İlim ve Medeniyet

NEYİ ÖĞRENİP, NEYİ ÖĞRENMEMELİYİZ?

Neyi öğrenip, neyi öğrenmemeliyiz?

İnsan, her şeyi öğrenmek zorunda mıdır? Her şeyi bilenler, her şeyi bilmek için iştiyak duyanlar ve bu halleriyle öğünenler, kendilerinden kaçıp âleme koşanlardır. Kendini bilmek için âlemle kendi benliklerinin temas noktalarına uzanan, bilgilerini burada toplayanlar ise gerçeği bilenlerdir. Bilgilerimizin Allah’tan eşya zerrelerine doğru derece derece basamaklanan hakikatler sahnesi olduğunu anlamayıp da gelişigüzel her şeyi öğrenmek isteyen hummalı olarak yaşamaya mahkum bir şaşkındır. (Radyodaki bir bilgi yarışmasında) İpana’dan en çok puan kazananların, bunların arasından çıkmış olmasına şaşmayalım.

Öğreneceğimiz şeyler, her şeyden evvel şahsiyetimizin özetini teşkil eden âlemle ilgili olmalıdır. Ondan sonra, şahsiyetimizin hayatı için var olması zorunlu bilgileri edinmeliyiz. Lakin varlığımızın derinlerine yerleştireceğimiz bilgi mutlaka şahsiyetimizin özüyle ilgili olacaktır. Edineceği bilgileri seçmeyip her görüp işittiğini öğrenen insanın bütün bilgileri faydasız ve değersizdir. İnsan, her an karşılaştığı hadiselerle tasavvurları, onlar henüz zihnine yerleşmek isterken tasfiye etmesini bilmelidir.

Bu tasfiye işi, düşüncenin hareketidir. Neyi bilip, neyi bilmemesi lazım olduğunu düşünmek, düşüncenin ilk işidir. Ancak bu sansürden geçtikten sonradır ki, düşünce değer kazanır; faal ve gayeli hale gelir. Bize yük olmaktan çıkar, bizde bir makine olur. Halk, gelişigüzel her şeyi bilebilir. Âlim ve mütefekkir ise ancak kendine lazım olan, kendini işleyen şeyleri bilir, pek çok şeyleri bilmekle öğünen hafıza hamalları, hayatta hiçbir baltaya sap olmayanlar, hiçbir işe yaramayanlardır. Denizlerin yüzünde ne kadar gezinsek, bir defa olsun dibine dalmadıkça ondaki hayat hakkında bilgi sahibi olamıyoruz. Hangi yetinin olursa olsun, test metodu ile tanınışı, insandaki çok bilgiyi araştırdığı için, şuurun değer derecelerini tanıtmakta yetersiz ve hatalıdır. Rousseau’nun hafızasının fevkalade zayıflığı ile köpek tarafından ısırılmamak için, köpeğin üstünden atlamayı düşünen acayip ve pek düşük buluş kabiliyeti, dehasının varlığına engel olmamıştır. Testler, ancak harekî tepkileri ölçmekte yeterli ve mâhir sayılabilirler. Deha bir ferasettir, ferasetle ölçülür.

Çocuğu her şeyi öğreten mektep, onu ne kadar düşüncesiz yapabiliyor! Daha ilkokulda bütün eşyanın bilgisini sunan, orta öğretimde cihan tarihini, cihanın coğrafyasıyla birlikte genç dimağlara aktarmak isteyen bugünkü mektep pek bedbahttır. Ruhlara istikamet verebilmekten uzaktır. Mektebin perişan ettiği şuurları, hayat insafsız pençesine geçirerek nice lüzumsuz ve katil bilgilerle doldurmakta, onlara bir çile devri yaşatmaktadır.

Bugünün genci, sporcularla artistlerin isimlerini mi ezberlesin? Partilerin mühim simalarını mı öğrensin? Amerikan etiketiyle şöhretinin musallat olduğu bunca eşyayı mı hatırında tutsun? Yoksa mektepteki rengarenk derslerin endamiyle mi karşılaşsın? Bütün bunları yapmak zorunlu olunca şahsiyetin birliği ve bu birliğin kuvvet ve enerjisi çekilerek yerini tasavvurlardaki çokluğun serseri heveslerine terkedecektir.

Tembel talebe, hocaların ismini ve oturdukları semti de bilir. İyi talebe, mükemmel ve metodlu yetişen genç, zaruri olarak, devrin devlet ricalini tam olarak bilmeyecektir. Zira, şuurunun ancak kendine mahsus işleri vardır, alemin hizmetinde değildir. Zamanımızın gitgide zenginleşen hayat hadiseleriyle genişleyen ilimleri hep birden kafasına sığdıracak insan tasavvur olunamaz. Böyle bir çaba hem israf hem de şahsiyet törpüleme ve şahsiyetinden kaçma neticesini doğurur. Zamanımız cemiyetlerinde bu sebepten ihtiras, hem kemiyet, hem de keyfiyet görüşüyle kaçınılmaz bir zaruret olmuştur.

Bu bahsi bitirirken, ahlak kanunlarının da her şeyi bilmemize karşı geldiğini, fenalıkların bilgisinin bizi fena yapabileceğini söylemek icap ediyor. Zira, insan bir dereceye kadar öğrendiklerinin de esiridir. İyiyi bilen iyi olmak ister, fenayı bilen fena olmaya, farkında olsun olmasın, heveslenir. Zira, her bilgide bir cazibe vardır. Bilmek, harekete hazırlanmaktır. Fenalığın bilgisinden sonra fenalıktan korunmak için ayrıca bir mukavemet kuvvetine ihtiyaç vardır. Bu ise insanı yıpratıcıdır. Mamafih, fenalığı hem bilip hem de ona karşı koymak iktidarının ayrıca değer taşıyan bir atletizm olduğunu ilave edelim. Fenalıktan korunmak için, fenalıkların az çok bilgisine sahip olmak zarureti ise, tehlikeli bir makineye elimizi kaptırmamak için edineceğimiz bilgiden başka bir şey değildir.

NURETTİN TOPÇU

Türkiye’nin Maarif Dâvası

Exit mobile version