İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
2016 yılının Kasım ayında yapılacak olan Amerika başkanlık seçiminin en fazla dikkat çeken ismi kuşkusuz Donald Trump. Söylem ve vaatleriyle Amerikan seçmeninin belli bir bölümünü etkisi altına almış olan emlak milyarderinin başkan adaylığı konusunda çok şey yazılıp çizildi. Trump üzerine yapılan bunca yayın ve tezvirata belli bir korku ve tedirginliğin sebep olduğu aşikardır. Ancak Trump'ın şeytanvari bir kişilik olarak betimlenmesinin yanında Amerikan hegemonyasını yeniden diriltecek yegane isim olarak kabul edildiği de söylenmelidir. Başkanlık yarışına böylesi bir atmosferde giren ABD'deki tabloya Trump ve söylevlerini çepere atarak Amerikan seçmeninde böylesi bir ismi ve söylevlerini desteklemeye iten faktörleri ve siyasal duruşlarını ana merkeze taşıyarak bakmaya çalışalım.
Son okuduğum kitaplardan biri Amerikalı toplumbilimci yazar Eric Hoffer’ın Kesin İnançlılar adlı kitabıydı. Bir tavsiye üzerine okumam konusunda ısrar edilen bu kitap, kitle hareketlerinin hangi saikler doğrultusunda ortaya çıktığını kapsamlı bir şekilde irdeleyen ve genel karakteristik özelliklerini ortaya koyar nitelikte. Kitabı bitirdiğimde beynimin kıvrımlarında çağrışım yaratan ve etkileşim oluşturan Amerika’daki başkanlık seçimleri oldu. Bu bağlamda yazının seyri Hoffer’ın kitabındaki fikirler çerçevesinde Amerikalı seçmen kitlesinin başkanlık yarışındaki davranışlarını Trump üzerinde neden yoğunlaştırdıkları üzerine olacaktır.
Bir kitle hareketinin büyüyerek tüm ülkeyi etkisi altına alması kolay bir iş değildir. Amerika’daki başkanlık yarışında taraflardan biri, ciddi biçimde seçmenin zihninde yerleşik bulunan, gün yüzüne çıkmamış düşünceleri somutlaştırmış durumda. Öncelikle bu düşüncelerin korku psikolojisinin nüveleri olduğu unutulmamalı. Peki bu noktaya nasıl gelindi? Aslında, Amerikan otoriterliğinin bariz bir biçimde şiddetlendiğini gözlemlemekteyiz. Tehdit algısının bir dinamit gibi seçmenlerin benliğine işlemesi, tozpembe siyasetçileri oyundan çabuk diskalifiye etti. Sosyal tabakalaşmadaki ten rengi farklılaşmasından tutun, kültürel ve dinsel çeşitliliğin yaşamsal bir risk olarak kabul edilmesine kadar istikrar ve güven bozucu olarak nitelendirilen olgular seçmen davranışlarını yönlendiriyor. Bir siyasetçinin adeta bir fenomen hale gelmesi Amerikan halkının mevcut durumdan fazlasıyla rahatsız olmalarıyla eşgüdümlüdür. Hoffer’ın tabiriyle ‘‘şimdiki zamanın gözden düşürülmesi’’ Amerikan halkına mevcut statükonun tehlikede olduğu fikri medya, yazar ve birtakım akademisyenlerce bir strateji olarak titizlikle enjekte ediliyor. Sosyal dönüşümün hızlanması ile ekonomik değişimin baş göstermesi otoriteryanizmi devreye sokmaktadır. Sosyal düzenin göçmenler ile çeşitlenmesi ve hiyerarşi yarışındaki rekabetin görünürleşmesi kaotik bir sürece girildiği şeklinde değerlendirilmektedir.
Korkunun çok boyutlu derinleşmesi, insanların mevcut yaşam koşullarının altında yeni bir düzene doğru geçildiği endişesi radikal ve popülist söylemlere olan ilgiyi arttırmıştır. Hayal kırıklığına uğramış bir toplum içerisinde yeniden eski günlere geri döndürecek, göçmen akınına dur diyecek ve büyük Amerika’yı canlı kılacak bir lideri ortaya çıkarmak çok da zor olmamalı. Trump’ı Amerikan siyasetinin merkezine oturtan konjonktürün kendisidir. Amerikalıların belli bir kesiminin onda bulduğu tek şey bu korkuları durdurabilecek bir hükümet otoritesi aramalarıyla ilişkilidir.
Amerika’nın tehdit altında olduğunun kesin inancı siyasi tercihleri doğrudan etkilemektedir. Toplumun aşırı uçları, siyahileri, Müslümanları, Latinleri, eşcinselleri spesifik olarak aynı kategoride kabul ederek dışlamakta ve kendisine karşı risk grupları olarak ötekileştirmektedir. Demografik eğilimlerin dönüşümü Amerikalıları telaşlandırmakta ve ırkçılık ile yabancı düşmanlığını tetiklemektedir. Özellikle dış düşman faktörü, IŞİD ile tam manasıyla mücadele edilmediği düşüncesi korkuları pekiştirir niteliktedir. Tüm bunları alt alta sıraladığınızda karşınıza Trump ve seçim vaatleri çıkıyor. Trump’ı ve siyasi görüşünü ivedilikle yukarıya taşıyan bu koşulların varlığıdır. Toplumda ortaya çıkan genel hoşnutsuzluk hali, otoriteryanizme kayış ve güç temerküzü beklentisi aranılan lider kişiliği sahneye taşımıştır. Eric Hoffer kitabında bu durumu: ‘‘Şartlar uygun hale gelmediği müddetçe, potansiyel bir lider ne kadar yetenekli olursa olsun ve onun kutsal amacı ne kadar yüce olursa olsun, peşinden kimseyi sürükleyemez.’’ şeklinde ifade etmektedir. Bu bağlamda zamanın olgunlaşmasının beklenmesi, karmaşa veya kriz ortamının doğru değerlendirilmesi önemlidir. Trump’ın başkanlık yarışında öne çıkışı yukarıda sayılan nedenlerin tamamlayıcısı olmasından ileri gelmektedir. Son olarak Trump’ın mizacı ve üslubunun Amerika ve kutsal demokratik değerleri adına bir felaket getireceğine inanan kesimler, bu yoğun desteğin nereden zuhur ettiğini ve Trump’ın lider olarak başarı sağlamasının nedenini sıkça tartışıyor. Hoffer’ın liderlikle ilgili düşünceleri bu konuda aydınlatıcıdır: ‘‘Üstün zekaya, asil karaktere ve yaratıcılık yeteneğine sahip olmak ne zaruridir ve hatta ne de arzu edilir. Aranacak olan başlıca nitelikler şunlardır: cüret ve meydan okumaktan zevk almak; demir gibi bir irade; tek ve yegane gerçeğe sahip bulunduğuna dair kesin bir inanç; kaderine ve şansına güven; şiddetli nefret etme yeteneği; mevcut düzeni aşağı görebilmek; insan tabiatını iyi anlayabilmek…’’
Toparlayacak olursak, Trump’ın şu ana kadarki başarısı terör, kültürel çeşitlilik, ekonomik bunalım, ırkçılık ve şiddet karşısında atomize olmuş bir toplumda tepkisel duruş sergilemesi ve mevcut gidişattan rahatsız olup bunu değiştirmekte kararlı olan kesin inançlıların önüne geçip bayrağı eline almasıdır. Yani kısacası, doğru yer ve zamanda ortaya çıkmış olmasıdır.
Yorum Yaz