İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Niyazi Berkes’in 1973 yılında kaleme almış olduğu Türkiye’de Çağdaşlaşma eseri Türkiye’nin modernleşme sürecini ele alan eserler arasında en önemlilerinden biridir. Eserin genel konusu XIII. yüzyılın başlarından Cumhuriyetin kuruluşuna kadar geçen zaman dilimi içerisinde gerçekleşen değişimlerin kronolojik anlatılmasından ibarettir. Bu eser sadece yukarıda geçen zaman dilimi içerisindeki hadiselerin kroniksel anlatımı olarak anlaşılmamalıdır. Kitaba yakından bakacak olursak siyasi, ekonomi ve kültürel değişimlerin ve gelişmelerin incelenmesi söz konusudur. Ben de bu yazımda ele almak istediğim konu, bu eser üzerinden yola çıkarak Osmanlı Devleti’nin XVIII. yüzyıldan Cumhuriyete kadar olan süreç içerisinde geçirmiş olduğu eğitim reformlarını irdelemektir.
Niyazi Berkes’e göre bu kitap, XVIII. yüzyılın başlarından Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar geçen hadiselerin sadece bir tarihi olarak yazılmamıştır. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki elli yıllık olayların da tarihi değildir.
Genel olarak bakacak olursak Niyazi Berkes kitabına başlarken “laiklik” ve “sekülerizm” kavramlarını açıklayarak başlıyor. Berkes’e göre laiklik kelimesi Hıristiyan inancının din ve devlet ikilemi üzerine kurulu bir terimdir. Dolayısıyla Müslümanlarda din ve devlet ikilemi olmadığından ötürü, kullanımı uygun olmayan bir kavramdır. Bununla birlikte çağdaşlaşma aşamalarından bahsederken laiklik tabirini kullanmaz. Bunun yerine sekülerizm kavramını kullanır. Çünkü bu kelime çağdaşlaşmayla paralel, din ve devlet ayrımını içinde bulundurmayan bir anlam taşımaktadır.
Kitabın en dikkate değer noktalarından biri yazarın Osmanlı sistemleri hakkındaki düşünceleri çarpıcı ve tartışmaya açıktır. Niyazi Berkes, Osmanlı rejiminin en mühim yanı dinsellikten ziyade çok geleneksellik olduğunu dile getirir. Dolaysıyla Osmanlı İmparatorluğunun, sadece bir hilafet rejimi olmamakla birlikte dini bir devlet özelliklerinin yanında örfi geleneklerin de öne çıkarıldığı bir sisteme sahip olduğunu söyler. Devlet’te hem din, hem hilafet padişahlığı hem de Asya devletlerine has bir gelenek vardır. Bu özellikler Osmanlı rejimini Batı’da mevcut olan uygarlıklardan kesin bir şekilde ayırmaktadır. Çünkü Batı’da tüm bu özellikleri taşıyan bir devlet anlayışı yoktur.
Eserin en dikkat çekici bir tarafında da Niyazi Berkes, Batı ülkelerindeki gelişmeleri Osmanlı’nın fark etmesi biraz geç olmuştur diyor. Dolaysıyla bu yenilikleri Türkler, devletin eğitim, yönetim, ekonomi ve siyasi alanlarda önemli sorunları ortaya çıktığı anda fark edilebilmiştir. Dış dünyaya karşı tutumunu değiştirme ve devlet içerisinde bazı ıslahatlar yapma gerekçesi ancak XVIII. yüzyılın başlarında hissedilmiştir.
Müellife göre Osmanlının da geçirmiş olduğu bu değişim, Batı Avrupa’nın dünya üzerindeki kudreti ve baskısından ötürü yaşanmış bir değişimdir. Genel olarak bakıldığında batılılaşmanın bir zorunluluk halinde olduğunu söylemek istediğini hissedebiliriz. Uzun zaman içerisinde Batı’da birçok şey değişti. Böyle bir durum geleneklerle ilerleyen Osmanlı Devleti için oldukça farklı bir durumdu. Çünkü devletin bünyesinde hem halife olan padişah, hem de şer’i ve örfi kanunları mevcuttu. Böyle bir yöne sahip olmasıyla batıyla tamamen ters olan Osmanlı varlığı ve devletin devamlılığı için batılılaşma çok ağır oldu.
Bundan sonra Batıdaki gelişmeleri takip edemeyerek teknolojik olarak geri kaldığını fark eden Osmanlı devleti farklı ıslahatlarla yeniden toparlanmayı denemeye başladı. XIII. yüzyılda başlayan bu değişim her alanda olduğu gibi eğitim alanında da kendisini göstermişti. Savaşlardan, iç kargaşalardan ve ekonomik gerilemelerden yıpranan Osmanlı devleti bünyesinde bu ağır durumundan dolayı yapılan çoğu ıslahat aksak ve yavaş ilerliyordu. Aslına bakılacak olursa Osmanlı’daki değişimin temeli Lale Devri’nde atılmıştır. Lale Devri’nin önemli isimlerinden biri ilk Türk Matbaasının kurucusu olan İbrahim Müteferrika’dır. Yazar İbrahim Müteferrika’nın bu değişimlerde kişisel çabalarının ve eserlerinin önemli olduğunu, bilimsel olarak Avrupa’ya açılan ilk unsur olduğunu savunur. Osmanlı’da bu dönemde Matbaanın açılmasıyla kitap sayısı artmaya başladı ve Doğunun önemli eserlerinden, Latince’den hem de bir çok dillerden Türkçe’ye tercüme faaliyetleri başlamış oldu. Bu dönemde eğitim alanında pek çok büyük reformlar yapılmamış olmasına rağmen yapılan matbaa ve tercüme faaliyetleri önemli yere sahiptir.
Özellikle birçok alandaki reformlar III. Selim zamanında başlamıştır. İlk başlarda askeri alanda başlamış olan bu reformlar, daha sonra birçok alana yayılmıştır. Dolaysıyla 1770’lerde ilk mühendis okulları açıldı ve Batı ülkelerinden askere eğitim vermek amacıyla uzman hocalar getirtildi. Kara ve Deniz Mühendishaneleri genişletildi ve takviyeler yapıldı. Bu dönemde Fransızca devlette ilk resmi yabancı dil seçildi. Bununla birlikte ilk resmi devlet matbaası kuruldu. Böylece bunun gibi değişikliklerin yaşanması bize Osmanlı’nın birçok alanda Avrupa gücünün üstünlüğünü kabul edilmesi olarak yansımaktadır ve bundan sonraki yıllarda gerçekleştirilecek olan değişikliklerin temeli atılmış olduğunu göstermektedir.
XIX. yüzyıla geldiğimizde asıl ıslahatların öncüsü, halk arasında “Gavur Padişah” olarak bilinen Sultan II. Mahmut’u görmekteyiz. II. Mahmut döneminde Eğitim alanında döneminin en büyük reform hareketleri gerçekleştirilmiştir. İlk kez Avrupa tarzı okullar bu dönemde kurulmuştur. Bununla birlikte askeri liseler, zorunlu eğitim kurumları, ilk kez yabancı dil okulu ve yenilenmeyle ilgili çeşitli kurumlar faaliyete başlamıştır. 1826’da Mekteb-i Harbiye, Mekteb-i Maarif-i Adliye, Tıphane-i Amire ve Mekteb-i Bahriye kurulmuştur. Eğitim öğretimde batılaşmanın hız kazanılması 1828 yılında Mekteb-i Rüştiye Nezareti’nin kurulmasıyla başlar. Eğitim alanında yapılan tüm bu ıslahatlar Osmanlı toplumunda çabuk bir şekilde kabul edilmemesiyle birlikte kültür çatışmalarını da ortaya çıkarmıştır.
Bununla birlikte 1839 yılında imzalanan “Tanzimat Fermanı”, 1856 yılında imzalanan “Islahat Fermanı” ve 1876’da “I. Meşrutiyet”in ilanı Osmanlı devletinde siyasi, ekonomi ve kültürel birçok değişime neden oldu. Tanzimat döneminde birçok önemli isimler ortaya çıkmıştır ve bunlar eğitimin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu isimlerden Şinasi ve Namık Kemal dil ve eğitim alanında yaptıkları çalışmalarıyla ilerlemenin önünü açmıştır.
Niyazi Berkes, 1871-1876 yıllarını hızlı bir şekilde ortaya çıkan dönemi “bunalım dönemi” olarak tarif eder. Çünkü çağdaşlaşma sorunuyla birlikte daha sonraları “İslamcılık”, “Batıcılık” ve “Türkçülük” gibi akımlar ortaya çıkmıştır. Bu dönemdeki din-devlet ayrımı yönündeki gidişat devletin ve toplumun birliği üzerinde olumsuz etkiler bırakmıştır. Dil ve düşünce anlamındaki birliktelik gelişimi yok olmuştur.
Sultan II. Abdulhamid zamanına bakacak olursak, döneminin en önemli akımı olarak İslamcılık akımını görüyoruz. Bu dönemde eğitim alanında Batı’nın sadece bilim ve tekniğinden yararlanma teşebbüsleri olmuştur. Ancak bir önceki dönemden kalma batı düşüncesine hakim olan bir kesim mevcut rejime baş kaldırmışlardır. Bildiğimiz gibi Jön Türkler olarak adlandırılan bu grup Batı’yı her alanda ilerleyen, modernleşen ve uygarlıkta yükselişe doğru giden, Doğu’yu ise geri kalmış ve durağanlıkla bunalıma giren bir bölge olarak düşünüyorlar. Dolaysıyla bu insanlar batı ülkelerindeki gelişmeleri takip ederek Osmanlı’da uygulamaya çalıştılar. Gazete, dergi ve çeşitli kitaplar bastırarak milleti “aydınlatmaya” çalıştılar. Bu isimlerin başında Abdullah Cevdet, Hüseyin Rahmi,Tevfik Fikret ve Beşir Fuat gibi isimler gelir.
İslam çatısı altında ülkesini dönüştürmek ve yeniden ayakta tutmak isteyen II. Abdulhamit, her alanda yaptığı ıslahatlarla döneminde sert politika yürütmüş birisi olarak adlandırılsa da gerçekte ülkenin refahı için oldukça olumlu şeylere imza atmıştır. Bunlardan eğitim alanına baktığımızda Hendesehane, Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Okulu), Mülkiye Mektebi, hukuk mektepleri, Dar’ül-Fünun ve Mülkiye Mektebi açıldı. Eserde II.Abdulhamit’in mutlak hakimiyeti sağladıktan sonra uzun yıllık saltanatı boyunca İslamcılık fikir akımını uyguladığı ve bununla birlikte denge politikası gereği olarak Almanya ile yakınlaşarak askeri, ekonomik ve eğitim alanında pek çok ıslahat yapılmış olduğu vurgulanmıştır.
Niyazi Berkes’egöre çağdaşlaşma sürecinin son kesim adımları Cumhuriyet rejimi dönemindeki ekonomi, hukuk, eğitim ve din merkezli devrimle gerçekleşebilmiştir. Kemalist reformların ve inkılapların yegane din devleti görüşlerine karşı, tek ulus devleti görüşünün zaferi olduğunu söyler. Bununla birlikte Cumhuriyet dönemine baktığımızda eğitimde ikili eğitim sisteminin kaldırılıp, 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile tek eğitim birliğinin sağlandığını görmekteyiz. Kızların da eğitiminin zorunlu hale gelmesi, karma eğitimin yürürlüğe getirilmesi, harf inkılabı ve okullarda dini derslerin yerine dünyevi derslerin konulması eğitim alanında yapılan en büyük reformlardır.
Oldukça ayrıntılı olan bu eserde Osmanlı’dan, Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar yaşanan reformların aşamalarını detaylı şekilde görebiliriz. Öncelikle eğitim alanında yaşanan değişimlerde Batı modeli örnek olarak alınmıştır ve Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte bugünkü haline gelmiştir. Niyazi Berkes’in eserinde en dikkatimi çeken diğer nokta da Osmanlı-Türk değişme sürecini sadece bir “din-devlet ayrımı” olarak görmeyip gelenekselden modernliğe doğru bir değişme hadisesi olarak algılanması ve incelemesidir. Bütün bu gelişmeleri kitabında ayrıntılı ve güzel bir şekilde anlatmış olması da günümüz eğitim sisteminin nasıl bu şekli aldığını anlamak açısından önemlidir.
İslam Şükrüoğlu
Yorum Yaz