“Nebin peyayê xelkê” (Başkalarının askeri olmayın)
Kimine göre edebiyatı siyasetle, siyaseti edebiyatla besleyen bir mücadele neferi kimine göre ise bir terörist ”hain”… Kürt sorunun çözümü için atılacak adımlardan en önemlilerinden birisi şüphesiz Kürtlerle daha doğrusu sorunlu olan bir kesimle barışma olacaktır. Şüphe yok ki bu barışın önemli adımlarından bir tanesi de devlet nezdinde ne kadar parlak bir geçmişleri olmasa da (ki olması mümkün değil) Kürt mücadelesinde yer almış ve Kürt halkınca benimsenmiş figürlere yönelik çalışmalar olacaktır. İşte bu perspektif bu figürlerden bir tanesi olan Osman Sebri üzerine en azından bir öngörü sunmak için yazılmıştır. Uzun bir dönemi kapsayacağı için bir yazı dizisi şeklinde yazmayı düşünüyorum ilk yazımda Suriye sürgününe kadar olan kısmını Şeyh Sait isyanını kapsayacak şekilde yazacağım umarım bir öngörü oluşturur.
Maziye Yolculuk;
Osman Sebri, diğer ismiyle Ape Osman, 1905 yılında, o yıllarda Malatya’ya bağlı olan şu anda ise Adıyaman sınırları içinde kalan Narince köyünde dünyaya gelir. Henüz 11 yaşındayken babasını yitirir. Babası bölgede Hoza Mirdesan ağası olarak tanınıyordu. Osman Sebri, amcası Şükrü’nün yanında büyür ve çeşitli hocalardan eğitim alır. Kâhta rüştiyesinden mezun olduktan sonra 17 yaşında ilk evliliğini yapar ve bu evlilikten Mehmet (Daha sonra milliyetçi fikirlerinin gelişmesiyle ismini Welat diye değiştirecektir) isimli bir çocuğu doğar. Amcası Şükrü Bey tarafından aşiret reisi olarak yetiştirilmeye çalışılır. Bu kapsamda Kendisine ailenin tarihi anlatılır. Aşiret hayatı, ata binme, silah kullanma eğitimi verilir. Bu işin pratiğini öğrenmesi için aşiret kavgalarına gönderilir. Emrindeki silahlı adamları yönetme becerisini kazandırmaya çalışılır… Ancak hatıralarını yazdığı kitabında Osman Sebri bu meseleye değinirken köylerine gelen feodalite karşıtı bir öğretmenin görüşlerinden çok etkilendiğini yazar, hatıralarında geçen şu pasaj dikkat çekicidir;
” – Düşüncelerini bana aşılamak için, klasik aşiret anlayışının eksik ve yanlışlıklarını tek tek gösteriyordu. Fakat söylemlerini kolayca kabul etmiyordum. Çürük çarık olan feodaliteye tüm varlığımla yönelmiştim çünkü. Her şeyden önce bu yanlış yolun yolcusu olmayı zihnimden çıkarmam lazımdı. İşte o, bunu gerçekleştirdi. Sahiden de feodal düzenin eksiklerini fark ettim. Bir zamanlar yiğitlik gördüğüm şeylerin zulümden başka bir şey olmadığını anladım. Ağalıktan hem soğumuş hem de onun amansız bir düşmanı olmuştum.”
Şeyh Sait İsyanı ve Sürgün Hayatının Başlangıcı;
13 Şubat 1925 yılında Piran’da ayaklanmayı başlatan Şeyh Sait Mirdesi Aşireti lideri Şükrü Bey’e gönderdiği mektupta kendilerine destek vermelerini istedi. İsterseniz gerisini Osman Sebri’den dinleyelim; Şükrü Ağa, Şeyh Sait ayaklanmasını duyunca konu üzerinde düşünür. Düşüncelerini aşiretinden güvendiği akrabalarına açmaya karar verir.Kardeşi Nuri Ağa’ya, yeğenleri Osman Sebri ve Necmeddin’e mektup yazar; Ariğ (Bozpınar) köyünde toplantıya çağırır. Kardeşi Nuri Ağa, yeğenleri Osman Sebri ve Necmeddin Ariğ köyüne gelirler. Toplantı başlar…
Aşiretin reisi Şükrü Ağa:
– Şeyh Sait memleketi kurtarmak için isyan başlatmıştır. Kürdistan’ı bağımsızlığa kavuşturmak istiyormuş. Şayet başaramazsa çok kan dökülecek, her yer harap olacak. Böyle bir durumda boş durmamız olmaz. Ne dersiniz?”
Necmedin:
– Bu konular bizim pek anlayamadığımız şeyler. Mesela isyan ve isyan başlatanlar hakkında hiçbir bilgimiz yok. Böyle olunca da biz pek bir şey söyleyemiyoruz. Sen nasıl uygun görürsen öyle yap, yanındayız.
Nuri Ağa ve Osman Sebri baş hareketleriyle Necmeddin’i onaylarlar.
Şükrü ağa kararını açıklar. Bir mektup üç telgraf yazar…
- 1 – Şeyh Sait’e mektup yazar: “Senden yanayız. Siverek’i aldığın zaman aşiretimle size katılacağız.
- 2 – Mustafa Kemal’e telgraf yazar: Senden yanayız. “Şeyh Sait’in adamları yakınlarımıza kadar geldi. Onlara karşı kendimizi savunabilmek için milis alayları oluşturmamıza müsaade edin.
- 3 – Başbakan Fethi Okyar’a aynı içerikte telgraf yazar.
- 4 – Üçüncü telgrafı Ankara’da olan, Mustafa Kemal’in milletvekili yaptığı kayınbabası Hacı Bedir Ağa’ya yazar. Milis alayları kurması için desteğini ister.
Mektup, o gece Molla Abdurrezak aracılığı ile Şeyh Sait’e gönderilir. Güvendiği bir adamı atına biner, üç telgrafı Kâhta’ya götürür. Ankara’ya gönderir. Bölgede fazla askeri olmayan Mustafa Kemal, ayaklanan Kürt aşiretlerine karşı, rakip Kürt aşiretlerini savaştırmaktadır. Üç gün içinde Gawesti Mirdesleri reisi Şükrü Ağa’ya Ankara’dan beklediği cevap gelir:
” Teşekkür ederiz.”
“Milislerinizi toplayın. Milislerin ve onları yönetecek komutanların isimlerini bize bildirin.”
Şükrü Ağa’nın silah tutacak adamı çoktur. Yalnız 480 milis adı yazar. Komutan olarak kendisini ve Osman Sebri’nin adını yazar. Ankara’ya gönderir. Şeyh Sait ayaklanması, kendi yanlışlıkları ve devletle işbirliği içindeki aşiretlerin gücüyle yenilgiye uğrar…
Gerisi hepinizce malum olduğu gibi Dağkapı meydanında Osman Sebri’nin amcaları Şükrü ve Nuri Beyler isyan lideri Şeyh Sait ile beraber idam edilir. O dönem henüz 20 yaşında olan Osman Sebri’de tutuklanarak Denizli cezaevine gönderilir burada tutuklu kalan Osman Sebri 1928 yılında serbest kaldıktan sonra mücadelesine devam eder ancak tekrar tutuklanarak Malatya cezaevinde bir süre kalır. 1929 yılına gelindiğinde artık sürgün dönemi başlamış Osman Sebri Suriye’ye geçmiştir.
Bu perspektifi burada sonlandırmak istiyorum gelecek perspektiflerde Suriye yaşamını, Kürt sorunu içindeki yerini, siyasi yönünü ve edebi yönünü tartışmaya devam edeceğim…