İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Dünya. Keşfedilmeyi bekleyen bir hazine. Kapılarını araladıkça size giz’ini, derdini, kurulması gereken bütünleşimini ve size olan özlemini sunan bir derya.
Ve onun büyük bir parçası olan Afrika. Televizyondan gördüğümüz, garip bırakılmışlığını her duyuşumuzda üzüldüğümüz; maddi kıymetini ‘’diğer’’lerinin bildiği, lakin ‘’hakiki’’ kıymetini bilmediğimiz kıta. Oradaydı, ben de ulaşmak istedim.
İşte bu yazıda, ana hatlarıyla, sizlere bu deneyimden bahsetmek istiyorum.
2017 Türkiye Diyanet Vakfı Vekaletle Kurban Programı’na gönüllü olarak başvuruda bulundum. Afrika kıtasına ayrı bir ilgi besliyordum. Bir gün vakıf yetkilileri tarafından telefon geldi ve kurban organizasyonunda gönüllü olarak Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ne görevlendirildiğimin haberi verildi. Bunun üzerine hemen ülkenin harita üzerindeki konumuna baktım. Görevlendirildiğim ülke hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Birkaç araştırma yapıp, seyahat için gerekli olan belgeleri hazırlamaya koyuldum. DRC’ye (Democratic Republic of the Congo) gidebilmek için vize gerekiyordu. Gerekli tüm resmi işlemleri gerçekleştirip, tedbir amaçlı gerekli aşıları yaptırdım ve gideceğim tarihi bekledim. Bu, benim ilk yurt dışı tecrübem olacaktı.
29 Ağustos. İzmir’den ayrılma vakti gelmişti. İstanbul’a gitmek üzere havalimanına ulaştım. Aynı gün akşamı ekip lideriyle buluşup, Atatürk Havalimanı’ndan Addis Ababa/Etiyopya’ya gitmek için uçağa bindik. Yolculuğumuz 5,5 saat sürecekti. Üzerinden geçtiğimiz ülkeleri görmek için hava gayet elverişliydi. Güneşin Kahire üzerindeki son yansımalarını görmek bizi çok etkilemişti. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu toprakları kuşbakışı incelemek, bu topraklar üzerine hayaller kurmak, ecdadın bu topraklar üzerinde bıraktıkları etkiyi düşünmek… Güzel bir hissiyat doğrusu.
Uzun bir yolculuğun sonunda ulaştığımız Uluslararası Bole Havalimanı’nda aktarma yapmak için 12 saat bekleyecektik. Burası Afrika’nın büyük ve gelişmiş bir havalimanıydı. Etiyopya vizesine sahip olmadığımız için geceyi havalimanında geçirmek zorundaydık. 13°C’ye inen hava sıcaklığı zorluğu artırmıştı. Neyse ki, bekleme salonunda diğer uçuşu bekleyecek olan yolcular için ‘’şezlong’’ denilebilecek koltuklar vardı. Vakit geçirmek için yanımızdaki yabancı yolcularla muhabbet ettik. Ülkeleri hakkında birtakım bilgiler edindik ve yorumlarını aldık. Havalimanlarının birçok kültürü barındırdığını ve değerlendirilebilirse bunların paylaşımının iletişim kuranlar arasında büyük bir bilgi alışverişi sağladığını anladım.
30 Ağustos. Nihayet geceyi ve 12 saati arkamızda bırakıp Goma şehrine gitmek üzere uçağa bindik. Bujumbura/Burundi’ye iniş yapıp, yeni yolcuların uçağa binmesiyle Burundili arkadaşlarla tanıştık. Farklı coğrafyalarda yaşayan insanlar olabilirdik. Ancak, din kardeşliğinin verdiği hissiyat; bizleri daha samimi kılıyor, ortak amaçlar etrafında birleştiriyordu.
Goma Havalimanı’na indiğimizde Kongolu ve Ruandalı dostlarımız bizi karşıladılar. Bindiğimiz araçla mesafe aldığımız yolda ilk defa farklı bir kültürün içinde olmanın farkına vardım. Başka toplum ilişkileri, mimari, sosyal yaşantı, bitki örtüsü… Ve en üzücü olanı, sömürgeciliğin şehir üzerinde bıraktığı izler. Misyoner grupların özel helikopterleri, araçları, üsleri… Gittikçe fakirleşen, sömürülen toplumun sürekli olarak sömürgeciler tarafından denetim altına alındığına şahit olmak, bizi derinden etkiledi. Öz potansiyeli unutturulan halk, tamamen dışa bağımlı hale getirilmiş. Sahip oldukları zengin bitki örtüsü, tarım faaliyetlerine oldukça elverişli olmasına rağmen, tarım bilgisine sahip olmayan halk, bu zenginliği değerlendiremiyordu. Piyasa fiyatlarının yüksek olması, bunu kanıtlar nitelikteydi. Buradaki alt gelir gruplarının günlük kazancının 3-6 USD aralığında olduğunu öğrendiğimizde, durumun vahametinin farkına varmış olduk.
Altyapı yetersizliğinden ötürü birçok eve elektrik ve su hizmetinin sağlanamadığını gördük. Buradaki insanlar, gölün kıyısına gelip, su ihtiyaçlarını bidonlar yardımıyla karşılayabiliyorlardı. Bu durum karşısında Rabbimize sahip olduğumuz imkanlardan ötürü ne kadar şükretsek az olduğu hakikatini hatırladık.
31 Ağustos. Bu, Goma’daki ilk sabah. Güne, görüş alanımızı süsleyen Kivu Gölü’nün sakinliği ve tropikal bölgenin bin bir güzellikte şakıyan kuşlarıyla başladık. İlk defa tatlarını deneyimlediğimiz meyveler ile kahvaltımızı yaptık. Akabinde, etrafındaki farklı yeşil tonların harmonisini ziyaretçilerine sunan Yeşil Göl’ü gördük. Gerçekten etkileyiciydi…
Akabinde, şehrin aktif olan Nyamuragira yanardağını gördük. 2002 yılındaki patlamada, yayılan lavlar şehri tanınmaz hale getirmiş. Halk, günümüze kadar kendi çabalarıyla felaketin izini gidermeye çalışmış. Halk, yaşadığı birçok sıkıntıya rağmen sorunların üstesinden gelmeye çalışıyor.
1 Eylül. Bayram sabahı. Ailemizden çok uzaktaydık. Kendimizi bu topraklarla içselleştirdiğimiz ve bölge insanı ile kardeşlik bağı kurduğumuz için gariplik hissetmiyorduk. Hazırlanıp bayram namazının kılınacağı alana gitmek üzere yola çıktık. Burada tüm Müslüman erkekler ve kadınlar, bayram namazını, stadyumları sayılabilecek olan toprak alanda hep beraber kılıyorlar. Şehrin İslâm ile şereflenmiş halkı ile bu manevi hazzı tatmaya nail olmak, din kardeşliğini en derinden hissetmek, tarif edilemezdi.
Bayramın diğer günlerinde de vekaletle kestirdiğimiz hayvanları ihtiyaç sahiplerine dağıttık. Kurbanların dağıtımı esnasında beraberimizde getirdiğimiz balonları, şekerleri ve oyuncakları çocuklara dağıttık. Her birinin sevinci yüzlerinden okunuyordu. Onların bunca sıkıntıya rağmen yüzlerini güldürebilmek bizi mutlu ediyordu.
Kurban dağıtım işleri bittikten sonra İstanbul’dan beraberimizde getirdiğimiz Kur’an-ı Kerim, dini eğitim kitapları ve materyalleri ziyaret ettiğimiz okullara dağıttık. Burada öğrenciler, eğitim kaynaklarının eksikliğinden ötürü, ders esnasında aynı kitabı ancak dönüşümlü olarak kullanabiliyorlar. Temin ettiğimiz kaynakların ihtiyacı az da olsa karşılayabilecek olması bizi sevindirdi. Ancak, eğitim kurumlarına ve halka bu hizmetin daha fazla sağlanması gerektiğinin farkına vardık.
Kongolu Müslümanlar Birliği’nden (COMICO) aldığımız bilgiye göre, şehirde 55.000’den fazla Müslüman nüfusun olduğunu ve bu sayının hızla arttığını öğrendik. Ülkemiz ile yapılacak bilgi ve tecrübe paylaşımı ile bu husustaki etkililiğin artırılabileceği telkininde bulunduk, ilgili kurumlarımızla nasıl irtibata geçebileceklerini belirttik.
Goma’da kaldığımız süre boyunca şehirde bulanan birkaç Lübnan lokantasını tercih etmeye çalıştık. Açıkçası, pek alternatifimiz de yoktu. Genellikle shawarma poulet (tavuk dürüm) ve sebzeli pizza akşam öğününde yediklerimizdendi. Hatta bu lokantalardan birinde ticaretle iştigal eden bir Türk ağabeyimize rastladık. Kendisinden Afrika’daki ticari girişim tecrübelerini, bölgedeki halkın sosyal yaşantısı üzerine görüşlerini dinledik. Kilometreler ötede, şehirde Türk nüfusunun çok az olmasına rağmen bu karşılaşma, bizi sevindirmişti.
Son günümüz. Gitmeden şehirde görmemizi istedikleri bir yer daha vardı: Port de Goma. Burası şehrin gemi ve teknelerinin Kivu Gölü’ne açıldıkları büyük bir limandı. Basit bir kamış ve ipten yaptıkları balık oltasını iskeleden salan çocukları gördük. Hamsiye benzer küçük balıkları yakalayan bu genç adamların işlerine verdiği ehemmiyet ve aldıkları keyif görülmeye değerdi. Liman içerisinde biraz daha ilerlediğimizde göreceğimiz çok şey vardı. Çamaşırlarını yıkamaya gelen kadınlar, yüzen gençler, balıkçı teknesi imal eden ustalar da buradaydı.
Ayrılık vakti gelmişti. Ardımızda güzel hatıralar ve güzel dostluklar bıraktık. Bize kaldığımız süre boyunca eşlik eden, yerel kültürü tanıtan, organizasyonda emeği geçen ekibimizin üyelerinden Türkiye’ye gelme sözü aldık. Valizlerimizi havalimanını görevlilerine teslim edip, uçağımıza bindik.
Ve son olarak diyorum ki; buna değdi.
Allah, kardeşliğimizi daim eylesin.
Şükürler olsun.
Furkan EMİROĞLU
Bu kutlu görevinden dolayı seni kutluyorum nice güzel anılarda en önde olman dileğiyle ....??
Muhammet Bilal KARA
17.11.2017 / 15:48Seni Allah için seviyorum gardaşım. Rabbim birlikte yolculuk yapmayı nasib eder inşAllah.