İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
GİRİŞ
1876 yılında yürürlüğe konulan Kanuni Esasi ile birlikte Osmanlı Devleti meşrutiyet dönemine girmiş ve bu tarih bir anlamda Osmanlı sonrası Türkiye’sinin de anayasal ve siyasal hayatının başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Meşrutiyet Dönemi ile ilk kez Türk siyasal hayatı içerisine siyasal temsil mekanizmaları girmiş, ilk siyasi partiler kurulmuş, ilk kez seçim ve oy verme işlemi yapılmış, ilk kez bir parlamento(meclis) oluşturulmuş ve siyasi ideolojileri toplumsallaştırmak adına ilk çıkar ve baskı grupları(STK) kurulmuştur. Türk siyasal hayatında iktidar mücadelesi hem Osmanlı hem de ardılı Türkiye Cumhuriyeti’nde yürütme gücüne sahip olma arzusu ile var olan gücü devam ettirme gayretinin karşılıklı rekabeti çerçevesinde şekillenmiştir. Bu bağlamda partiler arası yaşanan katı ve sert iktidar mücadelesinin Türk siyasal hayatında ortaya çıktığı somut örnekler olağanüstü nitelikli 1912 Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri ile 1946 Türkiye Genel Seçimi’dir.
Bu çalışmada Türk siyasal hayatında şaibeli ve hileli olarak kabul edilen biri imparatorluk dönemi diğeri cumhuriyet dönemi gerçekleştirilen seçimlerin siyasi aktörleri temel alınarak benzerlik ve farklılıklar ortaya konulmuş ve nitelikleri noktasında değerlendirmelerde bulunulmuştur.
A.1912 SEÇİMLERİ
A.1. 1912 Seçimleri’ni Hazırlayan Süreç
Türkiye’nin demokrasi tarihi açısından ilklerin yaşandığı Meşrutiyet Dönemi’ni bir başlangıç, siyasi olarak mücadelenin doruk noktasına ulaştığı 1912 Seçim’ini ise bir dönüm noktası olarak ifade etmek mümkündür. II. Meşrutiyet’in 1908 yılında ilanı ve Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle Osmanlı siyasi hayatının en önemli aktörlerinden olan İttihat ve Terakki Fırkası(İTF) yürütme gücünü arttırmıştır. Padişahın mutlak otoritesinin yeniden sınırlandırılması, Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konulmasıyla iktidarını sağlamlaştıran İTF, iç ve dış politikada birçok problemle doğrudan muhatap olmak zorunda kalmıştır. Bu durum, İTF liderlerinde devletin dağılmasını önlemeye dönük birtakım politikaların hayata geçirilmesi fikrinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Merkezi otoritenin yeniden güçlendirilmesine yönelik kanun teklifleri, azınlıklara verilen bazı ayrıcalıkların yeniden gözden geçirilip ele alınması kararları ile nazırlıklara getirilme prosedürleri ve mebusların çalışmaları konularında birbirinden çok farklı birtakım sesler, parti içinde iç muhalefetin oluşmasına neden olmuştur.1911 yılında Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki son toprağı Trablusgarp’a yapılan İtalyan saldırısı ile İTF, zorlu bir sürece girmiştir.
Trablusgarp Savaşı ile muhalif kamuoyunda İTF’ye olan eleştiriler artmıştır. İTF politikalarına muhalefet eden birden fazla parti bir blok oluşturarak 1912 yılında Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nı(HİF) kurmuşlardır. Meclis-i Mebusan’daki partili partisiz bütün muhaliflerin tek bir çatıda toplanması, birbirinden farklı düşünce, eğilim ve yaklaşım tarzlarının bir merkezde buluşmasına ortam hazırlamıştır. Yeni partinin izlediği politik duruş, İTF’nin merkeziyetçi-otoriter yapısından farklı olarak, adem-i merkeziyetçi ve liberalist bir yapıdaydı. HİF’nin savunduğu görüşler ve yaptığı muhalefet kısa zamanda halk nezdinde karşılık bulmuş, ekonomik sorunlar karşısında bu partinin umut olabileceği düşünülmüştür. Ancak parti, içerisinde barındırdığı çok farklı etnisite ve dine mensup üyeleri arasında tam manasıyla senkronize olabilmiş değildi. Bu bağlamda parti üyelerini kendi içerisinde konsolide eden tek moral güç, İttihat ve Terakki iktidarının bir an önce sona erdirilmesine duyulan istek olmuştur. Şehzade Vahdettin partiyi destekleyenlerin başında gelmekteydi. Dönemin önemli aydınlarından Tevfik Fikret’in de HİF saflarına katılmasında İTF’nın iktidardan uzaklaştırılması isteği etkili olmuştur.
1912 seçimlerine giden yolu 1911 yılının son günlerinde İstanbul’da yapılan ara seçimler açmıştır. İstanbul Mebusu Rıfat Paşa’nın Paris’e büyükelçi olarak atanmasıyla boşalan koltuğu için 11 Aralık 1911’de ara seçim kararı alınmıştır. Seçimlere HİF aday olarak Şehrah Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Tahir Hayrettin Bey’i, İTF ise Adalet Nazırı Mehmet Menduh Bey’i göstermiştir. Seçimlerin açıklanan sonuçları taraflar adına sürpriz olarak nitelendirilmiştir. HİF 196 oy, İTF ise 195 oy almıştır. Bir oy farkla seçimlerin kazanılması HİF cephesinde büyük sevince neden olmuştur. Partinin kuruluşundan 20 gün sonra katıldığı bir seçimde başarı elde etmesi umumi seçimler için bir özgüven kaynağı teşkil etmiştir. İttihat ve Terakki cephesi ise, muhalefetin girdiği ilk seçimlerde aldığı başarının kendi iktidarı için bir tehlike olduğunu görmüş, tek blok haline gelen muhaliflerin artan baskıları karşısında çözüm yolu aramaya başlamıştır. Trablusgarp Savaşı ve Yemen’de yaşanan isyan dalgası ile sıkışan hükümet, iç politikada hareket kabiliyetini maksimize etmeye çalışmıştır. 1911 Ara Seçimleri İTF’nin seçim yoluyla mağlup edilebileceğini göstermesi bakımından kritik bir eşiktir. İttihat ve Terakki yöneticileri iktidarın kaybedilme riskini göze almamak adına iktidarının devamını sağlayacak formül arayışlarına girmiştir. İttihat ve Terakki yeni kurulan bir partinin kendisinin en güçlü olduğu İstanbul’da seçimi kazanmasını, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın teşkilatını tamamladıktan sonra gireceği genel seçimlerde iktidara gelmesini, kuvvetli bir ihtimal olarak değerlendirmiştir. Bu minvalde İTF’nin politikası, rakibinin tam manasıyla teşkilatlanmasına olanak tanımadan ve halk karşısında imaj ve popülaritesinin daha fazla yükselmesine izin vermeden seçim takviminde değişiklik yapma yönünde şekillenmiştir. Seçimlerin öne alınması suretiyle İTF’de, iktidarın devamlılığının sağlanabileceği fikri oluşmuştur. Böylesi bir ortamda meclisin feshedilmesi suretiyle erken seçime gitme kararı HİF cephesinden sert eleştirilere ve itirazlara sebep olmuştur. Erken seçim kararının tamamen politik bir hesabın ürünü olduğunu savunan HİF, hazırlanmalarına fırsat verilmeden seçimlerin bir oldubittiye getirilmeye çalışıldığı düşüncesinde idi. İTF’de oluşan psikolojik panik havası ve endişenin tezahürü, parlamenter sistemin içerisine padişahın kontrolündeki Ayan Meclisi’ne tıpkı I.Meşrutiyet Dönemi’nde olduğu gibi yeniden, istediği zaman meclisi kapama yetkisinin verilmesidir. Meclisin açılıp kapatılmasıyla ilgili anayasanın 35. Maddesi’nin değiştirilmesi ile seçimleri erkene çekmenin yolu padişahın yetkisine bırakılmıştır. Bu değişiklik ile Meşrutiyet sistemi, politik çıkar ve menfaatler doğrultusunda tehlikeye atılarak özünden koparılmıştır. Nihayetinde 1912 Seçimleri’ne giden süreç, İTF’nin yapmış olduğu değişiklik ve düzenlemelerle tamamlanmıştır.
A.2. Sopalı Seçim
Erken seçime yönelik değişiklik tasarısı meclisten geçirildikten sonra propaganda süreci başlamıştır. Hem iktidar hem de muhalefet partisi kanadında büyük bir sertlikte kampanya süreci yürütülmüştür. Ancak halihazırdaki seçim sistemi İTF’ye iktidarını garanti edecek müdahalelerde bulunmasına ve yasadışı hareket etmesine zemin hazırlamaktaydı. Osmanlı’daki seçim sistemi iki dereceli olarak yürütülmekteydi. ‘‘Müntehibi Sani’’ adı verilen ikinci seçmen grubu ilk seçimde belirleniyor, ikinci seçmenler ise mebusları seçiyordu. İkinci seçmenlerden çoğunluğu sağlayan parti seçimi kazanmaktaydı. Seçimlerin denetimi, bürokrasinin üst düzeydeki kişilerinden oluşan ‘‘Heyeti Teftişiye’’ denilen bir komisyon tarafından yürütülmekteydi. Bu durum İTF lehine haksız bir avantaj sağlamıştır. Zira iktidar partisinin hizmetinde çalışan devlet hiyerarşisinin seçimlerin denetiminde görevlendirilmesi sağlıklı ve güvenilir bir seçim atmosferinin oluşmasını engellemiştir. Seçimlerin aynı gün içerisinde tamamlanamamasından kaynaklanan sorun, çıkan sonuçların manipüle edilme imkanını ciddi oranda arttırmıştır. İTF, seçim sitemi üzerindeki hegemonyasını seçmenler üzerinde de göstermiştir. Kolluk güçlerinin ve parti üyelerinin oy kullanmaya gelen seçmen kitleleri üzerinde baskı, yıldırma, caydırma ve hatta şiddete varan eylemleri vukuu bulmuştur. Korku ve tahakküm politikasının yüksekliği HİF Edirne Mebus Adayı Dr. Rıza Tevfik’in dövülmesi olayıyla kendini açığa çıkarmıştır. Bu bağlamda 1912 seçimleri, devrin muhalifleri tarafından ‘‘dayaklı’’ veya ‘‘sopalı’’ seçim olarak isimlendirilmiştir. Seçim sonucunda oluşan tablo, fiili baskı ve şiddet ortamının yansımasını göstermesi bakımından önemlidir. Açıklanan sonuçlara göre İTF 270 mebus kazanırken muhalifler sadece 15 mebus kazanabilmiştir.
İttihat ve Terakki Fırkası’nın ezici bir çoğunlukla kazandığı 1912 Seçimleri, pek çok açıdan itiraz ve eleştirilerin odağı olmuştur. Sandığa giden Osmanlı vatandaşlarının oylarını hür iradeleri ile kullanmalarına izin verilmediği, devlet ve iktidar olanaklarının kullanılarak oyların muhalefet partisine kaymasının engellendiği, sistematik bir şekilde başkasının yerine oy kullanma ve oy çalma gibi yolsuzlukların yaşandığı bir seçim olması dolayısıyla meşruiyet tartışmalarına sebep olmuştur. Seçimler adil, eşit ve güvenilir bir zemine oturtulamadığından Türk demokrasi tarihinde ilk hileli seçimler olarak kabul edilmiştir. Bu minvalde, 1912 Seçimleri sonrası Osmanlı Mebusan Meclisi’nde oluşan yeni tablo muhalefeti tam manasıyla sindirmiş ve İTF’nin mecliste tam hakimiyetini tesis etmiştir.
B. 1946 SEÇİMLERİ
B.1. 1946 Seçimlerini Hazırlayan Süreç
Cumhuriyetin ilanı sonrası kurulan yeni Türkiye Devleti, uzun süre tek parti ile yönetilmiştir. Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi(Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) 1924’te kurulmuş ancak kısa sürede kapatılmıştır. Çok partili demokratik bir sistemin oluşturulmasına yönelik girişimler kapsamında 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş ancak o da kapatılmaktan kurtulamamıştır. Cumhuriyet Halk Partisi(CHP) uzun yıllar tek başına tüm kurumları yönetmiştir. II. Dünya Savaşı sonrası değişen dünya düzeni ve dengeleri Türkiye’deki siyasi yapıyı da etkilemiş ve dönüştürmüştür. Demokratik rejimlerin güç kazandığı ve otoriter rejimlerin ise güç kaybettiği bir dönemde, Batı bloğu ile olan eklemlenme sürecini devam ettirmek isteyen Türkiye’nin, demokratik siyasal sistemin yerleştirilmesi hususunda irade ortaya koyması zarurileşmiştir. Demokratik çok partili hayata geçişin ilk partisi olan Milli Kalkınma Partisi 18 Temmuz 1945’te kurulmuştur. Ancak bu parti halk nezdinde istediği karşılığı bulamamıştır. Türk siyasal hayatının gerçek manada ilk muhalefet partisi ise CHP içinden doğmuştur. CHP’nin uyguladığı siyasi ve iktisadi politikalara muhalefet eden ve bu politikalara mecliste sert eleştiriler getiren bir grup milletvekili tarihe ‘‘Dörtlü Takrir’’ olarak geçen önergeyi sunmuşlardır. 12 Haziran 1945'te verilen önergenin altında Atatürk döneminin son başbakanı Celâl Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuad Köprülü'nün imzaları bulunmaktaydı. Dörtlü Takrir, CHP içerisindeki bu dört ismin ayrılmasına ve 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi(DP) kurmalarına zemin hazırlamıştır. Kurulan yeni parti kısa süre içerisinde CHP iktidarından rahatsız olan halkın teveccühünü kazanmıştır. Dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü, DP’nin kurulmasını Türk demokrasisi için umut verici bir gelişme olarak nitelendirse de CHP’ye hakim olan hava DP’nin iktidar alternatifi olacak bir parti olamayacağı yönündeydi. DP, iktidar partisi tarafından ülkenin muhalefet partisine olan ihtiyacını karşılayabilecek, mecliste belli başlı konularda bir fren mekanizması olabilecek bir denetim birimi olarak görülmüştür. Bu kapsamda CHP’nin kurucu parti misyonu, II. Dünya Savaşı’nda ülkenin savaşa girmemesi ve İnönü’nün siyasi şahsiyet ve karizması birleştiğinde DP ciddi bir rakip olarak değerlendirilmemiştir. Ancak DP, ülke genelinde hızla teşkilatlanmaya başlamış ve tek parti iktidarına karşı tabandan büyük destek görmüştür. Bu durum karşısında DP’nin güçlü bir rakip olarak giderek yükseldiğinin farkına varan CHP, başlarda gösterdiği rahatlığı bırakarak mücadeleye girmiştir. Bu iki parti arasındaki sert rekabet 1946-1960 yılları arasındaki Türk siyasal hayatının yönünü tayin etmiştir. DP, iktidar karşıtı tüm toplumsal kesimlerin birleşme noktası haline gelmiştir. CHP, muhalefet partisinin yaklaşan seçimlerde teşkilatlanmasını tam anlamıyla bitirdiğinde olası bir yenilginin doğabileceği psikolojisinin baskısı altında kalmıştır. Bu psikoloji CHP’nin sahip olduğu iktidar olanaklarını DP’nin teşkilatlanmasına dönük güçlüklerin çıkarılmasına ortam hazırlamıştır. DP’nin teşkilatlanma sürecinde idari amirlikler birtakım pürüzler çıkarmış ve yasadışı engellemeler yaşanmıştır.
DP pek çok konuda CHP’nin politikalarını eleştirmiş ve başta çift dereceli seçimlerin kaldırılmasını ve tek dereceli seçim sisteminin getirilmesini seçimlere katılmak için bir şart olarak sunmuştur. Ayrıca seçimlerin adil bir ortamda gerçekleştirilmesi için yargı teminatı istenmiş, cumhurbaşkanının partiler üstü olmaması, idari amirler ile parti üyelerinin aynı kişiler olması, basın ve yayın özgürlüğü ile seçimlerde çoğunluk sisteminin uygulanması gibi pek çok başlıkta CHP yönetimi eleştirilmiştir. Bu gelişmelerin akabinde İsmet İnönü 10 Mayıs 1946 tarihinde kurultay kararı almış ve kurultay sonucunda tek dereceli seçimlerin yapılması kararı alınmıştır. Yeni seçim kanununun kabulüyle seçmenlerin milletvekillerini aracısız olarak seçmesi sağlanmıştır. Bununla birlikte DP’nin artan popülaritesine karşı seçimlerin öne alınarak, teşkilatlanma sürecini tamamlayamamış olan partiye iktidar şansı doğurmak istenmemiştir. DP’nin ülke genelinde arkasına aldığı desteği ortaya koymak açısından Metin Toker’in anlattıkları önemlidir. “Halk yeni partiye CHP’lilerin hiç tahmin etmedikleri bir ilgi gösteriyor. Memlekette, kısa bir tereddüt devresini takiben Serbest Fırka’nın talihli günlerindeki hava esiyordu. Milletin yeni parti kurucularının kimliklerinden fazla bir haberi yoktu. Hatta Bayar bile öyle çok tanınmıyordu. Fakat bunlar eski partiye karşıydılar ya. O vatandaşa yetiyordu.’’(Toker, 1970, s.134-135; aktaran Onur Çelebi, 2015, s.256)
1947 yılında yapılması planlanan genel seçimler, hükümet kararıyla 21 Temmuz 1946 yılına çekilmiştir. Seçimlerin öne alınması kararı DP yetkililerince şiddetli bir şekilde eleştirilmiş, partinin önünün kesilmeye çalışıldığı beyan edilmiştir. Zira muhalefet partilerinin seçime hazırlanmak ve aynı zamanda propaganda yapmak için önlerine sadece 18 günlük bir süre bırakılmıştır. DP içinde, seçimlerin tek dereceli hale getirilmesine rağmen oy güvenliği sorununun antidemokratik açık oy gizli sayım ilkesinin değiştirilmemiş olması da şüpheli ve sert tutumu arttırmıştır. Bir kısım DP’li, yasadışı seçim sisteminin tam manasıyla değiştirmediği için boykot edilmesi gerektiğini savunmuştur. Ancak parti yönetimi bir boykot kararı sonrası çok partili hayatın yeniden askıya alınabileceği endişesini taşıyarak tüm olumsuzluklara rağmen seçimlere katılma kararı almışlardır. Seçim öncesi adaylar ve listeler açıklandığında Demokrat Parti, teşkilatlanmasını tamamlayamadığı 16 ilde aday gösterememiştir. Bu iller; Ağrı, Bingöl, Bitlis, Çorum, Diyarbakır, Gümüşhane, Hakkari, Kars, Kırşehir, Malatya, Mardin, Muş, Niğde, Rize, Siirt ve Van’dır. Böylesi bir genel durumda partiler seçim atmosferine girmiş ve kızışan bir propaganda süreci yaşanmıştır.
B.2. Hileli Seçim
Propaganda sürecinin bitmesiyle 21 Temmuz 1946 seçimleri gerçekleştirilmiştir. Seçim günü yaşananlar ve seçim sonuçlarının açıklanması ile birlikte cumhuriyet tarihinin ilk demokratik seçim deneyimi şaibelerin odağı olmuştur. Üç partinin yarıştığı seçim sonuçlarına göre CHP 395, DP 64, bağımsızlar ise 6 milletvekilliği kazanmıştır. Büyükşehirlerde DP’nin üstünlüğü, kırsal kesimden gelen oyların dağıtılmasıyla CHP’nin lehine yön değiştirmiştir. Seçim sonuçları DP cephesinde büyük ve sert tepkilere neden olmuştur. Bu bağlamda DP, açık oy gizli sayım ilkesinden dolayı DP’ye verilen oyların değiştirildiğini, oy pusulalarının çalındığını, mükerrer oy kullanma vakalarının yaşandığını, idari amirlerin CHP lehine seçimlere müdahale ettiğini dile getirmiştir. Seçimlere yolsuzluk karıştırıldığını, çıkan sonuçlara itiraz edilmemesi için oy pusulaların yakıldığını ve bunun açıkça hile olduğunu savunan DP, sandık mazbatalarının uydurma olduğunu ve DP’li gözlemcilerin sandıkları takip etmesine izin verilmediğini açıklamıştır.
Türk demokrasi tarihine ‘‘Hileli Seçim’’ olarak geçen 1946 Seçimleri sonrası DP, ülke genelinde büyük mitingler düzenleyerek tepkisini ortaya koymuştur. Yazılı basında seçimlerin meşru olmadığına yönelik yayın yapan bazı gazeteler kapatılmış, seçim sonrası Sıkıyönetim Komutanlığı Kararı ile ülkenin huzurunu bozacak girişimlere izin verilmeyeceği deklare edilmiştir. DP’nin bazı seçim bölgelerinde seçimlerin yeniden yapılmasına yönelik isteği de reddedilmiştir. Bu minvalde 1946 seçimleri sonrası yeni meclis aritmetiği oluşmuş, DP her şeye rağmen meclise girmeyi başarmış ve ülkede çok partili demokrasi sistemi başlamıştır.
Sonuç
Türk siyasal hayatının olağanüstü nitelikte gerçekleşen iki seçimi olan 1912 ve 1946 Seçimleri birbirleriyle pek çok açıdan benzerlik göstermektedir. İki seçimde de iktidar partileri(İTF ve CHP) yeni kurulan muhalefet partilerinin(HİF ve DP) güçlenerek kendisine bir rakip olarak ortaya çıkmasını istememiş, iktidarını kaybedebilecek olmanın korkusunu yaşamıştır. Bu doğrultuda yapılması planlanan seçimler olağan zamanından önce gerçekleştirilerek yeni kurulan muhalefet partisinin teşkilatlanmasına izin verilmemiş ve kamuoyu desteği alması engellenmek istenmiştir. Seçim süreçleri sert tartışmalara sebep olmuş, seçim kanunları üzerinde anlaşmazlıklar çıkmış, seçimlerde yargı güvenliği sağlanamamıştır. Sandık görevlileri ile idari memurlar iktidar partisi lehine çalışmıştır. Seçim sonuçları manipüle edilmiş, oy pusulaları değiştirilmiş ve seçimlere gölge düşürülmüştür. Şiddet ve baskı ortamı oluşturulmuş, oylarda yolsuzluk yapılmış ve seçmen iradesi sandıklara gerçek anlamda yansımamıştır. Devlet ve parti iç içe geçmiş, bu durum muhalefet partilerinin aleyhine olmuştur. İki seçimde de iktidar partisi ezici bir çoğunlukla seçimi kazanmayı başarmıştır. 1912 ve 1946 seçimlerini birbirinden ayıran en önemli fark ise 1912 Seçimleri’nin çift dereceli olarak gerçekleştirilmesiyken 1946 Seçimleri’nin yapılan düzenlemeler sonrası tek dereceli olarak gerçekleştirilmesidir.
1912 Osmanlı Mebusan Seçimleri ile 1946 Türkiye Genel Seçimleri, Türk siyasal hayatında önemli birer dönüm noktaları olmuşlardır. İlk kez muhalefet partileri seçimler yoluyla kendilerini ifade etmeye çalışmış ancak iktidar partileri birtakım yasadışı faaliyet ve davranışlarla seçimlere fesat karıştırmıştır. Sonuç olarak demokratik siyasal sistemin ve çok partili hayata geçişin ilk denemeleri olan bu seçimlerin ‘‘Sopalı’’ ve ‘‘Hileli’’ adlandırmalarına maruz kalması bakımından Türk Demokrasi Tarihi’nde iyi bir üne sahip olmadığı belirtilmelidir.
Abdulkadir AKSÖZ
Kaynakça
Yorum Yaz