ÖZBEKİSTAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ VE CUMHURBAŞKANI SEÇİMLERİ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BATI ASYA ASYA

Özbekistan anayasasının değişikliğine dair gelişmeler geçen senenin mart ayından beridir devam eden ve Mirziyoyev’in tekrar başkan seçilmesiyle en büyük amacına ulaşan bir süreç olmuştur. O dönemde yazılan yazılarda Orta Asya’da anayasa değişikliğinin liderlerin kendi konumlarını güçlendirmek için demokratik

görünen otoriter tavırlar olduğunu da ifade etmiştik.

Geçen sene Mart ayında başlayan ve içindeki maddelerden bazılarıyla Karakalpakistan’ın statüsüne ilişkin sorunları beraberinde getiren (bunlar Cumhurbaşkanı’nın talebi sonrası kaldırıldı.) anayasa değişikliği toplamda 27 yeni madde ve 159 yeni norm ile beraber eski anayasayı %65 oranında değiştirmeyi hedeflemiştir.

İnsan çıkarlarını her şeyin üstünde tutarak “devlet - toplum - insan” ilkesini “kişi – toplum – devlet” olarak değiştirmeyi planlayan Mirziyoyev tarafından “Yeni Özbekistan” inşası için yapılan anayasa değişikliği önerisi gerçekten ülke için demokratik biz sistem öneriyor gibi gözükmektedir. Tüm bu %65’in içindeki birkaç madde ise cumhurbaşkanı hakkındadır. Bunlar cumhurbaşkanlığı görev süresi beş yıldan yedi yıla çıkarmak ve hâlihazırda devlet başkanlığı görevinde ikinci dönem olan Mirziyoyev’in görev süresini sıfırlayarak kendisine aday gösterilme hakkı vermek, başbakanı meclis reddi sonucunda senato feshi ve başbakan ataması gerçekleştirmek, senato başkanı atamak gibi birçok idari göreve de doğrudan atama yoluyla görevlendirmeler gerçekleştirilecektir. İstifası sonrasında ise Âli Meclisi Senato üyeliğini ömür boyu sürdürebilecektir.

Anayasa değişikliğine dair en önemli üç eleştiri de hem muhalif kanatlar hem de politika yorumcuları tarafından şu şekilde yöneltilmiştir. Devlet başkanı ve çevresindeki elitler değişmeden kendi güçlerini artıracaktır.

Bu kadar değişikliğin içerisinde bu kadar önemli bir kararın sıkıştırılması referandum sürecinde adil bir seçim hakkı sunulmadığının göstergesidir.

Önceki anayasada da insan haklarına dayandırılan birçok demokratik temelin olması ancak hükümet yetkililerinin onlara uymakla da sorunlar yaşamasıdır.

Tüm bu eleştiriler sonrasında Özbekistan’da anayasanın değiştirilmesine ilişkin referandum 30 Nisan’da yapılmıştır. Yüzde 84,54 gibi yüksek bir katılım olan referandumda nüfusun yüzde 90,21’i anayasanın değişmesi yönünde oy kullanmıştır.

Referandum sonucunda anayasa değişikliği onaylanmakla beraber Mirziyoyev’in görev süresi seçimlerde tekrar seçilmesi şartıyla 2042’ye kadar uzayabilecektir. Tüm bu değişiklikler ve eleştirilerin sonunda yapılan yorumlardan en önemlisi ise Ancak Özbekistan›ın hala Sovyet sonrası bir ülke ve Mirziyoyev’in de bu eski sistemin torunlarından biri olduğunu anlamamız gerektiği gerçeğidir. Özbekistan’da bu şekilde demokratik reform beklemek saflık olmakla beraber yetkililerin taviz vermeleri ve değişiklikleri tartışırken halklarının oylarını dikkate almalarının ise süreç içindeki en büyük demokratik başarı olduğu ifade edilmiştir. Karakalpakistan’da meydana gelen süreç bunların önemli göstergelerindendir.

Referandumun hemen ardından Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev 9 Temmuz’da yapılması planlanan yeni cumhurbaşkanı için erken seçim çağrısında bulunan bir kararname imzalayarak seçim sürecini de başlatmıştır. Bu kadar hakka sahip olan Mirziyoyev’in neden seçimlere 3,5 yıl varken erken seçim kararı aldığı da tartışılmıştır. Öne sürülen birçok sebep vardır. Ancak hem halk üzerindeki siyasi algıyı yönetmek hem de kendi propagandasını yapabilmek için devlet gücünün tek kaynağı olan halka ülke liderliğini emanet etmek, dünyanın şu anki durumundan doğru ve etkili kalkınma yolunu belirlemek ve değişen anayasa ile idari çalışma alanlarının düzeninin kurulması erken seçim sebepleri olarak ifade edilmiştir. Ancak bunun yanında muhalefetin seçime hazırlanmasını engellemek ve Kazakistan’daki seçimler ardından görev süresini uzatan Tokayev’in başarısının ardında kalmak da sebepler arasında sayılmaktadır.

Kararname ardından adaylar da belirlenmiştir. Özbekistan Liberal Demokrat Partisi, Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev’i yeniden aday gösterirken, Halk Demokrat Partisi, lideri Uluğbek İnayatov'u, Özbekistan Ekoloji Partisi, lideri Abduşukur Hamzayev’i, Adalet Sosyal Demokrat Partisi Roba Mahmudova’yı aday olarak belirlemiştir. 2021’deki bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin organizasyonu için ayrılandan %41 daha az olacak şekilde toplam maliyeti hesaplanan seçimler ise 9 Temmuz’da tamamlanmıştır.

Halkın %79,88’inin (toplam 15 milyon 651 bin 405 seçmen) katılım sağladığı seçim sonucunda Liberal Demokrat Partiden aday gösterilen Şevket Mirziyoyev, seçmenlerin yüzde 87,05 oyunu alarak yeniden cumhurbaşkanı seçilmiştir. Seçimlerde Halk Demokrat Partisi adayı Uluğbek İnoyatov yüzde 4,02, Özbekistan Ekoloji Partisi adayı Abduşukur Hamzayev yüzde 3,74 ve Adalet Sosyal Demokrat Partisi adayı Roba Mahmudova ise yüzde 4,43 oy almıştır.

WAGNER DARBE GİRİŞİMİ

Rusya’nın paralı milis grubu Wagner, 23 Haziran 2023 tarihinde sıcak çatışma bölgelerinden başkent Moskova’nın hedefte olduğu bir ayaklanma başlatmıştır. İlk olarak 2014 yılında Donbass’taki çatışmalarda ayrılıkçı grupları destekleyerek ortaya çıkan Wagner, sonraki yıllarda Rusya’nın tüm dünyadaki askeri varlığının en önde gelen temsilcisi olmuştur. Her ne kadar Putin, Wagner’in resmi olarak Rus hükümeti ile bir bağlantısı olmayan özel bir askeri şirket olduğunu dile getirse de Wagner; Ukrayna, Suriye, Libya başta olmak üzere Rusya’nın aktif rol oynadığı her çatışma bölgesinde Rus hükümetinin tutumuyla örtüşen bir pozisyon almasıyla dikkat çekmiştir.

Şubat 2022’de başlayan Ukrayna’nın işgali sürecinde de Wagner, Rusya için çok kritik bir konumda olmuştur. Ancak savaşın beklenenden uzun sürmesi, halktan Rus elitlerine ve tabii ki Wagner’e kadar birçok farklı kesimde huzursuzluğa yol açmıştır. Cephede kirli işleri yapan ve yasal olarak pek de bir güvencesi olmayan bir oluşum olarak Wagner’in yaşadığı sorunlar ise diğer herkesinkinden daha fazla gündeme gelmiştir.

Ukrayna’nın işgali sürecinde önemli sayıda ağır ceza mahkumunu bünyesine katan Wagner’in Ocak 2023’ten itibaren bu uygulamayı durdurması, Wagner ile Rusya arasında bir şeylerin yolunda gitmediğine yönelik önemli sinyallerden biri olmuştur. Wagner’in kurucusu ve lideri Prigojin’in sık sık mühimmat yetersizliğini açıkça dile getirmesi, Savunma Bakanı Şoygu ve Genelkurmay Başkanı Gerasimov ile ilgili sert ifadeler kullanması ise taraflar arasında iplerin daha da gerilmesine sebep olmuştur. Putin ile tanışıklığı Putin’in belediye başkanlığa dönemine dayanan, Vladimir Vladimiroviç cumhurbaşkanı olduktan sonra Kremlin’in “cathering” hizmetlerini üstlenen ve “Putin’in Şefi” olarak bilinen Prigojin’in Rusya cumhurbaşkanı ile iletişiminin koparıldığı iddiaları, taraflar arasındaki anlaşmazlığı ileri bir boyuta taşımıştır. Bardağı taşıran son damla ise; Şoygu’nun, Wagner ile sözleşme imzalamak istemesi olmuştur.

Yıllardır tüm dünyada Rusya’nın birçok kirli işinin yürütücülüğünü yüksek bir bağlılıkla üstlenen ve bağımsız hareket eden Wagner, bağımsızlığını sürdürmeyi ve kendisine güvenilmesini istemiştir. Ancak Şoygu’nun bu kararından sonra Prigojin, hem Şoygu’yu hem de Gerasimov’u hedef tahtasına koymuştur. Bu iki Rus üst düzey yetkilinin verdiği emirlerle Wagner’e saldırılar düzenlendiği ve Wagner’in mühimmattan yoksun bırakıldığını en sert biçimde dile getirmiş sonrasında ise ayaklanma başlatmıştır. Ancak her ne kadar 6 Rus helikopteri ve 1 Rus uçağı olmak üzere toplamda Rus Hava Kuvvetleri’nden 7 unsur düşürülmüş olsa da hedefe Putin değil çevresindeki yetkililer koyulmuştur.

Bu söylemlere rağmen Putin bu ayaklanmayı bir “ihanet” olarak nitelendirmiş ve gereğinin yapılacağını belirtmiştir. Rostov’a kadar hızla ilerleyen Wagner, 1 gün sonra Prigojin’in; kan dökmek istemediklerini ve Rusya için mücadele ettiklerini açıklamasının ardından ayaklanmasını durdurmuştur. Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko aracılığıyla varılan anlaşma üzerine Wagner komutanları Belarus’a gönderilmiş ve Wagner’in başına kuruculardan biri olan Andrey Troshev getirilmiştir.

Bu gelişmelerin Putin’in iktidarında yaşanan en ciddi “muhalif” hareket olduğu söylenebilir. Öte yandan Ukrayna savaşıyla yeterince itibarı zedelenen Rusya için ayrıca imaj zedeleyen bir olay olarak hafızalarda yerini aldığı da açıktır. Tüm dünyada Rusya’nın askeri, politik ve ekonomik çıkarlarının koruyuculuğunu yapan

Wagner’in bundan sonraki süreçte nasıl bir konumda olacağı da merak konusudur.

KAZAKİSTAN’DA BAŞÖRTÜSÜ SORUNU

Orta Asya devletleri her ne kadar Müslüman halkın çoğunlukta yaşadığı bir bölgede yer alsa da Sovyetler Birliği’nden kopuşun yaşanmasından sonra çeşitli sebeplerle bu varlığıyla çelişkili bir barışıklık süreci yaşamaktadır. Başta radikalizm ve terörizmin etkisi olmak üzere seküler devlet yapılanması ve İslam’daki mezhepsel çeşitlilik bu devletlerin yaklaşımlarında tereddüt içinde olmalarına sebebiyet vermektedir. Diğer sebeplerin de etkili olmasının yanında son zamanlarda seküler devlet anlayışının da din özgürlüğü ile çeliştiği ve bu özgürlüğün kısıtlandığı alanlar da görülmektedir. Kazakistan’da son günlerde bu çerçevede ele alınabilecek bir tartışma sürmektedir. Kazakistan Eğitim ve Bilim Bakanı Yardımcısı Elmira Suhanberdiyeva tarafından ifade edilen bilgilere göre okullarda başörtüsü takılması talebiyle 5 binden fazla başvuru iletilmiştir. Ancak bu başvurular eğitim bakanlığı tarafından Kazakistan eğitim sisteminin laik olduğu ve herhangi inin

propagandasına izin verilemeyeceği söylenerek reddedilmiştir. Ailelerle anlaşma yolu olarak da “Öğrenci okuldayken başörtüsünü çıkartıp, giderken geri takarak dışarı çıkabilir. Kimseye manen zarar vermiyoruz.” Açıklaması yapılmıştır.

Eğitim bakanlığı tarafından yapılan bu açıklama toplumu ikiye bölmüştür. Laik bir devlette bunun kabul edilemeyeceği söylemini savunanlar ile başörtüsü takma yasağını din özgürlüğüne demokratik söylemle vurulan darbe olarak savunanlar karşı karşıya gelmiştir. “Avrasya İnsan Hakları Örgütü” başkan yardımcısı, insan

hakları savunucusu Olzhas Bilyalov, örgütün birçok defa başörtüsü ya da türban taktıkları için çocuklara baskı uygulayan okul yönetimlerinden şikâyet aldıklarını da belirtmiştir. Şikayetler karşılığında idari cezalarla sonuçlanan vakaların da nadir olduğu belirtilmektedir. Bunun yanında zorunlu okul üniforması gerekliliklerini içeren 13. maddenin din özgürlüğünü garanti altına alan ve dini gerekçeler de dahil olmak üzere eğitim alanında ayrımcılık yapmayan uluslararası kurallara uymadığını vurgulamıştır. Kazakistan’da din özgürlüğü ile ilgili durumun gözden geçirilmesine yönelik öneri sunanların en önemli argümanlardan birisi ise Kazakistan’ın Anayasa’ya göre laik bir devlet olarak Akorda’da görkemli bir şekilde iftar verirken, kızların başörtüsü takmasını yasaklaması çelişkili bir durumu ortaya koyduğudur.

Aynı zamanda bu mevzuyu sorun haline getiren tek devletin Kazakistan olması eleştirilerek diğer ülkelerde bu iznin verilmesinin laiklik ilkesine zarar vermediği de ifade edilmektedir. Burada laiklik ilkesinin kavram olarak yanlış şekilde tartışılıyor olması tartışmasına girmeden mevzu üzerine gitmeye devam edilecektir.

Yasak ile alakalı UNICEF eğitim programları sorumlusu Tatiana Aderikhina çocuk hakları sözleşmesi kapsamında çocuğun eğitim hakkı ile çocuğun dilini, kültürünü ve dinini kullanma haklarının olduğu ifade etmiştir.

Durumla alakalı diğer bir açıklama ise Kazakistan Müslümanları Ruhani İdaresi (DUMK) temsilcisi Nurlan Kayrbekov tarafından yapılmıştır. Etnik Kazakların Çin, Özbekistan ve Türkiye’den tarihi anavatanlarına dönmeleri nedeniyle Kazakistan’da İslam dinine inananların sayısının arttığını ifade eden Kayrbekov Kazakistan’da oranın yükselmesinin başörtüsü takma ve benzeri konularda daha yumuşak bir tutum sergilenmesi gerektiğini söylemiştir. Başörtüsün serbest bırakılmasını desteklerken bunun geleneksel sınırları aşmamasının önemli olduğunun altı çizilmektedir.

AFGANİSTAN’DA TARIMSAL KALKINMA ADIMI: KUŞ TEPE KANALI

ABD karşısındaki zaferinin ve kuruluşunun 2. yılını geçtiğimiz günlerde kutlayan Afganistan birçok ülke tarafından hala resmi olarak tanınmamaktadır. Bu durum yatırımları çekmekte zorlanmasına sebep olmakla beraber ticari süreçleri de etkilemektedir. Tanınmamanın verdiği bu tarz sıkıntılar ülkenin kendi sorunlarına çözüm araması için itici güçlerden birisi de olmuştur. Hem iç politikada otoritenin hem de ülkede refahın artması için harekete geçilerek Kuş Tepe Kanal projesinin yapılması kararı alınmıştır.

Belh vilayetinden Cevzcan’a ve Faryab’a dek uzatılması planlanan kanalın 100 metre genişliğinde ve 280 kilometre uzunluğunda olup 650 metreküp su taşıyacağı açıklanmıştır. Kanal suyunun kaynağı Afganistan ve Tacikistan dağları olan Amurderya olacaktır. Proje ile birlikte kurak bir arazi olup tarımsal özellikleri kullanılamayan Andhoy, Şibirgan, Akça ve Belh-Mezar-ı Şerif bölgelerinin verimliliğinin artırılması ve böylece ülkenin tarımsal kaynaklarının kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi hedeflenmektedir.

Proje Afganistan için büyük önem arz etse de Orta Asya ülkeleri tarafından endişe ile karşılanmıştır. Yıllardır su sıkıntısı çeken ve ülkeler arasındaki önemli bir anlaşmazlık meselesi olan suyun kullanımı mevzusuna yeni bir aktör olarak Afganistan’da katılmıştır. Nehrin kaynağı olmasına rağmen yıllardır süren savaştan dolayı aktif olarak kullanılamayan bu su kaynağına yönelik bu girişim anlaşmalar kapsamında değerlendirildiği müddetçe Afganistan’ın hakkıdır. Burada “anlaşmalar kapsamındaki sınır” ifadesiyle Sovyet sonrası ülkelerde su kullanımına dair imzalanan Almatı Anlaşması’na atıf yapılmaktadır. Ancak Afganistan bu anlaşmaya

dâhil olmadığı ve savaş sürecinde yılda 2 m3’ten fazla su tüketmediği için göz ardı edilmiştir. Kanalın inşası sonrasında özellikle Özbekistan ve Türkmenistan’ın tarım arazileri sıkıntıya girmekte ve diğer ülkelerin de su kullanım oranlarını önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Hatta bu durumu olabildiğince aza indirmek

için Özbekistan inşa için iş birliği kanallarını açık tutacağını ifade etmiştir. Projenin ulusal bütçe kullanılarak yapılması Afganistan’ın kendisini dünyaya kanıtlamasının önemli bir adımı olmasının yanında Orta Asya devletleri için hayati olan suyun kullanımı Afganistan’ın bu ülkelerle olan ilişkilerini ve iş birliklerini de olumsuz olarak etkileyecektir.

OSMAN MICAN I SEDAT BERK ÇIFCILER

Yorum Yaz