Köprülüden Mektūb
Muharrir Beğ,
Bundan altı buçuk ʿasır evvel, atalar yurdundan çıkdıkdan sonra çil yavruları gibi yabancı ufuklara dağılan . . . Avrupa yakasına Frenk illerinin tā göbeğine kadar giren Türklerin bu gübkü içtimāʿī yaşayışlarına dāʾir ezilmiş yüreğimin acılarını derdlerini bu ak yapraklar üzerine biraz da benim dökmekliğime izin vermenizi dilerim.
Derdlerim Türklerin kaygısına ʿāʾiddir ve beni bu derdleşmeye sürükleyen kasabamızın öz Türk oğlu hazret müftīsi olmuşdur. Bu derīn düşünceli ʿālemin her cumʿa günü okuduğu hutbeleri dinlemeğe pek çok yanık kalbliler koşar. Bu mübārek efendinin bir usulüvardır ki pek beğenirim, o , hutbelerini evvelce ʿArab lisānı üzere okur sonra cemāʿate Türkçe ve iyice anlatır. Geçenlerde birçok gençlerle duʿāsını almağa gitmişdik. Bir sırasını getirip bu hutbe hikāyesini kurcaladık. Muhterem muhātibimiz:
Ben geçen pādişāh zamānında bunu yapmak istemişdim. Fakat baʿzıları etrāfına bak ve zamānı düşün. Diye beni korkutmuşlardı. Hürriyetden sonra şükür ki bu dileğimi yerine getirdim. Ve kim ne derse desin artık ben böyle gideceğim. Buyurdular.
İşte bu yiğit ve yektā mürşidin bu haftaki hutbesi de bu kürsilerde işidilmemiş öyle derin o günlerdendi ki; bütün cemaʿat, mütehayyirāne müstefīd oldular. Hatīb-i muktedir, bir kavmin dīni gibi en evvel kendi dilini sonra hükūmetin lisānını ve sıra ile komuşularının söylediklerini öğrenip bilmek elzem olduğunu beyān ve āyāt ve ahādiyet ile ifādātını isbāt ve teʾyīd eyledikden sonra şöyle buyurdular:
‘’Ey ümmet-i Muhammed, uyanınız, uyanınız! Sonra rāhat rāhat uyuyacak yatak değil, rāhat gömülecek mezārda bulamaycağız. Herkes dīnine nasıl sarılırsa diline ve kavmiyetine de öylece dört elle sarılmalıdır.’’
Bu hutbeyi īrād ėden pīr-i muhterem kendisini böyle āteşīn vaʿaza sevk ėden esbābu anlatıyordu: bana her vakit islām ve hristiyan birçok halk fetvā almak için gelirler. Çok defʿa köylerden gelen Türkler Bulgar hem-şehrīleriyle birlikde mürācaʿat ėderler. Evvelisi günde böyle iki kişi geldi. Müslümāna Türkçe ne istediklerini sordum. Bana Bulgarca bir şeyler söyledi. Arkadaşı olan Bulgarın Türkçe tercümānlığıyla hele derdini anlayabildim. Ey Türkler! Bizi kaygısızlık yüzünden yılan gibi sarmış olan bu kara cāhilliği düşününüz! Türk diyārında bir Bulgarın bir Türke Türkçeden tercümānığı!…
Muhātıb mübārikimizin bu ağlatıcı sözlerini işidirken hāricde dāhilde baʿzılarının pek haksız olmak üzere bize yükletmek istedikleri (şoven)’lik isnādını bilā ihtiyār düşünüyordum. Ve düşündükçe merhametsizliğin büyüğünü ve şovenliğin koyusunu müfterīlerde buluyordum. Çünkü Türklere isnād olunan (belʿ ve temsīl) hāssaları bi’l-ʿakis aramızda başka kavimler tarafından biz Türklere tatbīk olunmuşdur. Ve maʿa’t-teʾessüf olunuyor.
Lākin burada, iki şeyi açık söylemek doğruluğun şānındandır: evvelā, bu suç doğrudan doğruya biz Türklerindir. Çünkü biz kavmiyetimizi korumadık ve hattā kendimizi okumadık, öğrenmedik.. Sāniyen bize bu zarar daha ziyāde islām olmayan ʿunsurlardan gelmişdir. Fi’l-hakīka, meselā, Arnavud kardeşlerimiz arasında yaşayan Türklere karşı belʿ-i keyfiyyeti pek zaʿīf kalmışdır. Nitekim Arnavudluğun göbeği olan Debre-i Bala civārında (kocacık) nāmıyla maʿrūf bir nāhiye vardır ki orada yaşayanlar Türklüklerini tamāmen muhāfaza etmişlerdir. Bunlar gibi manastır vilāyetinin cenūbunda muhtelif ʿunsurlarla çevrilmiş (sarı göl – kayalar) ve (kozana) kazāları vardır ki bu iki kazānın halkı kisvece kısmen tabīʿat ve tekellümce tamāmen Türklüklerini saklamışdır. Fütūhātdan sonra Konya havālisinden getirilmiş olmalarından dolayı bunlara o civārda (Konyar) dėrler.
Bi’l-ʿakis, ʿanāsır gayrı müslime arasında kalan Türklere ise komşuları tarafından (belʿ ve temsīl) keyfiyetleri bütün kuvvetiyle yüklenmiş ve getirmişdir. Geride, adalarda hāssen Girebene, Nasiliç kazālarıyla Yunan Senurinin civārında Rumlar. . Vidine, Karaca Ova, Tigüş, Kevkili, Palanka, Karatava ve Koçana kazālarıyla Rodop dağları eteklerinde Bulgarlar ʿörfünden Türklere karşı belʿ ve temsīl kemāl şiddetle vukūʿ bulmuşdur.
Bunun sebebi cihetden Türklerin, medeniyete belʿ ve temsīl olunmağa kendilerini terk etmeleri, diğer cihetde de hristiyan vatandaşlarımızın öteden beri (ideal) sāhibi olmalarıdır.
Bu hakīkatler karşısında (şoven)’lik isnādını redde kıyām ėtmek bile zāʾidir. Hükūmete ve millete bugün terettüb ėden ilk vazīfe ʿOsmānlılığın Türk olmayan ʿanāsırından evvel Türk olup da Türkçesini, lisānını unutan bī-çārelere Türkçeyi öğretmekdir. Daha, leri gidelim ve diyelim ki hattā bugün Türklerin kısm-ı āʿzamı Türklüklerini ciddi ve ʿilmi bir sūretde öğrenmeğe muhtāçdırlar. Pek samīmī dostum olan bir Türk zābıtı bir gün bana:
‘’Ben Türk ordusu nāmıyla anılan bu altın orduya giren birçok ʿacemi Türk yiğitlerinin kendi kardeşleri tarafından dedeleri lisānıyla verilen kumandanlara karşı Çince hitāblar karşısında bulunuyormuş gibi alık alık durmalarına yanarım!’’ demişdir. Ben de, bu ʿasırda dīni bir hācet kapısından fetvā almakda olan öz bir Türke bir Bulgarın Türkçe tercümānlık etmesine ve millletimin henūz miliyetini müdrik bulunmamasına ağlarım. Ah benim zavallı yetīm milletim!..
Yavuz
PDF’si:
LATİN HARFLERİNE AKTARAN:
MUSTAFA ÇAĞLAR & EROL TURUNÇ
KAYNAKÇA:
(İSAM tarafından halka açılan “Osmanlıca Makaleler VT” den metnin PDF’si temin edilmiştir.)
Köprülü’den Mektup / Yavuz.– İstanbul: Türk Yurdu Cemiyeti, 5 Nisan 1328.
Türk Yurdu (1. Seri)
cilt: I, sayı: 11, sayfa: 340-342