İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
...kimse kendi gölgesinin dışına sıçrayamaz. Bu yüzden kendini merkeze alarak oluşturulan tabuların yıkılarak at gözlüğünün çıkarılması kolay olmamaktadır. Ancak, bir noktanın perspektifinin bize sadece eşyanın iki boyutunu verdiği akıldan çıkarılmamalıdır. Dolayısıyla iki boyut ise insanoğluna bütünün bilgisini vermemektedir.
Körlük kelimesinin muhayyilesi söz konusu olduğunda hiç şüphesiz akla insanoğlunun kendinden bağımsız dış dünyaya adeta bir projeksiyon edası ile nazar eden ve zihinde oluşan mefhumlara, ölümsüzleştirdiği kareler ile yardımcı olan 'göz'gelmektedir. İkinci çağrışım ise bakmak eyleminden bir tık ileride olan; hiyerarşik olarak yine bak(-mak) eyleminin üzerinde bir fiil karşımıza çıkmaktadır. ‘Görmek’... Yine akla ilk gelen sözcüklerdendir. Yani bu iki kelime arasındaki nüans, bakmak hareketi ile görme duyusu bakma işinin bir fark ediş kazanması ile mümkün olmaktadır. ( bakmak + fark etmek = görmek)Kelimeler arasında yalın halde iken mutlak bir üstünlükten söz etmek mümkün değildir. Ancak bir kelime/sözcük, üzerine giyindiği anlam elbisesi ile kavrama dönüştüğünde araştırma konusuna göre aralarında bir kıyas mümkün olabilmektedir. Dolayısıyla kavramlar kelimenin asıl anlamını karşılayarak yeni kavramlar türeteceği gibi çeşitli mecaz anlamlarda da kendini göstermektedir.
Körlük, görme organında doğrudan bir engel bulunması halinde olacağı gibi görme duyusunda hiçbir engel bulunmadan da olabilmektedir. Dış dünyadaki çirkinliklerin, aksaklıkların, kanıksanması hiçbir hayret ve tepki uyandırmaması bu durumun en iyi örneğidir. Bahsi geçen durum kişideki ‘akıl tutulması’ haline delalet etmektedir. Böylesi ruh halinde olan biri için çakraları pür dikkat açık bir şekilde çevrede olup bitenlere refleks göstermek bir tarafa dursun o kendi zararına ve faydasına olanı algılayıp idrak etmekten yoksundur. Bu satırlarda daha çok dikkat celb edecek körlük çeşitleri ‘akıl tutulması’, kayıtsızlık, umursamazlık nevinden kavramlarla işlenecek olanlardır. Yani kavramın temel anlamından ziyade yan ve mecaz anlamları ele alınmaya çalışılacaktır.
İnsanoğlu doğası gereği sosyolojik bir varlıktır. Tekamülü ancak ve ancak bir toplum içerisinde mümkündür. Kişinin ihtiyaçlar hiyerarşisinin/piramidinin tepesinde olan kendini gerçekleştirmek istemesi yani bireyin tekamülü, havasını teneffüs ettiği ortamdan da etkilenerek herhangi bir dünya telâkkisine bağlanması ile mümkündür. Çünkü bu hayat telâkkisi bir bilgisayarın işletim sistemine benzer. İnsanoğlunun bütün yapıp etmelerini zihninde çerçeve olarak düzenlemektedir. Bu kavram ‘zihniyet’ olarak da açıklanabilir. Zihniyeti belirleyen ise inanç sistemleridir. Bunlar kişinin hareket, muhayyile ve tefekkürüne istikamet vermekle birlikte kişinin birey olmasından kaynaklı hareket ve düşünce hinterlandında daha dar bir çerçeve çizen zihninden daha kudretli ve kapsayıcıdır. İnsanoğlu meyli ve yatkınlığı nispetinde bahsi geçen inanç sistemlerine taraf olmaktadır. Yalnız dikkat edilmesi gereken bir husus ‘taraf olmak’ ile ‘taraftar olmak’ kesinlikle karıştırılmamalıdır. Bu durumda körlük taraf olmakta değil taraftar olmakta karşılaşılabilecek bir durumdur.
İdeolojik olarak bir partinin, siyasî görüşün, tarikatın, hizip, fırka, bir grubun taraftarı haline gelmiş olan biri için de kesinlikle körlükten bahsedilebilir. O kişi kendi davasını hak dava, kendi fikirlerini diğerlerinden daha fazla kuşatıcı ve rasyonel bulmaktadır. Peki körlük bu işin neresindedir? Kişi at gözlüğü taktığı için sadece fikirsel olarak beslendiği ortamın sunduğu imkânlar, araç ve gereçlerle düşünmektedir. Dolayısıyla böylesi fikirler nakıs ortam ürünleri olduğu için kendileri de pek tabii olarak iz’an yoksunu olmaktadırlar. Yani karşı ideolojinin ya da karşıt fikirlerin artı-eksi, doğru-yanlış, haklı-haksız yanlarını tarafsız bir şekilde ele almak bir tarafa dinlenmeye bile tahammülleri olmamaktadır.
Yukarıda bir ideolojinin holiganı durumda iken karşılaşılan körlükten bahsedildi. Aslında ‘reddetme hali’ ve ‘hayranlık hali’ de ideolojik tapınmanın bir türevi sayılabilmektedir. Reddetmek, kişinin karşı tarafı ötekileştirerek kendine meşru bir alan oluşturma halidir. Oluşturulmaya çalışılan meşru alan karşı tarafa rağmen felsefesi ile zihinlerde yankılanmaktadır. Yani herhangi bir şeyin doğrudan peşinen ve toptancı zihniyet ile reddedilmesi de körlük belirtisidir. Reddedilen şeyin mahiyet, nitelik-nicelik, faydalı-faydasız, doğru-yanlış, iyi-kötü olmasından ya da olmamasından bahsedilmiyor. Şek (şüphe) olmadan, tarafsızlık terazisinde tartılmadan kendi çakralarının etrafına istinat duvarı örülmesinden bahsedilmektedir. Karşı tarafın fikir ve görüşlerinin ne olduğu umursanmadığı gibi kendi fikirlerine galebe çalacak olması ihtimal dahilinde bile değildir. Böylesi durumlarda zihin önyargılar ile şartlanmakta zihniyet gözünün önüne perde inmektedir.
Reddetmek kavramı tersten okunduğunda ise ‘hayranlık’ karşımıza çıkmaktadır. Reddetmek dış dünyaya karşı bir ruh hali iken hayranlık bireyin zihninin kapalı devre çalışmasına sebep olan iç dünya ile alâkalıdır. Burada koşulsuz şartsız bir bağlılık söz konusudur. Koşulsuz şartsız bağlı olunan kişi bir üstat, bir fikir adamı ne olursa olsun zihin kendine onu ideal bir tip olarak seçtiği için kişi, onun seviyesine çıkmayı istemektedir. Dolayısıyla kişi ister istemez olaylara hayran olunan kişinin penceresinden bakabilmektedir. Burada hayran olunan kişi hakkında kanaat bildirilmemektedir. Hüküm verilmemektedir. Sadece hayranlık duygusunun da reddetmek ruh halinde olduğu gibi dış dünya ile kendi arasına bir istinat duvarı ördüğünden bahsedilmektedir. Körlük işin bu kısmındadır.
Envai çeşit körlükten bahsetmek mümkündür. Bilimi ‘mutlak doğru’ kabul edenlerin gaflet halleri de körlük nevindendir. Bilim ve teknik ilk evrelerinden bu güne kadar hatta bugün dahil her zaman kısıtlı araç ve gereçlerle araştırmalar yapmış ve deneyler ortaya koymuştur. Burada bilime karşı bağnazca bir tavır takılmamakta, aksine bilimi ve tekniği mutlak olarak kabul edenler uyarılmaktadır. Yapılan her yeni buluş ve keşifler bilime her geçen gün farklı bir boyut katmaktadır. Yani hiçbir zaman bilimin geldiği son nokta nihai nokta kabul edilmeyeceği gibi eldeki bulguların mutlak doğru kabul edilmemesi gerekmektedir. Örneğin: Kopernik öncesi dönemde güneş, ay, yıldızlar ve tüm gezegenler merkezde hareketsiz duran Yer’in etrafında dönerlerdi. Kopernik ise bu zamana kadar kabul edilenin aksine Yer’in değil, Güneş’in evrenin merkezinde olduğunu ileri sürdü. Örnekten de anlaşılacağı üzere bilim ve teknik elde bulunan araçlar nispetinde ancak ve ancak bir önceki hali son noktaya nispetle izafe edilebilir.
Körlük kavramı buraya kadar birkaç örnek üzerinden zikredildi. Şimdi ise kudemanın yaptığı ilmin zıddını tarif eden ve bilmemek anlamına gelen cahillik tarifi üzerinden bir körlük tarifi yapılmaya çalışılacaktır. Eskiler cahilliği üç katman üzerinden incelerlerdi .
1- Cehl-i basit: Bilmemek ve bilmediğinin farkında olmaktır. Burada bilmediğinin farkında olmak bir körlük hali belirtmez çünkü kişi bilmediğini bilmektedir. Bir gafillik hali söz konusu değildir. Dolayısıyla bir körlük hali de söz konusu değildir.2- Cehl-i mürekkep: Mürekkep iki şeyden oluşan manâsınadır. Bilmediği halde, kendini biliyor zannetme veya yanlış malumatını doğru kabul etme halidir. Yani, yanlış bilgisini ilim sanmaktır. Dolayısıyla iki boyutlu bir cahillik söz konusudur ve burada gafillik kişinin kendini bilmemesindedir. Körlük ise kendini bilmemeden kaynaklanmaktadır; gafilliktedir.
3- Cehl-i mu'kab: Mu’kab Arapça’da küp manasına gelmektedir. Yani burada üç boyutlu cahillikten söz edilmektedir. Bilmemek ve bilmediğinin farkında olmamak ve enteresan bir şekilde sadece kendisinin bildiğini başkasının bilmediğini ifade etmektir. Burada gafillik derecesi cehl-i mürekkep haline göre bir kat daha fazladır. Dolayısıyla körlük durumunun da ikinci duruma nispetle daha fazla olduğu su götürmez bir gerçektir.
Mecazî örneklerden de anlaşılacağı üzere anlatım daha çok kişinin ‘ben merkezcilik’i üzerinden anlatılmaya çalışıldı. İnsanoğlu alışkanlıklarının ürünü bir varlıktır ve içgüdüsel olarak hayatta kalma gayesi ve kendi bekâ arayışı içindedir. Kendini merkeze alma hali negatif ve hayıflanılması gereken bir durum değildir. Bu durum her eşyanın bir doğası, işleyişi ve modüs operandisi olduğu gibi insanoğlunun da yaratılışı gereği bir fıtrata sahip olduğuna delâlet etmektedir. Dikkat edilmesi gereken husus dış dünyaya karşı perdelerin ve çakraların kapalı bulunma halleridir. Çünkü kişi ne kadar çok yer değiştirirse değiştirsin her zaman çevreye/dış dünyaya kendi nokta-i nazarından bakmaktadır. Yani kimse kendi gölgesinin dışına sıçrayamaz. Bu yüzden kendini merkeze alarak oluşturulan tabuların yıkılarak at gözlüğünün çıkarılması kolay olmamaktadır. Ancak, bir noktanın perspektifinin bize sadece eşyanın iki boyutunu verdiği akıldan çıkarılmamalıdır. Dolayısıyla iki boyut ise insanoğluna bütünün bilgisini vermemektedir.
Mücahit Bayram IŞIK
Yorum Yaz