Giriş
1789 Fransız İhtilali’nden sonra milliyetçilik akımının yaygınlık kazanması ile birlikte çok uluslu yapılara sahip olan imparatorluklar güç kaybederek bir gerileme ve dağılma sürecine girmişlerdir. Milletlerin kendi devletlerini kurma fikri, en çok da üç kıtada toprakları olan ve onlarca milleti içerisinde barındıran Osmanlı Devleti’ni etkilemiştir. Zaten 1699 Karlofça Anlaşmasından beri bir gerileme sürecinde olan Osmanlı Devleti, Fransız İhtilali’nin de etkisiyle içinden çıkılması zor bir çözülme süresine girmiştir.
Devleti bu çözülme sürecinden kurtarmak, eski gücüne kavuşturmak, olası toprak kayıplarını önlemek ve parçalanmanın önüne geçmek amacıyla birtakım fikirler ortaya atılmıştır. Kimi fikirler devletin ayakta kalmasının Batı medeniyetine bağlı olduğunu ve Batı’nın ilim ve fende yaptığı yenilikleri Osmanlı’ya getirmekle çöküşün önüne geçilebileceğini savundular. Kimisi Osmanlı’da yaşayan bütün milletlere eşit haklar tanımanın ve bir meclisle siyasal hak vermenin yeterli olacağını düşündü. Kimisi asıl çözümün İslam’ın sancağı altında toplanılması ve Müslüman toplumların Hilafet makamı etrafında birleşmesi gerektiğini savundu. Kimisi ise dünya üzerinde yaşayan Türklerin tek bir çatı altında toplanması ve tek bir devlet olması gerektiğini savundu. Fakat ortaya çıkan bu fikir akımları devleti içirişinde bulunduğu makus talihinden kurtaramamış ve parçalanmasının önüne geçememiştir.
Osmanlı Son Dönem Fikir Akımları
Dağılmanın önüne geçmek için ortaya atılan ilk fikir Batıcılık fikridir. Batı’nın Osmanlı’dan daha üstün olduğunu savunan düşünürler, Batı medeniyetine benzeyerek ve hatta taklit edilerek çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşılabileceğini savundular. Bu anlamda Avrupa’ya öğrenciler gönderilmiş, matbaanın da gelmesiyle yazılı kültür topluma yayılmaya çalışılmıştır. Avrupa’ya giden öğrencilerin dönmesiyle modern siyasi düşünceler aydın kesim arasında revaç bulmaya başlamıştır. Batılılaşma fikir akımı çerçevesinde birçok yenileşme adımı atılmıştır ki bu yenileşme adımları Osmanlı son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk dönemlerinde de yoğun olarak etkisini göstermiştir.
İslam milletlerini Hilafet makamı etrafında toplama düşüncesi olan İslamcılık fikri kurtuluşun İslami değerlere sarılmakta olduğunu ve Müslümanların birliğinin gerekliliğini savunuyordu. Özellikle Sultan II. Abdülhamid’in döneminde İslam birliği üzerine çok fazla adım atılmıştır. Hindistan Müslümanları ile kopan hilafet bağları tekrardan güçlendirilmiş, Hicaz ve Bağdat demiryolları ile Müslüman coğrafyalar arasındaki irtibat kuvvetlendirilmiştir. Yine aynı düşünceyle Sahra altı Afrika’daki Müslüman kabilelere ulaşılmış Hilafet makamının varlığı her yerde hissedilmiştir. II. Abdülhamid bu dönemde sultan, padişah gibi sıfatlar yerine “Halife” unvanını kullanmayı tercih etmiştir.
Bir diğer akım olan Türkçülük akımı ise dünya üzerinde yaşayan Türkleri tek bir çatı altında toplamayı hedefliyordu. Bu akıma göre belki Türklerin yaşamadığı birtakım topraklardan Osmanlı’nın geri çekilmesi söz konusuydu fakat daha büyük bir birleşme olan Türk birliğine talip olunmuştu. Daha önceleri Don ve Volga Nehirlerinin birleştirilmesi gibi projeler gündeme getirilse de bunlar başarıya ulaşamamıştır. Bu akımın yaygınlık alanı kazanmasında Rusya’nın Türk ülkelerini işgal etmesinden dolayı Osmanlı’ya kaçan Türkler etkili olmuştur. Bu akımın savunucuları kurtuluşun tek milletten, tek dilden, tek dinden ve ülkü birliğinden geçtiğini düşünmüşlerdir.
Bir Kurtuluş Yolu Olarak Osmanlıcılık
Osmanlı’daki Batılılaşma hareketlerinin yetersiz kalması ve yeterince etki uyandıramaması Osmanlıcılık fikir akımının oluşmasına sebebiyet vermiştir. Modernleşmenin sadece ilim ve fen alanındaki gelişmelerle değil kanun, eşitlik ve hürriyet ortamını esas alan bir yapılanma çerçevesinde gerçekleşmesi gerekiyordu. Bu minvalde Osmanlıcılık fikriyatı ön plana çıktı. Osmanlıcılık, Osmanlı’da yaşayan tüm milletlerin, bütün etnik unsurların, din ve mezhep ayrımı yapılmaksızın Osmanlı topraklarında hür ve eşit bir biçimde yaşamasını hedefleyen fikir akımıdır. 1826’da Sultan II. Mahmud’un “Ben tebaamın Müslümanını camide, Hristiyan’ını kilisede, Yahudi’sini havrada fark ederim, aralarında başka bir fark yoktur.” sözleri Osmanlıcılık fikriyatının temel söylemlerinden biri olmuştur. Ama asıl fikri alt yapısını 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesiyle elde etmiştir. Osmanlıcılığın bir fikir akımı olarak ortaya çıkması da bu döneme rastlar.
Osmanlı’daki yenileşme hareketlerinin temel dinamiğini oluşturan Tanzimat Fermanı Müslüman ve Hristiyan tebaanın ırk, namus ve can güvenliğini garanti altına alıyor, vergilendirmede daha adil bir yol tutuyor, askerlik sistemini bir düzene oturtuyordu. Fakat bir kanı olarak fermanın üzerinde en çok durduğu mesele eşitlik meselesidir. Zira milliyetçilik akımının uluslara yaymış olduğu hürriyet fikrinin önüne ancak bu şekilde geçilebileceği düşünülüyordu. Fuad Paşa’nın da dillendirdiği gibi “devletin ve ülkenin herkesin eşitliğine dayandırılan birliği” fikri azınlıklar tarafından ilk zamanlar olumlu karşılansa da yetersiz kalındığı düşünülerek ıslahat talepleri artarak devam etmiştir. Osmanlı modernleşmesinde önemli bir dönüm noktası olan Tanzimat Fermanı’nın müessiri olan Mustafa Reşid Paşa’nın şu sözleri, oluşturulmaya çalışılan bu eşitlik ortamı hakkında bizlere bilgi verir: “din ve mezhep farkı tebaanın ancak şahıslarına müteallik bir iştir.” Sonuç olarak hiçbir etnik ayrımcılığın kabul edilemez olduğu ve insanların doğuştan eşit olduğu kanunlaştırılmıştır. Bu noktadan hareketle denebilir ki bu fermanla birlikte kanunun üstünlüğü kabul edilmiş ve Osmanlı anayasal hareketlerinin önü açılmıştır. Osmanlıcılık fikir akımı da devletin siyasi ideolojisi haline gelmiştir.
Osmanlı modernleşmesinde vurgulanması gereken bir diğer önemli adım ise Islahat Fermanı’dır. Bu fermanda Tanzimat’tan farklı olarak Osmanlı’da yaşayan herkese değil gayrimüslim ve azınlık tebaaya hitap edilmiştir. Gayrimüslim ve azınlık halka eyalet meclislerinde yer verilmesi, din değişikliği gibi yasak olan bazı durumların kaldırılması, askerliğin din ayrımı yapmaksızın herkese şart koşulması, vergi adaletinin vergi eşitliğine dönmesi ve karma mahkemelerin kurulması bu fermanın bir sonucudur. Bu noktada atılan adımlar Osmanlıcılık düşüncesini güçlendiren adımlar olarak gözükmektedir. Yapılan bunca yenileşme hareketi, özellikle de Islahat Fermanı toplumsal tepkiye sebebiyet verdi. Gayrimüslimlerin askerlik başta olmak üzere birçok yeniliğe karşı çıkması, Müslümanların da gayrimüslimlere verilen haklarla ayrıcalıklı yapılarının arka plana atılması gibi sebepler Osmanlı’da aydın kesimin tepkiselliği ile karşılaştı.
Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Osmanlı aydınları Osmanlıcılık fikriyatını geniş kitlelere yaymak ve toplumu eğitmek amacıyla Tasvir-i Efkâr, Tercüman-ı Ahval, Hürriyet, Muhbir gibi gazeteler çıkardılar. Ayrıca bu gazetelerde devlet idaresinin aksayan yönlerini kaleme aldılar, çıkar düşkünü paşaların çıkarları doğrultusunda aldıkları kararları eleştirdiler. Bu bakımdan ilk gazetelerin kahir ekseriyeti Osmanlıcılık fikriyatının medya kuruluşu görevini gördü. Osmanlıcılık düşüncesine mensup bu aydınlar zaman içerisinde Tanzimat reformlarını yetersiz bulup Osmanlı’nın ayakta kalmasının daha demokratik bir yönetim anlayışında olduğunu yazdılar. Bu demokratikleşme hareketleri 1876 Kanuni Esasi’nin ilan edilmesi ve 1877 yılında I. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle karşılığını buldu.
Kanuni Esasi Sultan II. Abdülhamid’in tahta geçmesiyle ilan edilen, Osmanlı’nın ilk ve son anayasasıdır. Kanuni Esasi ile birlikte Tanzimat’ta elde edilen hukuki kazanımların siyasi haklara dönüştüğünü görüyoruz. Meşrutiyet ise Osmanlıcılık akımına mensup olan Genç Osmanlılar Cemiyetinin parlamenter talepleri doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Mecliste Müslüman, gayrimüslim; Türk, Kürt, Çerkez, Arnavut, Arap vb. birçok etnik unsurun temsil edilmesi Osmanlıcılığın eşitlik, adalet, siyasi hak ve özgürlükler anlamında belirli bir mesafe kat ettiğinin göstergesidir. Esasında Osmanlıcılık akımının, Meşruti Monarşi gibi zayıf da olsa demokratikleşme yolunda ciddi adımlara yol açması kısmi başarıya ulaştığını gösteriyor. Lakin bir yıl sonra patlak veren Osmanlı – Rus Savaşı sonuçları itibariyle Osmanlıcılığın zayıflamasına sebep olmuştur. Bu savaşta Balkanlarda yaşayan gayrimüslim halkın Rusya’yı desteklemesi ve Hristiyanların Osmanlı karşıtı söylemleri Osmanlıcılık düşüncesinin halkta beklenen etkiyi uyandıramadığının bir göstergesidir.
Sonuç
Osmanlı Devleti, gerileme sürecinin başlamasıyla birlikte birtakım birleştirici fikir akımlarına maruz kalmıştır. Bu fikir akımları devleti içerisinde bulunduğu makus kaderinden kurtarmak için farklı çözüm önerileri sunmuştur. Bunlar arasında bir devlet ideolojisi olması bakımından Osmanlıcılık fikir akımının yeri ayrıdır. Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı’nın ardından, toplumda yaşayan bütün etnik unsurları Osmanlı vatandaşı sayan Osmanlıcılık, Kanuni Esasi ve I. Meşrutiyet’le misyonunu pekiştirmiştir. Getirdiği yenilikçi yaklaşım, hak, adalet, özgürlük, eşitlik, demokratikleşme, meclis gibi kavramlarla Osmanlı sonrasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına da ilham kaynağı olmuştur.
M. Fatih Özmen