne sermeye çabalamaktadır. Medrese yapıları da caminin tamamlayıcısı olarak şehrin odak noktasına en yakın mekanlardır. İslam’ın ilk emri “oku” bu mekanlarda anlamlandırılmıştır. En hakiki bilgiye ulaşmaya çabalayan insan bu mekânın egemenliğini eline almıştır. İslam bir şehre ulaştığı zaman ilk olarak ibadethaneyi daha sonra hemen çevresine suffa’yı inşa etmeyi bir imar sünneti olarak miras bırakmıştır.

Günümüz üniversiteleri ile medreseleri karşılaştırmak büyük bir hata olur. Çünkü bugünün insanları için üniversite kavramının bu denli önemli olmadığı hakikati önümüzdedir. Gerek X. Asırda gerek daha öncelerinde medrese ilmin fizik ve metafiziksel yönlerine hizmet veren teoloji eğitimin yanında dünyanın ve kâinatın keşfine misafir bireyler yetiştirmeyi hedefliyordu. Toplumun maddi ve manevi yaralarının tedavi edildiği her yönüyle zarar verebilecek konular önce medrese tezgahlarından geçer ve zararından arındırılırdı.

Medrese kavramı XI. yüzyılda mimari literatüre girmiş olabilir ancak medrese kavramının fonksiyonel anlamda benzer oluşumları yukarıda belirttiğimiz üzere İslam tarihinin başlarına kadar geriye götürebiliriz. Medrese Darü-l Erkam’dan doğmuştur demek daha doğru olacaktır. İslam peygamberiyle başlayan çalışmalar onun perspektifinde büyütülmüş kadraj onunla zaman arasında genişlemiştir. Medrese formaları oturması hayli zaman almış ancak binli yıllarda oturmuş bir prototip oluştuğunu görebilmekteyiz. Bugün oturduğunu düşündüğümüz medrese sistemi “Nizamiye Medreseleri” ile Arabistan’dan Kürdistan’a Maşrik’ten Mağrib’e tüm İslam dünyasını dolaşmıştır.

Medrese sisteminin oturtulduğu yıllarda medreselerin iki temel amacı vardı. İtikadi bozuklukların ve nifakın önüne geçmek ve devlet kurumlarına yetişmiş personel sağlamak. Medrese mimarlığının Budist tapınaklarından örnekle hazırlandığı iddiası kabul görmektedir. Ancak bu yaklaşımlar İslam mimarisinin temellerinden habersiz ilim adamlarından kaynaklanmaktadır. Dışarıya karşı kapalı kendi bağrında meydanlar oluşturan ana gayesi aile mahremiyeti olan iç avlulu evlerin gelişimi ve zaman ile kendi iklimine göre bazı revizeler gerçekleştirilmiştir. Avlusunda süs havuzlarının bulunduğu çevresinin odalar ile çevrilmiş geniş eyvanlarda müderrislerin ders halkalarına misafir ettiği medreseler zamanla kimlikleri bu şekilde oturmuştur.

Medrese ve İslam mimarisi üzerine konuşulacak ise bunun Türkiye sınırları içerisinde birçok örnek merkez bulunmaktadır. Bunlardan en büyüklerinden biri hiç şüphesiz Konya ilimizdir. Selçuklu sarayının gölgesinde kökleri yüzlerce yıl geriye gidebilen gövdesiyle yüzlerce yıla dayanmış serpilmiştir. Yüzlerce yılı sırtına yaprak yaprak almış, bugün mimarimizi gölgesinde barındıracak kadar büyümüştür. Konya Selçuklu etkisi ile kimliği oturmuş ve Selçuklu ekolünü oluşturmuştur.

İnce Minareli Medrese ve Kapısı

İnce Minareli Medrese 12. Yüzyılda inşa edilmiştir. Yapılmasına vesile olan zamanının büyük veziri Ali’dir. Yapıyı inşa eden mimar Keluk bin Abdullah adlı mimardır. Kapalı avlu planlı bir Darü-l Hadis olarak inşa edilen medrese taç kapısı ve plan grubu olarak türünün en önemli örneklerindendir.

Kapı bir tablo gibi günümüze ulaşmıştır. Farklı cins mermerlerden oluşturulmuş ve çerçevelenmiş bir sanat eseri olarak yolun kenarından geçenlere açık hava müzesi olarak hizmet veriyor. Çok defa bende saatlerce karşısında hülyalara dalmışımdır. 7,45 x 8,00 metrelik bu kapı olağandışı bir bütünlük ve dengeyi içinde barındırıyor. Oymaların oluşturduğu ahenk ve kompozisyon gören gözleri adeta büyülüyor.

Farklı renklerde mermerler ile inşa edilen kapıda gök ve beyaz mermerler ana kütleyi oluşturmaktadır. 2,5 x 1,5 gibi insan ölçeğinde oluşturulan davetkar kapı çerçevenin orta alt bölümde konumlandırılmıştır. Sivri bir kemer ile sonlanan bu kapı çevresini takip edip tepesinde girifte oluşturarak yukarıya doğru devam eden bir hat ile çevrelenmiştir. Mukarnaslı çalışmalar medreselerde çok görülmese de burada kullanılan mukarnaslar iri boyutlarıyla kapıda en belirgin süslemelerdir. Kapının çevresinden ve çerçevesinde yerden başlayarak yukarısında sonlandırılan 2 hat şeridi vardır. Fetih suresinden ayetleri üzerine mermer oymacılığı ile barındırmaktadır. Rumi mermer oyma tekniklerinin eşsiz örneklerini ve Selçuklunun en belirgin imgelerinden çift başlı kartal ve kanatlı melek figürleri eserde ilgi çekici öğeler olarak bulunmaktadır. Kapının iki yanında başlayıp üstünde giriftlenmiş hatta ise Yasin suresi işlenmiştir.

Taç kapıyı aşıp içeriye girdiğiniz zaman cepheden anlaşılmayan bu mekân yapının asıl bölümleri için bir simetri yaratım alanıdır. Üzeri kubbeli divanhaneye girilen bölüme buradan ulaşılır. Beşik tonuzların öğrenci hücrelerine kattığı ahenk ancak gören gözlerin keşfedebileceği bir zevk olacaktır. Kubbenin kasnağında hat stillerinden kufi ile “El-Mülkü-Lillah” ve Ayet ‘el Kürsi yazılmaktadır.

Girer girmez tam karşıda basık tonozlu bir eyvan ile iki yanında üzerleri kubbeli iki öğrenci dershanesi ile ziyaretçilerini karşılamaktadır. Dış duvarlarda ön cephe sanatsal kaygı ile kesme taştan çevre duvarlar yığma taştan inşa edilmiştir. Ancak iç duvarlara gelince tuğla kullanıldığını görmekteyiz. Statik ve estetik kaygı ile kullanılan bu malzeme mekânda daha sıcak bir görüntü oluşturmuştur.

İnce minareli medrese adını aldığı minaresi 1901 de düşen bir yıldırım sonucunda tahrip olmuştur. İki şerefeye sahip olan minare bugün aşağıda olan şerefenin dahi altında kalmıştır. Yığma yapılardaki en boy oranının daha 12. Yüzyılda zorlanması ve namını ince adıyla duyurması bunun kendi çağdaşları arasında ne kadar önde olduğunu göstermektedir. Minarenin yapıldığı turkuaz rengindeki süslemeler ile beyaz hamurlu tuğlalardan örülmüştür. Minarenin ait olduğu medrese mescidinden bugün sadece kuzeyinde yer alan tuğla örgülü olan mihrabı kalmıştır.

Son yüzyıla kadar faaliyetlerine devam eden medrese daha sonra resmen kapatılmıştır. Daha sonra farklı müzelere ev sahipliği yapan medrese günümüzde Konya’yı başkent olarak kullanan Selçuklu dönemi eserleri ağırlıkta olmak üzere dünyaca ünlü taş ve ahşap eserlere ev sahipliği yapmaktadır.

Kapıların üzerinde taşıdıkları anlamları ile tevhidi bir öğretiye dönüştüğü mimari aslında gözün davetine yol açmaktadır. Sözün anlatmakta yetersiz kaldığı bu görsel tanımlama belki onlarca cilt kitapla tefsir edilebilir. Ancak bu anlamı yakalamanın iç yüzü gözü terbiye etmek ile mümkündür. Çevremizde onlarca davet ehli eser durur iken bunları ıskalamamalıyız. Yanlarından geçip gitmemiz zevki selim ile tanışmaktan veya bunu önemsememizden geçiyor. Gözün vesilesi ile aklın ihtiyaç duyduğu bu zevkin tatminin helal daire içerinde tutulması aklı selimin önünü açacağı zevki selim ile mümkündür.

Davut Ufuk ERDOĞAN

Davut Ufuk Erdoğan
Davut Ufuk Erdoğan

Mimarlık / Tarih / Sanat Felsefesi / Kamu Yönetimi

Yorum Yaz