İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Milliyetçilik, Westphalia Antlaşmasının kabulü ile birlikte her geçen gün önem kazanan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kavramın kökenlerine baktığımız zaman, millet (nation) kavramının, Latince "ırk" veya "doğuş" teriminden türediğini görmekteyiz.
Milliyetçilik kavramı, günümüz dünyasında insanların kimlik edinme noktasındaki en önemli kavramlarının başında gelmektedir. Bu da insanların, ülke bazında kendilerini açık bir şekilde vatandaş olarak tanımlamalarına neden olmaktadır. Bu tanımlama sayesinde insanlar kendi milliyeti adına ölmeyi dahi göze almaktadır. Ancak milliyet dediğimiz şey muğlak bir kavramdır. Öyle ki aslında gerçekte olmayan bir ırk dahi varmış gibi düşünülebilmektedir. Bu konuda Hayes, milliyetçiliği şu şekilde tanımlamaktadır: “Milliyetçilik, vatanseverliğin ve milliyet şuurunun bir kaynaşması olarak tarif edilebilir.” Yine bu konuda Hayes iddiasını destekler nitelikte “Bir milliyetin etkisini, karakterini, ferdiyetini, her defasında olmasa da, fizikî coğrafyadan veya biyolojik ırktan değil kültürel ve tarihî güçlerden aldığını” ileri sürmektedir. Bu durumda İslam tarihi açısından bakıldığında, vaktiyle Osmanlı coğrafyasına tekabül eden onlarca devletin, ortak bir tarih ve kültüre dayandığını, ancak günümüzde bırakalım Türkiye ile bir Arap devletinin birleşmesini ve ortak bir millet oluşturma durumunu, iki Arap ülkesi dahi bir araya gelip kendi milletlerini oluşturamamaktadırlar. Hayet, milliyeti oluşturan en önemli karakterin ‘dil’ olduğunu söylemektedir. Ancak bir önceki örnekte olduğu gibi dilin de millet şuurunun oluşmasında tek başına yeterli olmadığı karşımıza çıkmaktadır.
Milliyetçiliğin etkilerine baktığımız zaman; II. Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanın ölümüne sebep olan şey, Hitler’in milliyetçilik orjinli faşist tutumu olmuştur. Yani milliyetçilik bir bakıma karşımızdaki insanı ‘bizden’ olmadığı için değersiz görmeye, kendi milli kimliğimizi karşımızdaki insandan üstün tutmaya ve hayatını kendi hayatımızdan önemsiz görmemize neden olmuştur ve olmaktadır. Yine II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra BM’nin kuruluşu ile birlikte, dünyada meşru olarak tanınan ülke sayısı 51 iken günümüzde bu sayı 193’e ulaşmıştır. Bu sayının artışında milliyetçilik yine karşımıza çıkmaktadır. Aslında bir bakıma bu sistem dönemin başat güçleri tarafından bir arada olduklarında farklılıkları nedeniyle kontrol edilmesi hiç de kolay olmayan insanlar daha da kolay yönetilmeye başlanmıştır.
Milliyetçilik sisteminin temel noktada başarılı olduğunu söyleyebiliriz çünkü insanlar bu sistemi o kadar çok benimsemişlerdir ki artık insanlık için milliyetçilik kanıksanmayacak bir hal almıştır. Ancak bu sistem günümüz şartlarında aslında milliyet sisteminin yani ulus devlet yapısının tek başına ilerlemediğini bizlere göstermiş oldu. Özellikle pandemi sürecinde, ülkelerin birbirine olan bağımlılığı sebebiyle küreselcilik dediğimiz olgunun güçlendiğini ve yazarın da milletlerarasıcılık olarak tanımladığı yapının belki de yakın gelecekte milliyetçiliğin sahip olduğu “popüler ‘dini’ cazibeyi” elinden alabileceğini düşünebiliriz.
Yazar kitabı genel manada açık ve akışkan bir dille yazmakla birlikte milliyetçilik bağlamında uzun soluklu bir tarihi süreç işlemiştir. Bu da tarihi arka plan bakımından kitaba bir zenginlik katmakla birlikte okuyucunun kitabı okurken milliyetçiliğin tarihi arka planını daha iyi anlamasını sağlamaktadır. Yazar kitabında milliyetçilik karşıtı bir tavır takınmaktadır. Liberal bir kişiliğe sahip olmasına rağmen ‘Avrupa’ noktasında ilerleyen milliyetçiliği tarafsız bir üslup takınarak kaleme almıştır. Avrupa dışı milliyetçilik konularında ise dönemin şartları göz önüne alındığında, tam anlamıyla “Şark’tan uzak bir Şarkiyatçı” edasıyla çok kısa ve taraflı olarak konuyu ele almıştır.
Yazarın milliyetçiliği din olarak tanımlaması ise aslında ulus devlet sisteminin beraberinde getirdiği, toplumun yapısına göre şekillenen ve toplumun önemli gördüğü ritüelleri,insanların adeta dini bir vecibe gibi önemseyerek ve hatta kutsayarak yapmasındandır. Örneğin yazar, “Bayrakların yarıya indirilmesi, selamlanması, göndere çekilmesi” olaylarını milliyetçilik dininin evrensel ayin çeşitleri olarak tanımlamaktadır. Bu nedenlerden dolayı milliyetçiliğin aslında günümüz dünyasında bir din olduğunu ileri sürmüştür.
Milliyetçiliğin aslında insanlık için faydadan çok zarar getirdiğini düşünmekteyim. Çünkü bu kavram özellikle II. Dünya Savaşı başta olmak üzere birçok savaşın ana nedeni olmuştur. Milliyetçilik temelde bir aldatmacadır. Ve bu aldatmaca şu ana kadar çok fazla cana mal olmuştur ve olmaya da devam edecektir. Bu konuda Rubert de Ventos’un milliyetçilik üzerine kullandığı şu ifade çok manidardır: “Ancak hepimiz -hepimiz- hafızalarımızı geri kazanırsak, iyileştirirsek, biz de onlar da milliyetçi olmaktan vazgeçebiliriz.”
Ulusİşte o zaman gerçekten bir arada yaşayabiliriz!
ONUR ŞANCI
Yorum Yaz