İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Post-Vestfalyan uluslararası ilişkiler sistemi bugün çok ciddi bir kabuk değişimi içerisine girmiştir. Devlet, devletlerüstü şirketler ve sivil toplum örgütlerinden müteşekkil kristalize yapı, küresel dünyanın sıkışan çeperlerinde yeniden Leviathan’ı diriltmeye çalışmaktadır. Aşırı globalleşme, dünyanın küresel bir köy hüviyetine büründüğünü açıklayan çoğu liberal merkezli kuram, devlet içindeki siyaset mekanizmalarında bir virüs gibi büyüyerek budaklanan glokalleşme(yerelleşme) sarmaşığını izah etmekte zorlanmaktadır.
Devletlerin uluslararası arenadaki pozisyonlarını kuşkucu bir yaklaşım tarzıyla temkinli ve bir o kadar da güvenlik endişesiyle yorumlamaya başlamaları, öze ve eve geri dönme psikolojisini doğurmaktadır. Nitekim uluslararası entegrasyon ve karşılıklı bağımlılık gibi sistem içerisinde ulusal yetkilerin belli bir kısmının paylaşıldığı veya devredildiği örgüt ve/veya organizasyonlardan sıyrılma ve kendi içine çekilme arzusu dikkat çekicidir. Bu durum politizasyonu yerelleştirmekte ve siyasal seçimleri popülizmin kucağına teslim etmektedir. Bilişsel bir pranga haline dönüşen terörizm, küresel köy olarak ifade edilegelen dünyaya megaterörizmi sızdırmıştır. Hiçbir devlet güvenliğini garanti altında hissetmemekte ve bütünleşme ile entegrasyon oluşumlarının güvenlik bunalımını arttırdığını iddia etmektedir. Ne var ki uluslararası sistemin çok aktörlü ve iç içe geçen bağımlı ilişkiler yapısı barış, istikrar ve küresel güvenliğin sağlanması amacıyla önem arz etmektedir. Bu bağlamda güvenlik alanında ortaya çıkan megaterörizm ile politik düzlemde yükselişe geçen popülizm arasında derin bir ilişkinin varlığından söz etmek mümkündür.
Megaterörizmin ilk yankısını duyurduğu 11 Eylül 2001’den bu yana geçen 15 senede globalizmin önündeki en büyük tehdit olduğu anlaşılmıştır. Terörün alan olarak tek bir coğrafya, bölge ya da ülke ile sınırlı kalmayıp tüm dünyada eylem aracı olarak kullanılabilir esnekliğe haiz olması devlet aygıtını yöneten siyasilerin bir numaralı güvenlik problemi haline gelmiştir. Kitlesel göç ve insan hareketliliğin yoğunlaşması, uzayan iç savaşlar(Suriye, Libya), bitirilemeyen yoksulluk ve açlık, kutsallar üzerinden yapılan şeytanlaştırma ve tüm bunlara bağlı olarak yapılan indirgemeci yaklaşımlar dünyayı felaketler sarmalının içerisine hapsetmiştir. Post-emperyal taktiklerin terörizm üzerinden kurgulanması ve çoğu müdahale ve sömürünün terör kılıfına oturtulmak istenmesi ve Kuzey-Güney eşitsizliğinin derinleşmesi, muktedir küresel güçler ile yerel kaynaktan beslenen gruplar arasındaki savaşı sertleştirmektedir.
Beşeriyetin özgül ve en ciddi varlık problemi haline dönüşen terörizm, ulus devlet paradigmalarına doğrudan saldırmaktadır. Böylesi bir durum devleti aktör olarak ön plana çıkarmakta, milliyetçi refleksleri ve daha geniş manada siyasal popülizmin argümanlarını devreye sokmaktadır. Toplumların kendi içlerine kapanmasının önünü açan megaterörist dalga 21.yüzyılın temel belirleyici parametresi haline dönüşmektedir. DAEŞ üzerinden -daha önce El-Kaide- şekillendirilen ve tanımlanan megaterörizm tehdidi ‘‘sınır aşan terör’’ kavramsallaştırmasına ortam hazırlamaktadır. Etnik ve/veya dini tandanslı terör gruplarının tüm dünyayı tehdit etmesine karşın megaterörist dalgayı sinir harbinin bir parçası olarak kullanılmasına izin veren muktedir küresel güçler, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ellerinde bulundurdukları veto yetkisini bir ‘‘vahşet kumandası’’ olarak kullanmaktadırlar. Küresel barış ve güvenliği temin etmekle yükümlü birincil uluslararası örgüt olan Birleşmiş Milletler’in megaterörizm karşısındaki işgörmez tavrı devletleri kendi kabuğuna çekmektedir. Dolayısıyla küresel güvenlik yaklaşımları atıl kalmakta ve terörden en fazla etkilenen ülkeler kendi inisiyatiflerini almaktadırlar.
Türkiye, Pakistan, Afganistan, Irak ve Suriye gibi ülkelerde megaterörizmin çatışma ve oksijen sahası haline getirilmesi, sistem içindeki başat aktörlerin kayıtsızlığı ile birleştirildiğinde vahşet dalgasının rasyonalitesi kendisini glokalleşme olarak göstermektedir. Zira terör karşısında küresel bir karşılık bulamayan terör mağduru devletler, kendi güvenlik hanelerine yönelmektedirler. Muktedir küresel güçler ve Avrupa’da kendisini hissettiren aşırıcı ve siyasi-ekonomik popülist siyasal partiler megaterörizm tehlikesi karşısında liberalleşmeye karşı çıkmakta, koruyucu ve içe dönük stratejik planlamalar yapmaktadır. Trump’ın Amerikan başkanlığına resmen başlamasıyla birlikte megaterörist dalgaya karşı yapılacak savaşın boyutu ve füzyonu ortaya çıkacaktır. Ancak belirtilmelidir ki güven bunalımının yaşandığı uluslararası arenada megaterörizm konusunda net bir sonuca varmak mümkün gibi gözükmemektedir. Böylesi bir durumun devlet aygıtının korumacı refleksini ön plana çıkardığını dolayısıyla korku, vahşet ve güvensizlik faktörlerinin Leviathan’ı yeniden dirilttiğini söyleyebilmek mümkündür.
Yorum Yaz