İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Bugün mezuniyet konuşmamı sahnede değil, bu yaşlı masada oturarak mürekkeple yapacağım. Mürekkep şişeleriyle hep kalabalık oluyorum. Bu beyaz sayfa benim sahnem, masadaki bardaklar davet ettiğim insanlar. Masanın üstünde Afrika haritasını benzeyen yeşil bir tabak, bu tabağın içinde şekerler, hurmalar ve Sudan’dan gelen kuru yemişler var. Bu şekerler ve hurmalar, uzakta kalan yeğenlerimdir. Bu soğuk havada beni saran, beni kuran oda, ailemdir. Masa etrafındaki boş sandalyeler komşularım ve dostlarımdır. Diğer sevdiklerimi başka bir tepeden izliyorum. Hatta beni sevmeyen sevgilimi bile görüyorum.
Bir yanda onlardan ders aldığım hocalarım oturuyor. Orta okul öğretmenlerimin yanı sıra lise hocalarım da zahmet edip geldiler, herkes benimle gurur duyuyor, alkışlıyor ve gülümsüyor. Çok mutluyum, uzun zamandır bu kadar mutlu olmamıştım. Sahneye çıkıp, mezuniyet konuşmamı yapmak istiyorum. Kameralar ve iPhone’lar video ve fotoğraf çekiyorlar beni, kameraların ışıkları yüzüme vuruyor. Bu ışıklar, bir yıl önce nikah salonundaki gördüğüm ışıkları hatırlatıyor ve aynı zamanda Sudan’ın başkenti Hartum’daki Nil Caddesi’nin ışıklarının manzarasını canlandırıyor. Bu hatıralar, tasavvurlar ve düşünceler sahneye varmadan önce, aklımdan gelip geçmiştir. Demek oluyor ki, insanın tüm yaşadıklarını kısa süre içinde hatırlama imkânı yakalayabiliyormuş.
Şimdi Sahnedeyim Efendim
Konuşma yapacağım. Öğrencilerin mezuniyet töreninde konuştukları gibi konuşamam. Ben daha saf, daha içtenlikle konuşmaktan yanayım. Meseleyi olduğu gibi aktarmayı sevenlerdenim. Diğer öğrenciler gibi inek gibi çalışmadım, büyük çaba da göstermedim. Sıradan öğrencilerden biriyim. İki yıl okudum, okuldan orta bir ortalama ile mezun oldum, hatta mezuniyet konuşmamı bile masalarla ve sandalyelerle yapmak zorunda kaldım.
Sayın masalarım, değerli sandalyelerim, her sabah neşeyle öptüğüm sevgili kahve fincanlarım, aziz çaydanlık; herkese sevgiyle, saygıyla, muhabbetle, hürmetle selamlıyorum. Sizinle her zamanki gibi bu yaşlı masada bir araya gelmek beni gerçekten mutlu etti. İyi ki varsınız, zor günlerimi yaşarken, en anlamlı ve en mübarek günlerimin meyvesini yerken beni bırakmadınız. Allah sizden razı olsun efendim, anca beraber kanca beraber ata sözünü yerine getirdiniz. Emin olun ki, sizden çok şeyler öğrendim. Şimdi sizinle bu süreçte geçirdiğim tatlı ve tatsız olayları da sizinle paylaşacağım. Öğrenme sürecim hiç kolay geçmedi. Birçok noktada takıldım, destek aldım, yazdığım metinleri başkalarını okuttum, araştırdım, uykusuz da kaldım.
Bu süreçte sevda servimim da oldu
Ümit Burnu’ndan Anjela Burnu’na muhabbet köprüsü oluşturdum. Ben birini sevdim, güzel sevdim. Afrika kokan sevgilimi sevdim. Bu sevgili gülmediği zaman bir tomurcuktur, gülünce mavi bir çiçektir. Sevgilim, tropikal bir iklim misalidir, sözleriyle verimlidir. Sıcakkanlıyla sevimlidir ve samimidir.
Bu sevgili, davranışlarıyla yüreğimde taht kurdu. Ben onu yar ettim, uykularımda yanaklarından öptüm. Mavi hayallerini uzaktan sarıldım. Bu süreçte güzel sevdim, derin sevdim. Güzeli sevdim, saf ve temiz sevdim, ben imkansızı sevdim. Bu süreçte sevdanın ne olduğunu tanıttım. Sevgi, güzel sevmektir, seni sevip, sevmediğini bilmemektir. Peki, öyle devam etsin güzelim. Ben şimdi uzaktan seni sözcüklerimle öpüyorum, cümlelerimle başını okşuyorum. Sesini ve yanıtını duymadan seninle sohbet yapıyorum. Şair dediği gibi “Neyine bağlandım ki bu kadar. Bana bakmayan gözlerine mi? Yoksa benim olmayan kalbine mi?”. Ben seni “hem anlıyorum da anlamıyorum da. Hem görüyorum hem göremiyorum. Hem duyuyorum hem duyamıyorum. Hem yaşıyorum hem yaşamıyorum …. Hem … Hem… Hem…[1]”
Bu süreçte sevginin yanında
Hayattan ders aldım, ders de verdim. Ağladım ve güldüm. Dertli uyudum, mutlu uyandım. Kendimle konuştum, kendimi analiz yaparak şarkılar söyledim. Bazı günlerde sıkıldım, kötü hisler içinde bulundum. Bazen varlığımla yokluğumla müsavi olduğumu fark ettim. Bazen ders çalışmaktan pes ettim, bir hafta geçer kitap açmadığım günler geçirdim. Derslerden sıkılarak tatlı küfürler ettim.
Bu süreçte
Dil öğrendim, farklı kültürleri ve milletleri tanıdım. Bu süreçte arkadaşlarım oldu. Onlarla sağlam arkadaşlıklar kurdum. Onlarla taze yemekler pişirip, aynı sofrada oturdum. Sadece yemekler pişirmeyle kalmadık, dedikodular da pişirdik, geleceği tasarladık.
Bu süreçte dava arkadaşlarım da oldu.
Onlara ayrı yer verdim, gelecek rotalarımızın haritasını çizdik. Bu arkadaşlarla oturunca sohbetimiz Afrika kokardı. Onlardan Afrika değerlerini taşıyan taze şiirler dinlerdim. Eşsiz kültürümüzün tadını onlardan tadardım ve içime renkler katardım. Bu kıymetli arkadaşlar sayesinde Afrika’nın her ülkesinde sıcak bir yuvam oldu. Bazı ülkelerde güzel hisler de kurdum. İnşa edilen duygular kim bilir, belki ağaç olup, meyve verir. Peki olmasını istiyor mu o? Kendisi cevap versin, sözleriyle değil davranışlarıyla göstersin.
Dava arkadaşlarım nimettir nimettendir. Yüzlerinden insanlık eser. Sohbet ortamlarımız Pan-Afrikanizm’den, Afrofütürizm’in tasarladığı parlak geleceğinden, Ubuntu felsefesinin hayata olan bakış açısından eksik olmazdı. Dava arkadaşlarımın gönüllerinden sadakat akardı. En önemlisi Ubuntu felsefesi damarlarında gezerdi. İstanbul’un bana ısmarladığı, sunduğu en güzel, en özel insanlardır.
Dava arkadaşlarımızla yeni sözcükler icat ettik. Cümlelerimizi bazen gülerek, bazen şaka yaparak dile getirdik. Günlerimizi timsahlaşa timsahlaşa[2] geçirdik. Aramızda en büyük timsah olan, timsah heykeli de verildi. Böylelikle aramızda geniş vizyonlu bir sözcük olarak kullandığımız timsah kelimesi başka bir boyut kazandı. İcat ettiğimiz sözcükler arasında “Ubuntu olmak” da var. Ubuntu olmak, Afrika’daki var olan felsefi bir kavramı benimsemek demektir. Ubuntu[3], bir kavram ve bir felsefe olmakla beraber, hayati bir yaşam tarzıdır. Bu felsefenin özeti “sen varsın, çünkü ben varım[4]”.
Bu Süreçte Bazı Mekanlar da sevdim
Kadıköy’ü, Aksaray’ı, Yusuf Paşa’yı, Güngören’i listeye başka yerler de ekleyebilirsiniz. Bu yerlerde bahsi geçen arkadaşlarla tanışma fırsatını yakaladım. Bu yerlerde çaylar içtik, Somali restoranından sütlü çay bardaklarını dudaklarımıza doğru götürdük. Yağmurlu gecelerde sohbetler ettik, kahkahalar attık, sevinçler yaşadık, kutlamalar yaptık ve üzüntüler de yaşadık...
Bu süreçte
Edebiyattan ölmez karakterlerden hoşlandım; Tayyip Salih’in yarattığı Naima karakterini sevdim, Zeyn kişiliğiyle de yakınlık kurdum. Sadece bunlarla kalmayıp, Güzeye Göç Mevsimi’nde yer alan Mustafa Said’le birçok şey paylaştım. Türk Edebiyatı'ndan şairler değil, şiirleri sevdim. Yanık Türküler’e kulak verdim. Kendi şiirlerim de yazdım. Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur[5]”. Edebiyattan hoşuma giden şiirler oldu. Ahmet Haşim’in Merdiveni, Yahya Kemal’in Sessiz Gemisi, Orhan Veli’nin İstanbul’u, İsmet Özel’in Amentüsü, Nurullah Genç’in Rüveyda’sı gibi eserler sanki benim için yazıldı.
Peki bu süreçte ne oldum?
Türkçe elçisi oldum.
Muhammed Abdalla Khazin
[1] Muharrem Dayanç, Denemeyi Denemek, (Ankara: Ebabil Yayınları, 2006), S. 11.
[2] Bahsi geçen arkadaşlar arasında kullandığımız mecazi bir anlamdır. Cümleye göre manası değişiyor. O ortamda “timsahlaşıyor” denildiğinde şaka yapma demek. Bununla birlikte güzel anlamda kullanılmıştır; mesela bugün gelin “timsahlaşalım” denildiğinde gelin sohbet edelim demek.
[3] Ubuntu sözcüğü, Zulu dilinde “insanlık” anlamına gelir, aynı zamanda “başkalarına karşı merhametli, şefkatli, iyiliksever” olmak gibi insani değerlerin temel alındığı bir dünya görüşüdür.
[4] Ubuntu Felsefesi: Ben, Ben Olduğum için Sen, Sensin.,
[5] Özdemir Asaf, Çiçek Senfonisi, (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları Eylül 2012), S. 223.
Yorum Yaz