ÖNYARGILARLA ZOMBİLEŞMEK

SOSYOLOJİ

İnsanlar birini tanımadan o kadar çabuk ve o kadar acımasızca itham ediyorlar ki kişinin kendini savunmasına bile tahammülleri olmuyor. Bu tavrın sonucunda zulmün varacağı son noktayı düşünmek dehşet içinde bırakıyor. Önyargının insanı nerelere taşıyabileceğiyle ilgili örnekler, insanı insanlığından utandıracak hale getiriyor.

İnsanın en büyük zaaflarından biri bilgisizce davranarak araştırmadan, tanımadan ve elinde sağlam bir delil olmadan yargılamak hakkını kendinde görmesidir.  Buna dayanarak da kişisel giyotini ile insanları kendi önyargısına kurban etmektedir. Gündelik yaşam içinde insanlar kabul etmeye yanaşmasalar da çoğu kez birbirlerine önyargılarla yaklaşıyorlar. Önyargı, hiçbir bilgiye sahip olmadan peşinen hüküm vermek demektir. Toplumsal olayların birçoğunun sebebi de mesnetsiz, bilgi altyapısına sahip olmadan varılmış peşin hükümlerle yargılamaya kalkışmaktan dolayı ortaya çıkıyor.

İnsanlar birini tanımadan o kadar çabuk ve o kadar acımasızca itham ediyorlar ki kişinin kendini savunmasına bile tahammülleri olmuyor. Bu tavrın sonucunda zulmün varacağı son noktayı düşünmek dehşet içinde bırakıyor. Önyargının insanı nerelere taşıyabileceğiyle ilgili örnekler, insanı insanlığından utandıracak hale getiriyor.

23 Mayıs’a Amerikan polisinin dünyanın gözü önünde George Floyd adlı siyahi bir insanı, ensesine basıp nefessiz bırakarak ölümüne sebep olması, özgürlükler ülkesi diye kendini dünyaya kabul ettiren Amerika’nın, zulümlerine bir zulüm daha kattı. Aslında algılarla oynayarak yüzyıllarca oluşturmaya çalıştığı Amerikan efsanesini ve rüyasını yerle bir etti. Hem de kendi beyaz elleriyle. Özgürlükse beyaz adam için vardır, eşitlikse beyaz adam için... Diğer ırklar, insanlar ve toplumlar bunlara ortak olamazlar beyaz adamın nazarında. Üstünlüğü kendinde vehmeden bir önyargı bu. Beyaz insan ırkçılık ideolojisi adı altında psikolojik hastalıklarını yaygınlaştırıyor. Sonra karşı koyuş olduğu zaman ölçüsüz bir şiddetle insani eşitlik ve adaleti talep edenleri ezmeye çalışıyor. Şiddette zafiyet gösterirse bu kez de intikam hareketlerinin olacağının ve önünü alamayacağının önyargısını taşıyor. Amerikalı beyaz adamın yaptığı aslında Firavunî yönetimden başka bir şey değildir. Halkın bir kısmını yüceltirken bir diğer kısmını aşağılayıp mahrum bırakıyor.

George Floyd olayından daha bir iki hafta önce de Georgia’da koşu yapan Ahmaud Arbery adlı siyah bir gencin emekli bir polis ve oğlu tarafından keyfi olarak öldürülme görüntüleri ortaya çıkmıştı. O görüntüler sosyal medyada paylaşılana kadar (dikkat! Burası önemli!) savcı, katiller hakkında işlem yapmamıştı. Ancak kamuoyu tepkisinden sonra baba-oğul ve görüntüyü çeken arkadaşları tutuklandı. Polis zorbalığının en basit nedeni ise siyahi insanları potansiyel suçlu kabul eden önyargılarıdır. Siyah tenli ya, zaten suçludur ön kabulü... “Suçu ispat edilene kadar herkes suçsuzdur” kaidesi, Amerikan polisi tarafından siyahi insanlara karşı işletilmiyor. Acımasız ırkçı ayrımcılığın cehennemî hali bu...  

Protestolara katılan siyahi insanlar yapılan bu ayrımcılığı, ırkçılığı, zulmü insanlar görsünler diye avaz avaz bağırıyorlar. Bir kadın “Yüzyıllardır var olan öfkeye ve acıya şahit olmak için buradayız.'' diyor gözyaşları içinde. Yine bir diğeri “Şiddeti ve yağmayı beyaz adamdan öğrendik. Bizim iyi olmamızı istiyorsanız siz daha iyi olmalısınız!” diyor. Protestocu bununla Amerika’nın köleci tarihine manidar bir gönderme yapıyor aslında. Yine de kabul etmek gerek, önyargı önyargıyı, şiddet şiddeti doğuruyor.

Oysaki önyargılarımız bizim için birer zindan, birer cenderedir. Karşımızdakini tanımadan, bilmeden, anlamadan ötekileştirmek; peşin bir hükümle suçlu, sapık veya kafir diye yaftalamak toplumların huzurunu ve uyumunu dinamitleyen, güveni, diğergamlığı, merhamet ve adaleti ortadan kaldıran bir virüstür.

Önyargının insanı getirip bıraktığı sarsıcı ikilemin bir diğer örneği: Manhattan’da bir kadın, 11 Eylül olayından sonra kent hâlâ olayın şokundan çıkmamışken başından geçen bir olayı anlatır. “New York’un sokak satıcıları ünlüdür. Kente bir kasaba görüntüsü verirler.” Kadın, Midtown’da ışıl ışıl bir gökdelende çalışıyormuş. Her sabah muz almak için kaldırımın diğer tarafında duran meyve arabasına uğrarmış. Aylarca bu arabacıdan mevsim meyveleri almış. Adamın ne kadar çalışkan olduğuna hayranlıkla tanıklık etmiş. Sıcak- soğuk demeden her sabah erkenden orada bulunuyor gece yarısına kadar çalışıyormuş. Bir gün neden bu kadar çok çalıştığını sorduğunda adam “İki çocuğum var, onların hayatta bir şansları olmasını istiyorum.” diye açıklamış. Sonra da sık sık sohbet etmeye başlamışlar. Bu müstesna tanışıklık dostluğa evirilmiş. Kadın, onun çevresine saçtığı umut dolu neşeyle güne başlamaya iyice alışmış. Adamın nazik, iyi huylu, erdemli ve ahlaklı biri oluşu kadının takdirini kazanmış. Bir sabah adam, sonunda çabalarının karşılığını aldığını ve parayı ailesine götürmek için birkaç aylığına evine döneceğini anlatmış. “Eviniz neresi?” diye sormuş kadın. Sakin ve doğal bir şekilde “Afganistan” demiş adam. Kadın aniden arı sokmuş gibi geri sıçramış, adama bakakalmış. Sonra düşünmeye başlamış. “Tamam adamın ağır bir aksanı, esmer bir teni vardı. Ama o kadar nazik ve iyi huylu biriydi ki.” Onun düşman olabileceğini asla düşünmemişti. O güne kadar düşman olabileceğini hatırına getirecek hiçbir şey yaşanmamıştı aralarında. Fakat tam o sırada bütün resmi görmüş ve kafasına dank etmiş. Karşısındaki adam düşman değildi! Yüzündeki gülümsemeden, karısına ve çocuklarına kavuşmak için sabırsızlandığı görülüyordu. O yalnızca tehlikeli bir ülkede yaşayan, ailesinin geçimini sağlamaya çalışan bir adamdı! Kendisine karşı hiçbir tehdit barındırmıyordu!

Kadın, birdenbire nasıl bir önyargıyla yaklaştığını ve adama karşı duygularının değiştiğini fark etmiş. Fakat önyargısına teslim olmamış ve içten bir duyguyla adama şöyle demiş; “Ailenize sağlık ve mutluluk dileklerimi iletin lütfen.”

Bu tecrübeden sonra kadın muhtemelen artık insanları önyargılarıyla yargılamaması gerektiğini iyice anlamıştı.

Önyargılarla gelen yargılamalar, yaftalamalar, mimlemeler maalesef toplumumuzda da görülüyor. Herkes herkesi delilsiz, mesnetsiz itham ediyor. Mezhepler, meşrepler, tarikatlar, cemaatler ve partilerle parçalanmış bir Müslüman ümmeti var. Her biri kendi elindekiyle mutlu mesut. Biri farklı bir görüş mü dillendirmiş hemen anında tekfir ediliyor. Genişliği yerlerle gökler arası kadar olan cenneti sadece kendisine ve aynı cemaatte, tarikatta, meşrepte gördüğü insanlara layık görüyor. Geri kalan Müslüman topluluğu ise küfre düşmekle itham ediyor.

Oysaki önyargılarımız bizim için birer zindan, birer cenderedir. Karşımızdakini tanımadan, bilmeden, anlamadan ötekileştirmek; peşin bir hükümle suçlu, sapık veya kafir diye yaftalamak toplumların huzurunu ve uyumunu dinamitleyen, güveni, diğergamlığı, merhamet ve adaleti ortadan kaldıran bir virüstür. Allah vergisi farklılıklarımıza hüsn-ü kabulle yaklaşıp, insanın, insanın rahmeti olması gerekirken, insan insanın kurdu oluyor önyargılarla. Ve gittikçe sevgiden, hoşgörüden, merhametten uzaklaşan insan, kendi fısk-u fücurunun karanlığında önyargılarıyla zombileşerek, insanlığın ortak değerlerini yerle bir ediyor da farkında değil...

Şükran Taşdelen

Yorum Yaz