İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı Yurtdışı Eğitim ve Kültür Hizmetleri Genel Müdürü Alican TATLI Bey ile Vakfın Orta Asya çalışmaları ve Orta Asya'da bulunduğu vakitlerdeki gözlemleri üzerine konuştuk.
Öncelikle kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?
Ben Dr. Alican TATLI. Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Yurtdışı Eğitim ve Kültür Hizmetleri Genel Müdürü ve aynı zamanda da vakfın yönetim kurulu üyesiyim.
Dinin toplum üzerindeki geçmişten günümüze etkisi hakkında neler düşünüyorsunuz?
Orta Asya cumhuriyetlerinde, Sovyetler Birliği idaresinde iken yasaklanan ve baskı altında tutulan din, ateist komünizm rejimi altında varlığını yitirmese de Orta Asya toplumları üzerinde günümüzdeki kadar etkili olamamıştır. İnsanların dini bilgi ve bilinç düzeyleri çok düşük seviyelere gerilemiştir. İnsanlar dini, bir yaşam biçiminden çok bir kültür olarak görmeye başlamışlardır. Öyle ki Müslüman olduğunu söylemesine rağmen kelime-i tevhid dışında neredeyse hiçbir şey bilmeyen, gusül abdestinden dahi haberi olmayan milyonlar mevcuttur. Materyalist anlayış insanlara maddiyatı sunmuş olsa da insanın ruhunu yani maneviyatını aç bırakmıştır. Kuran-ı Kerim’in dahi yasaklanmış olması insanların dine karşı büyük bir açlık duymalarına sebebiyet vermiştir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması ile başta Türkiye ve bir takım Arap ülkelerinin sivil toplum kuruluşları bölgede insani yardım faaliyetleri, mabet inşası, toplu sünnet merasimleri, din eğitimi ve dini yayınlar sahalarında çalışmalar yürütmeye başlamışlardır. Bu faaliyetler neticesinde artan dini bilinç düzeyi sayesinde dini hayat tekrardan canlanmaya başlamıştır. Konuya diğer dinler açısından da bakacak olursak durum benzerdir. Örneğin Hıristiyan misyonerler ve Yehova Şahitleri de komünist rejimin yıkılmasından sonraki dönemde benzer şekilde etkin olmaya başlamışlardır.
İslam’ı kısaca açıklamak gerekirse üç dört cümle ile nasıl açıklayabilirsiniz?
Günümüzün modern dünyasında Müslüman olarak yaşamak demek, geçmiş yüzyıllarda yaşamış Müslümanların hiç karşılaşmadıkları yeni problemlerle yüzleşmek demektir. Sanayi, teknoloji ve iletişim gibi pek çok alanda yaşanan gelişmelerin sebep olduğu yeni zorluklarla karşı karşıya kalmak durumundayız. Ayrıca globalleşen dünyada İslam’ı yaşamak hiç olmadığı kadar zor bir hal almıştır. İnternet, televizyon ve moda insanları nefsaniyetin girdabına itmiş ve bireyleri selde sürüklenen kütüklere çevirmiştir. Materyalist anlayış sebebiyle tatminsizlik ve bunalım zirve yapmış, sadece yiyip içip zevk almaya bakan ve hiçbir ideali olmayan yığınlar oluşmuştur. Örneğin cep telefonunu gasp etmek için bir kişiyi trenin önüne itebilecek kadar gaddarlaşan adam bu duruma güzel bir örnek teşkil etmektedir.Orta Asya’ya ilk olarak hangi yıllarda ve ne için gittiniz?
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin 1991 yılında dağılması ile başta Türkiye ve bir takım Arap ülkeleri sivil toplum kuruluşları ile bölgede din eğitimi ve dini yayınlar sahasında faaliyetler yürütmeye başlamışlardır. Ben de vakfımızın bu bağlamdaki eğitim faaliyetleri kapsamında 1992 yılında Azerbaycan’a gittim. 1996 - 2001 yılları arasında ise daimi olarak Azerbaycan’da bulundum.
Orta Asya bölgesinde Sovyetlerin dağılmasından sonra nasıl bir İslami anlayış ortaya çıktı ve sebepleri hakkında ki fikirleriniz nelerdir?
1991 yılından sonra Sovyetler Birliği’nden koparak bağımsızlıklarını kazanan ülkeler kendi anayasalarını oluşturup devletlerini şekillendirmeye başladılar. Dini hayat da bundan nasibini aldı. Serbest kılınan din ve vicdan hürriyeti sayesinde insanlar dine yönelmeye başladılar. Müftülükler tesis edildi. Birçok yerel ve yabancı dernek - vakıf kuruldu. El koyularak depoya vs. dönüştürülen camiler Müslümanlara iade edildi. Başta Türkiye ve bir takım Arap ülkelerinin sivil toplum kuruluşları bölgede din eğitimi, mabetlerin inşası, insani yardım ve dini yayınlar sahalarında faaliyetler yürütmeye başladılar. Diyanet İşleri Başkanlığı’mız da diğer sivil toplum kuruluşları gibi bu bölgelere din görevlileri gönderdi. 70 yıl süren baskıcı komünizm rejimi insanların manevi dünyalarında bir açlık oluşturmuştu. Baskının kalkması dine yönelişin de başlangıcı oldu. Vakfımız, Orta Asya’da milli eğitim bakanlıkları ve dini idarelerle işbirliği içerisinde, kreşler, imam hatip liseleri ve ilahiyat fakülteleri açarak din eğitimi faaliyetleri yürütmüştür. Türkiye’deki Kuran kursları ve ilahiyat fakültelerine öğrenci getirilmesi, cami inşası, dini yayınların bölge dillerine çevrilerek bastırılması, yaygın eğitim usulü ile yapılan din öğretimi faaliyetlerine destek olunması, kurban ve iftar organizasyonları ile konferanslar ve seminerler icrası gibi çalışmalarda bulunmuş ve bulunmaya da devam etmektedir.
Orta Asya’ya yaptığınız ziyaretlerde ülkemizdeki ve diğer ziyarette bulunduğunuz İslam coğrafyalarındaki İslam’dan farklı olarak neler ile karşılaştınız?
Sovyetler Birliği’nin komünist idaresinin Müslümanlara cenaze merasimleri ve ölenin ardından belirli aralıklarla okunan dualar dışındaki dini faaliyet ve toplanmalara müsaade etmemesi, dini etkinlik olarak sadece bu alanın canlı kalmasına müsaade etmiştir. Bölgede bu konuya günümüzde de aşırı ehemmiyet verildiği görülmekte. Din, sadece yas yerlerinde mollaların Kiril alfabesi ile yazdıkları defterlerdeki muhtasar bilgileri nakletmeleriyle sonraki nesillere aktarılan bir kültürden ibaret kalmıştır. Dinin zayıflatılması din ile örfün karışmasına, zaman zaman örfün dini kuralların yerine geçmesine sebebiyet vermiştir. Slavlardan sirayet eden düğünlerde içki içilmesi geleneği de bölge Müslümanlarını diğer Müslümanlardan ayırmaktadır. Bölge Müslümanlarının büyük çoğunluğu yeterli dini bilgi ve bilinç düzeyine sahip olmadığı için dinini yaşamak noktasında diğer Müslüman ülkelerin gerisinde kalmıştır. Bu durum en çok da kendisini dinin ibadet ve muamelat kısmında göstermektedir. Namaz kılma oranı diğer ülke ve bölgelerin çok gerisindedir. Tesettür konusu da bölgeyi diğerlerinin gerisine iten bir başka husustur. Bölgede materyalizmin, komünizmin ve ateizmin etkisi ile “Allah rızası” kavramı ve karşılıksız iyilik yapma anlayışı anlaşılır olmaktan çıkmış durumdadır. Mesela, sünnet organizasyonlarında binlerce çocuğun sünnetinden ücret alınmamasına, üstüne üstlük bir de hediye verilmesine şaşırarak “Sizin başka bir maksadınız mı var ki, bu işleri para almaksızın yapıyorsunuz?” diyenler olmuştur. Yine, cami inşaatını durdurup rüşvet isteyen, neden yaptığı sorulduğunda da “Bu da bana düşen haktır, verin ki ahirete kul hakkı ile gitmeyesiniz” diyen Müslüman emniyet müdürünün durumu buna iyi bir örnektir.
İslamın Orta Asya da yeniden canlandığını söyleyebilir miyiz? Neden?
Müslümanlar açısından asimilasyon derecesine yaklaşan dönüşüm, Sovyetler Birliği’nin yıkılması ile ters yöne dönerek düzelmeye başladı. Şu andaki seviyeyi yeterli görmesek de 1991’deki durumla kıyasladığımızda müthiş bir iyileşme, canlanma ve bilinçlenme yaşandığını söyleyebiliriz. İnternet ve gelişen teknolojiler sebebi ile içinde bulunduğumuz iletişim çağında bu ivmenin artarak sürdüğünü de söyleyebiliriz. Türkiye başta olmak üzere birçok Müslüman ülkenin bölgedeki din eğitimi faaliyetleri, bölge dillerindeki dini yayınlar, internet, Türkiye’de ve Arap ülkelerinde eğitim görerek ülkelerine dönen öğrenciler bu konudaki kilit faktörlerdir .
Kazakistan ve Kırgızistan’a belli zamanlarda ziyaretleriniz oldu bu ziyaretler ışığında bu ülkelerdeki İslami yaşayışta farklılıklar gördünüz mü? Ne gibi farklılıklarla karşılaştınız?
Her gelişimde cami cemaatinin sayısındaki artış dikkatimi çekmiştir. Bu dini yaşamın canlanmasına gösterilebilecek en iyi örneklerden biridir. Ayrıca insanlardaki dini bilgi düzeyinin çok hızlı artışı da dikkatimi çeken diğer bir husus idi. Bunun da dini yayınlar (kitap, dergi) sayesinde olduğunu öğrendim. Tersi yönde değişimler de gözledim. 10 – 15 yıl öncesinde çok daha mazbut giyinen insanların moda, internet, televizyon, kozmetik sanayii ve globalleşen dünya sebebiyle Avrupai giyim ve yaşam tarzına geçişleri de dikkatimi çekmişti.
Son olarak o bölgede yaptığınız çalışmalardan ve bu çalışmaların hedeflerinden bahsedebilir misiniz?
Bunları birkaç maddede özetleyebilirim;
Dininden uzak bırakılmış bölge Müslümanlarının dinlerini doğru ve yeterli kaynaklardan gereği gibi öğrenmeleri ve yaşamalarını sağlamak,
Hem din, hem dil, hem de soy bağımızın bulunduğu Türk ve akraba topluluklar ile sekteye uğrayan ilişkilerimizin yeniden tesisini sağlamak,
Din kardeşliği ve dayanışmanın gereğini yerine getirmek,
Yüksek seviyede din eğitimi almak isteyen öğrencilerin Türkiye’de eğitim almalarına katkı sağlamak,
Dini hayatı canlandıracak yapı taşları olan cami ve eğitim müesseselerinin inşasına destek olmak.
Yine bu bağlamda temel İslami ilimlere dair dini yayınların bölge dillerine çevrilip bastırılmasını sağlamak, Doğru İslam anlayışını yerleştirmek adına yerel vakıf ve dernekler ile dini idareleri desteklemek.
Bizimle düşüncelerinizi paylaştığınız için çok teşekkür ederiz Ali Can Bey.
Röportaj: Rüstem Kamenov
http://www.ilimvemedeniyet.com/turk-cumhuriyetlerinin-entegrasyon-projesi-ve-turkiyenin-rolu-sorunlar-ve-cozum-onerileri.html
Yorum Yaz