ÖZET
Bütün devletlerin kendine özgü uyguladığı resmi törenler vardır ki bu törenler o devletin geçmişten getirdiği ve kendisine has özel uygulamalardır. Günümüze kadar Türk devletleri de bu çerçevede özellikle devlete ve devletlerarası ilişkilerin törensel boyutlarına dair birtakım törenler geliştirmiştir. Bu Türk devletlerinden biri de Osmanlı İmparatorluğudur. Osmanlı İmparatorluğu devletin o günkü gücüyle orantılı bir takım protokol kuralları geliştirmiş ve bunu ciddi bir şekilde uygulamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda, devletlerarası diplomatik protokol kuralları açısından, konumuzu oluşturan elçi kabulleriyle ilgili olarak, oldukça sıkı hiyerarşik uygulamalar yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun beylikten devlete ve imparatorluğa yükselerek güçlenmesi sonucu, yabancı devletlerle olan diplomatik ilişkilerinde bu protokol kurallarına hassas bir şekilde riayet etmiştir. II. Murad döneminde Edirne Sarayı’ndaki ilk elçi kabulünden, devletin başkentinin İstanbul’a nakledilmesinden sonra Topkapı Sarayı’ndaki elçi kabul törenlerine kadar, gelen elçilere hep devletin büyüklüğü gösterilmek amaçlanmış ve elçi kabul törenleri de bu çerçeveye oturtulmuştur[1]. İlgili dönemlere ait elçi kabulü sahne minyatür tasarımlarında öne çıkartılarak vurgulamak istedikleri şey padişahın ve hükümdarlık simgesi olan tahtın güçlü bir şekilde merkeze oturtulmasıdır. Minyatürlerde ortaya çıkan görüntü aynı zamanda Osmanlı’nın devletten imparatorluğa uzanan çizgideki diplomatik duruşunu da sergilemektedir. Döneme ait çeşitli seyyahların yazdıkları seyahatnamelerde ve görsel olarakta resimlerde bunlara dair birçok örnek görebiliriz.
OSMANLIDA ELÇİ KABUL TÖRENİ
Osmanlı Devleti küçük beylikten çıkarak yükseldikçe gerek siyasi gerekse ekonomik sebeplerle Müslüman ve Hristiyan devletlerle münasebetleri olmuştur. Osmanlıların ilk devirlerinde Memlük, Bizans, Germiyan, Karaman, Candar, Timur oğulları, Karakoyunlu, Akkoyunlu ve diğer devletlerle arasında elçiler gidip gelmiştir[2].
Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren XVII. yüzyıla kadar devletler birbirleri nezdinde daimi elçi bulundurmuyorlardı. Yalnızca sulh ve muahede vakti, devletler arasındaki, dostluk münasebetlerini kuvvetlendirilmesi maksadıyla hediye verilmesi, cülus, zafer ve tebliğ için bir devlet diğerine bir sefir veya bir heyet gönderirdi. Elçilerin Osmanlı devletini ziyaret etmeleri, sultanın iradesiyle gerçekleştiriliyordu. Eğer bir elçi gelecek olursa bununla ilgili hükümdara sultan tarafından ferman şeklinde bir belge gönderilir. Belgede elçi ve yanında bulunanların Osmanlı sınırlarına ayak bastıklarından itibaren, ikamet edeceği yere kadar faydalanacağı tüm haklar belirtiliyordu.
Osmanlı devleti, ülkeler arası ilişkilerde ilk kez XVII. yy’da daimi elçi bulundurmuştur. İlk defa elçi (balyos) kullanmak hakkı, Venedik ile yapılan 1454 antlaşmasıyla başlamıştı. XV. ve XVI. yy’da, hatta XVII. yy’ın ilk çeyreğinde henüz elçilikler kurulmamışken bu iş, Çemberlitaş’taki Elçi Hanı (Balyos Hanı) veya Nemçe Hanı[3] diye bilinen Han görüyordu[4]. Beyoğlu yakasına Elçiliklerinin yerleştirilmesi 1630-1646 yılları arasında olmuştur.
Buhara, Hindistan ve özellikle İran’dan gelen geçici elçiler ise Üsküdar’dan alınıp İstanbul’da ayrılan bir konağa yerleştirilirdi[5]. Elçilerin kaldığı binaların kapısı önünde “yasakçı” adı verilen yeniçeriler nöbet beklerdi. İslami “Eman” telakkisine göre misafir kabul edilen Elçiler Osmanlı topraklarına girdikleri andan güvenlikleri ciddi bir şekilde sağlanarak korunmuşlardır[6]. Elçilerin yol boyu her türlü ihtiyaçları at, araba, kalacak, yiyecek masrafları önceden hesaplanarak bunların karşılanması için İstanbul’a kadar takip edecekleri güzergah üzerinde bulunan yerlerin sancak beyi, kadı, naip, mütesellim gibi yetkililerine hükümler yazılarak elçiyi bulunduğu yerde karşılamak üzere rütbesine uygun mihmandar tayin edilirdi. Elçiler yol boyu geçtikleri yerlerin idarecileri tarafından her türlü ihtiyaçları karşılanırdı. Osmanlı başkentinde devamlı kalan elçilerinde tüm ihtiyaçlarını yine devlet karşılardı. Mihmandarlar, Elçinin geri döneceği güne kadar elçiye yardımda bulunurlardı. Mihmandarın rütbesi ve elçinin karşılanmayla uğurlanma töreni de elçilerin önemine ve geldiği devletin o tarihteki durumuna göre değişirdi. Venedik Balyosuna ve Alman İmparatoru elçisine yapılan tören hepsinden gösterişli oluyordu. Venedik balyosu, Boğazda, ona gönderilen bir gemiye alınıp Tophaneye çıkartılırdı.
Elçinin divana geleceği günü sadrazam tayin ederdi. Elçi ilk başta Reisülküttap ile görüşür ve ilk maruzatını bildirir. Bildirilen maruzat, müzakere ve kabule uygun olursa elçi sadrazamın huzuruna çıkardı. Siyasi müzakereler Reisülküttap Efendiyle yapılır ve varılan netice Reisülküttap tarafından divana arz olunurdu. İstanbul’a gelen Müslüman ve Hristiyan elçiler sadrazam ve padişahın huzuruna kabulü merasime tabii idi. Bu merasimde teşrifata çok önem verilirdi. Kabul merasimleri elçinin büyük ve küçük olmasına göre değişirdi. Elçinin Padişahın huzuruna kabulleri genellikle ulufe divanına tesadüf ettirilerek Osmanlının ihtişamı ve teşrifatı gösterilirdi. Ulufe gününden başka bir günde kabul edilen elçi kabulüne “resmi adi” denilirdi.
ELÇİNİN SADRAZAM TARAFINDAN KABULÜ
Osmanlıya gelen elçilerin karşılanması geldikleri istikamete ve ülkelere göre değişirdi. İran, Buhara ve Hint taraflarından gelen elçiler Üsküdar’dan alınarak karşıya götürülerek bir konakta misafir edilirdi. Elçi karşılamalarında mühim vazifelileri yerine getiren kişi Çavuşbaşı idi. Bazen Üsküdar bazen de Sirkeci’den iskele çavuşlarıyla elçiyi karşılayarak ikamet edeceği konağa getirmek Çavuşbaşı’nın başlıca vazifelerindendi. Avrupa’dan gelen elçiler eğer kara yolundan geliyorlar ise Küçükçekmece civarında konaklarlar ve yine Çavuşbaşı tarafından yerleşecekleri konaklara götürülürlerdi. XVII. yy ortalarına kadar gelen elçiler İstanbul Çemberlitaş’taki Elçi Hanında kalırlarken 1056-1646 tarihinden itibaren Galata ve Beyoğlu’ndaki kendi sefarethanelerinde kalıyorlardı. Elçiler İstanbul’da kendilerine tahsis edilen yerlere yerleştikten sonra birkaç gün sonra sadrazam tarafından kabul ediliyordu. Kabulden önce elçiye davet için Dergah-ı ali çavuşlarından biri gönderilirdi. Elçinin kabul edileceği Arz odası Mehterhane-i Amireden ve Enderun Hazineden getirilen ve Osmanlı ihtişamını sergileyen eşyalarla süsleniliyordu.
İstanbul’a gelen bir elçinin sadaret makamına gelerek itimatnamesini takdim etmesi gerekiyordu. Galata’nın Pera semtinde ikamet eden elçiler padişahın izninden sonra merasimle sefarethaneden alınarak Tophane iskelesine götürülür, oradan da Çavuşbaşı’nın kendisine mahsus yedi çifte kayığıyla Kireç veya Vezir iskelesine getirilirdi[7]. Burada elçiyi Çavuşbaşı selimi ve mevsim gereği sof ferace divan donanımlı atla Çavuşlar emini Çavuşlar Katibi karşılardı. İskelede karşılanan elçi merasim birliği tarafından Kireçcibaşı odasına götürülerek kahve, tatlı, gül suyu, ve buhur ikram edilerek kendisi sahih sarayına götürecek alay hazırlanıncaya kadar oturulurdu. Elçi, Elçi-hanı ya da saraya yakın bir konakta ise Çavuşbaşı Ağa ve Divan Çavuşları ile padişah tarafından gönderilen atlarıyla elçinin bulunduğu konağa giderlerdi. Elçi yanlarında bulunan hizmetler için tayin edilen Çorbacıbaşı Ağa sorgucuyla ve uzun yenli Kürküyle, Divan Çavuşları mücevvezeleriyle, Çavuşbaşı Ağa selimi ve erkan kürküyle ve Divan-ı Hümayun donanımıyla gelip elçiyi konağından alırlardı. Alay hazır olduktan sonra hareket edilirdi. Alayda en geride bulunan sefir, Büyükelçi ise Çavuşbaşı elçinin önünde bulunup elçinin başkatibi ile beraber gider ve elçi arkalarından gelirdi. Sefir orta elçi olursa Çavuşbaşı o zaman elçinin yanında sağ tarafında bulunurdu. Sahil sarayına gelen elçi sadrazama mahsus binek taşında, Çavuşbaşı da kendi binek taşında attan inerdi. Çavuşbaşı Kanun üzere attan iner inmez hemen devlet Ricaline iltihak ederdi. Elçiyi ilk merdiven başında Divanı Hümayun tercümanı karşılar, Mihmandar ile Çavuşlar Katibi ve Emini önüne düşerek Arz odasına götürürlerdi. Başka bir kapıdan sadrazam, sağ tarafından Sadaret Kethüdası sol tarafından Kapıcılar Kethüdası ve önünde sadaret ricali olarak Arz Odasına girerdi. İçeri girerken iki tarafa da selam veren Sadrazamın selamını Duacı Çavuş yüksek sesle alır ve yerine otururken de Divan Çavuşları alkış yaparlardı. Sadrazam sedirinin köşesine oturduktan sonra, sağında Reisülküttap, Çavuşbaşı, Tezkireciler ve mektupçusu, solunda ise Sadaret Kethüdası ile Yeniçeri Orta zabıtalarından dördü otururdu. Elçi gelip Vezir-i azamın eteğini öptükten sonra bir iskemleye oturtturulurdu. Sonra elçinin başkatibi vasıtasıyla itimatnamesini teslim edip, Divan Tercümanı vasıtasıyla hatırı sorulurdu. Biraz Sohbetten sonra Kahveler verilip müteakiben şerbet ve buhur merasimi icra olunurdu. Elçiye hil’atler giydirildikten sonra merasim sonunda elçinin dönüşü aynı alayla olurdu. Elçinin dönüş yolunda Çavuşbaşı Ağası bulunmazdı. Daimi olmayıp nameyle gelip giden küçük elçiler bazen huzura kabul olunmayarak, padişahın cevap namesi Divan-ı Hümayun’da Vezir-i azam tarafından kendisine verilirdi.
ELÇİNİN PADİŞAH TARAFINDAN KABULÜ
Elçi geleceği zaman Divan-ı Hümayun tertibinde divanhanenin içerisi temizlenir, vezirler, kadı askerler, defterdarlar, nişancı ve sair hacegan-ı divan toplanıp herkes protokoldeki yerini alırdı. Çavuşbaşı Ağa kanun üzere lazım gelen önemli elçileri davet etmek için kendi gider, diğer elçilere ise Çavuşbaşı Emini, bir miktar divan çavuşuyla Sadrazamın vekili olarak memur olunurdu. Elçiye ve yanındakilere İstabl-ı Amire tarafından Çavuşbaşı Ağa ile beraber yeterli miktarda süslenmiş atlar gönderilirdi. Elçinin Saraya kabul edileceği gün “ulufe divanı”na tesadüf ettirilirdi[8]. Ulufe divanında Osmanlının ihtişamı ve teşrifatı gösterilirdi. Ulufe gününden başka bir günde kabul edilen elçi kabulüne “resmi adi” denilirdi. Divanı Hümayuna davet edilen elçiyi Çavuşbaşı Ağa alaya konağından alıp saraya getirirdi. Saraya gelindiğinde elçi, Orta Kapıda attan iner ve kendisini Divan-ı Hümayun Tercümanı karşılayarak Kapıcıbaşılara mahsus nöbet odasına götürülerek biraz dinlendirilirdi. Çavuşbaşı bir müddet sonra gümüş asasıyla ve Çavuşlar Katibi ve Emini de özel kıyafetleriyle elçinin önüne düşerek Orta Kapıdan içeriye girerlerdi. Avludaki sessizlik yani tüm görevli ve askerlerin hareketsiz ve sessiz duruşları onların disiplinli, saygılı ve itaatkar olduklarını gösterme bakımından yabancı elçilerin her zaman dikkatini çekiyordu. Elçi kubbe altına yaklaştığında Kapıcılar Kethüdası, elçi ile beraber gelmekte olan Çavuşbaşıyı Kubbealtı’nın divanhane kapısı dışında gümüş asası ile karşılayarak selamlar ve birlikte elçinin önünde Divanhane-i Hümayuna girerlerdi. Gelen elçilerin divanhane kapısından girişte elçinin Müslüman ya da Hristiyan oluşuna göre de değişirdi. Elçi, Hristiyan olursa divanhaneye yaklaşınca Sadrazam Divit Odasından çıkar divandaki makamına gelirken ona hürmeten vezir ve sair divan Erkanının ayağa kalktıkları sırada elçide divanhaneden içeri girerdi. Vezirler, Kadıaskerleri Nişancı ve Defterdar ayakta iken o sırada elçi gelerek Sadrazamın eteğini öperek kendisine belirlenen yere oturarak yeniçerilere ulufe dağıtımını izlerdi. Ulufe dağıtımından sonra yemek verilirdi. Çavuşbaşı ve Kapıcılar Kethüdasıda sofraların kuruluşuna nezaret ederdi. Gerek Müslüman gerekse de Hristiyan elçi olsun iskemlede oturarak yemek yerdi. Elçinin diğer maiyeti Vüzera, Nişancı ve Defterdarla birlikte yemeğe otururlardı. Divanda yemek yenirken padişah sadrazamın başının üstündeki bir yerden divanı gören küçük bir pencerenin önüne gelirdi. Elçi yemeğin ardından ellerini yıkar sonra ise Çavuşbaşı tarafından divanhaneden çıkarılarak hazine önüne götürülerek orada kendisine ve mahiyetindekilere hil’atler giydirilirdi. Bir müddet sonra elçi Yeniçeri Ağası, Kazasker, Vezir-i azam ve vezirlerin huzura girişlerinden sonra iki kapıcıbaşı kolları arasında Arz Odası’na girer ve kendisine yer öptürülürdü. Padişah elçiyi ve yanında gelenleri ayakta karşılardı. Elçi Kubbe vezirleri ile sarayın en büyük erkanının da hazır bulunduğu törende padişaha olan saygısını büyük bir tevazu içerisinde yaptıktan sonra ziyaret sebebini ve hükümdarının selam ve hürmetlerini bildiren kısa bir konuşma yapardı. Elçinin söylediklerini divanın tercümanı tercüme ederdi. Elçiler devletleri ve hükümdarları adına getirdikleri hediyelerin padişaha sunulması ikişer-ikişer sıra teşkil eden on iki nefer Dergah-ı ali kapıcıbaşısı elinde Arz Odası’nda oturduğu pencerenin önünde geçirilip iç hazine hizmetçilerine teslim edilirdi[9]. Elçi yanında getirdiği mektubu padişaha teslim ederek tercüman vasıtasıyla konuşurdu. Kabulün sonunda padişah “izin” dediğinde iki kapıcıbaşı tarafından elçi yer öptürülerek çıkartılır ve aynı alayla köşküne uğurlanırdı. İslam ülkelerinden gelen elçilere daha çok saygı gösterilirdi. Müslüman elçiler saraya kabul edilecekleri günün sabahı Ayasofya Camii’ne gelirler burada kılınan sabah namazından sonra Bab-ı Hümayunun dışında bekletilirlerdi[10]. Kabul teşrifatı aynı kalarak yemek yerken iskemlede değil sedir veya yastık üzerine otururlardı. Hatta Müslüman elçiler yeri değil padişahın eteğini öperler.
Elçinin mektubuna cevap hazırlanıncaya kadar elçiye izin verilirdi. Bazen cevabın hazırlanması aylar sürerdi. Cevap hazırlandıktan sonra elçi yeniden aynı şekilde alayla gelerek teşrifat kurallarına uygun padişahın huzuruna çıkartılırdı. Padişahın cevap mektubu ve sunacağı hediyelerde ulufe dağıtımında elçiye taktim edilirdi. Teşrifata uygun elçi kabulünde padişah göğsü elmaslarla müzeyyen ve kapaniçe tabiri olan elbise, başına da hüma tüylü murassa bir sorguç giyerdi[11].
DEĞERLENDİRME
Değerlendirme kısmına gelecek olursak Osmanlı’da yapılan merasimler arasında elçi kabul merasimi öneme sahiptir ve bu merasimlerde Osmanlı saray teşrifatına çok önem verilir. Osmanlı devleti kendi büyüklüğünü ve gücünü, zenginliğini elçi kabullerinde sistemli bir şekilde saray teşrifat vasıtasıyla elçilere hissettirmiştir. Osmanlı elçi kabul etmekle beraber kendisi de durumuna göre bazı devletlerde elçiler bulundurmuştur. Osmanlı Elçilere önem verdiğini Kuran’da geçen “elçiye zeval olmaz” kelimesi ve Hz. Peygamberin söylediği onlar sadece aracıdır ifadesi Osmanlı Devletinin Elçiler ne kadar değer ve koruduğunu gösteriyor. Ana kaynak olarak Yrd. Doç. Dr. Dündar Alikılıç’ın XVII. Yüzyıl Osmanlı Saray Teşrifatı ve Törenleri isimli doktora tezinden yararlandım. Tezde elçi kabulü konusu çok güzel anlaşılır bir şekilde işlenmiştir. Tezde olan tüm konular dipnotlarla beraber verilmiştir. Elçi kabulü konusunu anlamak en azında bir bilgi edinme bakımından yararlanılacak bir tezdir. Bu tezle beraber DİA maddesi ve birçok kaynaklardan da okuma yaptım neredeyse hepsi elçi kabulü konusunu ana hatlarıyla aynı anlatıyor. Önceden hiç bilmediğim konu hakkında bayağı bilgi sahibi oldum.
Kaynakça
Alikılıç, Yrd. Doç. Dr. Dündar. XVII. Yüzyıl Osmanlı Saray Teşrifatı ve Törenleri. Erzurum, 2002.
Baykal, Ebru. Osmanlıda Törenler. Edirne, 2008.
DİA. Elçi. Cilt 11. İstanbul, 1995.
Düzbakar, Yrd. Doç. Dr. Ömer. «XV-XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Elçilik Geleneği Ve Elçi İaşelerinin Karşılanmasında Bursanın Yeri.» Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 2 (2009).
Elçi. Cilt 11. DİA, 1995.
Ertuğ, Prof. Dr. Zeynep Tarım. Türk Dünyasında Kültür Atlası. Cilt 1. İstanbul: Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, 1999.
Halaçoğlu, Prof.Dr. Yusuf. XIV-XVII. Yüzyılda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı. Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1991.
Karateke, Hakan t. Pdişahım Çok Yaşa! İstanbul: Kitap Yayınevi, 2004.
Ortaylı, İlber. Osmanlı Sarayında Hayat. İzmir: Yitik Hazine Yayınları, 2008.
Savaş, Ali İbrahim. «Osmanlı Elçilerinin Resmi Kabul Protokolleri.»
Yıldırım, İbrahim. «Edirne Sarayı’nda ve Topkapı Sarayı’nda Minyatürlere Yansıyan Elçi kabul Sahnelerindeki Osmanlı Devleti’nin Diplomatik Gücü.» Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 1 , no. 1 (2012).
[1] İbrahim Yıldırım, Edirne Sarayı’nda ve Topkapı Sarayı’nda Minyatürlere Yansıyan Elçi Kabul Sahnelerindeki Osmanlı Devleti’nin Diplomatik Gücü, Sayfa 76
[2] Ebru Baykal, “Osmanlılarda Törenler”, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Edirne, Ekim, 2008.
[3] Daha sonra burası Tatar Hanı adıyla anılmıştır.
[4] Dündar Alikılıç, İmparatorluk Seremonisi, say 73.
[5] Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, say 34.
[6] DİA, ELÇİ, cilt11, say 8.
[7] Dündar Alikılıç, İmparatorluk Seremonisi, say 76.
[8] Türk Dünyasında Kültür Atlası, Zeynep Tarım Ertuğ, Osmanlı Saray Teşrifatı, say 375.
[9] Dündar Alikılıç, İmparatorluk Seremonisi, say 79, Şekil 4;
[10] Türk Dünyasında Kültür Atlası, Zeynep Tarım Ertuğ, Osmanlı Saray Teşrifatı, say 375.
[11] İbrahim Yıldırım, Edirne Sarayı’nda ve Topkapı Sarayı’nda Minyatürlere Yansıyan Elçi Kabul Sahnelerindeki Osmanlı Devleti’nin Diplomatik Gücü, Sayfa 70.
Şekil 1: Kanuni Sultan Süleyman’ın İran Elçisini Kabulü (Matrakçı Nasuh, Süleymanname), WWW.osmanlisanati.com/p10.html.
Şekil 2: Kanuni Sultan Süleyman’ın Erdel Prensi’ni Kabulü, Nüzhet ( ü’lesrat), (ü’l-ahbar der-sefer-i Sigetvar), Nakkaş Osman, 1569, (TSMK, H.1339,16b), İbrahim Yıldırım, Edirne Sarayı’nda ve Topkapı Sarayı’nda Minyatürlere Yansıyan Elçi Kabul Sahnelerindeki Osmanlı Devleti’nin Diplomatik Gücü, Sayfa 84.
Şekil 3: Kanuni Sultan Süleyman’ın Kırım Hanı’nı kabulü (Hümayünname), WWW.osmanlisanati.com/p10.html.
Şekil 4: Safevi Elçisi Şahkulu Han’ın Edirne Sarayı’nda Sultan II. Selim’in Huzuruna Kabulü, Şehname-i Selim Han, Nakkaş Osman, 1581. (TSM. A. 3595, 53b), İbrahim Yıldırım, Edirne Sarayı’nda ve Topkapı Sarayı’nda Minyatürlere Yansıyan Elçi Kabul Sahnelerindeki Osmanlı Devleti’nin Diplomatik Gücü, Sayfa 85.
Şekil 5: Sultan III. Murad, Arz Odası’nda Yabancı Elçi Heyetini Kabul Ediyor. (And, 2011, s.124), İbrahim Yıldırım, Edirne Sarayı’nda ve Topkapı Sarayı’nda Minyatürlere Yansıyan Elçi Kabul Sahnelerindeki Osmanlı Devleti’nin Diplomatik Gücü, Sayfa 86
İslam Şükrüoğlu