İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Tarih sayfaları karıştırıldığında ve üzerindeki cilası kazındığında bugün ‘millet’ mahiyeti kazanmış toplumların ancak bir üst kimlik oluşturarak birlikteliklerini canlı tutabildiklerini görmekteyiz.
Kader birlikteliği toplumun mahiyetine göre çeşitlilik göstermiştir. Kimi toplulukları kan bağı kimi toplulukları çeşitli çıkarlar bazılarını ise mistik bir boyutta dinî hislerin oluşturduğu ortak duygular toplumu bir arada tutmuştur. Orta Asya’nın uçsuz bucaksız bozkırında göçebe hayat yaşayan Türk boylarındaki kabileyi/aşireti/boyu bir arada tutan hem kan bağı hem de dış tehlikelere karşı oluşturulan dayanışmaya dayalı bir birliktelik gözlemlenmektedir. Yine aynı nazardan farklı bir coğrafya incelendiğinde Arap toplumlarında da aşağı yukarı aynı maya ile oluşan bir birliktelik görülmektedir. Bugün Avrupa Birliği adı altında oluşturulmaya çalışılan siyasî birlikteliğe dikkat ettiğimizde ise çıkara dayalı bir birliktelik görmekteyiz. Ancak, maya niteliğindeki birlikteliği mümkün kılan değerler arasında derece olarak bir hiyerarşi mümkün görünmese de mahiyet olarak bir hiyerarşi vurgusu yapılabilir.
Yukarıda bahsi geçen bir aileyi, toplumu, milleti ayakta tutan ortak hislerin kesişim noktası dahası her türlü kolektif eylemin gerçekleşmesi için zorunlu olarak bulunması gereken değeri İbn Haldun ‘asabiyet’ kavramı ile ele almıştır. Coğrafyanın insan yaşamında kader manasında önemli bir yer teşkil ettiğini düşünen İbn Haldun’a göre insan yaşadığı toplumun ve yapıp etmelerinin ürünü olan varlıktır. Bu duruma paralel olarak yine İbn Haldun’a göre asabiyet, bedevi toplumlarında çeşitli coğrafik ve doğadan kaynaklanan mahrumiyetlere bağlı olarak ortaya çıkmıştır. İbn Haldun’un takipçisi olan Arnold Toynbee ise doğada ortaya çıkan mahrumiyeti ‘meydan okuma ve cevap verme’ tezi ile açıklamaya çalışmıştır. Bu bağlamda insanoğlu bedevi hayatının çeşitli mahrumiyetleri karşısında asabiyetini koruyabilmiştir. Ancak ne zaman ki lüks ve konfor, yaşamlarında yer teşkil ettiği zaman toplumun asabiyeti yozlaşarak irtifa kaybetmeye mahkûm hale gelmektedir.
Asabiyet, ailede kan bağı, bir şirkette kâr marjıdır. Yani bir grubun derecesine göre onu ayakta tutan bir arada tutan değerin derecesine göre mahiyet kazanır. Farklı topluluklarda görülen ortak hisleri oluşturan değerler hiyerarşisi her birinde farklı bir mahiyet kazanmakta; başlangıç noktası nesep bir başka tezahürü ortak çıkar asabiyesi ve kemal noktası, sebep asabiyesidir. Sebebî asabiyet, kırk yıl bir kazanda kaynasa karışmayacak toplumları mayalayan bir değerdir. Bu nedenledir ki bir toplumun kurucu unsuru ile yapıcı unsuru aynı ancak, iddia sahibi bir milletin yapıcı unsuru, sebebî asabiyetin temel taşı görevi üstlendiği üst kimlik algısı ile mümkün olacaktır. Osmanlı’yı ve Selçuklu’yu büyük devlet yapan sebebî unsur da bahsi geçen üst kimlikle benzer hüviyete sahiptir. Sebebî asabiyet ile mayalanan toplumlar, aynı değerler ve hisleri taşıdığı için aynı gökyüzüne bakarlar. Bu minvalde aynı dili konuşmak marifet değil aynı hisleri taşımak önemlidir.
İbn Haldun’a göre bedevi Araplar bedaret asabiyeti ile yani nübüvvet ve velayet yolu ile güçlü ve iddia sahibi bir hanlık kuramayacaklardı. Ancak, din değiştirmeleri onların asabiyetine farklı boyut kazandırarak güçlendirmiştir.
Abbasî ve Emevî devletleri yeni oluşan sebebî asabiyetin bir ürünü bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bedevi asabiyesi kabuğunu kabile anlayışı zihniyetini bir üst kimlik olgusu ile kırarak güçlü mülk sahibi olabilmişlerdir. Bu bağlamda son zamanlarda da gündeme gelen Hanefi Türklerin yol pusulası mahiyetindeki İmam Maturudî Türk mü Arap mı sorusuna durumdan vazife çıkararak cevap verildiğinde: İmam Maturudî Orta Asya’da Türkler arasında yaşamış olup etnik menşei itibari ile Arap’tır. Ancak, yaşadığı coğrafyadaki sebebî maya itibari ile Türk’tür. Bir başka açıdan nesebî asabiyet itibari ile Arap; sebebî asabiyet itibari ile Türk-İslam menşeine sahip olduğu söylenebilir. Yine aynı açıdan farklı örneklere bakıldığında çağın farklılıkları bir tarafa Nizâm’ül-mülk ile Sokullu Mehmet Paşa etnik menşei itibari ile Türk olmayıp ancak aynı hisleri taşıdıkları için aynı değer dünyasına sahip devlet adamları olmuşlardır. Yani teorik olarak muasır olamasalar da hissi manâda birbirlerinin muasırı oldukları söylenebilmektedir.
Yine, İmam Gazalî Fars kökenli bir ilim adamı, ancak hayatım Selçuklu devletinin istikbal endişesi ile karardı diyen bir devlet adamı; Osmanlı devleti özelinde olaya bakıldığında ise çok büyük bir devlet adamı olduğu konusunda ihtilafa mahal olmayan Sokullu Mehmet Paşa ise etnik köken itibari ile Sırp ancak Sultan Murad Hüdavendigâr’a hayran ve onun gibi şehit olmak isteyen bir devlet adamı… Hülasa niteliğinde, güçlü bir devleti ayakta tutan güçlü ve önemli unsur nesebî asabiyetten çok sebebî asabiyet olarak karşımıza çıkmıştır. Bedevî hayatta çeşitli mahrumiyetlere bağlı olarak; insanın optimum düzeyde doğaya meydan okuması ve cevap vermesi ile ortaya çıkan ve ilk aşamada kollektif bir dayanışmayı ve kan bağı ile yoğrulan asabiyetin kemal noktasından söz edilecekse bunun sebebi asabiyet olduğunda şüpheye yer yoktur. Bu bağlamda ‘eve dönen adam’ımız büyük mütefekkirimiz Yahya Kemal’in de vurguladığı gibi ‘milletleri mayalayan kan değil din’dir.
Mücahit Bayram IŞIK
Yorum Yaz