İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
ÖZET
Küreselleşmenin birçok boyutu vardır. Söz konusu bu boyutların ön plana çıkanları ise; siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel boyutlarıdır. Küreselleşmenin siyasi ayağı kısaca; uluslararası arenada oluşan zorunlu bağımlılığı ifade ederken, ekonomik ayak daha çok gücün ulus devletlerden uluslararası mali şirketlere doğru kaydığını ve global ekonomik entegrasyonunun arttığını ortaya koymaktadır. Küreselleşmenin kültürel boyutuna bakıldığında ise; küreselleşmenin toplumlar mabeyninde büyük değişimler meydana getirdiği, eski toplumsal bağların birer birer ve hızlı bir şekilde çözüldüğünü ortaya koymaktadır. Nitekim küreselleşme sürecinde iletişim teknolojilerindeki büyük dönüşümün yaşanması ile beraber dünya üzerinde toplumsal bağları zayıf olan toplumların kendi kültürlerini korumakta zorlandığı aşikârdır. Buna ek olarak küreselleşmenin sosyo-kültürel boyutunda; tek kültürleşme, çok kültürlülük ve hibrit (melez) kültürlerin oluşumu gibi sonuçlar da ön plana çıkmaktadır.
ABSTRACT
Globalization has many dimensions and features. The most prominent of these dimensions are; political, economic and socio-cultural.The features include the effects of globalization on all of these dimensions. The political dimension of the globalization can be summarized as the increased global interdepedendence and economic dimension of the golabization is increasing global economic integration and the flow of economic power from nation states to international financial companies. While looking at the cultural dimension of the globalization, it reveals that it has brought the great changes in societies by quickly solving the outdated social problems one by one. It is a matter of fact that during the globalization process, communities with weak social ties in the world are forced to protect their own cultures especially with the advent of communication technologies. In addition, in the socio-cultural dimension of globalization; the formation of culture come to the fore such as acculturation, multiculturalism, and hybrid (cross breed).
Giriş
Küreselleşme; dünyanın küçük bir köy olarak algılanması anlamına gelen, devletler arasındaki ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel ilişkilerin arttığı ve karşılıklı bağımlılığın ivme kazandığı bir süreci ifade etmektedir.
İlk kez 4 Nisan 1959 tarihinde ‘The Economist’ dergisinde kullanılan küreselleşme kavramı, bir kavram olmanın ötesinde çok yönlü ve iç içe geçmiş süreci ifade etmektedir.[1] İlk çağlardan günümüze kadar dünyanın çeşitli evrelerden geçerek gittikçe küçülmesi, beraberinde olumlu ve olumsuz birçok sorunun vukuu bulmasına neden olmuştur. Nitekim ilk çağlardan günümüze bilim ve iletişim teknolojisinin artan önemi, bu sürecin en önemli rollerini üstlenmiştir. Coğrafya ve hammaddenin öneminin büyük ölçüde azalmasıyla, teknoloji, bilişim ve iletişim alanında yaşanan hızlı gelişmelerin öncülüğünde küreselleşme, siyasetten ekonomiye, kültürel ve sosyal yaşamdan günlük hayata kadar insan ve toplum yaşamının her bölümünü etkisi altına almış görünmektedir.[2]
Yaklaşık olarak 15.yüzyılın sonlarına tekabül eden Merkantilimz sürecini, küreselleşmenin ilk dalgası olarak kabul eden çevreler olmasına rağmen, ilk büyük dönüşümün MÖ. 7000’li yıllardaki tarım devrimiyle yaşandığı kabul görmektedir. MÖ 7000 li yıllarda tarım devrimiyle beraber dünyada geniş çaplı dönüşümler yaşanmaya başlanmış ama asıl büyük dönüşüm 18. Yüzyılda sanayi devrimi ile yaşanmıştır.[3] Bu süreçten sonra hammadde değer kazanmış ve hammaddeye olan ihtiyaçtan dolayı emperyal arayışlar başlamıştır. Artan ihtiyaçlardan dolayı sınırları aşan arayışlar, hem bütünleşme hem de ayrışmaların habercisi olmuştur. Sanayi devriminin oluşturduğu bu duruma bir de üçüncü küreselleşme dalgası olarak kabul gören; bilim ve teknolojideki büyük dönüşüm eklenince dünyanın küresel bir köye dönüşümü ivme kazanmıştır. Özellikle ‘Yumuşama Dönemi’’nden sonra ön plana çıkan ve çok uluslu şirketlerin dünya siyasetinde rol almaya başlaması çerçevesinde gelişen bu dönem, Sovyet Rusya’nın yıkılmasıyla belirgin bir hal almıştır.
Küreselleşme gerek kavram gerekse bir süreç olarak içerisinde hem olumu hem de olumsuz birçok olguyu barındırır. Nitekim küreselleşme; barış, karşılıklı işbirliği, entegrasyon, gelişmişlik, kalkınmışlık, bütünleşme, istihdam ve sosyo-kültürel yakınlık gibi bütünleştirici ve olumlu etkilerinin yanında; gelişmişlik farkının artması, fakirlerin daha da fakirleşmesi, etnik çatışmalar, küresel bunalımlar bireysel yalnızlaşma ve yozlaşma gibi nice olumsuzlukları da bünyesinde barındıran global bir konjonktürdür[4].
Küreselleşme ile beraber dünyanın giderek küçük bir örümcek ağına dönüşmesi, uluslararası arenada karşılıklı bağımlılık sürecini hızlandırmıştır. Oluşan bu durum, devletlerin birbirleriyle daha fazla iş birliği içine girmelerini zorunlu kılmış ve böylelikle küreselleşmenin ekonomik rolünün yanında siyasi rolünün de ağır bastığını ortaya koymuştur. Ekonomik yönü ağır basan küreselleşmenin, dünyayı bütünleşmiş tek bir pazar haline getirmeyi öngörmesi, karşılıklı bağımlılığın olmazsa olmaz bir süreç içerisinde olduğunu gözler önüne sermiştir.[5]
Esas olarak iletişim teknolojisindeki gelişmenin tetiklediği küreselleşme çok boyutlu bir mekanizmaya sahiptir. Küreselleşme olgusunun etki alanlarını başlıca; ekonomik küreselleşme, siyasi küreselleşme, sosyo-kültürel küreselleşme ve teknolojik küreselleşme gibi birçok farklı yönden ele almak mümkündür.[6] Küreselleşmenin kültürel ve sosyal ayaklarının ötesinde, ekonomik ve siyasi olmak üzere iki temel ayağı uluslararası ilişkilerin belirlenmesinde büyük rol oynamaktadır. Güvenli bir dünya olmadan ekonomik faaliyet ve bütünleşme sağlanamayacağından, siyasal ayak da en az ekonomik ayak kadar önemlidir[7]. Küreselleşmenin Siyasi ayağı, uluslararası arenada oluşan zorunlu bağımlılığı ifade ederken, ekonomik ayak daha çok gücün ulus devletlerden uluslararası mali şirketlere doğru kaydığını ve global ekonomik entegrasyonunun arttığını ortaya koymaktadır. Bu makalede; ikinci ve üçüncü küreselleşme dalgaları ışığında, küreselleşme ve küreselleşmenin mevcut dünya yapısında meydana gelmesine yol açtığı değişikliklere değinilmekle beraber, esas olarak küreselleşmenin siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel boyutları ele alınacaktır.
Küreselleşmenin Siyasi Boyutu ve Etkileri
Küreselleşmenin tek boyutlu olmaması, küreselleşme için birçok tanımın yapılmasını olağan hale getirmiştir. Her boyutunun kendine özgü tanımlamaları olmakla beraber ele aldıkları konularda da farklılık mevcuttur.
Siyasi olarak küreselleşme; küresel dönem öncesi uluslararası sistemin temel belirleyici aktörü olan ulus devletlerin, küreselleşme ile beraber yetkilerini ulusal ve ulus-üstü örgütlerle paylaşmaya mecbur kalmasıdır.[8] Globalleşme ile beraber yetki ve otoritesinin bir kısmını uluslararası ve uluslar-üstü kuruluşlara devreden ulus devletler, uluslararası ilişkileri ilgilendiren temel meselelerde alınacak olan kararlarda dış dünyayı da dikkate almak zorunda kalmıştır. Ayrıca dünya üzerindeki siyasi ilişkilerin yoğunlaşması anlamına da gelen küreselleşme, uluslararası ilişkilerin gelişmesine de büyük katkı sağlamıştır.
Küreselleşmeden önce ki ‘‘kopuk- çok merkezli’’ dünya, küreselleşme ile beraber ‘’iç içe geçmiş-çok merkezli’’ bir yapıya dönüşmüştür.[9] Meydana gelen bu dönüşüm, başta imparatorlukların yerini alan ulus devletleri derinden etkilemiştir. Ulus devletler, modern çağın etkisiyle yakaladığı o ‘fonksiyonel zirveyi’, küreselleşmenin de etkisiyle uluslararası ve bölgesel kurumlarla paylaşmak zorunda kalmıştır. Yani meydana gelen bu dönüşüm ile beraber, küreselleşme öncesi dönemden farklı olarak ulus devletlerin önemi gittikçe azalmakla beraber, bölgesel güçler ve uluslararası şirketler değer kazanmıştır. Böylece küreselleşme ile beraber ulus devletlerin yerini alan uluslararası şirket ve kurumların, hem ekonomik hem de siyasal güce sahip olmaları, toplumda yeni yapı ve kültürlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.[10]
Küreselleşen dünya, devletlerin her alanda işbirliği içine girmelerini hızlandırmıştır. Nitekim E.F. KEYMAN’ın da belirttiği üzere; ‘’küreselleşen dünya devletlerin daha fazla işbirliği yapmalarını ve karşılıklı bağımlılık ilişkilerine girmelerini zorunlu kılmıştır’’.[11] Teorik olarak sınırların ortadan kalktığı bir uluslararası sistemde işbirlikleri devletlerin bekası için hayati önem taşımaktadır. Birçok alanda işbirlikleriyle karşılıklı kazanma mantığına dayalı ilişkiler geliştirilmiş, bu ilişkiler zamanla karşılıklı bağımlılık halini almıştır. Oluşan bu karşılıklı bağımlılığın asıl aktörü olan sermaye, uluslararası şirket ve siyasi-ticari kurumların ulusal devletler aleyhine önem kazanmasına yol açmıştır. Birbirleriyle birçok alanda işbirliği içine girmek zorunda kalan ulus devletler, oluşan sistemde, kendi güvenliklerini tek başlarına sağlayamayacak duruma gelmişlerdir. Yaşanan teknolojik gelişmelerle beraber artan güvenlik sorunu da, devlet dışı aktörlerin önem kazanmasında etkili olmuştur.
Global dünyada, realizmin en önemli gereği olan ‘hayatta kalmak’ ilkesi, devletlerin kendilerini daha emniyette hissetmesini gerektirmiştir. Bundan dolayı devletler, gerek global gerek bölgesel örgütlere üye olup hem siyasi hem de ekonomik alanda söz sahibi olmaya çalışmışlardır. Böyle olunca da, ulus devletlerin kendileri olmaları mantığı rafa kalkmış, siyasi fonksiyonlarının bir kısmını uluslararası kurumlara devretmeleri zorunlu hale gelmiştir. Aynı zamanda, küreselleşme ile beraber, devletlerin yönetiminde söz sahibi olan aktörlerin sayısında artış yaşanmış, uluslararası kurumlar, sivil toplum örgütleri ve devlet-altı birimler böylece daha da önem kazanmışlardır.[12]
Küreselleşme ile beraber, uluslararası ve ulus-üstü kurumların değer kazanması, uluslararası ilişkilerin daha çok barış çerçevesinde şekilleneceği görüşünü güçlendirmektedir. Olası bir çatışma tehlikesinde uluslararası kuruluşların ulus devletlere uygulayacağı siyasi ve ekonomik baskı veya bu kuruluşların olası bir anlaşmazlıkta üstleneceği arabuluculuk rolü çatışmaları azaltacak ve uluslararası barışı güçlendirecektir. Uluslararası güvenliği tehdit eden konularda BM, NATO ve AB gibi örgütlerin varlığı, anlaşmazlıkların büyümesini veya çatışmaya dönüşmesini engellemektedir.[13] ( Fakat görüldüğü üzere, bu kuruluşların hareket mekanizması tamamen çıkar ilişkisi çerçevesinde şekillenmekte, haklının değil güçlünün yanında yer alan tutumlarıyla gelecek için hiç de iyi beklentiler uyandırmamaktadırlar.)
Vestfalya’dan bu yana ‘‘egemen devlet ilkesi’’ devam etmektedir ancak küreselleşmenin de etkisiyle bu ilkenin sermayenin küreselleşmesine paralel olarak zayıflamaya yüz tuttuğu aşikardır. Sermayenin küreselleşmesi -IMF, Dünya Bankası ve diğer uluslararası mali kuruluşlar- ulus devletin yetki mekanizmasının daralmasına yol açmaktadır.[14] İç içe geçen bir dünyada gittikçe önem kazanan devlet dışı örgütler, gerek küresel gerekse bölgesel birçok sorunda siyasi söylemleri etkiler ve yönlendirir hale gelmiştir. En basitinden ulusal ve uluslararası sorunları kamuoyuna duyurmada ve bunlara sunulacak çözümler konusunda belirleyici olan sivil toplum örgütleri buna örnek olarak gösterilebilir. Büyük çoğunluğu gönüllülük esasına dayanarak kurulan bu topluluklar; özellikle insan haklarının söz konusu olduğu konularda belirleyici bir rol almışlardır.[15]
Bunun yanında küreselleşmenin de etkisiyle uluslararası sistemi belirleyen ve yönlendiren devlet-üstü kuruluşlar, uluslararası meselelerde ulus devletin karar alma mekanizmasını bir hayli kısıtlamıştır. Ortaya çıkan sorunların küreselleşme dönemi öncesinden farklı olarak etnik ve dini kökenli olması, ulus devletleri bu meselelerde tek başlarına karar veremeyecek duruma getirmiştir. Bölgesel olarak bu sorunlara çözüm üretmeye çalışan örgütlerin yanı sıra, global düzeyde uluslararası barış ve güvenliği sağlamayı amaç edinmiş olan Birleşmiş Milletler, gücün ulus devletten ulus-üstü güçlere geçtiğinin en bariz örnekleri arasındadır.
Bütün bunlara rağmen, ulus devletin uluslararası istikrarı sağlamak bakımından hala önemli rol oynadığı da belirtilmesi gereken bir ifadedir. Nitekim A. YILMAZ ulus devletin globalleşme sürecindeki rolünü şöyle ifade etmektedir: ’’Nitekim devletlerin güvenlik ve istikrar sağlamada hala önemli olduğu, siyasal alanı küresel piyasaların ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendirdiği vurgulanmaktadır’’.[16] Dolayısıyla ulus devletlerin küresel dünyada tamamen değersizleştiğini ve/veya işlevsiz hale geldiğini ifade etmek doğru değildir.
Öte yandan küreselleşmenin etkisiyle bölgeselleşme süreci de hız kazanmış, ulus devletler bölgesel kollektivitelere katılmakta yarışır hale gelmişlerdir. Birbirlerine özellikle coğrafi olarak yakın hisseden ülkelerden oluşan bu bölgesel örgütler, genelde ‘’kazan kazan mantığı’’na dayalıdır. Bu entegrasyon hareketleri özellikle ekonomik alanda devletlere katkı sağlamış, bölgesel işbirlikleri ile karşılıklı bağımlılık ön plana çıkmıştır. Devletlerin, küresel dünyada söz sahibi olabilmek adına dahil oldukları bu devlet-üstü kurumlar, küreselleşmeyi daha ileri boyutlara taşımıştır. Dolayısıyla devletler global entegrasyon yerine, bölgesel entegrasyonlara önem vererek, dünya ekonomisinde oluşması muhtemel krizlere karşı tek başlarına mücadele etmek yerine, ortaklaşa hareket edip bu tür zararları minimuma indirme yönünde hareket etmektedirler.
Küreselleşme, siyasal boyutu itibariyle bir bütünleşme sürecidir. Ancak bir bütün olarak ele alındığında, bütünleştirici rol yerini daha çok ayrıştırmalara bırakır. Doğal olarak bütünleştirici rolünün tüm boyutları kapsıyormuş gibi uluslararası kamuoyuna lanse edilmesi, daha çok hegemon güçlerin ortaya atığı aşırı iyimser bir söylemdir. Devletlerin bu süreçte ‘‘zorunlu karşılıklı bağımlılık’’ çerçevesinde, birbirleriyle işbirliği yapmaları önemli bir husustur ama bu süreçte Çevre (gelişmemiş) Devletlerin sistem dışında bırakılması ve oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzenine entegre olmaları engellenmiştir. Liberallere göre, uluslararası sistemin anarşik olması bu işbirliğini engellemek yerine pekiştirmektedir.[17] Ancak bu karşılıklı bağımlılık ve işbirlikleri, çoğu kez merkez devletlerin hegemonik bir üstünlüğüne dönüşmesine rağmen, sözde ‘’ortak çıkar ve kazanç dürtüsü’’bunu gölgelemektedir. Bununla beraber, faydacı bir bakış açısıyla hareket eden liberalizm, küreselleşen dünyada bütünleşme ve karşılıklı bağımlılığın artmasını da öngörmektedir. Devlet-dışı aktörlerin uluslararası sistemdeki rolünün artması ile beraber, ‘karşılıklı bağımlılık temelli ilişkiler’in artması da küreselleşmenin bütüncül rolüne işaret etmektedir.
Küreselleşmenin bütünleyici rolünün yanında ayrıştırıcı niteliklerinin de olduğu bir gerçektir. Küreselleşme süreci ile beraber asıl olarak Avrupa Birliği gibi ekonomik kalkınmışlık ve devletlerarası farkın azalması gerekiyorken, bunun tam tersi yaşanmış, merkez - çevre devletler arasındaki ekonomik gelişmişlik farkı adeta uçurum haline gelmiştir.[18] Globalleşme süreci ile beraber gelişmiş ülkelerde dahi bireyler arası gelişmişlik farkı artarken, üçüncü dünya ülkeleri diye tabir edilen ülkelere dahil olan bireylerin büyük kısmının açlık sınırının altında yaşadığı gözlemlenmiştir.
Küreselleşme ile beraber ekonomik açıdan küçük olduğu için siyasal arenada söz sahibi olamayan devletler ufalanırken, özellikle Avrupa Birliği’nde olduğu gibi bazılarının da bütünleşerek küresel dünyaya uyum sağlamaya çalıştığı görülmektedir.[19] Teknoloji devrimiyle beraber küresel bir köyü andıran dünya, sınırların ortadan kalktığı, büyük balığın küçük balığı yuttuğu bir arenaya dönüşmüştür. Siyasi açıdan karşılıklı ilişkilerin eşit olarak artması gerekirken, ilişkiler daha çok kararları veren ve bu kararlara razı olanlar çerçevesinde gelişmektedir. Dolayısıyla bir örümcek ağını andıran bu küresel köyde, küçük çaplı devletler uluslararası ilişkileri ilgilendiren konularda seyirci konumunu alırken, küresel dünyaya entegre olmuş devletlerin bu küresel köyün ‘ihtiyarlar heyeti’ni oluşturduğu açık ve nettir.
Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve ardından yaşanan 11 eylül saldırılarıyla ivme kazanan küreselleşme süreci, global ekonomik entegrasyonun artması gibi olumlu görünen süreçlerinin yanında birde bölgesel sorunların global sorunlara dönüşmesi gibi durumları doğurmuştur. Zorunlu karşılıklı işbirliklerinin arttığı bir dünyada, bölgesel sorunların da globalleşmesi olağan bir durumdur. Dolayısıyla küreselleşme bölgesel sorunların, özellikle de terörün küreselleşmesine neden olmuş ve bu küresel sorunlara küresel çapta çözüm bulmayı zorunlu hale getirmiştir.[20]
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD’nin kendi topraklarında vurulmasıyla beraber, söylemsel olarak teröre karşı zorunlu bir birliktelik meydana gelmiştir.[21] G.W. Bush’un ‘’ya bizimlesiniz ya da teröristlerle’’ çıkışından sonra, küresel çapta teröre karşı bir seferberlik başlatılmış oldu. Dolayısıyla bu süreç, küreselleşen dünyada terörün de küreselleştiğinin en belirgin örneklerinden biri olmuştur.[22] Nitekim 11 Eylül terör saldırılarıyla terörün geldiği nokta batıyı hayretler içerisinde bırakmıştır. Yeşil Kuşak projesi adı altında besledikleri El Kaide’nin 11 Eylülde kendilerine saldırması, küreselleşen teröre küresel çapta karşı koyulması gereğini gündeme getirmiştir. 11 Eylül saldırılarıyla küreselleştiği ancak idrak edilen terörün, günümüzde DAEŞ örneğinde de olduğu gibi din, dil, ırk ve sınıf farkı gözetmeksizin küresel köyün tüm sakinlerini etkilediğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Küreselleşme ile meydana gelen ve küreselleşmenin siyasi ayağını ilgilendiren ana eğilimlerden biri de demokratikleşme sürecidir. Küreselleşme ile yaygınlık kazanan liberal uyum politikalarının siyasal yönden dünyanın demokratikleşmesinde önemli bir rol oynadığı açıktır. Büyük imparatorlukların yerini egemen ulus devletlere bırakması, demokrasinin dünyada vukuu bulmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra demokratik ülkelerin sayısında gözle görülür bir artış gözlenmiştir. Dolayısıyla bugünkü küreselleşme süreci, modernleşme sürecinin bir devamı sayılmaktadır. Nitekim dünyada demokrasi ile yönetilen insanların sayı ve oranının arttığı yadsınamaz bir gerçektir. Ancak küresel kapitalist sistemin de etkin rol oynadığı bu süreçte, birçok ülkenin demokrasiyi kapitalist-hegemon güçlerin baskılarıyla kabul ettiği de bilinmektedir. Bunların en bariz örnekleri olan Almanya ve Japonya, demokrasinin dış baskılar tarafından benimsetildiğinin göstergeleridir.[23]
Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu ve Etkileri
Küreselleşme sürecinin öne çıkan en önemli boyutlarından biri de hiç şüphe yok ki tüm dünyayı (kazanan-kaybeden) yakından ilgilendiren ekonomik boyutudur. Ekonomik olarak küreselleşmeden kasıt ise; dünya çapında ekonomik entegrasyonun artması, mal ve sermayenin serbest dolaşımı ve dünyanın giderek tek pazar haline gelmesi sürecidir.[24] Bunlara yol açan temel unsur ise bilim ve teknolojide meydana gelen devasa atılımlardır. Nitekim teknolojinin büyük rol oynadığı küreselleşme sürecinde, dünya ekonomisinde öne çıkan liberal hareketlerin etkisiyle mal ve sermayenin serbest dolaşımının önündeki engeller kaldırılmış, nihayetinde global dünya küçük ve tek bir pazar haline getirilmiştir.[25]
Günümüz küreselleşmesi ile ilgili temel üç yaklaşım ön plana çıkmaktadır. Bunlar; aynı zamanda ekonomik küreselleşme için de geçerlidir. Birincisi; küreselleşmeye olumlu bakan, küreselleşme sürecinin dünyanın ekonomik kalkınmasına yol açtığını, global ekonomik entegrasyonları attırdığını ve gelişmemiş ülkeler dahil dünyanın geneli için olumlu bir süreç olduğunu savunan kesimdir. İkincisi; küreselleşmeye kuşkuyla bakan, küreselleşmenin olumlu yanlarının yanında olumsuz etkilerinin daha fazla olduğunu savunan kesimdir. Üçüncü kesim ise; küreselleşmenin ulus devletin sonu olduğunu düşünen ve bu yüzden küreselleşmeye olumsuz bakan kesimdir.[26] Geniş bir perspektiften bakıldığında üç yaklaşımın da doğruluk paylarının olduğu şüphe götürmez bir gerçektir. Nitekim küreselleşmenin tek boyutlu bir olgu olmaması, küreselleşme ile ilgili yaklaşımların da çeşitliliğine yol açmaktadır.
Küreselleşmenin dünya genelinde kabul gören bir ekonomik entegrasyon olması, devletler nezdinde ekonomik yoğunlaşmayı arttırarak, sermaye ve mal ticaretinin akışkan hale gelmesinin yolunu açmıştır. Bilim ve Teknoloji alanında meydana gelen devasa yenilikler bu sürecin dünyayı global bir köy haline getirmesinde öncü bir rol oynamıştır.[27]
Küreselleşme sürecinin devletler-arası karşılıklı bağımlılık ve ekonomik entegrasyonun sağlanması gibi hedeflerle dünya genelinde global kalkınmışlığı gerçekleştirdiği; küreselleşmenin olumlu yönlerindendir. Söz konusu karşılıklı bağımlılıkların en çok ticaret ve finans alanlarında kendini göstermesi de sermayenin küreselleştiğinin bir göstergesidir.[28] Böylece küreselleşen sermayenin ışığında, dünyanın tek ekonomili bir yapı olduğu varsayılırsa, küreselleşme ile beraber bu global ekonominin büyük bir gelişim ve dönüşüm kaydettiği tezleri doğrudur.
Bununla beraber, sınır ötesi ticaret ve finans hareketlerinin çoğalmasıyla dünya ekonomisini sözde düzenlemek amacıyla kurulan ve gittikçe zirveye çıkan Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve soğuk savaşın son bulmasıyla kurulan Dünya Ticaret Örgütü (15 nisan 1994) gibi kuruluşlar küresel ekonominin en önemli aktörleri haline gelmişlerdir. Nitekim E.F KEYMAN bu süreci şu şekilde dile getiriyor: ‘’Bu örgütler ulus-devletlerle birlikte küresel ekonominin önemli aktörleri konumuna gelmişler ve dünyanın küçülmesi ile karşılıklı bağımlılık ilişkilerinin artmasına katkıda bulunmuşlardır. Küresel ve bölgesel nitelikte ekonomik entegrasyonun sağlanması ve ulus-devletlerin ekonomik nedenlerle bütünleşmesi ile de dünya ekonomik açıdan adeta örümcek ağı görünümü kazanmıştır’’.[29] Açıkça belirtildiği üzere küreselleşme süreciyle ön plana çıkan ve bu süreçte etkin rol oynayan uluslararası mali kuruluşlar, birçok alanda kendilerine manevra alanı bulmakta ve söz konusu alanlarını günden güne genişletmektedirler.
Küreselleşme ile beraber şüphesiz ki en büyük atılımın, mal ve sermayenin serbest dolaşımında yaşandığı idrak edilmektedir. Küresel ekonomi bağlamında finans hareketleri, sermaye, bankalar, borsalar ve kar amacı güden kurum ve kuruluşlar önem kazanmış, küresel köyün adeta mabetleri haline gelmişlerdir.[30] Sermaye ve araçlarının hakim konuma geldiği bu sistemde, ulus-devletlerin zayıfladığı ve büyük şirketlerin uluslararası konjonktürde egemen hale geldikleri gerçeği de küreselleşmenin ekonomik boyutunu gözler önüne sermektedir.
Mal ve sermayenin serbest dolaşımı esasına dayanan küreselleşme tabii olarak serbest ticaret sisteminin oluşmasını da gerekli kılmaktadır. Bu gelişmeler ekonomik gücü yerinde, serbest ticaret ve küreselleşen sermaye hareketlerine uyum sağlayabilen devletler için bir avantaj olup, kapalı ve/veya gelişmiş ekonomilere karşı direnmekte zorluk çeken periferi ülkeler için bir dezavantaj sayılmaktadır. En azından küreselleşme ile ilgili ekonomik ve siyasi teoriler bunu öngörmektedir. Ayrıca bu gelişmelerin hali hazırda var olan uluslararası ekonomik oligarşiyi daha da pekiştirmesi beklenmektedir. Nitekim A. DAVUTOĞLU G-8’in bu oligarşik pekişmenin uluslararası ekonomi-politiğe yansıması olduğunu dile getirmekle beraber bu konuya şu şekilde değinmektedir. ‘‘ G-8 etrafında örgütlenen yönlendirici ülkeler çoğu zaman diğer toplumları tamamıyla devre dışı bırakan bir karar mekanizması içinde bu küreselleşmenin rantını kendi aralarında dağıtmaya çalışmaktadır.’’[31]
Sınırların ortadan kalktığı, devletler arası zorunlu işbirliklerinin arttığı, ‘sermayenin dini imanı paradır’ deyiminin gerçek manada vukuu bulduğu bu ortamda, merkez ve çevre devletleri arasında artan ekonomik uçurum, dünya çapında ekonomik entegrasyonun sağlanabilmesi önünde büyük bir engel teşkil etmektedir. Bunlardan en basiti; Batı’nın üçüncü dünya ülkeleri diye tabir ettiği, genelde gelişmemiş ekonomilerdir. Zahirde bakıldığında küreselleşmenin tüm dünyada kalkınmayı hızlandırması gerekirken, gerçekte bu durumdan yararlanan gelişmiş ülkeler olmuştur. Dolayısıyla küreselleşme süreci bir taraftan gelişmiş ülkelerin zenginliklerine zenginlik katarken, diğer taraftan çevre devlet ekonomilerin istisnalar dışında kaybeden taraf olmasına neden olmaktadır.[32]
Nitekim küreselleşme ile beraber güç kazanan kapitalist sistem, dünya genelinde ekonomik dengesizliklerin artmasına neden olmuş ve uçurum halini alan bu durum Birleşmiş Milletler raporları ile görünür hale gelmiştir. 2011 yılında yayınlanan bir haberde; dünyada en zengin 200 kişinin servetinin 2.5 milyar insanın servetinden daha çok olduğu (Radikal 11,11.2001) belirtilmişse de özellikle son yıllarda bu sayının yüzün altına düştüğü söylenmektedir. 2016 yılında Milliyet gazetesinde yayınlanan bir haber bu durumu tüm somut gerçeklerle gözler önüne sermektedir: ‘‘Zenginlerle fakirler arasındaki gelir eşitsizliğinin artarak devam ettiğini belirten Oxfam, 2016 yılında dünyanın yüzde 1'lik nüfusuna denk gelen 70 milyon kişinin dünyanın geri kalan yüzde 99'undan (Yaklaşık 7 milyar insan) daha fazla servete sahip olacağını açıkladı. Oxfam'ın raporuna göre 62 süper zenginin’ toplam serveti, dünyanın nüfusunun en fakir olan yarısından daha fazla olduğu belirtildi.’’(Milliyet G.18.01.2016). Ayrıca Birleşmiş Milletler ekonomik kalkınma raporundan bir kesit; bu olayın iç yüzünü ortaya çıkarmaktadır:
‘’Dünya, son on yılda büyük ekonomik gelişmelere sahne olmuştur; fakat zenginlik ve refah o kadar adil olmayan bir şekilde ortaya çıkmıştır ki; ekonomik dengesizlikler dünyanın hemen hemen her bölgesindeki sosyal sorunları ve siyasi istikrarsızlığı artırmıştır. Soğuk savaşın sona ermesi ve küresel ekonominin artan entegrasyonuna rağmen, aşırı yoksulluk, borçlanma, az gelişmişlik ve ticaretteki dengesizlik gibi sorunlar henüz çözülemedi.
BM’nin kuruluş ilkelerinden biri de; bütün halklar için ekonomik kalkınmanın, siyasi, ekonomik ve sosyal güvenliğin başarıya ulaşması için en emin yol olduğuna dair duyulan inançtır. Birleşmiş Milletler’in temel endişelerinden biri de Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler’de yaşayan dünya nüfusunun yaklaşık yarısının hala günde 2 dolardan az bir parayla geçinmek zorunda olmasıdır. Yaklaşık 860 milyon insan okuma yazma bilmiyor; 100 milyondan fazla çocuk okula gidemiyor; 1 milyardan fazla insan ise temiz su bulamıyor ve dünya nüfusunun üçte birinden fazlası yani yaklaşık 2.4 milyar insan kanalizasyon ve çöp toplanmaması dahil düzgün sağlık koşullarından mahrumdur. 2002 yılının sonunda dünya çapında yaklaşık 180 milyon insan işsizdi aynı zamanda günde 1 dolardan az kazanan “çalışan fakirler”in sayısı 550 milyona yükselmişti.
Birleşmiş Milletler, özellikle Kuzey ve Güney arasındaki gittikçe büyüyen uçurum, az gelişmiş ülkelerin devamlı sorunları ve merkezi ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş yapan ülkelerin yeni ortaya çıkan ihtiyaçları gibi günümüzdeki bazı dengesiz durumlara yönelik makroekonomik politikaların benimsenmesini teşvik etmektedir. Bütün dünyada, BM yardım programları fakirliğin azaltılmasını, çocukların hayatta kalmalarını, çevrenin korunmasını, kadınların ilerlemesini ve insan haklarını destekler. Fakir ülkelerdeki milyonlarca insan için bu programlar Birleşmiş Milletler anlamına gelmektedir.’’ [33] Görüldüğü üzere BM raporu küresel dünyanın durumunu kamuoyuna böyle duyuruyor. Bilinmesi gerekir ki bunlar duyurulanlar, peki ya kamuoyunun bilmedikleri?
Küresel bir köyde zenginlerle fakirler arasındaki gelişmişlik farkının son yıllarda giderek artması köy sakinleri arasında memnuniyetsizlikleri de beraberinde getirmiştir. Sisteme adapte olamayan (olmasına izin verilmeyen) çevre ülke ekonomileri, küreselleşme süreciyle artan dünya ekonomisinden yeteri kadar pay alamamaktadır.[34] Bu durum uluslararası arenada merkez ülkelere karşı tepkilerin artmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla ekonomik dengesizlik ve ötekileştirmenin arttığı bu sistemde ‘’biri yer öbürü bakar; kıyamet bundan kopar’’ atasözü ön plana çıkmakta, ve bu durum memnuniyetsizliklerin meşru zeminini oluşturmaktadır.
Karşılıklı işbirliklerinin çoğaldığı, küresel finans ve sermaye hareketlerinin hız kazandığı, gerek global gerek bölgesel düzeyde ekonomik entegrasyonların sağlanmaya çalışıldığı bu dünyada küreselleşme sürecinin tam anlamıyla tamamlandığı söylenemez. Sermayenin her ülkeye serbestçe giriş çıkışını ifade eden küreselleşme süreci aynı hassasiyeti emek ve iş gücünün serbest dolaşımında gösterememiştir.[35] Emek ve iş gücünün serbest dolaşımı önündeki engeller küreselleşmenin asıl hedefine ulaşmasını engellemektedir. Zira sadece finans ve sermayenin serbestçe hareket ettiği bir yapı, zenginlere hizmet etmenin ötesine geçememektedir. Emeğin serbest dolaşımının engellendiği bir küresel dünyanın bunalımlara yol açacağı da belirtilmektedir.[36]
Küreselleşmenin Sosyo-Kültürel Boyutu ve Etkileri
Küreselleşmenin siyasi ve ekonomik boyutlarının yanı sıra bir diğer boyutu da sosyo-kültürel alandaki küreselleşmedir. Küreselleşmenin yarattığı düzende gerek siyasi gerekse ekonomik gelişmelere ayak uyduramayan toplumlar kültür sorunuyla karşı karşıya gelmektedir. Küreselleşme ile beraber teknolojik gelişmenin öncülük ettiği değişim, evrensel değerlerin ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır.[37] Burada küreselleşmenin daha çok kültürler arası etkileşimi ele alınacak ve toplumsal derinliğe girilmeyecektir.
Küreselleşme ile beraber süregelen bu sistemde değişim sadece teknoloji ve ekonomi alanında olmamış, toplumsal kuramlardan siyasi yapılara, insan ilişkilerinden sosyo-kültürel alanla kadar olumlu-olumsuz bir çok alanda büyük değişimler yaşanmıştır.[38] Dolayısıyla küreselleşmenin etkilerinin günümüz toplumunda çok rahat bir şekilde fark edebilmek mümkündür. Toplum mabeyninde büyük değişimler meydana gelmiş, eski toplumsal bağlar birer birer ve hızlı bir şekilde çözülmüştür. Nitekim küreselleşme sürecinde iletişim teknolojilerinde ki büyük dönüşümün yaşanması dünyanın tek mekanlaşmasına neden olmuştur. Küçük ve tek bir mekanda büyük güç ve evrensel değerlere uyum sağlayamayan toplumlar, küreselleşme süreci tarafından kültürlerini kısmen ya da tamamen değiştirmeye zorlanmaktadır.
Küreselleşme süreci ile beraber kültürel alanda birçok görüş ortaya çıksa da bunlarda bazıları diğerlerine göre daha fazla ön plana çıkmaktadır. Bunlardan bir tanesi; küreselleşme ile beraber küçük bir köye dönen dünyada tüm toplumların tek kültürde buluşması yani tek kültürleşmedir. Yani tüm toplumun gittikçe tek kültürde buluşturulmak istenmesi. Bu tek kültüründe Batı kültürü olduğu yönünde fikirler ortaya çıkmaktadır. Ancak bu istenildiği gibi sonuçlanabilecek bir durum değildir çünkü tüm toplumların kendi mevcut kültürlerini eriterek batı kültüründe buluşacağını söylemek ütopik, böyle bir durumun gerçekleşmesini beklemek ise ancak hayalcilik olacaktır.[39]
Küreselleşme süreci ile her ne kadar tüm kültürlerin birbirine yakınlaşacağı düşünülse de, her toplumun kendi kültürünü korumak istemesi kaidesi de kaçınılmaz bir gerçektir. Bu nedenden dolayı kültürler arası yakınlaşmanın tek kültüre evrilemeyeceği düşünülmektedir. Aynı zamanda küreselleşme ile beraber oluşturulmak istenen kültürün dünya kültürü olacağı yönünde de fikir ve düşünceler mevcuttur. Ancak dünya kültürü sağlanamadığı zaman ise, belirli kültürlerin ayakta kalabileceği ve bu kültürlerin dünya toplumu nezdinde ön plana çıkacağı ön görülmektedir.[40]
Küreselleşmenin sosyo-kültürel bir diğer sonucu; küreselleşmenin birleştiriciliği yanında çoğulculuğu ve çok kültürlülüğü de teşvik etmesidir. Her ne kadar kimlik benzerliği olan ülkeler arasında ortak kimliğe doğru bir yöneliş söz konusu ise de; köklü toplumların kendi tarihsel bağlarından kopmak istemeyeceği açıktır. Ayrıca son dönemlerde artan çatışma ve ayrışmalarla beraber yeni kimliklerde ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan bu yeni kimliklerin kendi değerlerini oluşturmak istemeleri toplumda söylenegelen çok kültürlülüğün bir sonucu sayılabilir. Dolayısıyla küreselleşmenin etkisiyle her ne kadar sınırlar ortadan kalksa ve konjonktürel olarak dünya küresel bir köye dönüşse de, tek bir dünya kültüründen bahsetmek mümkün olmayıp, çok kültürlülük bu durumda ön plana çıkmaktadır.
Küreselleşmenin kültürel boyutu ile öne çıkan bir diğer görüş ise; melez (hibrit) kültürlerin doğmasıdır. Küresel karşılıklı bağlılık ve bağımlılık her zaman kültürel benzerlik anlamına gelmez. Bu yüzden hibritleşme (melezleşme) tezi toplumsal karşılıklı bağımlılıklar yoluyla benzerlikten öteye geçip kültürlerin karşılıklı etkileşim içerisinde olduğunu ve zamanla birbirleriyle birleşerek ortaya melez kültürler çıkardığını savunmaktadır.[41] Örneğin yarı İskoç yarı İrlanda’lı gibi söylemlerin son dönemlerde artığı söylenebilir. Böylece farklı kültürlerin kaçınılmaz olarak karşılıklı etkileşimlerinden yeni melez kültürler ortaya çıkmaktadır.
Kültürel küreselleşme üzerinde önemli çalışmaları bulunan R. Holton küreselleşmenin melez kültürler doğurduğuna işaret etmekte ve bu konuyu şöyle dile getirmektedir: Kültürel hibritleşme ya da senkretikleşme fikri, dini ve manevi hayat, edebiyat ve çağdaş sanat, müzik (dünya müziği ve caz dahil) gibi olaylar dizisine çok başarılı bir şekilde uygulanmaktır. Fakat onun kapsam ve ölçeğini değerlendirmek zordur. Bunun bir nedeni bu kültürel yönelimin oldukça bulanık kavramsal statüsüdür. Birmingham’lı görüşmeci yanıtında kendini yeryüzüne ait “geniş bir insan” olarak görmesi kozmopolitleşme duygusu ile kültürel bütünleşmeden doğan bir hibritlik duygusuna dayanır. Hibritlik yine de bu örneğin akla getirdiğinden daha soyut etkilere sahiptir. Bu Afrika kökenli Amerikalı ya da “yarı İskoç ya da yarı İrlandalı” gibi bölünmüş kimliklerin oluşumuna ve bu sayede dünyadaki kültürel üyelik duygusuna yol açacaktır.[42]
SONUÇ
Temelde dünyanın çeşitli evrelerden geçerek küçük bir köye dönüşmesi süreci olarak algılanan küreselleşme; çok yönlü bir süreç olup günümüz dünya sisteminin ve sistemde meydana gelen değişikliklerin vukuu bulmasına zemin hazırlamıştır. Küreselleşme ile beraber süregelen bu sistemde değişim sadece teknoloji ve ekonomi alanında olmamış, toplumsal kuramlardan siyasi yapılara, insan ilişkilerinden sosyo-kültürel alanla kadar olumlu-olumsuz birçok alanda büyük değişimlerin yaşandığı gözle görülür hal almıştır. Nitekim küreselleşme ile beraber aşamalı olarak karşılıklı işbirlikleri zorunlu hale gelmiş, özellikle 11 Eylül sürecinden sonra ekonomi siyaseti belirlemeye başlamıştır. Ayrıca aşamalı olarak kopuk çok merkezli sistemden iç içe geçmiş çok merkezli sisteme geçiş sağlanmış, alınan kararlar bağımsız olarak alınamaz hale gelmiştir. Karşılıklı iş birlikleri zorunlu hale gelmiş, küreselleşen dünya berberinde bölgesel sorunlarında küreselleşmesine yol açmıştır.
Ekonomik olarak bakıldığında; küreselleşme süreci ile beraber; dünya çapında ekonomik entegrasyonun artması ve mal ve sermayenin serbest dolaşımının büyük oranda sağlanmasına rağmen merkez ve çevre devletler arasındaki fark gün geçtikçe artmaktadır. Ayrıca küreselleşmenin sağlanması adına mal ve sermayenin serbest dolaşımına karşın; emek ve iş gücünün serbest dolaşımı engellenmiş, bu durum küreselleşmenin nihai hedefine ulaşamamasına neden olmuştur. Küreselleşme süreci ile beraber her ne kadar dünya çapında toplam ekonomik gelir artsa da merkez ve çevre(gelişmemiş) devletler arasında ki fark da gün geçtikçe artmaktadır. Nitekim oluşan bu ekonomik eşitsizliği toplumsal bazda da görmek mümkündür. BM raporlarına göre dünyanın en zenginleri ile en fakirleri arasındaki fark gün geçtikçe artmakta, bu fark adeta uçurum haline gelmektedir. Bir avuç zenginin dünyanın neredeyse yarısından zengin hale gelmesine yol açan en önemli etkenlerden biri hiç şüphesiz küreselleşme sürecidir. Dolayısıyla bu süreçte zenginler daha da zenginleşmiş, zengin-fakir, merkez-çevre arasındaki fark sürekli artış göstermiştir. Ayrıca küreselleşme süreci ile ulus-devletler yetkilerinin büyük bir kısmını ulus-üstü mali kuruluşlarla paylaşmak zorunda kalmıştır. Günümüzde de ulus-üstü mali kuruluşların dünya ekonomisinde kayda değer bir yere sahip olması, sermayenin belirli ellerde toplanmasına neden olmuştur.
Küreselleşme sürecinin en önemli boyutlarından ekonomik boyutun, toplumun sosyo-kültürel yapısını derinden etkilediği ve toplum nezdinde büyük değişikliklere yol açtığı söylenebilir. Nitekim küreselleşme sürecinin yol açtığı değişikliklere ayak uyduramayan toplumlar kültürel yönden derinden etkilenmiştir.
KAYNAKÇA
Yılmaz AYTEKİN - İkinci Küreselleşme Dalgası(1. Baskı)
Ahmet POLATLI - Küreselleşme (makaleler.com)
Yılmaz ULUSOY - (1.03.2010) makaleler.com
Tasam - Küreselleşmenin Boyutları ve Etkileri
Mehmet HASGÜLER - Uluslararası Örgütler
Ahmet DAVUTOĞLU -Küresel Bunalım
Mevlüt KARABIÇAK- Küreselleşme Sürecinde Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerinde Ortaya Çıkan Yönelim ve Tepkiler
Tuğba KARAKAYA-Küreselleşme Sürecinde Ticaretin Önemi ve Pazar Payı
Şaban KARDAŞ- Ali BALCI-Uluslararası İlişkilere Giriş(4.baskı-küre yayınları)
Çiğdem GÜLGÜN- Küresel ekonomik krizler ve etkileri(Marmara Üniversitesi, basın ekonomisi ve işletmeciliği anabilim dalı- yüksek lisans tezi -2011)
http://www.unicankara.org.tr/today/3.html
Robert HOLTON- Çeviren: Kasım KARAMAN- Globalisation’s Cultural Consequences
[1] Tuğba KARAKAYA-Küreselleşme Sürecinde Ticaretin Önemi ve Pazar Payı-S.7
[2] Ahmet POLATLI - Küreselleşme (makaleler.com)
[3] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.9-(1. Baskı-OCAK 2004)
[4] Tuğba KARAKAYA-Küreselleşme Sürecinde Ticaretin Önemi ve Pazar Payı-S.9
[5] ULUSOY Yılmaz - (1.03.2010) makaleler.com
[6] Tasam - Küreselleşmenin Boyutları ve Etkileri
[7] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.68-(1. Baskı-OCAK 2004)
[8] Çiğdem GÜLGÜN- Küresel ekonomik krizler ve etkileri(Marmara Üniversitesi, basın ekonomisi ve işletmeciliği anabilim dalı- yüksek lisans tezi -2011)
[9] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.17.(4.baskı-küre yayınları)
[10] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.11-(1. Baskı-OCAK 2004)
[11] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.512.(4.baskı-küre yayınları)
[12] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.512.(4.baskı-küre yayınları)
[13] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.348-(1. Baskı-OCAK 2004)
[14] Tasam - Küreselleşmenin Boyutları ve Etkileri
[15] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.512.(4.baskı-küre yayınları)
[16] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.336-(1. Baskı-OCAK 2004)
[17] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.150.(4.baskı-küre yayınları)
[18] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.84-(1. Baskı-OCAK 2004)
[19] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.33-(1. Baskı-OCAK 2004)
[20] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.516.(4.baskı-küre yayınları)
[21] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.69.(4.baskı-küre yayınları)
[22] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.349-(1. Baskı-OCAK 2004)
[23] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.97-100-(1. Baskı-OCAK 2004)
[24] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.31-124-(1. Baskı-OCAK 2004)
[25] Çiğdem GÜLGÜN- Küresel ekonomik krizler ve etkileri(Marmara Üniversitesi, basın ekonomisi ve işletmeciliği anabilim dalı- yüksek lisans tezi -2011)
[26] KARABIÇAK- Mevlüt Küreselleşme Sürecinde Gelişmekte Olan Ülke Ekonomilerinde Ortaya Çıkan Yönelim ve Tepkiler
[27] KARAKAYA Tuğba -Küreselleşme Sürecinde Ticaretin Önemi ve Pazar Payı
[28] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.513.(4.baskı-küre yayınları)
[29] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.513.(4.baskı-küre yayınları)
[30] KARDAŞ Şaban - BALCI Ali -Uluslararası İlişkilere Giriş-S.513.(4.baskı-küre yayınları)
[31] DAVUTOĞLU Ahmet -Küresel Bunalım -S.188-(38. Baskı-01.08.2014)
[32] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.31-111-(1. Baskı-OCAK 2004)
[33] BM Raporu-2016
[34] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.31-120-(1. Baskı-OCAK 2004)
[35] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.31-41-(1. Baskı-OCAK 2004)
[36] DAVUTOĞLU Ahmet -Küresel Bunalım -S.43-(38. Baskı-01.08.2014)
[37] Tasam - Küreselleşmenin Boyutları ve Etkileri
[38] AYTEKİN Yılmaz - İkinci Küreselleşme Dalgası – S.59-(1. Baskı-OCAK 2004)
[39] GÜLGÜN Çiğdem - Küresel Ekonomik Krizler ve Etkileri(Marmara Üniversitesi, basın ekonomisi ve işletmeciliği anabilim dalı- yüksek lisans tezi -2011)
[40] GÜLGÜN Çiğdem - Küresel ekonomik krizler ve etkileri(Marmara Üniversitesi, basın ekonomisi ve işletmeciliği anabilim dalı- yüksek lisans tezi -2011)
[41] HOLTON Robert Çeviren: KARAMAN Kasım - Globalisation’s Cultural Consequences
[42] HOLTON Robert Çeviren: KARAMAN Kasım - Globalisation’s Cultural Consequences
Yorum Yaz