İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Hz. Peygamber’in muallim olarak incelenmeye değer oluşu, evvela onun toplum üzerindeki tesirinin başlamasından sonraki devrenin, öncekine göre çok değişik ve zengin bir eğitim faaliyeti ile dikkati çekmesindendir. Gerçekten iptidaî bir kültürün babalardan çocuklara daha çok taklitle intikal ettiği bir toplumda, Hz. Peygamber’in aldığı ilk vahiyle birdenbire yeni değer ve kuralların benimsetilmesinin ve öğretilmesinin önemli bir konu olarak ortaya çıktığı görülür. Allah Rasûlü bu yeni kültür ve manevî değerlerin tebliğ ve benimsetilmesi işindeki rolünü açıkça “muallimlik” olarak belirlemiş, yeni dünya görüşü içinde, önceden önemsiz birçok kelime canlılık kazanarak, insan ve eğitim kavramları etrafında manalı ve tutarlı bir sistem oluşturmuştur. Böylece okuma, yazma, kalem, kâtib, muallim, mektep, öğretim, kalb, inanç, davranış vb. kelimelerin önem kazandığı canlı ve yepyeni bir zihniyet ve anlayış gündeme gelmiştir.
Muallim kavramının temelini teşkil eden ilim sözlükte bilmek anlamına gelip, genellikle bilgi ve bilim karşılığında kullanılır. Klasik sözlüklerde bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç, bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması gibi farklı şekillerde tarif edilmiştir. İlim, aynı zamanda bilgisizlik demek olan cehlin karşıtı olarak da tanımlanır. Bu kelimeden türeyen âlim, alîm, allâm ve allâme, ma'Iûm, malûmat, muallim, müteallim, muallem kelimeleri bilgi anlamıyla bağlantılı olarak kullanılmaktadır.
Hz. Peygamber kendisinin Allah tarafından bir muallim olarak gönderildiğini ifade etmiştir. Dolayısıyla tebliği boyunca Allah Rasûlü’nün uygulamalarının neredeyse tamamını bir eğitim ve öğretim faaliyeti olarak değerlendirmek mümkündür.
Kur'ân-ı Kerîm'de ilim kökünden türeyen pek çok kelime bulunduğu görülür. Burada ulaşılan sayı ise bilginin ve bilme faaliyetinin Kur’ân mesajı ve İslâm dünya görüşü anlamındaki önemini açıkça ortaya koyar. Kur’ân’ı Kerim’in nazil olan ilk âyetleri de ilim merkezli olmuştur. Nitekim Alâk sûresinin ilk âyetlerinde “okumak”, “öğretmek” ve “kalem” tabirleri geçmektedir ki, bunlar okuma ve ilmin temel unsurlarını teşkil ederler.[1] Diğer taraftan Kur’ân-ı Kerim ilmin her çeşidini övmüş, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağını[2] iman ve ilme nail olanların derecelerinin Allah tarafından yükseltileceğini[3] ifade etmiş ve kullar içinde Allah’tan ancak ilim sahiplerinin korkacağını bildirmiştir.[4] İlmi ve ilim sahiplerini öven yüce kitabımız, “sakın cahillerden olma”[5] “cahillerden yüz çevir”[6] uyarılarıyla ilimsizlik ve bilgisizlik demek olan cahilliği yermiştir. Yüce kitaba göre göre, her türlü kötülüğün, batıl ve sapık düşüncelerin, nihâyette küfrün ve şirkin gerçek sebebi cehalettir. Bundan dolayı insanlar, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayırabilmek için bir rehbere muhtaçtırlar. Bu rehber de şüphesiz ilimdir.
İlmin anlamı, önemi ve işlevi Allah Rasûlü’nün hadislerde de açıkça vurgulanmıştır. Nitekim temel hadis kaynaklarından “Kitabu’l-İlim” başlıklı bâblar bulunmaktadır. İslâm ümmetinin benimsediği değerler sisteminin devamlılığı ilme bağlı olduğu için Hz. Peygamber ilmi yüceltmiş ve teşvik etmiş, meselâ ilmin nafile ibadetten daha üstün olduğunu söylemiştir.[7] Allah Rasûlü ilmin taşıcısı ve yayıcısı olan âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak nitelemiştir.[8] Âlimler, bildiklerini hem kendileri hem de insanlar için İslâmî ölçüler içinde yararlı kıldıkları oranda ilim onlar için bir üstünlük kabul edilir. Nitekim ilim zeval bulmaz bir mevcudiyettir, ancak ulemâ zeval bulur.[9] Dolayısıyla ulemanın zeval bulması bilginlerin azalması veya yok olmasının İslâm ümmetinin istikamet ve akıbeti için son derece kötü sonuçlar doğuracaktır.[10]
Allah Rasûlü peygamberlik görevini üstlendiği andan itibaren bir bütün olarak eğitim ve öğretim faaliyeti başlatmıştır.
İslâm dini özelde tebliğin ilk muhatapları olan Araplarda, genelde de diğer insan topluluklarında sosyokültürel dönüşümü gerçekleştirmek için bir eğitim ve öğretim sistemini hedeflemiştir. Bu sistemin kurucusu olan Hz. Peygamber kendisinin Allah tarafından bir muallim olarak gönderildiğini ifade etmiştir.[11] Dolayısıyla tebliği boyunca Allah Rasûlü’nün uygulamalarının neredeyse tamamını bir eğitim ve öğretim faaliyeti olarak değerlendirmek mümkündür. Esasen Kur’ân’da da Hz. Muhammed’in (sav) ilâhî tebliğ görevinin bir eğitim-öğretim işi olduğu da açıkça vurgulanmaktadır.[12]
İslâmî tebliğin başlangıcı aşamasın da Hz. Peygamber’in de dediği gibi Araplar “Ne okuyup yazmayı ve ne de hesap yapmayı bilen bir câhiller topluluğu” idi.[13] Dolayısıyla bu topluluğun bir bütün olarak eğitim ve öğretime tabi tutulması gerekiyordu. Bu sebeple Allah Rasûlü peygamberlik görevini üstlendiği andan itibaren bu faaliyeti başlatmıştır. Zira kendisine ilk nâzil olan âyetler oku emri ile başlamış ve aynı âyetler içinde kaleme övgüde bulunulmuştur.[14]
Her ne kadar Hz. Peygamber’in yoğun eğitim ve öğretim faaliyetleri Medine döneminde gerçekleşmişse de ilmin önemine dair âyetlerin önemli bir kısmının Mekke döneminde nazil olduğu unutulmamalıdır. Bu da İslâmî öğretinin ilme ve eğitime verdiği önemin en bariz işareti kabul edilebilir. Örnek vermek gerekirse, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[15] “… Size ancak az bir bilgi verilmiştir.”[16]; “… ve şöyle de: Rabbim! Benim ilmimi artır!”[17]; “Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de arkasından yedi deniz katılarak (mürekkep olsa) yine Allah’ın sözleri (yazmakla) bitmez. Kuşkusuz Allah mutlak galip ve hikmet sahibidir.”[18]; “Eğer bilmiyorsanız, bilenlere sorun.”[19]; “Kaleme ve (kalem tutanların) yazdıklarına and olsun ki!”[20] gibi âyetlerin tamamı Mekke döneminde nazil olmuştur.
Hz. Peygamber’in eğitim-öğretim uygulamaları konusundaki asıl faaliyetinin gerçek iktidarın ortaya çıktığı Medine döneminde gerçekleştiği bilinmektedir. Nitekim o, Medine’ye gelir gelmez içinde vakit namazlarının kılınabileceği ve İslâmî eğitim-öğretim faaliyetlerinin yapılabileceği bir mekânın inşasına girişmiştir ki, bu da Mescid-i Nebi’nin yapımı faaliyetidir. İnşa edilen bina genelde üç bölümden meydana gelmiştir. Bunlardan ilki namaz kılmaya tahsis edilen geniş bir salon, ikincisi okul olarak kullanılan ve Suffe denen bölüm ve nihayet Allah Rasûlü’nün ikametgâhı olarak düşünülen odalar.[21] Mescid’in yanında inşa edilen Suffe İslâm’daki ilk düzenli eğitim faaliyet merkezi olarak kabul edilir. Bu merkezin idarecisi ve ilk hocası olan Allah Rasûlü burada bizzat ders vermiş, ayrıca henüz işin başında bulunanlara okuma-yazmayı ve Kur’ân’ı öğretmek üzere kendisine yardımcılar tayin etmiştir.
Suffe, bir eğitim-öğretim faaliyet merkezi olduğu gibi, aynı zamanda Medine’de kalacakları bir evi olmayanlar için bir yurt işlevi de görmüş gibidir. İslâm’ın temel kurallarını öğrenmek üzere dışardan gelen yabancılar da burada misafir edilmiş, bundan dolayı zaman zaman Suffe bölümünde kalanların sayısı 400’e kadar çıkmıştır.[22]
Suffe İslâm’daki ilk düzenli eğitim faaliyet merkezi olarak kabul edilir. Bu merkezin idarecisi ve ilk hocası olan Allah Rasûlü burada bizzat ders vermiş, ayrıca henüz işin başında bulunanlara okuma-yazmayı ve Kur’ân’ı öğretmek üzere kendisine yardımcılar tayin etmiştir.
Suffe’nin finansmanı tamamen Hz. Peygamber[23] ile hamiyetperver ashab tarafından karşılanmıştır. Allah Rasûlü burada kalan yabancılar ve talebelere yardım etmeleri için Medinelilerin cömertlik ve hayırseverlik duygularına hitap ediyordu.[24] Gerçekten de az veya çok demeden Müslümanlar bu müesseseyi ayakta tutmak ve ihtiyaçlarını karşılamak için aralarında adeta yarış yapmışlardır. Meselâ Medineli cömert Müslüman Sa’d b. Ubâde her gün buradaki 80 öğrenciye yemek çıkarmıştır.[25] Hz. Peygamber ise Suffe Ashabı’na en fazla sahip çıkan kişi olmuş, hatta burada kalanları kendi ailesi gibi değerlendirip, sahip olduğu şahsî imkânları daima bu öğrencilerle paylaşmıştır. Bir gün kızı Fâtıma gelip kendisine yardım etmek etmesi için bir köle satın alması talebinde bulunduğunda Allah Rasûlü’nden şu cevabı almıştır: “Suffe’deki insanların midelerini boş bırakıp da sizin isteklerinizi yerine getiremem; bu paranın hepsini onların istifadesine tahsis edeceğim”.[26]
Suffe’de belli bir eğitim gören öğrenciler İslâm’ı tebliğ eden kişiler olarak Arap Yarımadası’nın değişik bölgelerinde görev almışlardır. Burada eğitim görerek İslâmî ilimlerin gelecek nesillere aktarılmasın büyük rol oynayan en önemli Suffe mensupları şunlardır: Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Ömer, Hanzala b. Ebû Âmir, Ebû Zerr, Suheyb-i Rûmî, Selmân-ı Fârisî ve Ebû Hureyre.
Medine döneminde Suffe, Müslümanların eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını büyük oranda karşıladı. Ancak talep fazlalığı sebebiyle yeni eğitim merkezlerine ihtiyaç duyulmuştu. Bunun için Allah Rasûlü Hicretin ikinci (M.624) yılında Makrame b. Nevfel’in evinde sırf Kur’ân öğretimine mahsus daha dar çerçeveli bir eğitim faaliyeti başlattı.[27] Kubâ’da da benzer bir merkezin açıldığı bilinmektedir. Bunlara ilave olarak başka Müslümanların ihtiyacına göre açılmış bulunan 9 ayrı mescid aynı zamanda eğitim faaliyetleri için de tahsis edilmiştir.
İlimle meşgul olmayı ve âlimi her zaman takdir eden Allah Rasûlü “Âlim kimsenin abid kimseye karşı üstünlüğü benim sizin en aşağı mertebede olanınıza karşı üstünlüğüm gibidir. Allah ve Melekleri, göklerin ve yerlerin halkı, hatta yuvasındaki karıncalar hatta balıklar, insanlara hayır ve faydalı şeyler öğreten kimseye dua ederler.”[28] “Bir tek âlim, Şeytana karşı (savaşta) bin zahitten daha çetindir.” sözlerini de sık sık tekrarlamıştır.[29]
Allah Rasûlü fıtrî kabiliyeti ve vahyin kendisine sağladığı bilgi ve maharet ile örnek bir lider ve muallim olarak dikkati çekmektedir.
Hz. Peygamber erkeklerin yanı sıra kadınların eğitilmesi konusuna da ehemmiyet vermiştir. Nitekim haftanın bir gününü tamamen onlara ayırmış ve o gün sadece onlara hitap edip sorularına cevap vermiştir.[30] Allah Rasûlü kadınlara da ilim öğretilmesini ashâba tavsiye etmiş, onlardan evlerinden bulunan eş ve cariyelerini eğitmelerini istemiştir: “Kimin bir cariyesi varsa onu en güzel bir şekilde eğitsin, sonra kendisiyle hür bir kadın olarak evlenebilmek için onu azât etsin. Böyle yapan bir insan, Allah tarafından iki katıyla ödüllendirilecektir”.[31]
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse Hz. Peygamber Allah'ın aslında kendisini güzel ahlâkın gerçekleştirilmesi için bir muallim olarak gönderildiğini belirtmektedir. Klasik Müslüman yazarların, Peygamberlerin ortak özellikleri olarak gösterdikleri hususlar bir bakıma onların ruh sağlığını, ruhî yapılarındaki ideal motiflerinin canlılığını ifade eder. Kısaca doğruluk, güvenirlik, günah işlememe, zekilik ve bildiklerini başkalarına duyurma diye belirtilen bu nitelikleri-bulunduğu kimsede öğretim gücünü büyük ölçüde artıracağı şüphesizdir. Hz. Peygamber’in bir öğretmen olarak başarısında vahiy; öğretiminin yanı sıra elbette genetik unsurların rolünü de hesaba katmak icabeder. Onun “Rabbim beni terbiye etti, güzel terbiye etti” beyanındaki eğitimin, her iki durumu, yani irsî yetenek ve sonraki ilahî öğretim faktörlerini içine aldığı söylenebilir. Bilindiği gibi Hz. Peygamber ümmî bir toplumda büyümüş ve okuma, yazmayı öğrenme imkânı bulamamıştır. Ancak onun kuvvetli bir sağduyuya sahip olduğu şüphesizdir. O'nun peygamberlik öncesindeki hayatında her bakımdan güvenilir bir kişiliğe sahip olduğunu biliyoruz. Sonuç olarak diyebiliriz ki, Allah Rasûlü fıtrî kabiliyeti ve vahyin kendisine sağladığı bilgi ve maharet ile örnek bir lider ve muallim olarak dikkati çekmektedir.
Prof. Dr. Adem APAK
*Bu metin ‘sonpeygamber.info’ adlı siteden alınmıştır.
Yorum Yaz