KÜRT-TÜRK ANATOMİSİNE TARİHTEN BAKMAK

TOPLUM VE GÜNDEM

  25 Eylül’de Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nde Kürtler bağımsızlık referandumuna büyük bir oranla bağımsızlığa evet derken karşısında çok cepheli itiraz, ambargo ve diplomatik çıkmazla yüz yüze geldi.

Barzani’nin 1 Kasım’da başkanlığı bırakacağını açıklamasıyla daha da karmaşıklaşan senaryoda yeni aktörün kim olacağı sorusu da önem kazanıyor. Bir ayı geride bıraktığımız referandum krizi sonrası Irak ordusu Musul ve Kerkük merkezli operasyonlara girişirken peşmerge ile Irak ordusu arasında olası bir çatışma ihtimali mevcudiyetini koruyor. Öte yandan Türkiye kayıtsız şartsız Kürt Bölgesel Yönetimi’nin referandumu tamamen rafa kaldırmasını istiyor, diplomatik baskı uyguluyor ve gözdağı veriyor. Bu noktada istedim ki PKK karşısında Kürt Bölgesel Yönetimi’ni uzun süre müttefiklik derecesinde yakın ilişki ve ortaklık kuran Türkiye’nin bugün uyguladığı realpolitiğin geçmişte örneği var mıydı, ne tür benzer hadiseler vuku buldu bir görelim.

Kürt-Türk ilişkilerinin anatomisini çıkarmanın tarihsel birlikteliğin oluşum sürecini yansıtması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yoğunlaşan iki topluluğun Türkiye Cumhuriyeti etrafında birleşmelerine kadar olan dönemi nazarımda önemli bulduğum tarihi olaylar çerçevesinde aktarmak zorundayım. Bugün giderek sıkışan ve dış ilişkileri daraltan referandum sendromu çift taraflı bir değerlendirmeye muhtaçtır. Dolayısıyla tarihsel akış yol gösterici olmakla beraber bir ibret ve imtihan aracıdır.

Bu yazıda tarihsel bağlamımızın mihenk noktasını Kürtlerin gerçekleştirdiği referanduma karşı yapılan sert propaganda üzerinden oluşturacağız. Hatırlanacak olursa referandum sürecinde Irak’taki Bölgesel Kürt Yönetimi’nin Siyonist, İsrail yanlısı, Yahudi, Müslüman düşmanı, münafık, mürted olduğu yakıştırmaları, iddiaları dillendirilmişti. Bugün bu propaganda çalışması yüksek dozda olmasa da hala sürdürülmekle beraber Türkiyeli Kürtleri ziyadesiyle rahatsız etmektedir. ‘‘Kardeş’’ retoriğinin uygulamada hesapsızca savurulması, dilin milliyetçileştirilmesi Türkiye’ye ağır sosyal yaralar açmaya matuftur. Yapılması gereken geçmişteki birlikteliğin hatırlanması, şiddetli reflekslerin düşürülmesi, akıl ve izan sahibi olmaktan vazgeçilmemesidir.

Diplomatik dilin sertliği ikili ilişkiler babında ayarlanabilirken halk nezdinde terazinin bozulması nifak, fitne ve düşmanlık tohumlarını filizlendirir. Kısa sürede gürleşmesini önlemek ise çift taraflı gayretin neticesinde sağlanabilir. Kürt Bölgesel Yönetimi’nin referandumuna karşı yapılan mesnetsiz, gereksiz ve düşmanlaştırıcı söylem ve demeçler siyaseten unutulabilir fakat toplumlar unutmamakta, hafıza depolarında saklamaktadırlar.

Şimdi geliniz, Osmanlı Devleti’nin fetihlerinin durakladığı, doğuda Safevi tehlikesinin iyiden iyiye hissedildiği, asayiş ve kamu düzenin bozulduğu bir döneme gidelim. Padişahımız IV. Murad’dır. Pek çok isyanın ve karışıklığın yaşandığı bu dönemin ilk yıllarında, paşalar arasındaki güç mücadelesi, doğu bölgelerinde özellikle Safeviler’in yıkıcı faaliyetleri halkı müşkil bırakmıştır. 1534’te Kanuni döneminde fethedilen Bağdat seksen dokuz yıl sonra 1624’te elden çıkmış, karışıklıklar artmıştır. 1629’da Bağdat’ı geri almak için ilk sefer girişimi düzenlendiğinde, bahar mevsiminin kuşatma için uygun olmaması sebebiyle sefer sonbahara bırakılırken bölgede bulunan ordu Kürt beylerinin üzerine gönderilir. Bunun sebebi birtakım aşiret beylerinin Osmanlı ordusunu kuşatma başladığında arkadan vurma ihtimaline karşı emniyet maksatlı yapılmak istenmiştir. Bu harekat esnasında Kerkük’teki aşiretlerin Osmanlı’ya karşı gelmeyip itaatlerini arz ettiklerini nakleden tarihçi Abdülkadir Özcan, Kürtlerin şöyle bir ricada bulunduğunu yazıyor:

   Aman ey sahipkıran vekili! Günahımız nedir? Varsa affet. Bu fakirler selef padişahlar ve halifeler zamanlarında Irak iline tabi kabilelerden ve ceddimiz Al-i Abbas neslindeniz. Sünni Müslümanlarız. Merhum Sultan Süleyman’a hizmet edip Irak tarafları feth olundukta, atalarımız şark seferleri edip, Al-i Osman’a yardım edegelmişiz. Beş vakti kılarız. Şeriata itaat eder, onun hükümlerini icra ederiz. Ferman üzere hizmetten yüz çevirmeyiz. Aramızda kötü kişiler varsa bilmeyiz. Teftiş olunsun.

Bunun üzerine orduda duyurular yapılıp haksız yere alınan davarlar ve koyunlar sahiplerine verildi. İhtiyaç duyulanlar ise akçe ile satın alınarak kimseye zulmedilmemeye çalışıldı… O sırada orada bulunan tarihçi Topçular Kadısı Abdülkadir Efendi’ye göre, Peygamber sancağını gören Kürtler feryad ü figan ederek salavat-ı şerifeler getirdiler. (Vurgular bizim) 

  • Kaynak: ÖZCAN Abdülkadir, Şarkın Sultanı IV. Murad, Kronik Yayıncılık, 1. Baskı, Kasım 2016

Yapmış olduğumuz şu küçücük alıntı Kürtlerin kimliğini ve karakterini ortaya koymada ziyadesiyle yeterlidir. Kürtleri Siyonist, İsrail yanlısı, Yahudi, Müslüman düşmanı, münafık olarak etiketleyenlerin önce aynaya sonra eğer gözleri ve vicdanları el verirse tarihe bakmaları gerekmektedir. Diplomatik meseleleri yüzlerce yıllık akrabalık ilişkilerini zedelemek ve koparmak için çaba gösterenlerin yine hüsrana gark olacaklarını ifade etmek isteriz. Lüften tarih-i hakikiden bigane kalmayınız.

Bu mesele üzerinden okumalarımıza devam edeceğiz.

Eşref TUĞRA

Eşref TUĞRA
Eşref TUĞRA

Muckraker Daily Column [email protected]

Yorum Yaz