ilimvemedeniyet.com röportajlarına Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Ömer ASLAN konuk oldu.
ÖMER ASLAN KİMDİR?
ilimvemedeniyet.com yazarlarımızdan Aydın GÜVEN’in Pakistan’da gerçekleşen darbeler ve Pakistan’da Ordu-Siyaset ilişkisi üzerine yönelttiği soruları Dr. Ömer ASLAN cevapladı.
A.G: Pakistan’ın kurucularından Muhammed Ali Cinnah, Ordu’nun kesinlikle sivil kontrol altında olması gerektiğini vurgulamıştı. Ancak Pakistan’ın bağımsızlığından ve Muhammed Ali Cinnah’ın ölümünden kısa bir süre sonra 1958 yılında Pakistan darbeyle tanışıyor. ‘Ortadoğu’da Ordu ve Siyaset’ kitabında yayınlanan “Pakistan’da Ordu ve Siyaset” makalenizde de şunu diyorsunuz:; “Pakistan’ın siyasi ortamı ve Hindistan’a yönelik tehdit algısı ordu’nun tedricen özerkliğini ilan etmesine ve Pakistan’ın güvenliği noktasında demokratik olmayan kurumsal ayrıcalıklar kazanmasına imkan verdi”. Bu bağlamda Pakistan ordusunun siyasi bir figür haline gelmesinin doğrudan milli güvenlikle ilişkilendirilmesi nasıl anlaşılmalıdır? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
SİYASETİN YETERSİZ KALDIĞI ORTAMDA ORDU EN ORGANİZE, EN DÜZENLİ VE İŞLEYEN KURUM OLARAK OYUN SAHASINI BOŞ BULDU
Pakistan ordusunun kurucu liderin ona biçtiği rolün dışına çıkmasını Hindistan’a yönelik duyulan varoluşsal tehdit algısı ve Cinnah sonrası liderlik eksikliğiyle açıklamak gerekir. Karizmatik bir lider olarak Muhammed Ali Cinnah’ın ölümünden sonra yönetimi devralan siyasi liderler ne milli güvenlik konularına gereken ilgiyi göstermişler (bu da bu boşluğu ordunun doldurmasını getirmiş) ne de saldırılara son derece açık ülkenin hızla modernleşmesi için yeterli adımları atmışlardır. Siyasetin yetersiz kaldığı bu ortamda ordu en organize, en düzenli ve işleyen kurum olarak oyun sahasını boş buldu.
Burada dış aktörleri de bir kenara atmamak gerekir. Özellikle Soğuk Savaş’ın ilk yıllarına denk gelen bu dönemde, özellikle ABD hükümetleri, Pakistan gibi ‘henüz modernleşmenin başında’ yer alan ülkelerde siyaset kurumlarının zayıflığını gidermek yerine orduların ‘modernleştirici aktörler’ olarak bu sürecin başını çekebileceklerini, bunun da normal olduğunu düşündü. Bu da siyasete meraklı (başta Eyüp Han olmak üzere) ordu mensupları için gerekli dış meşruiyet alanını oluşturdu.
A.G: “Herhangi bir ülkede gerçekleştirilen ilk darbenin psikolojik ve kurumsal önemi ne kadar vurgulansa azdır. Türkiye’de 27 Mayıs 1960 darbesinin yarattığı kalıcı etkiyi andırır bir şekilde Pakistan’da da 1958 darbesi askerin her şeye rağmen geçmiş apolitik duruşunu ihlal ederek bir daha çıkmamak üzere siyasete müdahil olmasına imkan tanıdı.” Makalenizde yer alan bu açıklamalar ışığında Pakistan’da ordu-siyaset ilişkisindeki mevcut konjonktürün değişmesi ve geleceği için neler söylenebilir?
PAKİSTAN HALKININ EKSERİYETİNİN ‘ORDUNUN SİVİL KONTROLÜ’ GİBİ BİR NORMU BENİMSEDİĞİNİ SÖYLEMEK ÇOK ZOR
Pakistan’da ordu siyaset ilişkisinin değişmesi için pek az ön koşul şu anda mevcut. Pakistan halkının ekseriyetinin ‘ordunun sivil kontrolü’ gibi bir normu benimsediğini söylemek çok zor. Sivil hükümetlerin de şimdiye dek çok zayıf bir görüntü sergilediklerini ve orduyu daha açıktan karşılarına almalarına imkan tanıyacak ekonomik başarı/halk desteğinden de mahrum olduklarını göz önüne alırsak, ordunun iç siyasetteki hakimiyetinin zayıflaması ufukta gözükmüyor.
PAKİSTAN, ORDUNUN İÇ SİYASETTEN ÇEKİLMESİ İÇİN TEORİK OLARAK GEREKLİ OLABİLECEK BİR DIŞ ÇIPADAN DA MAHRUM
ABD’NİN PAKİSTAN’DA SİLAHLI KUVVETLERİN DEMOKRATİK KONTROL ALTINA GİRMESİ GİBİ BİR AJANDASI HİÇ OLMADI DENEBİLİR
Pakistan, ordunun iç siyasetten çekilmesi için teorik olarak gerekli olabilecek bir dış çıpadan da mahrum; ABD’nin Pakistan’da silahlı kuvvetlerin demokratik kontrol altına girmesi gibi bir ajandası hiç olmadı denebilir. Pakistan’ın en uzun soluklu müttefiki Çin’in de Pakistan silahlı kuvvetlerinden Çin’in yatırımlarının güvenliğini sağlaması ve bu yatırımların siyasi pazarlıklara kurban gitmemesi dışında herhangi bir bir beklentisi olduğunu düşünmüyorum. Özellikle Keşmir meselesi çözülmedikçe (dolayısıyla Hindistan Afganistan’da da aktif olarak varoluşşsal tehdit olarak kalmaya devam ettikçe) ve Afganistan’da Pakistan’ın devlet olarak makul bulduğu bir çözüm gelişmedikçe, Pakistan’da sivil asker ilişkilerinde anlamlı bir değişim beklemek çok zor.
A.G: Pakistan’da darbe yönetimleri genelde uzun soluklu olmuştur. Ancak Ordu’nun, elinde bulundurduğu gücü sivil hükümetlere bazı kırmızı çizgiler çizerek paylaştığı görülmektedir. Bu bağlamda makalenizde; “Ordu iktidarı paylaşmak ister, devretmek değil” sözünü nasıl anlamak gerekir? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Pakistan ve Türkiye’de sivil asker ilişkilerindeki en temel farklardan birisi Türkiye’de ordunun darbelerden sonra yönetimi uzun süre elinde tutmak istememesi, bir an önce sivil yönetime geçme ödevi hissetmesi gelir.
PAKİSTAN’DA DEMOKRASİYE DÖNÜŞ KARARI ANCAK YÖNETİM YÜKÜ ARTIK TAŞINAMADIĞINDA ALINDI
Türkiye söz konusu olduğunda, ülkenin yönü kuruluşta ‘demokrasi’ olarak tayin edildiği ve TSK da bu yönelimi (ama demokrasiyi kendi algıladığı şekliyle) muhafaza etmeyi kendine varoluş amacı seçtiği için, darbeler sonrası demokrasiye hızla dönme kararı alınırken, Pakistan’da demokrasiye dönüş kararı ancak yönetim yükü artık taşınamadığında (örneğin 1971 Doğu Pakistan yenilgisi sonrası) alındı.
SİYASAL GÜCE SAHİP ORDULARIN DEMOKRASİ ANLAYIŞLARI OLDUKÇA STATÜKOCUDUR
Ancak bu siyasi olarak güçlü her iki ordunun da tam anlamıyla sivil kontrole ve yönetime hazır oldukları anlamına gelmez. Siyasal güce sahip orduların demokrasi anlayışları oldukça statükocudur, yani ordular genelde Metin Heper’in deyimiyle ‘rasyonel demokrasi’ anlayışına sahiptir. Bu tür ordular siyasi partilerin rasyonel demokrasi anlayışı yürütmekte yetersiz olduklarına, siyasetçilerin kendi dar çıkarlarına hizmet etmekten başka bir şey yapmadıklarına da derinden inanmışlardır. O nedenle sivil yönetimlere belli kırmızı çizgiler çizer, belirli alanları (terörle mücadele, dış politika gibi) kendi uhdelerine almak isterler.
HÜKÜMET KENDİSİNE ÇİZİLEN ÇİZGİLERİ AŞMAYI DENEDİĞİNDE PAKİSTAN SİLAHLI KUVVETLERİ BUNU DOĞRUDAN DEVLETE TEHDİT OLARAK ALGILAR
Pakistan’da da silahlı kuvvetler, varoluşsal bir tehdit olarak görülen Hindistan’la ilişkiler, Afganistan meselesi (özellikle 9/11 saldırıları sonrası), nükleer silahların korunması ve kullanımı, yurtdışına asker gönderme ve terörizm konularını kendi yetkisindeki alanlar olarak belirlerken, ‘yumuşak siyasetin’ alanına giren, ‘milli güvenlik’ konusu olarak görmedikleri ‘ekonomi’ vb. konuları sivil yönetimlere bıraktı, gündelik siyaseti onların idare etmesine izin verdi. Bu durum silahlı kuvvetlerin bu yumuşak konuları takip etmediği anlamına gelmez; Pakistan’da ordu, savunma veya savaşla ilgili olsun veya olmasın her konuyu tartışır ama hükümete müdahalesi yukarıda belirttiğim konulardaki gibi olmaz. Yani Pakistan’da herhangi bir sivil hükümet ordunun onayı olmadan Hindistan’la yakınlaşamayacağı gibi terörle mücadele konusunda da ordunun rızasına aykırı adımlar kolay kolay atamaz. Hükümet kendisine çizilen çizgileri aşmayı denediğinde Pakistan silahlı kuvvetleri bunu doğrudan devlete tehdit olarak algılar ve hükümete karşı tavır almaktan çekinmez.
A.G: Bağımsızlıktan sonra alınan dış yardımların da etkisiyle ABD’nin Pakistan Silahlı Kuvvetleri ve dolayısıyla gerçekleşen darbeler üzerinde büyük etkisi olduğu söylenmektedir. The United States and Military Coups in Turkey and Pakistan adlı kitabınızda bu konuya açıklık getirdiniz. Bu bilgiler ışığında Pakistan’da gerçekleşen darbelerde dış faktörlerin ve özellikle ABD’nin önemli bir rolü var mıdır? Bu durum nasıl anlaşılmalıdır?
ABD’nin Pakistan’da meydana gelen darbelerde oynadığı rol darbeden darbeye göre değişmektedir. 1958’de art arda meydana gelen darbelerde ABD’nin oynadığı rol çok daha ‘doğrudan ve aktifken’ (özellikle ilkinde), 1977 darbesindeki rolü daha çok darbeyi ‘gerçekleştikten sonra onaylama’ şeklindedir.
ABD’NİN BAŞKA ÜLKELERDE MEYDANA GELEN DARBELERDEKİ ROLÜNÜ İNCELERKEN, ABD’NİN BU ÜLKELERLE KURDUĞU ASKERLERARASI İLİŞKİLERİ GÖZ ÖNÜNE ALMAK GEREKİR
Dünyanın neresinde olursa olsun, darbeye niyetlenen subaylar/ordu, darbe sonrası gösterecekleri yönetim performansının ne kadar önemli olduğunun bilincindedirler. Bu nedenle de darbeden önce resmi (doğrudan veya dolaylı) onay alabilecekleri gibi, darbeden hemen sonra dış ülkelerin çıkarlarının korunacağı sözüyle de dış destek garantisini alabilirler. ABD’nin başka ülkelerde meydana gelen darbelerdeki rolünü incelerken, ABD’nin bu ülkelerle kurduğu askerlerarası ilişkileri göz önüne almak gerekir. Örneğin, Pakistan’da 1999’da meydana gelen darbeden hemen sonra darbeye liderlik eden Genelkurmay Başkanı Pervez Müşerref, ABD merkez komutanlığı komutanı olan general Antoni Zinni’yi aradı ve ABD desteğini aradı.
A.G: Pakistan siyasi geçmişine bakıldığında anayasa mahkemesinin de dönem dönem siyasete müdahale ettiği görülmektedir. En son 2017 yılında dönemin başbakanı Navaz Şerif’in Anayasa Mahkemesi tarafından görevden alınması birçok çevrede yargı darbesi olarak görülmüştür. Bu çerçevede ele alındığında Pakistan anayasa mahkemesi ve Pakistan silahlı kuvvetleri arasında bir güç mücadelesinin varlığından söz edilebilir mi? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Pakistan siyasetinde Anayasa Mahkemesinden bahsettiğimizde sıradan bir yüksek mahkemeden bahsetmediğimizi öncelikle teslim etmemiz gerekir. Pakistan Anayasal mahkemesinin ülkede yapılması planlanan barajlar için oluşturduğu destek fonuna yurtdışında para topladığını hatırlatmak yeterli olacaktır.
SİYASAL AKTİVİZMDEN KAÇINMAYAN BİR YARGISAL ELİT !
Kendisini siyasetin üzerinde devlet eliti içinde konumlandıran, siyasal aktivizmden kaçınmayan bir yargısal elitten bahsediyoruz. Pakistan Anayasa mahkemesi ile ordu arasında ayrışmaya dair örnekler bulmak, işbirliğine dair örnek bulmaktan çok daha zor kanaatindeyim. Ne Anayasa mahkemesinin ne de ordunun birbirlerine açıktan silah doğrultacakları bir senaryo düşünmek zor. Pervez Müşerref’in Devlet Başkanlığı döneminde Anayasa Mahkemesiyle 2007 yılında yaşadığı krizde dahi, ordunun Müşerref’in yanında durduğunu söylemek zor. Pakistan istihbaratının ülke içerisinde bazen açıktan anti-demokratik uygulamalarını kabul eden, tanıyan ve ordunun siyasi rolüne dair çok az itirazı olan bir yüksek mahkemeden bahsettiğimizi bilmemiz gerek.
2018 yılında ordunun yargının bağımsız görev yapmasına engel olduğunu ve ordu istihbaratının belli davalarda mahkeme üyelerini belirlediği iddiasını ortaya atan Şevket Aziz Sıddiki isimli bir hâkimin, ordunun başvurusu üzerine başkanlığını Anayasa Mahkemesi Başkanının yaptığı Yüksek Yargı Konseyi tarafından görevinden azledilmesi güzel bir örnek.
A.G: Pakistan’da askeri yönetim dönemlerindeki başarısızlıklar ve Hindistan ile girilen savaşlardan alınan yenilgiler göz önüne alındığında Pakistan Silahlı Kuvvetlerinin halk nezdindeki eski prestijini kaybettiği söylenebilir mi? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
BUGÜN PAKİSTAN HALKINA HANGİ KURUMLARA DAHA ÇOK GÜVENDİKLERİ SORULSA, İLK SIRANIN PAKİSTAN ORDUSUNUN OLACAĞI KESİN GİBİDİR.
Özellikle 1965’te Hindistan’la yapılan ve on binlerce Pakistan askerinin esir düştüğü 1971 Doğu Pakistan yenilgisi sonrası kısa dönem için ordunun halk nezdinde itibarını kaybettiği söylenebilir ama bunu genellemenin doğru olmayacağı kanaatindeyim.
Bugün Pakistan halkına hangi kurumlara daha çok güvendikleri sorulsa, ilk sıranın Pakistan ordusunun olacağı kesin gibidir. Benzer şekilde, siyasi aktörler de, orduya ne kadar itibar ettikleri bilinmez ama ordunun gücünün ve hükümete giden yolun oradan geçtiğinin farkında olarak hareket ettikleri bir gerçek. Pakistan’da halkın ordunun siyasal bir aktör olmaktan çıkmasını talep ettiklerini görmek için henüz erken.
A.G: Peki ordunun halk nezdinde prestijini kaybetmemesinin asıl nedeni nedir? Siyasi-elit tabakaya karşı olan güvensizlik mi yoksa ordunun kutsallığı mı? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Buna birden fazla sebep gösterilebilir. Halk 1965’te veya 1971’de olduğu gibi savaş yenilgilerinden hemen sonra orduya güvensizlik duydu ama bu her defasında kısa süreli oldu.
SIRADAN İNSANLARI BİRER ELİTE DÖNÜŞTÜREN, İMTİYAZLI BİR SİYASAL AKTÖRDEN SÖZ EDİYORUZ.
Ayrıca, Pakistan’da ordunun insanların sosyal mobilitesi (statü değişikliği; elit gruba dahil olmak) için yegane kaynak olduğunu da not etmeli. Sıradan insanları birer elite dönüştüren, ayrıcalıklı bir grubun parçası olduklarını düşündüren ve ekonomik olarak da gerçekten imtiyazlı bir siyasal aktörden (orduya ait özel okullar; lojmanlar; bulunulan rütbeye göre ek işler, komisyonlar) söz ediyoruz. Ülkenin sivil kurumlarının kuruluştan bu yana zayıf kalmaları (mesela doğal afetlerde ordunun yardıma çağrılmak durumunda kalınması; polisin oldukça zayıf olması, bu nedenle iç güvenliği dahi ordunun sağlaması; sivil kurumların başına emekli generallerin atanması; istihbaratın sivil karakterde olmaması), buna karşın ordunun düzen, güvenlik, gelenek ve istikrarın güvencesi olarak görülmesinin de etkisi olmalı. Bir de hem doğrudan askeri yönetimler hem de askerin daha arka planda kaldığı ama güçlü siyasal aktör olduğu dönemlerde başta medya ve eğitim gibi araçları da siyasal aktörlük rolünü korumak ve ‘yolsuzluğu batmamış, tek milli kurum’ imajını beslemek için kullandığını söyleyebiliriz.
Son dönemde, Pakistan ordusunun ülkeye karşı ‘yeni savaş’ yöntemlerinin uygulandığını söyleyerek özellikle gençlere yönelik olmak üzere ‘halkla ilişkiler kampanyası’ yürütüyor olması, sözlü iletişimini geliştirmesi ve gençlerle orduyu buluşturma çabalarını da ordunun sorgulanmasını istemediği rolünü ve halk desteğini yeni nesillerle birlikte de devam ettirmeyi amaçlıyor olmalı.
A.G: Bu bilgiler ışığında Pakistan’da ordu’nun siyasetteki hakemlik rolünün sınırlandırılması için ne gibi önlemlerin alınması yerinde olacaktır? Bu çerçevede sivil siyasetin halk nezdinde prestij kazanması nasıl sağlanabilir?
PAKİSTAN’DA DEMOKRATİKLEŞME GETİRECEK BİR DIŞ ÇIPA YOK
Sivil siyasetin performans göstermesi, toplumsal refahta gözle görülür bir iyileşme sağlaması gerekiyor. Ancak buna gidebilecek bir süreci felç edebilecek fasit daireyi de görmeliyiz. Pakistan’da demokratikleşme getirecek bir dış çıpa yok. Dolayısıyla motivasyonun içeriden gelmesi gerek. Yani ya ordu kendi kendine ‘ben artık yoruldum, savunma ve savaş konularına dönüyorum’ (çok düşük ihtimal) ya da siyaset orduyu imtiyazlı alanlardan çıkaracak ve gerçekten yönetmeyi deneyecek.
Herhangi bir sivil hükümetin de kendisini içeride orduya ve/veya Anayasa Mahkemesine karşı destekleyecek iç müttefik bulma şansı da oldukça az. Bu uğurda performans göstermesi için atması gereken tüm adımlarda ise karşısına yine ordu çıkıyor. Ülkenin Afganistan, Hindistan ve ABD ile yaşadığı sorunları çözmeden gerçek manada ekonomik gelişme göstermesi imkansızken, bu konuların tamamında asıl güce sahip, yani süreci tıkayabilecek olan aktör silahlı kuvvetler.
Aydın GÜVEN: Yaptığınız kapsamlı değerlendirmeler için çok teşekkür ederim.