İlim ve Medeniyet

PAKİSTAN GEZİSİ

Pakistan (Pakistan İslam Cumhuriyeti),   yaklaşık 202 milyon nüfusla  Güney Asya’da yer alan bir ülkedir. Batısında Afganistan ve İran, kuzeyinde Çin, doğusunda ise Hindistan’ın yer aldığı ülke, nüfus bakımından dünyanın en kalabalık altıncı ülkesidir.  Stratejik bir konuma sahip olan Pakistan bölgesi geçmişten günümüze birçok mücadeleye sahne olmuştur. Bilindiği üzere 1947 yılında İngilizler’e karşı verdiği mücadele sonucu bağımsızlığını kazanmıştır. Şuanda Pakistan İslam Cumhuriyeti olarak bilinen ülke; Pencap, Sind, Hayber-Pahtunhva ve Belucistan olmak üzere 4 eyaletten ve birde özel statüye sahip  kabileler bölgesinden oluşmaktadır. Federal başkenti ise İslamabad’dır.

Pakistan yapısı itibariyle gelişmemiş bir ülke olduğundan istihdam anlayışı da Türkiye’dekinden çok daha farklı. Herkes iş bulabilir belki ama çok düşük ücretlerde. Öyle ki, bizim kaldığımız evle ilgilenen üç kişi vardı. İlk başlarda rahat edemeyiz düşüncesiyle keşke çalışanlar olmasaydı dediysek de onlarla tanışıp samimi olduktan sonra bu fikrimiz değişti. Türkiye’den geldiğimizi söyleyince hemen “Pakistan ve Türkiye dosttur, kardeştir” sözleri dökülür ağızlarından. Tabi bu bizim çok hoşumuza giden bir şeydi. Bilmediğimiz bir memlekette, tanımadığımız kişiler arasında özlem çekmedik diyebiliriz.

Dil eğitimini aldığım University of Menagement and Technology (UMT) Lahor’da olduğu için Türkiye’den doğrudan Lahor’a gittim. Lahor  Pakistan’ın en kalabalık ikinci şehridir. Aynı zamanda Pencap eyaletinin başkentidir. Lahor Pakistan kültürü ve yerel yaşamı tanımak için en uygun şehirlerden biridir. Geçmişten kalan eski Lahor bölgesi genelde canlılığıyla bilinir. Baharat kokulu kalabalık sokaklara ev sahipliği yapan Lahor tarihi eserler bakından da en zengin şehirlerden biridir. Zaten az sayıdaki turistin bir nevi uğrak noktasıdır.

Pakistan’ın başkenti ve bizimde ziyaret ettiğimiz şehirlerden biri olan İslamabad, Lahor’a göre çok daha modern bir şehir konumundadır. Ülkenin başkenti olan İslamabad adeta ormanlık bir alan kurulmuş mütevazı küçük bir şehirdir. Pakistan’a gitmeden önce buraları toz toprak diye hayal ederdim ancak gittikten sonra ne kadar yanıldığımı anladım. Her ne kadar gitmeden evvel Pakistan hakkında okumalar yaptımsa da, böyle dümdüz ve yemyeşil bir yere gideceğimi tahmin edememiştim. Gerek hava gerek gürültü kirliliği açısından İslamabad Pakistan’ın en temiz şehirlerinden biridir.

Gittiğim bir diğer şehir olan Karaçi Pakistan’ın ilk başkentidir. Yaklaşık olarak 17. Yüzyılda kurulduğu söylenilen şehir aynı zamanda Hint okyanusuna olan kıyılarıyla da bilinir. Karaçi’nin bir diğer özelliği ise yaklaşık 27.5 milyonluk nüfusuyla Pakistan’ın en kalabalık şehri,  dünyanın ise  en kalabalık dördüncü şehri  olmasıdır. Aynı zamanda  Endonezya’nın başkenti Jakarta dan sonra dünyada  en çok Müslümanın yaşadığı ikinci şehirdir. Geçmişte İngilizler tarafından dizayn edilen şehir, eski yapılarıyla bilinen bir ticaret ve endüstri şehridir.

Şehirler hakkında verdiğim kısa bilgilerden sonra şimdi sıra şehirlerin derinliklerine inmekte. Bu bölümde Pakistan’da kaldığım süre boyunca çeşitli şehirlerde gezip gördüğüm yerler ve bu yerlerle ilgili edindiğim bilgileri aktarmaya çalışacağım.

 

Lahor Gezisi

Pakistan ve Pakistan kültürünün en doğal haliyle öğrenileceği en uygun şehirlerin başında gelir Lahor. Yaklaşık 11,3 milyonluk nüfusuyla Pakistan’ın en kalabalık şehirlerinden biridir. Aynı zamanda Pencap eyaletinin başkentidir. Köklü bir geçmişe sahip olan Lahor, canlılığıyla bilinen baharat kokulu sokakların, tarihi eserlerin ve eski yerel kültürün devam ettirildiği bölgelerden en önemlisidir.

Lahor’da Günlük Yaşam

Kalabalık bir ülke olması hasebiyle kalabalık şehirlere sahiptir Pakistan. Lahor’da o kalabalık şehirlerden biridir. Lahor’un caddeleri oldukça kalabalık ve işlektir. Sessiz değil, canlı bir şehirdir Lahor. Caddelerinde rikşa ve korna seslerinden dolayı yanındakiyle konuşmak bile zor. Zaten Lahor’a canlılık katan da rikşalardır bana göre. (Ulaşım başlığı altında rikşalara değindiğim için burada ayrıca bahsetmeye gerek duymuyorum.)

Pakistan’da halk fakir ama mutlu. En azından görünüşlerinden mutlu olduklarını düşündüm. Tabi bu benim düşüncem. Her ne kadar mutlu da olsalar halkın büyük bir bölümü yokluk içerisinde yaşam mücadelesi veriyor. İstihdam oldukça fazla ama ücretler bir evi kıt kanaat geçindiremeyecek kadar düşük. Caddelerde veya AVM’lerde rastladığımız küçücük büfe veya restoranlarda müşteri sayısından çok çalışan var.

Ücret düşüklüğü kamuda çalışanlar içinde geçerli tabi. Ders aldığım öğretmenim, lisansı Türkiye’de okuduğu için Türkiye’ye gelip çalışmak istediğini söylediği zaman anlattı bunu. Gelip Türkiye’de çalışmak ve Türkiye’den emekli olmak istediğini söyleyince nedenini sorduğumda; Pakistan’da emekli maaşlarının bir evin elektrik faturasını bile karşılayamadığından bahsetti. Lise eğitimi veren bir öğretmenin emekli maaşı 4000 ile 7000 rupi arasında değişiyor yani 130 ile 250 (yaklaşık) TL arasında.

Halkın Türkiye sevgisine çeşitli bölümlerde değindim ama burada da söylemeden geçmek istemiyorum. Türkiye pasaportunun para ettiği bir yerdir Pakistan. Türkiye’den geldiğimizi öğrenenlerden bazıları bizden taksi parası almak istemiyordu. Yemek yediğimiz bazı yerlerde tatlı ısmarlayanlar bile oluyor. Nedeni mi; Türkiye Osmanlı’nın kadim çocuğu, Türkiye hilafet torunu. Türkiye’den geldik deyince hemen “ Pakistan aor Turkey dost hai” yani Pakistan ve Türkiye dosttur anlamında sevgi dolu cümlelerle karşılaşıyorduk. Tabi bu olaylar bizim Pakistan’ı sevmemize, Pakistan’a karşı iyi duygular beslememize ve ilerde Pakistan’a dair planlar kurmamıza yardımcı oldu.

Bu arada Pakistan’da başımdan geçen iki olaydan bahsetmek istiyorum. Yukarıda bahsettiğim gibi Pakistan’da çalışan ücretleri oldukça düşük. Pakistan’daki ilk taksiye binişimizde içimizden bir arkadaş telefonunu takside unuttu. Telefonunun fiyatı ise yaklaşık olarak 2500 tl( yaklaşık olarak 75000 Pakistan rupisi) . Bir Pakistanlı taksici için oldukça büyük bir para bu, belki kaç aylık maaşı. Biz ilk önce artık geri getirmez diye düşündük ama taksi uygulamasından taksiciyle de iletişim kurmayı da ihmal etmedik. Telefonu farkettikten hemen sonra dönen ve yaklaşık 20 dakikalık bir süreden sonra geri gelen taksicinin ilk dediği: “bu kadar pahalı bir telefonu nasıl unutursun” oldu. Yani getirmese kimse onun aldığını bilmeyecek belki, ama insanlığın ölmediğini bir kez daha ispatlamak adına getirip sahibine teslim etti. Biz geri dönüp yakıt tükettiği adına ve birazda telefonun gelmesi sevinciyle bir miktar para vermeye çalıştık ama adam almak bile istemiyordu.

Tarihi Yerler

Pakistan’ın konum itibariyle bir geçiş güzergahında bulunması bir çok medeniyete ev sahipliği yapmasına neden olmuştur. Haliyle bu medeniyetler bu topraklarda çok önemli eserler bırakmışlar. Pakistan’da bir çok tarihi değer var. Bunlardan birçoğu Babürlü’ler döneminden kalma. Ayrıca bu eserler arasında UNESCO’nun dünya kültür mirası listesinde olan yerler de var. Çoğu Babürlü’ler dönemine ait saraylar, bahçeler ve camiler, Pakistan’da ziyaret edilmesi, gidip görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Bunlardan sadece birkaçına açıklamalı değindim çünkü hepsinin tek tek tüm güzelliklerine değinirsem eminim bu yazıyı bitiremem. Bu yüzden gidilmesi gereken ve benimde gittiğim  bazı yerleri kısa açıklamalar  şeklinde yazmakla yetiniyorum.

Badshahi Camii (1671-Babürlüler)

Badshahi Camii, 6. Babür imparatoru Ebul muzaffer Muhyiddin Muhammed (Evrengiz) tarafından Pakistan’ın Lahor şehrinde yapılmıştır. Köklü bir geçmişe sahip olan camii aynı zamanda dünyanın en büyük camileri arasındadır. Bizim de ziyaret edip kalabalıklığına şahit olduğumuz Badshahi Camii, Lahor’un en  önemli turistik merkezlerinin başında gelir. İlk yapıldığı yıllarda halk tarafından bir bayramlaşma yeri olarak kullanıldığı söylenen camii’nin avlusu 276 000 metrekaredir ve caminin bir vakit namazında 100-110 bin kişi alabildiği de öğrenmiş olduğumuz önemli bilgiler arasındadır.

Cami hakkındaki kısa bilgiden sonra cami ile ilgili izlenimlerime gelmek gerekirse, avlusuna büyük bir kapıdan girdiğimde karşımda heybetnüma bir eser duruyordu. Karşıdan bakınca kubbelerin büyüklüğünden etkilenmemek elde değil. Caminin koskoca bir avlusu var. Avludan gök kubbelere doğru ilerledikçe bendeki heyecan arttı tabi. Bu kadar heybetli bir kapıya ve koskoca bir avluya sahip olan caminin kim bilir içi nasıl ve ne kadar büyüktür diye düşünmeden edemedim ama kendi kendime düşünürken Sultan Ahmet’ten daha büyüktür falan diye geçirdim içimden. Derken caminin girişine yaklaştıkça içi görünmeye başladı. İçi küçücüktü. Demek ki bir avlu daha var diye düşündüm. Caminin içerisine girdim ama cami yok. Bildiğin yok. Acaba yanlış yerden mi girdim diye düşündüm ama değilmiş. Caminin içi yokmuş. Bu kadar büyük kubbeli ve heybetli bir caminin içi nasıl olmaz diye merak ederken yaptığım araştırmalar sonucunda toplu Cuma ve bayram namazlarının dışarıda kılındığını öğrendim.

Bu arada Pakistan’da cami avlularına ayakkabı ile girmek yasak. Nedeni ise camiye olan saygıdan dolayıymış. Uygulama ne kadar doğru o tartışılır ama güneşli havalarda ısınan mermerler ayaklarımızı yakıyordu neredeyse.  Camiye iki üç defa gittik ve her gidişimizde bir ayak topuklarına bir parmak uçlarına basa basa yürümek zorunda kaldık. Öyle olmasa yanar o ayaklar.

 

Muhammed İkbal’in Mezarı

Muhammed İkbal’in mezarı Badshahi Camii’nin ön giriş kapısına yapılmış. İlk gidişimizde restorasyon dolayısıyla kapalıydı ama son gidişimizde ziyaret edebildik. Özelde Pakistan genelde tüm dünya Müslümanları için mücadele eden ünlü düşünürün ruhuna bir fatiha okumayı da ihmal etmedik.

Minare-i Pakistan

Badshadi’den çıkarken Lahor’un turistik merkezi denen parkın içerisinde Pakistan bağımsızlık fikrinin canlandığı yere dikilen minareye ilişti gözlerimiz. Badshahi camisinin yanında bulunan İkbal parkın içine inşa edilen minar-e Pakistan şehrin sembolü sayılıyor. Minarei Pakistan’ın en büyük özelliği bağımsızlık konuşmalarının yapıldığı yere inşa edilmesidir. Muhammed Ali Cinnah, Pakistan’ın bağımsızlık bildirisini buradan ilan etmiş.

Parkın büyük olması içerisinde birçok şeyi barındırmasına neden olmuş. İkinci gidişimizde parkı faytonla gezmeyi istedik ama faytona biner binmez tur bitti. Meğerse giriş kapısından kale kapısına kadarmış faytonun gidiş mesafesi. Bizde tüm parkı dolaştıracak diye istediği paraya bu kadar büyük bir alan için zaten az diye hiç itiraz etmedik. Ama kale kapısında durunca “bitti” deyince şaşkınlıklar içerisinde gülemeden edemedik.

Lahor Kalesi

(1556 yılında yapımına Ekber Şah döneminde başlanmış, 1605 yılında oğlu Cihangir döneminde tamamlanmış)

Oldukça kısa süren fayton gezimiz (!) sonunda kaleye vardık. Lahor kalesi Babürlüler döneminden kalma oldukça estetik bir eser. Ekber Şah’ın yaptırmaya başladığı ve oğlu Cihangirin döneminde tamamlanan kale Badshahi Camiini temaşa eder vaziyette. İçerisi oldukça büyük olan kale birkaç bölümden oluştuğu için içini araba ile gezdik.  Kale o kadar büyük ve ihtişamlı olmasına rağmen Pakistan’daki diğer eserler gibi kendi kaderine terk edilmiş. Herhangi bir restorasyon yapılmamış, bu yüzden kale günden güne çöküyor ve galiba Pakistan’da çökmesini bekliyor. Babürlüler’den kalma bu eserin gidip görülmesi gerekiyor, görülsün ki ihtişamının gerektirdiği değeri verme şuuru uyansın yöneticilerde.

 

Shalimar Garden

(1641-Babürlüler-Şah Cihan),

Şalimar bahçesi İstanbul gibi bir yerde olsa İstanbul’un en çok turist çeken yeri olurdu büyük ihtimalle. Dümdüz ve kocaman bir alana yapılmış olan bahçe adeta kat kat inşa edilmiş. Babürlüler bu bahçeyi nasıl inşa ettilerse aynen öyle duruyor, Pakistanlılar hiç dokunmamış. Cidden hiç dokunmamışlar. Bahçe yıkıma terkedilmiş. Restorasyon ya da ıslah sıfır. O kadar büyük havuzları ve süslemeleri var ama bir tanesi bile işlek halde değil. Böyle güzel bir bahçenin Babürlüler anısına bile olsa ıslah edilmesi gerekmez miydi diye sormadan edemedim okuldaki hocama. Bakımı biraz yapılsa turizm açısından da canlılık katacaktır Pakistan’a ama eserlere dokunmama hastalığı var galiba , yapıldığı gibi duruyor eserler!

 

Vezirhan Camii (1642-Babürlüler)

Babürlüler döneminde inşa edilen Vezirhan cami çini ve seramiklerle işlenmiş, süslenmiş dünyadaki nadir camilerdendir. Dış görünüşü itibariyle muhteşem ama bu caminin de içi yok denecek kadar küçük. Eski Lahor’da bulunan cami Etrafındaki dar sokaklar ve tarihi evlerle eski çağları anımsatıyor adeta.

Alışveriş yapmak içinde güzel dükkanlar ve hediyelik eşya satan yerler var etrafında. Yani camiyi görmeye gidince iki işi birden yapmak daha mantıklı. Zaten camiye gidince cadde boyu dükkanlardan geçildiği için hediyelik almamak zor oluyor biraz.

Lahor Müzesi

Pakistan’ın hemen her şehrinde müzeler var ama müzelerin içinde fazla şey yok. Sömürge döneminde İngilizler ne var ne yok çalıp götürmüşler. Onlardan kalanları da Hindistanlılar almış. Pakistanlılara kalanlar da genelde eski paralar ve Hint tanrılarının heykelleri. Yine de müzeler arasında en çok ‘tarihi sayılabilecek eserin’ olduğu yer Lahor müzesiydi. Eğer varsa tarihi eserlere ilginiz ve Pakistan’a gidecek olursanız Lahor müzesine uğrayın ve çeşit çeşit Hint tanrılarıyla tanışın.

Lahor müzesi demişken orada gerçekleşen bir anımı anlatmak istiyorum. Bu anım aynı zamanda ilk canlı yayın tecrübem. Lahor müzesine giderken yolda televizyoncularla karşılaştık. Daha doğrusu onlar bizi buldu. Bağımsızlık gününe birkaç gün kala Lahor şehitlerini anma programı için “Lahor şehitlerine selam olsun” şeklinde videolar çekiliyordu. Bize Urduca bilip bilmediğimizi sordular bende biliyoruz deyince benden de söylememi istediler. Ben de Urduca Lahor şehitlerine selam olsun dedikten sonra, Türkiye’den geldiğimiz için bizimle resim çekilmek istediler.

Biraz muhabbetten sonra bizi yerel bir kanalın canlı yayınında misafir etmek istediklerini söylediler. Tabi bizde hemen kabul ettik. Ertesi gün hemen hazırlanarak attıkları konumdan kanala gittik. İçimizden sadece iki kişinin konuşmasını istedikleri için, ben ve bir arkadaşım konuşmaya karar verdik. Genel olarak Pakistan’a neden geldiğimizi, neden Urduca öğrenmek istediğimizi, ve Pakistan’ın sevip sevmediğimiz yönlerini sordular, tabi biz biraz heyecanlı da olsak cevapladık hepsini. Böylece ilk canlı yayın tecrübemizi Pakistan’da Urduca yapmış olduk. (Canlı yayınımızın linki: https://www.youtube.com/watch?v=mz2HUMiC4mY  )

Tekrar gezilecek yerlere dönmek gerekirse, Pakistan’da gezilip görülecek bir de Eyfel Kulesi var.  Buradaki Eyfel Kulesi Lahor Bahriye Town’da. Paris’teki taklit edilerek yapılmış. Adı Eyfel, görüntüsü Eyfel. Hatta Eyfel Kulesi diye fotoğraf çekip sosyal medyada paylaşınca baya mesaj gelmeye başladı. Arkadaşlarımdan gelen bazı mesajlar;  Paris’e ne ara geçtin, sen Pakistan’da değil miydin, doğudan batıya baya hızlı geçiş yapmışsın, şeklindeydi. Hatta bazılarını ikna etmek için çaba bile harcadım, adam kabul etmiyor Pakistan’da Eyfel’lin olduğunu. Zaten bende bunu merak ettiğimden paylaştım o fotoğrafları, bakalım herkes benim gibi şaşıracak mı Pakistan’da ki Eyfel Kulesinin varlığına.

Bahriya Town demişken burada Türkiye’de olduğu gibi büyük şehirler ilçe ilçe ayrılmıyor. Bölgeler genelde kooperatiflerin yaptığı birimler olarak ayrılmış.  Şehir küçük kasabalar (town) şeklinde ayrılmış olup genelde her semt-kasaba-ilçe belli başlı kooperatifler tarafından yapılmıştır. Mesela başkent İslamabad’da bu da yok. İslamabad bölgeler şeklinde ayrılmış ve bu bölgelere sektör ismi verilmiş. Örneğin G-8, F-6 vb gibi.

Anarkali-Urdu Bazar

Lahor’da gezilecek çok yer var aslında ama gezinin yönü  birazda kişinin kendi zevkine bağlı. Örneğin kitap sevenlerin uğrak noktasıdır; Anarkali-Urdu Bazar. Burada istediğiniz miktarda istediğiniz kitabı çok ucuza bulma ihtimaliniz çok yüksek. Bu kitap pazarı birkaç sokaktan oluşuyor ve içinde baya kitap çeşidi var. Kitap seçeneği ve miktarı oldukça fazla. Ama tecrübe eden birisi olarak bir tavsiyede bulunmak gerekirse; pazara hafta sonu gitmemek en doğrusu. Çünkü hafta sonları baya kalabalık oluyor, biz kalabalıktan dolayı istediğimiz kadar vakit geçiremedik orada. Hafta içi gidince hem istediğiniz kadar kitap bakabilirsiniz hem de kitaplar eşliğinde rahat vakit geçirebilirsiniz

Pakistan’a uğrayanların uğrak noktası olan bu yerler gerekli bakımı görememelerine rağmen hala güzelliklerinden bir şeyler kaybetmemişler. Yüzyıllar önce inşa edilmiş olan bu muhteşem eserler aynı nitelikte korunamadığı için ülke turist çekmekte zorlanıyor. Eğer gereken bakım yapılsa, tarihi yerlerin hakkıyla restorasyonları sağlansa bu yerleri görmek için dünyanın her yerinden turistlerin gelmesi mümkündür.

14 Ağustos Bağımsızlık Günü

14 Ağustos (1947) Pakistan’ın bağımsızlığını ilan ettiği gündür. Bu gün her sene tüm Pakistan’da coşkuyla kutlanıyor. Bende bu sene bu coşkuya şahit oldum. 14 Ağustosa daha on gün kala her yer bayraklarla donatılmaya başlandı. Öncesinde ne olduğunu anlayamadım. Sonra arkadaşlarımla konuştuktan sonra acaba 14 Ağustostan önceki haftalarda da bir kutlama falan mı var diye düşündüm. Sonrasında Urduca hocama sorduğumda ise tüm bunların 14 Ağustos bağımsızlık gününe hazırlık olduğunu söyledi. Demek ki bağımsızlık o kadar büyük bir şey ki Pakistanlılar gözünde, on gün öncesinden kutlamaların provası yapılmaya başlanıyor. Bağımsızlık gününün hiç görmediğim bir coşkuyla kutlanması beni bir hayli şaşırttı. Kurs hocama kutlamalarda şahit olduğum coşkuyu anlatınca bana şöyle dedi; “Siz iki bin yıldır bağımsız yaşıyorsunuz, biz ise daha düne kadar İngiliz sömürgesiydik.  Bu sene bizim bağımsızlığımızın 70. senesi, biz bağımsızlığın ne olduğunu dahi bilmezken bağımsız olan bir milletiz dolayısıyla bu coşku az bile” dedi.

14 Ağustos gelmeden her taraf süslenmeye başlanmıştı dedim ama asıl kutlamalar 14 Ağustos gecesi başladı. Ben bu esnada Lahor’daydım. Kutlamaların olduğu alanlardan geçerken sanki yeni bağımsız olmuş gibi bir sevinç vardı milletin gözünde. Gece yarısı kalabalıkları o coşkuyla görünce bu kutlamalar bu hızıyla birkaç gün sürer diye düşündüm. Yıllarca yoksulluğa maruz bırakılan, bağımsızlığın ne olduğunu bilmeden bağımsız olan ve bağımsız olduktan sonra da yoksulluğu devam eden bir milletin coşkusunu yerinde görmek, olanlara şahit olmak inanılmaz bir duygu. Tabi birde Lahor’un olmazsa olmazları rikşalar ve korna sesleri de buna eşlik edince inanılmaz görüntüler ortaya çıkıyor.

Bu arada size Pakistan’da kaldığım süre boyunca bir çok kişiden duyduğum bir olayı anlatayım. Bildiğiniz gibi-ki kendimizde tecrübe ettik- Pakistanlılar Türkleri çok severler. Bize nerelisiniz diye sorduklarında Türkiye cevabını verince; hemen biz kardeşiz, biz Türkiye’yi çok seviyoruz diyorlar. Hatta Türkiye pasaportu bizim bir çok işimizi gördü orada. Örneğin bazı günlerde AVM’lerde aile günü oluyor ve sadece ailesiyle gelenleri içeri alırlarken biz pasaportu gösterince; siz bizim misafirimizsiniz diyorlar ve bize kolaylık sağlıyorlar.

Ama benim birkaç defa şahit olduğum şu soru, beni Türkiye’yi nasıl ve ne kadar tanıtabiliyoruz diye düşündürdü. Soru şu; biz Türkiye’den geldik deyince, siz Müslüman mısınız, Türkiye Müslüman mı diye soruyorlar. Biz tabi ki de elhamdülillah Müslümanız, Osmanlı torunuyuz, siz Osmanlıyı bilirsiniz diye karşılık veriyorduk. Türkiye Müslüman beldesi neden bu soruyu soruyorsunuz ki deyince bazıları Türkiye’ye gelmiş ve bazı sorunlarla karşılaşmış, diğer çoğunluk ise burada Türk dizilerini izliyorlarmış ve Türkiye’nin Müslüman olmadığına dair fikir yürütüyorlar. Gerçi son yıllarda Yunus Emre Enstitüleri ve Tika bu görevi üstlenmiş durumda ama Türkiye’yi olduğu dibi tanıtmak için bizlerinde üzerimize düşeni yapmamız gerekiyor. Mesela kurs gördüğüm okuldan bir akademisyenle sohbet ederken kendisinin üç ay önce bir konferans için Türkiye’ye geldiğini söyledi. Türkiye’yi nasıl buldunuz sorusuna;  Türkiye çok güzel çok beğendim ama taksiciler havaalanında çok dolandırıcılık yapıyorlar. Ben bu cevap karşısında; ama burada da bize karşı aynı şeyler yapılıyor desem de pek verilecek bir cevap olmadı açıkçası.

Birde Erdoğan sevgisi var Pakistan’da. Türkiye’yi bilenlerin çoğu; Erdoğan’ı çok seviyoruz, Erdoğan çok iyi bir lider vb. övgüler dizmeye başlıyorlar. Hatta içlerinden birkaçı Erdoğan’ı bize birkaç aylığına ödünç verin diye espriler bile yaptı.

 

Hediyelik Eşya

Pakistan’a gelip hediyelik eşya almamak da olmaz tabi. Pakistan kültürünü yansıtan hediyeler almak oldukça kolay. Hediye olarak Pakistan yöresini yansıtan elbiseler almak en mantıklısı çünkü Pakistan da giyim rengarenk. Erkekler şalvar kamiz, bayanlar ise rengarenk elbiseler giyiyor. Almak istediğiniz elbiseleri her yerde bulmak mümkün, zaten Pakistan’a uğrayanların aldığı en önemli şey elbise. Tüm cadde ve sokaklarda rengarenk elbiseler dolu dükkanlar gözlerimizi kamaştırıyor. Tabi Pakistan’ın giyim kültürünün yanı sıra tarihi yerlerin fazla olması, ve Pakistan’da oldukça kullanışlı olan rikşaların varlığı tüm eserlerin maket haline bürünmesini sağlamış. İstediğiniz eserin maketini, ister mermerden ister tahtadan olsun uygun fiyatlara almak mümkün.

İSLAMABAD

İslamabad Pakistan’ın başkenti. Pakistan bağımsızlığını ilan edince Karaçi başkent ilan ediliyor. Ancak güvenlik problemleri göz önüne alınarak 1960’lı yıllarda İslamabad başkent yapılmak için sıfırdan inşa edilmeye başlandı.1966 yılında başkent ilan edilen İslamabad, şehir yapısı itibariyle Pakistan’ın diğer şehirlerinden oldukça farklı. Yaklaşık 1,1 milyonluk nüfusuyla Pakistan’ın başkenti konumunda bulunan İslamabad, ormanlık bir alana kurulmuş. Etrafı dağlarla çevrili bir yere kurulmuş olmasını da dönemin güvenlik anlayışına bağlıyoruz.

Lahor’dan İslamabad’a kara yoluyla gittik. Yaklaşık beş saat süren yolculuktan sonra kendimizi yemyeşil bir şehirde bulduk. Şehir yapısı itibariyle oldukça düzenli olan başkent, diğer şehirlerden gürültü ve hava kirliliği bakımından çok daha temiz. İslamabad sokaklarında gezmeye başladığımızda ilk fark ettiğimiz şey burada rikşaların olmamasıydı. Sonradan öğrendik ki başkente rikşa girişi yasak. Motosikletlerin de Lahor’a nazaran çok az olması(bunda nüfusun doğrudan etkisi var) trafikte hava ve gürültü kirliliğinin de az olmasına yarıyor. Şehir zaten ormanlık olduğu için havası oldukça temiz. Bu yüzden rikşaların alınmaması isabet olmuş diye düşünüyorum. Rikşalar Rawelpindi denen bölgeye kadar gelebiliyor ama başkentin girişinde yapılan kontroller dolayısıyla şehre alınmıyor.

Urduca dil kursumuzun Lahor’da olması nedeniyle İslamabad’a hafta sonu gittik. Hedefimiz iki günde ne kadar gezilebiliniyorsa o kadar gezmekti. Hiç zaman kaybetmeden doğrudan gezmek için yola koyulduk.

İlk durağımız Faysal Camii oldu. 1986’da yapımı tamamlanan Faysal Camii, Suudi Arabistan kralı Faysal Bin Abdül Aziz tarafından yaptırılmıştır. Yapısı itibariyle dünyanın en büyük camileri arasındadır.

Faysal Camii Pakistan’ın en çok turist çeken eserlerinden biridir. Halkın sürekli ziyaret ettiği caminin kapıları namaz saatleri dışında kapalı tutuluyor. Tabi Pakistan’da diğer camilerde olduğu gibi buranında avlusuna ayakkabı ile girmek yasak. (Pakistan’daki cami avlularının çok büyük olduğunu belirtmekte de fayda var.) Avlusunun mermerden olması sıcak günlerde yere basmayı çok zorlaştırıyor ama biz yağmurlu bir günde gittiğimiz için bu sefer bu sorunu yaşamadık. Bu arada camiyi gezerken yanımıza bir grup genç gelip nereli olduğumuzu sordular. Türkiye’den geldik cevabını verince bizimle fotoğraf çektirmek istediler.

Faysal Camiinde ikindi namazını kıldıktan sonra İslamabad’ı tepeden gören restoranların olduğu yere yemek yemek için gittik. Gittiğimiz yerin adı Monal. Başkentte oldukça tercih edilen bir yer olması, konumundan dolayıdır. Akşamüstü başkentin manzarası eşliğinde yemek yemeyi de ihmal etmedik tabi.

Başkentin en tercih edilen yerlerinden biri de National Park denilen yerin içerisinde 3-4 müze, gezi –piknik yerleri ve Pakistan anıtını (aynı zamanda İslamabad’ın simgesi) içinde barındıran bölgedir.

Bölge dememin sebebi ise başkent ilçe ya da semt yerine bölgelere ayrılmış. Sektör denilen bu bölgelerden birinde olan National Parkta gidilip görülmesi gereken birçok yer var. İlk olarak Pakistan Anıtı’ndan başladık gezmeye.

Pakistan Anıtı üzerindeki resim ve işlemeler Pakistan’ın geçmişini anımsatıyor. Resimde görüldüğü gibi dört büyük, üç küçük yaprak şeklinde yapılmış. Dört büyük yaprak Pakistan’ın dört büyük eyaletini temsil ederken, küçük yapraklar ise özel bölgeleri yani Keşmir, aşiretler bölgesi ve Gilgit’i temsil ediyor. 2007’de yapımı tamamlanan bu anıt Pakistan şehitlerine ithaf edilmiş.

Büyük yapraklarda Pakistan’ın Kaid-i Azamı Muhammed Ali Cinnah’ın yanında Pakistan’ın bağımsızlığını ilk dile getiren İkbal’in resmi de dikkat çekiyor.

National parkın içinde bulunan müzelerde pek bir şey olmadığından dolayı detaylıca bahsetmeye gerek duymuyorum ama gidecek olursanız ve ilginizde varsa bu tür yerlere ziyaret etmekte fayda var.  National park dışında başkentte bir de göl var. Her ne kadar akşam yemeğini göl kenarında yemeyi planladıksa da beklediğimiz gibi bir yer olmamasından dolayı biraz zaman geçirdikten sonra yemek için ayrıldık gölden. Ama gölün olduğu alanın gece oldukça canlı olduğunu söylemekte de fayda var.

İslamabad iki günde gezilecek bir yer değil ama kurstan dolayı iki güne sığdırmaya çalıştık. Zamanınız varsa İslamabad’ı baştan başa gezmek çok hoş olacaktır. Düşünsenize ormanlık bir alana kurulmuş bir şehirde yürümek bile farklı bir haz uyandırıyor insanda. Temiz havası ve şehir düzeniyle modern bir şehir olan İslamabad, ilerde tekrar gidip zaman geçirmeyi istediğim şehirlerin başında geliyor.

KARAÇİ

Karaçi yaklaşık 27.5 milyonluk nüfusu ile Pakistan’ın en kalabalık, dünyanın ise 4. kalabalık şehridir. Pakistan seyahatimizin son kısmında karaçiyi ziyaret ettik. Karaçi Pakistan’ın finans ve ekonomi bakımından en önemli şehridir. Konum olarak Hindistan’a yakın olup Hint okyanusuna kıyısı vardır. Pakistan’ın 4 eyaletinden biri olan Sindh eyaletinin başkenti olan Karaçi Pakistan’ın hali hazırdaki en eski şehirlerinden biridir. Şehirde İngiliz etkisini görmek de oldukça olağan. İngiliz emperyalizminden kurtulan Pakistan’ın 14 Ağustosta bağımsızlığını ilan etmesi sonucunda Hindistan içerisinde kalan Müslüman nüfusun en yakın bölgelerden biri olan Karaçi’ye göç etmesinden sonra Pakistan’ın en kalabalık şehri unvanını almıştır.

Pakistan’a gelenlerin uğran noktası olan Karaçi, 2013’den sonra daha güvenli bir bölge haline gelmiş. Bunun nedenleri arasında ise Pakistan dış ticaretinin yaklaşık olarak %90’ının buradaki limanlardan sağlanıyor olmasıdır. Karaçi ve Bin Kasım limanları Pakistan dış ticaretinin yapıldığı en önemli iki limandır. Özellikle son yıllarda Çin ile olan ekonomik ilişkilerin artması nedeniyle bölge daha da güvenli bir sahaya çevrilmeye çalışılıyor. Ayrıca Karaçi Endonezya’nın başkenti Cakarta’dan sonra en çok Müslüman nüfusu barındıran şehirdir.

Bu arada Karaçi’ye trenle gittik. Bu aynı zamanda hayatımda ilk kez trene bindiğim anlamına da geldiği için baya zevkli geçti. Eğer Karaçi’ye gitme gibi bir isteğiniz varsa aynı şeyi size de tavsiye ederim. Otobüsle belki biraz daha kısa sürer ama trenle yapılan yolculuğun keyfini oradan alamazsınız.

Karaçi de ilk durağımız Frere Mall oldu. Burada her Pazar kitap fuarı tarzı sergiler oluyor. Eski ve yeni basım birçok kitabın satıldığı bu kitap alışveriş merkezinde açık artırımla kitap satıldığı da söyleniyor ama biz erken gittiğimizden dolayı bu açık artırıma şahit olamadık. Kitap satışlarının yanı sıra binanın mimarisi de göze çarpan bir diğer nokta. 1863’te yapımına başlanan bina, 1865 de tamamlanmıştır. İngiliz mimari özelliklerine sahip binanın tavan kısmındaki nakış e oymalar göze hitap eden en önemli bölümlerdendir. Bu yüzden Karaçi’yi ziyaret eden herkesin gidip görmesi gereken bir yer olduğunu düşünüyorum.

Karaçi’nin Cakarta’dan sonra en çok Müslüman nüfusu barındıran şehir olduğundan bahsetmiştik. Dolayısıyla Müslüman nüfusun yoğun olduğu yerlerde en çok ön plana çıkan yapılar -eşsiz güzellikleriyle- camilerdir. Karaçi’de ilk ziyaret ettiğimiz camii; Tooba Camii, diğer adıyla Gol Mescid.

Tobaa Camii Karaçi’nin en güzel camilerinden biridir. Bu caminin en önemli özelliği içinde kolon olmamasıdır. Bu camiin dünyanın en büyük tek kubbeli camii olduğu söyleniyor. Karaçi’deki en önemli turist merkezlerinden biri olan Tooba Camii saf beyaz mermerden yapılmış. 72 metre çapındaki kubbe merkezi bir kolon üzerinde olmayıp oldukça düşük oval bir duvar üzerinde dengelenmiştir. Ayrıca caminin büyük olduğu halde içerisinde pek fazla hoparlör olmaması da dikkatimi çeken bir diğer noktaydı. Sonradan araştırmama göre; cami akuistik özellikler dikkate alınarak inşa edilmiş. Hem mimari özelliğinden hem de içinde kolon bulunmamasından dolayı ses oldukça yankılanıyor. Bu yüzden camide ekstra hoparlöre gerek duyulmuyor.

Karaçi’yi Karaçi yapan eski cadde ve sokaklarıdır aslında. Sömürge döneminden kalan yapılara pek önem verilmemiş olsa gerek ki hepsi harap olmuş şekilde. Tabi bunda Karaçi’de geçmişten gelen terörizminin de etkisi baya fazla. O eski caddelerden yürürken yol boyu tarihi binalar göze çarpıyor. Aynı zaman da sömürge döneminden kalan en düzenli şehirdir Karaçi.  Yollar oldukça geniş ve nereden giriş çıkış yaptığını anlıyorsun en azından.

Düzenli bir şehir en fazla ne kadar bakımsız kalabilirse Karaçi de o kadar bakımsız kalmış. Her şeye rağmen kalabalık caddelerinde gezmek bana oldukça zevkli geldi. Ara sokaklara kurulan pazarlar ayrı bir canlılık katar Karaçi’ye. Zaten kalabalık bir şehir, birde pazar olunca kalabalıktan geçilmiyor. İşte bu karışıklıkları çözebildiğiniz ölçüde tanımış olursunuz Karaçi’yi. Zaten gezi denilen malumat arabayla müzeden müzeye, kaleden kaleye gitmek değildir. Tüm bunların yanında şehrin içine sinebilmektir gezi, o dokuyu çözmeye çalışmaktır. O yüzden Karaçi’ye uğrayacak olursanız tarihi yerlerin yanında birde şehrin dokusuna dokunmanız, şehri tanımanız gerekiyor. Şehrin insanına karıştığınız, caddelerinden arka sokaklarına yürüdüğünüz ölçüde zevk alacaksınız Karaçi’den. Ben o dokuyu hissettim, size de tavsiye ederim.

Bilindiği üzere Karaçi’nin Hint okyanusuna kıyısı var. Ülkenin dış ticaretine en büyük katkıyı sunan limanlarda Karaçi’de.  Her ne kadar ilk başlarda okyanusta yüzeriz dedikse de yeteri kadar vaktimizin olmaması, birde sahillerin temizlik bakımından beklentilerimizin çok altında olması yüzmek isteme şevkimizi kırdı. Şehrin altyapı sorunu okyanus sahillerinin kirliliğine de yansımış. Maalesef değerli mirasları koruyamama hastalığı ülkenin en büyük şehrine de bulaşmış. Çok büyük bir sahili olacak şehrin ama bu değerlendirilmeyecek, olacak iş değil. Tabi belli başlı yerlerde sahiller ve deniz suyu temiz ama şehrin kıyılarının temizlenmesi ve kullanıma uygun hale getirilmesi Karaçi’ye muhteşem bir güzellik katacaktır. İşte bunun yapılması için ilk önce altyapı sorununun giderilmesi gerekiyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen okyanus sahillerinden okyanusa bakmak, denize sıfır restoranlarda yemek yemek için bile olsa Pakistan’a gelen herkesin uğraması gereken bir yerdir Karaçi.

Bu arada Pakistan’ın  gittiğim üç şehrinde de müzelere gittim. Müze denince akla hemen tarihi eserler gelir normal olarak. Ama Pakistan bundan 70 sene evveline kadar sömürüldüğü için, İngilizler bölgede ne var ne yok yağmalayıp götürmüşler. Değerli eşyaları İngilizler almış, ondan arta kalanlarında Hindista’na götürüldüğü söyleniyor. Bu yüzden müzelerde tarihi eserlere rastlamak çok zor.

Karaçi’ye gidip de Pakistan’ın bağımsızlığı için mücadele vermiş olan, Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın mezarını ziyaret etmemek olmaz. Zaten Karaçi’ye gidenlerin ortak uğrak yeridir Cinnah’ın mezarı. Bizde hem gezmek hem de gidip Pakistan’ın Kaidi Azam’ının kabrini  ziyaret etmek, ruhuna bir fatiha okumak için gittik oraya.

Pakistan’ın geneli düzlük olduğu için her önemli yapının genelde büyük bir bahçesi oluyor. Mezarın bulunduğu türbe de büyük bir bahçenin içine yapılmış. Her ne kadar içeriye çantayla girmek yasak olsa da ( ki Cuma günleri camilerde de bu kural var, amaç ise güvenlik) bizler sırayla da olsa girip Cinnah’ın kabrini ziyaret ettik. Sadece Pakistan değil, bölgedeki tüm Müslümanlar için mücadele vermiş bir şahsiyetin kabrini ziyaret etmek sizin de Pakistan gezi notlarınız arasında yerini alır diye umuyorum.

 Pakistan’da Spor

Pakistan’da ki en popüler spor  hiç tartışmasız krikettir. Her yerde her zaman karşılaşmak mümkün. Şehirler zaten düz alanlara inşa edilmiş ve nerede boş bir düzlük varsa orada kesin kriket oynanıyordur. Yaşlısıyla genciyle, çoluğuyla çocuğuyla oynanan bir oyun kriket. Yaşlılarda oynuyor çünkü oyunda koşma yok, bize göre heyecan yok, adrenalin yok. Göbekli göbekli adamlar kriket oynuyor her yerde. Gerçi Pakistanlılar heyecan alıyor oyundan. Hatta o kadar önemli ki onlar için Hindistan Pakistan maçlarında adeta ülkenin nabzı duruyor.

Pakistan’da Ulaşım

Genelde Pakistan, özelde de Lahor için en çok tercih edilen şehir içi ulaşım aracı rikşadır. Yani Pakistan’da şehir içi trafik rikşalarla sağlanıyor. (Başkent İslamabad hariç, İslamabad’a rikşa girmesi yasaktır).  Rikşa bir tür “toplu olmayan” taşıma aracıdır. Ülkede gelir oranının düşüklüğü nedeniyle rikşa kullanıcısı yanı çalışanı oldukça fazla. Benzin ve gaz fiyatlarının da oldukça düşük olması rikşayı tercih edilen bir gelir elde etme aracı yapmıştır. Genel yapısı motosikletten olma ve bir kabinle kapatılan bu araçlar Lahor trafiğini olumsuz yönde etkilese de şehre ayrı bir görüntü katıyor.

Tabi rikşaların çokluğundan dolayı çevreye verilen zarar da olumsuz bir sonuçtur. Maalesef rikşaların neden olduğu hava ve ses kirliliği rahatlıkla hissedilebilir bir dereceye ulaşmıştır. Ama sesine rağmen, neden olduğu hava kirliliğine rağmen kesinlikle binilmesi ve tecrübe edinilmesi gerekiyor diye düşünüyorum. Bu arada hava sıcaklığını sorun edip rikşaya binilmez diyorsanız, pervaneli/fan lı rikşalarda var. Bazı rikşa kullanıcıları bu durumu düşünmüş ve rikşalara soğutucu görevi görmesi için fan taktırmış. Ayrıca rikşalara benzeyen ve etrafı açık olan “çit çit”lerde var, bunlarda tercih edilebilir.

Bu arada Pakistan’da şehir içi ulaşım hizmetleri ile ön plana çıkan en önemli firma bir Türk firması olan Albayrak’tır. Bunu da Lahor’da nadir rastlanan toplu taşıma araçlarının arkasında asılı olan Türkiye bayrağı ve Albayrak yazısından öğrendim. Albayrak firması Pakistan’da şehir içi toplu taşıma denildiğinde akla gelen ilk firmalardan. Pakistan’a ilk metrobüs hattı yine Türk firmalar işbirliğiyle yapılmış. Şuan da Lahor’da şehir içi ulaşım noktasında toplu taşımada en iyi firma denilebilir ve halk da bu hizmetlerden oldukça memnun. Zaten her tanıştığımız Pakistanlı genellikle bunlardan bahseder ve memnuniyetini dile getirir.

Ulaşımdan bahsetmişken Pakistan’da taksicilik yapan çok az kişi var. Akıllara hemen rikşaların yaygın olması gelse de asıl nedeni bu değildir.  Pakistan’da taksicilik alanında kullanılan Uber sistemi müşterilerin en çok tercih ettiği sistemdir. Hem ucuz hem de dolandırılma riski olmadan güvenilir bir şekilde kullanmak mümkün. Bizde genelde gideceğimiz yerlere Uber ile gidiyorduk çünkü Uber sisteminden  çağrılan taksi seni bulunduğun yerden alıp istediğin yere kolaylıkla götürebiliyor. Uber sayesinde pakistanda ulaşım alanında neredeyse hiç sıkıntı çekmedik.

Hazır trafikten bahsetmişken Pakistan’da kornanın inanılmaz derecede çok kullanıldığını söylemeden geçmek istemiyorum. Burada korna adeta vücut dili haline gelmiş. Arabaların arkasında yazılı olan “kornayı çal, yolu al” yazısından rahatlıkla kornanın trafikteki yeri ve önemini anlayabilirsiniz. İlk başlarda bize çok garip gelse de zamanla bizlerde alıştık. Tabi ilk haftalarda kendi aramızda kornanın Türkiye’de bu derece çalınması kavga sebebidir desek de zamanla trafiğin halini anlayınca kornanın Pakistanlılar için ne kadar büyük bir nimet olduğunu anladık.

Pakistan Mutfağı

Pakistan, helal yemek konusunda en güvenilir ülkelerden biri. Herhangi bir restorana girdiğinizde acaba yemeklerin helallik konusunda sıkıntısı var mı diye düşündürmeyen bir ülke. Pakistan yemeklerinin çoğu etli olduğu için etin kesimi vb. şeyler önemli, bu yüzden Pakistan’ın bu konuda en hassas ülkelerden biri olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Biz Pakistan’da bulunduğumuz müddetçe yemeklerin helalliği konusunda herhangi bir zorluk çekmedik. Ama acı ve baharat konusunda ilk başlarda baya zorlandık. Midesi hassas olanların acıyı tüketememesi gibi bir durum var, ama eğer uzun bir süre orada kalacaksanız buna alışmak zorundasınız. Zaten ilk iki haftadan sonra yemeklere, acıya, baharata alıştık. İlk gittiğimizde acaba çok kilo verip zayıflar mıyız diye konuşmuşken geri döndüğümüzde içimizde kilo almayan kalmadı. Yemekler acı olduğu için bol bol içecek tüketmek zorunda kaldık, aslında kilo almamızın bir diğer nedeni de asitli içeceklerde aşırıya kaçmamızdı.

 Pakistan mutfak kültüründen bahsederken bile insanın ağzı sulanıyor. Türkiye’de iken birkaç defa Pakistan yemeklerini yemiştim ama Pakistan’a gidince her yemeğin lezzeti yerinde doruğa çıkıyormuş onu öğrendim. Tabi Pakistan mutfağı denince hemen acı ve baharat gelir akla. Evet, yemekler oldukça baharatlı ve acı ama halk alışmış ve hissetmiyor. Hatta içlerinden Türkiye’ye gelenler burada acı olmamasından şikayetçi. Bizdeki acılar aslında acı değilmiş onlara göre.

İlk haftalarda yemek yemekte baya zorluk çektim çünkü baharata ve acıya alışkın olmayan bir mide aniden acının doruğunu hissedince neye uğradığını şaşırıyor. Neyse ki acı yiye yiye acıya alıştım ve yemeklerin lezzetinin farkına vardım. Yemekler genelde etli olur Pakistan’da. Havanın çok sıcak olmasından mıdır anlayamadım ama tavuk en çok tüketilen ürün. Zaten etsiz yemeğe rastlamak çok nadir ama az olan sebze yemeklerinin diğerlerinden lezzet açısından pek geri kalır yanı yok. Ha birde ayran var. Pakistan’da tuzlu ayran bulmak baya zor. Burada ayran istediğinizde sormaksızın tatlı ayran getiriyorlar. Bu yüzden illa belirtmek lazım “TUZLU AYRAN” diye. Bu sorunu da birkaç yerde tuzlu ayran içerek giderdik ama anlayacağınız ben şimdiden bu yemekleri özlemeye başladım bile…

 Din

Pakistan nüfusunun yaklaşık yüzde 95-97’sinin Müslüman olduğu tahmin edilmektedir. Müslüman nüfusun yüzde 80-85’ini Sünniler, 10-15’ini ise Şiiler oluşturur.

Pakistan’da Sünniler genelde Barelvi ve Deobendi geleneklerine göre ayrılılar. Barelvi geleneğe mensup Cemaati İslami siyasi bir kimliğe sahip olmasının yanında Pakistan’da en çok rağbet edilen dini gruplar arasındadır. Ancak Sünni nüfusun yaklaşık yüzde 70’inin barelvi olmasına rağmen seçimlerde bu başarı sağlanamıyor. Her ne kadar Pakistan halkı seçimlerde Cemaati İslami’ye gereken desteği vermese de dini olarak en çok bağlı oldukları cemaatlerin başında gelir bu cemaat. Cemaati İslaminin ülkedeki en entelektüel gruplar arasında olduğunu belirtmekte de fayda vardır.

Deobendi olan ve en çok rağbet edilen dini grupların başında ise Tebliğ Cemaati gelir. Tebliğ Cemaatinin başlangıç itibariyle hedefi Hint Müslümanlarını Hindu ve Hristiyan misyonerliğine karşı korumaktı. Ancak zamanla bu hedef genişletilerek tüm dünyaya yayıldı ve tüm dünya Müslümanlarının bilinçlenip İslami bir hayat yaşaması için çaba gösterildi. Günümüzde dünyanın belirli yerlerinde tebliğ görevlerini yerine getirmeye çalışan tebliğ cemaati, kuruluşundan beri şiddetten uzak bir hareket olarak kalmıştır.

Aydın GÜVEN

Exit mobile version