Dünya tarihi boyunca insanoğlunun bütün yapıp etmelerinin altında kişinin, toplumun ya da milletin muhtelif dönemlerdeki hayat/yaşam telakkisine bağlı olarak değişme gösteren aynı zamanda eylem ve davranışlarına yön veren bir anlayış bir felsefe mevcuttur.
İnsanoğlu hangi dönemde olursa olsun kişinin hayat felsefesi her daim yol gösterici olmuştur ve hayat öngörüsünde kişiye genel hatları ile bir çerçeve mahiyetinde paradigma sunmuştur. Özellikle coğrafya ve sosyo-kültürel farklılar, farklı coğrafyalarda farklı dünya görüşlerinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Uçsuz bucaksız çölleri ile Arabistan ve periferisinde kabile hayatı kaçınılmaz bir hal almış. Mezopotamya, Nil, İndus ve Ganj vadilerinde suyun sosyal hayatı etkileyen birincil değişken olması sebebi ile hinterland coğrafyasının ekseriyetinde kabile, çadır hayatı ya da herhangi bir göçebelik faaliyetine hemen hemen rastlanılmamaktadır. Dolayısıyla dünyanın ilk yerleşim yerleri ve ilk medeniyetlerinin bahsi geçen bölgelerde kurulduğunun beyanı malumun ilamı olacaktır. Milletlerin medeniyet, kültür, şehir, toplum ve aile tasavvurunda coğrafyanın etkisinin büyük olduğu gibi sosyo-ekonomik faaliyetlerin, dini akidelerin ve döneme damga vuran çeşitli ideolojilerin etkilerinden de bahsetmek mümkündür.
Bu bağlamda Türk-İslam Medeniyeti’nin tohumları Türkistan’da atılmış, Selçuklu’da filizlenmiş ve büyümüş, Osmanlı’da meyve vermiştir. Her yaz mevsiminin ardı sonbahar olduğu ve her gündüzün bir gecesi olduğu gibi Selçuklu torunu Türkiye Cumhuriyeti de çiçek açmaya gebe bir hazan döneminin yaprak dökümünü yaşamaktadır. Yaprak dökümü tabirinin kullanılmaya çalışılmasının nedeni Batı’dan kültür ve medeniyet ithali yapılmaya çalışılması ile topluma verilen tahribattır. Toplumda oluşturulan hafıza kaybıdır. Kültür ve medeniyet sosyal bir varlık olan insanoğlundan hariç bir unsur mu ki aşı yapmak suretiyle topluma enjekte edilmeye çalışılsın ya da insan vücudundaki herhangi bir rahatsızlığı gidermeye yönelik bir ilaç mıdır bir kapsül müdür… Bilindiği üzere en basit ilaç olan aspirinin bile yan etkileri vardır…
İbn Haldun Mukaddime’sinde toplumumuzun takriben yüz yıl önce düştüğü ve etkilerinin bugün devam ettiği sosyo-kültürel bunalıma asırlar önce parmak basmıştır. Ona göre ‘maluplar galiplerin dinini benimser.’ Malup olan taraf yenilmişliğin sebeplerini kendileri üzerinde arar ve karşı tarafa galibiyeti getiren unsurlar ve değerler malup tarafa azametli görünmeye başlar. Sadece cumhuriyetin kurulduğu dönemde değil Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde de gerileme ve çöküşün sebebi bir çok aydın tarafından İslâmiyete bağlanmaya çalışılmıştır. Dolayısıyla çağın put kavram ve kelimeleri olan materyalizm, sekülerizm, kapitalizm paradigması içinde doğal olarak değil de tepeden inmeci ve toptan bir anlayışla; tabi olarak değilde giydirme usulü ile benliğimizi unuturak, aşağılık kompleksine sahip ve aczinin farkına bile varamayan bireyler olarak doğuya giden geminin içerisinde batıya koşan yolcular olduk. Yukarıda bahsedildiği gibi daha önceden hayat telâkkimizin yapı taşı-mehenk taşı-sac ayağı, bizi biz yapan değerler iken; üzerimize ithal yolla giydirilen tek dişi kalmış medeniyet deli gömleği yüz yıldır elimizi kolumuzu bağlamıştır…
Ne de güzel söylemişti Ziya Paşa:
İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki
Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı.
Milliyyeti nisyan ederek her işimizde
Efkâr-ı Firenge tebaiyyet yeni çıktı.
Destursuz bir bağa girdik, maksadımız-gayemiz bağcıyı dövmek değil üzüm yemektir…
Devamı bir sonraki yazıya inşallah…
MÜCAHİT BAYRAM IŞIK