Özet
Döneminin iki rakip devleti olan Osmanlılar ve Safeviler, on altıncı ve on sekizinci yüzyıllar arasında çeşitli siyasi, askeri, dini ve ekonomik çatışmalara girerek devlet olma içgüdüsü ile birbirlerini zayıflatmaya çalışmıştır. Bu makalemizde Safeviyye Tarikatı’nın siyasallaşma süreci sonucunda devlet haline gelmesi ve bulunduğu coğrafyadaki rakibi Osmanlılarla girdiği mücadeleyi bilinenin aksine siyasi ve ekonomik hedefler etrafında oluştuğunu göstererek Osmanlı’nın yükselme devrindeki en önemli sultanlardan olan I. Selim ve I. Süleyman’ın dönemleri üzerinden değerlendireceğiz.
Anahtar Kelimeler:Osmanlılar, Safeviler, Şah İsmâil, Safeviyye Tarikatı, I. Selim, I. Süleyman.
Abstract
The two rival states of the period, Ottomans and Safavids, campaigned various political, military, religious and economic conflicts between the sixteenth and eighteenth centuries and tried to weaken each other with the instinct of becoming a state. In this article, we will evaluate that Safavid Order became a state as a result of the politicization process and the campaign ,which was formed around the political and economic targets contrary to the known entered with its rival Ottomans in the region, over periods of Selim I and Suleyman I which are the most important sultans in the period of Ottoman ascension.
Key Words:Ottomans, Safavids, Shah İsmâil, Safavid Order, Selim I, Suleyman I.
Giriş
On altı ve on sekizinci yüzyıllar arası birbirine rakip devlet olan Osmanlılar ve Safeviler, söz konusu yüzyıllarda çeşitli siyasi, askeri, dini ve ekonomik çatışmalara girerek birbirlerini zayıflatmaya çalışmıştır. Sanıldığının aksine Osmanlı – Safevi rekabetinin altında aslında siyasi ve ekonomik hedefler yer almaktaydı. Din ise, siyasi ve ekonomik hedeflerin yanında önemli bir değişken olmakla beraber sadece rekabetin ve mücadelenin meşru temellere oturması ve rekabette iki devleti diri tutması amacıyla kullanılmış bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Safevi Tarikatı’nın İran coğrafyasında bir şehirde kurulup yüzyıllar sonra devletleşme ve siyasallaşma yolunda kendi coğrafyasında ve yakın coğrafyalarda siyasi ve toplumsal fırsatlardan yararlanarak yayılmacı politikalar ile nüfuz elde etmesiyle temel odak noktası iktidar ve saltanat sahibi olma ideali ve iddiası etrafında çevrilip dini idealler kisvesi altında taraftarları kendine bağlamak ve meşruiyet sağladığını görmekteyiz.
Bu makalemizde, Safevi Tarikatı’nın posttan tahta geçiş süreçlerini tarikat liderlerinin dönemlerindeki önemli olaylar ve konumuz olan Osmanlı’nın temel coğrafyası Anadolu ile ilişkilerine olabildiğince değinerek ilk bölümde tevdi ettik. Makalemizin ikinci bölümünde ise Osmanlı yükselme dönemi padişahlarından olan I. Selim ve I. Süleyman dönemlerinde Safevi – Osmanlı rekabetine değinerek söz konusu rekabetin siyasi ve ekonomik temellere dayanarak dinin sadece rekabette meşruiyet alanı oluşturduğuna değindik.
1)Posttan Tahta: Safevilerin Siyasallaşma Süreci
Safevilerin nasıl siyasallaştıklarını anlatacağımız bu kısımda, tarikatın içindeki ve dışındaki bazı değişkenleri değerlendirerek, Safeviyye tarikatının devlet olma yolundaki gidişatını Safeviyye tarikatı liderlerinin dönemlerine değinerek makalemizin tezini muhkem bir zemine koyacağız.
1.1)Posttan Tahta: Şeyh Safiyuddin Erdebili’den Şeyh İbrahim’e Kadar Safevilerin Siyasallaşma Süreci
Safevi Devleti’nin çekirdeği olan Safeviyye Tarikatı, Safevi Hanedanlığı’nın ve Devleti’nin kurulmasında etkin rol oynamıştır. Sahip olduğu dini ve manevi değerler sayesinde, bulunduğu coğrafyada gerek halk gerekse yöneticiler tarafından ilgiye sahip olmuştur. Safeviyye Tarikatı, kurucusu Safiyuddin Erdebili’nin ismini almış ve kurulma yeri nedeniyle Erdebiliyye tarikatı olarak bilinen tasavvufi bir yapılanmadır.[1]Safiyuddin Erdebili, başlangıçta şeyhi Zahid-i Geylani’ye bağlıyken onun tarikatının temsilcisi olarak görev yapmıştır ancak Zahid-i Geylani’nin ölümünden sonra tarikat, Safeviyye olarak devam etmiştir.[2]
Safeviyye Tarikatı’nın siyasallaşma sürecini incelediğimizde, söz konusu siyasallaşma aslen tarikatın kurucusu Safiyuddin Erdebili’nin zamanında başlamıştır. Siyasallaşma süreci daha çok dönemin devlet adamlarıyla ileri ve derin münasebetler ile olmuştur.[3]Moğol yöneticisi Gazan Han, Ebu Said ve karısı Bağdat Hatun, Emir Hüseyin ve oğlu Hasan Celayiri, Vezir Reşidüddin Fazlullah ve daha birçok Moğol yöneticisi Safeviyye tarikatına katılmıştır.[4]Lakin rüya ve rivayetler gibi dini argümanlar da siyasallaşma sürecini hızlandırmıştır. O dönemdeki bazı kaynaklara göre, Şeyh Zahid-i Geylani’nin kızıyla evlenen Safiyuddin Erdebili, şeyhinin kızının almasının yanında saltanat tacını da elde ettiğini ve bu yüzden devlet sahibi olacağı belirtilmiştir. Buna ilave olarak tarikat müritlerinden İbn-i Bezaz, yazdığı “Safvetü’s-Safa” adlı eserinde şeyhin rüyasında taç ve kılıç gördüğünü, bunların doğu ve batıyı aydınlattığı anlatmıştır.[5]Yine aynı eserde, Safevilerin seyit olduğu iddiaları yer almaktadır.[6]Yukarıda belirttiğimiz gibi, Şeyh Safiyuddinin tarikatının nüfuzu, dönemindeki siyasi ve toplumsal durumun etkisi, coğrafyanın yöneticileri olan Moğol devlet adamlarının ve halkın dini itikadi sıkıntılarından dolayı hızla yayılmıştır.[7]Ancak Şeyh Safiyuddin Erdebili, alenen ve dolaylı olarak siyasi bir faaliyette bulunmamış veya siyasi faaliyetler hakkında herhangi bir yorum yapmamıştır. Şeyh Safiyuddin’in döneminde ise müritlerin 13.000 ve halifelerin sayısı da 2000 olduğu rivayet edilmektedir ki bu dönemde idarecilik yapmış İlhanlı Devleti’ne mensup Emir Çoban, Şeyh Safiyuddin’e bağlı olan müritlerin sayısının kendi ordusundan daha fazla olduğunu belirtmiştir.[8]
Şeyh Safiyuddin’in ölümünden sonra onun vasiyeti ile oğlu Sadruddin-i Erdebili posta geçmiştir. Babası gibi davranmayarak siyasi olaylara direkt müdahil olmaya çalışmıştır ve tarikatı tasavvufi esaslarından uzaklaştırmaya başlamıştır ki bu dönemde Moğolların güçsüzleşmesinden faydalanıp siyasi çıkarını maksimize etmeye çalışmış ve sonucunda ekseriyeti Türkmenlerden oluşan müritler elde etmiştir.[9]Ancak İlhanlı yöneticisi Emir Çoban tarafından halkı isyana teşvik ettiğinden dolayı tutuklansa da daha sonra serbest bırakmıştır. Bu dönemde Gilan’a giden Sadruddin, Emir Çoban öldükten sonra tekrar Erdebil’e dönmüştür. Erdebil Valisi Celayirli Ahmed bin Üveys’in emriyle tarikat vergiden muaf tutulmuş ve vali tarafından övülmüştür.[10]
Sadruddin’den sonra tarikatın başına geçen Hoca Ali, “sultan ve hükümdar” lakaplarını kullanıp düzenli ordu kurmaya başlamıştır.[11]Emir Timur, 1402 yılında Osmanlı Beyi Yıldırım Beyazid’e karşı düzenlediği Anadolu seferinden sonra Safeviyye Tarikatı Şeyhi Hoca Ali’yi ziyaret etmiş, ihtiyaçlarını sormuş ve bazı din meseleleri hakkında görüş alışverişinde bulunmuştur. Timur, bu görüşmede Safeviyye Tarikatı’nın bulunduğu toprağı olan Erdebil’i Safeviyye Tarikatı’na vakfetmiştir.[12]Ayrıca Timur’un esir ettiği bazı Türk ve Türkmen kavimleri Hoca Ali’nin ricası üzerine serbest bırakılmış ve esirler daha sonra tarikatın fedaileri olmuşlardır. Hoca Ali tarafından söz konusu fedailer, Anadolu’da propaganda yapmaya teşvik edilmiştir.[13]Hoca Ali çıktığı hac yolcuğunda Suriye’ye de gidip burada konuştuğu alimlerin teveccühünü de almış ve Safeviyye Tarikatı kendi döneminde zirve noktasına ulaşmıştır.[14]
Hoca Ali’den sonra, Safeviyye Tarikatı’nın postuna sabık şeyhin oğlu İbrahim geçmiştir ve onun döneminde Safeviyye Tarikatı, İran’ın kuzeybatısı, Anadolu’nun doğusu ve Suriye’nin kuzeyinde yaşayan muhtelif topluluklar arasında yayılmıştır.[15]Bu dönemde Şeyh İbrahim tarafından “Şah” unvanı ilk kez kullanılmakla beraber Şeyh İbrahim, “Şeyh Şah” olarak anılmıştır.[16]
1.2)Şeyh Cüneyd Safevi’den İsmâil Şah’a Kadar Siyasallaşma Süreci
Safevi tarikatının siyasallaşma sürecinde kritik, hatta dönüm noktası olarak sayabileceğimiz Şeyh Cüneyd Safevi dönemi, Şeyh Cüneyd’in iktidar ve saltanat hırsıyla tarikat yolundan tamamen ayrılıp coğrafyada muhtelif yerlerde devlet kurma gayretine girişmiştir. Şeyh Cüneyd’in iktidar ve saltanat hırsı, oğlu Haydar ve torunu İsmâil’e intikal ederek Safevilerin devletleşme süreci hızlanmıştır. Şeyh Cüneyd, Haydar ve İsmâil dönemlerinde, önceki dönemlere nispetle direkt kurulan siyasal ilişkileri ve alenen ilan edilen siyasi amaçları görmekteyiz ki önceki dönemlerde siyasallaşma süreci pasif ve gizli amaçlar üzerine inşa edilmişti.
Babası Şeyh İbrahim’in ölümünden sonra posta oturan Şeyh Cüneyd, ihtiraslarından dolayı amcası Cafer ile ayrılığa düşmüştür. Şeyh Cüneyd’in ihtiraslı ve sultanlara has hareketleri, züht hayatını savunan amcasıyla karşı karşıya gelmelerine neden olmuştur. Ayrıca diğer bir iddiaya göre Şeyh Cüneyd’in Şii, amcası Caferi’in Sünni temayüllere yakın olması aralarındaki husumeti azmettirmiştir.[17]
Cüneydi Safevi, posta oturduktan sonra kendisini manevi işlerden soyutlayıp maddi işlere girme peşine düşmüştür. Bu esnada, çevresinde birçok mürit toplayıp iddia ettiği davasını yaymaya çalışmış ve ordu kurmuştur. Tarikat hayatının parçası olan züht hayatını terk edip sultanlar ve padişahlar gibi davranmaya başlamıştır. Siyasi amaçlar gütmesi Safevi Devleti iddiasının ilk tohumlarını atmıştır. Ancak Cüneyd’in bu amaçları yukarıda bahsedildiği üzere coğrafyanın diğer devletlerince tehdit olarak görülmüş birçok ülkeden kovulmuş veya bulunduğu iktidar ve saltanat iddiası üzere savaşlara girişmiştir. Amcası Cafer ile rekabet içinde olan Şeyh Cüneyd, amcasının çeşitli bağlantılarıyla posttan uzaklaştırılmaya çalışılmıştır. Bu sebeple Karakoyunlu hükümdarı Cihan Şah, Cüneyd’in devlet kurma iddiasını anlayınca onu uyarmak amacıyla amcası Cafer’e, Cüneyd’in Erdebil topraklarını terk etmesi için bir mektup yazdı. Cihan Şah’ın, Şii mezhebine bağlılığı ve Safeviyye Tarikatı’nın genel olarak Şii temayüllere bağlı oluşu nedeniyle herhangi sert bir güç kullanmamıştır.[18]
Cüneydi Safevi, Erdebil’den uzaklaştırıldıktan sonra yönünü Anadolu topraklarına çevirdi. Cüneyd’in yönünü Anadolu topraklarına çevirmesinin nedeni, Anadolu devletlerinin bilhassa Osmanlı’nın, Safeviyye Tarikatı şeyhlerine gösterdiği saygıdandı.[19]Cüneydi Safevi bu saygıyı istismar etmek amacıyla Osmanlı topraklarına geçti. Cüneyd, dönemin Osmanlı padişahı, II. Murad’ın gönlünü kazanmak amacıyla bir müridiyle beraber II. Murad’a seccade, Kuran ve tespih hediye ederek Kurtbeli’nde yurt edinmek istediğini belirtti.[20]II. Murad, bu durumu Halil Paşa ile istişare etmiş ve Halil Paşa, Cüneyd’in ileride devlet için bir tehlike oluşturacağını söylemiştir.[21]Bunun üzerine II. Murad, Cüneyd’in isteğini nazik bir üslup ile reddedip ona “Bir posta yedi derviş oturur, bir tahta 2 padişah oturamaz.” diyip, müridi aracığıyla kendisine verilmek üzere 200 duka altın ve dervişler için de 1000 akçe vermiştir.[22]
Cüneyd Osmanlı topraklarında bulunduğu esnada boş durmamış kendisine mürit toplamıştır. Kendini ve siyasi görüşüne uygun kişileri hedefleri etrafında örgütleyerek kendisine katmıştır. Safeviyye Tarikatı şeyhi oluşu ve “seyitlik” iddiasında bulunması kendisinin fazlaca taraftar bulmasına ve Anadolu’da halk tabanında güçlü bir karşılık bulmasına neden olmuştur. [23]Cüneyd, Osmanlı topraklarında yurt bulamayınca yönünü Osmanlılara bağlı olmayan Karaman’a çevirdi. Ayrıca Karaman ve çevresinde bulunan Teke ve Hamidoğulları’nın Şii temayüllere yakın olması, Cüneyd’in bu topraklara yönünü çevirmesinin nedenleri arasındadır.[24]
Cüneyd, Karaman Beyliği’ne geçince başkent olan Konya’ya gitti. Burada Sadreddin Konevi’nin tekkesine misafir oldu. Bu misafirlik esnasında tekkenin tarikat şeyhi Abdüllatif Makdisi ile bazı ilmi sohbetlerde bulundu. Ancak bu ilmi sohbetler Cüneyd’in bu toprakları terk etmesine neden olmuştur. Abdüllatif Makdisi ile girdiği ilmi sohbetler Kuran’a, sünnete ve sahabeye karşı olumsuz aşırı görüşler belirtmesi nedeniyle Abdüllatif Makdisi ona küfür itham ederek:” Bu itikatla sen kâfir oldun, bu itikatta olanlar da kâfir olurlar.” demiştir.[25]
Cüneyd, Karaman’dan sonra rotasını Halep ve Antakya çevresine çevirmiştir. Bölgenin hâkimi, İbni Bilal’den, Cebeliarus Dağı’nda Haçlılardan kalma yıkık bir kaleyi almış ve kaleyi tamir ederek karargâh merkezi haline getirmiştir.[26]Bir karargâh oluşturduktan sonra davasının propagandası yapmış ve birçok mürit toplamıştır. Ancak Cüneyd’in bu hızlı yayılışı birçok tasavvuf ehlini rahatsız etmiş ve Cüneyd’i Memlük Sultanı Çakmak’a şikâyet ederek ülke içinde fesat ve yalancı birinin olduğunusöylemişlerdir.[27]Sultan Çakmak, Cüneyd’in üzerine ordusunu gönderince Cüneyd bu çarpışmada yenilmiş ve kuzeye gitmek zorunda kalmıştır.[28]
Cüneyd, Halep’ten kovulduktan sonra müritlerine Canik’e gelmesini söylemiş ve buranın hâkimi Muhammed Bey’in himayesine sığınmıştır. Burada rutin haline getirdiği propaganda faaliyetlerine devam etmiş ve birçok taraftar toplamıştır. Cüneyd, çok sayıda mürit topladıktan sonra hedefini Trabzon Rum İmparatorluğu’na çevirmiştir. Trabzon onun siyasi iddiaları için elverişli bir yerdi. Ayrıca bu devletin Hıristiyan olması ve yapacağı saldırının “cihat” olarak değer kazanması Cüneyd ve müritlerini teşvik etmiştir.[29]Trabzon Rum İmparatoru ile karşılaşan Cüneyd ve ordusu, imparatoru mağlup edip Trabzon’u kuşatmışlardır. Bu sırada meydana gelen surlar içindeki yangın Cüneyd’i avantajlı hale getirmiş ve rakibini zor duruma düşürmüştür. Ancak Cüneyd’in Osmanlı Sultanı Fatih’e haraç veren bir ülkeye saldırması, Cüneyd’in ikinci Osmanlı tokadı yemesine neden olmuştur. Fatih Sultan Mehmed Amasya’yı yöneten Hızır Bey’e Cüneyd’in üzerine yürümesi emrini verdi. Bunu duyan Cüneyd, Trabzon kuşatmasını kaldırarak bölgeyi terk etmiştir.[30]
Trabzon’dan sonra yönünü Diyarbakır’a yönelten Cüneyd, Karakoyunluların düşmanı Akkoyunlu Uzun Hasan’ın memleketine gitti. Bu dönemde Diyarbakır, Akkoyunluların elinde ve Karakoyunlu-Akkoyunlu mücadelesi söz konusuydu. Uzun Hasan, rakibi Karakoyunluları elimine etmek için Cüneyd ile ittifak yaparak Cüneyd’in ordusunu da kendine katmış ve ittifaklarını pekiştirmek için Uzun Hasan kız kardeşi Begüm’ü Cüneyd ile evlendirmiştir.[31]
Cüneyd, Uzun Hasan’dan aldığı güç ile yıllar sonra Erdebil’e gitmiştir. Ancak amcası Cafer’in arkasında Akkoyunluların düşmanı Karakoyunlu Cihanşah oluşu, onu Erdebil’de kalmasını sıkıntıya düşürmüştür. Cüneyd tekrardan amcası Cafer tarafından sürülmesi korkusuyla Safeviyye Tarikatı’nı amcasına bırakmıştır.[32]Kendisi kuzeye geçerek fikirlerini ve ideallerini gerçekleştirmek için yurt arayışında bulunmuştur. Erdebil’i terkettikten sonra yeni yönünü Kuzey’deki Hıristyan Çerkezlere çeviren Cüneyd, Kuzey Kafkasya’yı onlardan alarak yeni devlet kurma peşindeydi. Ancak karşısında Derbent Kalesi gibi sahibi Şirvanşahlar olan güç kaleyi ele geçirmek zorundaydı. Şirvanşahlar, Cüneyd’in Safeviyye Tarikatı’na mensup olması nedeniyle çekimser davransalar da Cafer’in Şirvanşahlar’a mektubu ile herhangi bir sorunun olmadığını belirtmiştir.[33]Şirvanşahlılarla çarpışan Cüneyd, savaştan aldığı yara sebebiyle savaş alanında öldürülmüştür.
Cüneyd’in ölümü ile yerini oğlu küçük yaşta olan Şeyh Haydar almıştır. Haydar, babasının Şirvanşahlar tarafından öldürülmesinden dolayı hedefini babasının intikamını almaya yöneltmiştir. Bu sebeple müritlerini iyi bir şekilde silahlandırarak babasının intikamını almaya çalışmıştır. Ordusunu kurduktan sonra Şirvanşahlara bağlı Çerkezlere saldırarak onları savaşta yenmiş ve birçok ganimet elde ederek babasından devraldığı iktidar ve saltanat iddiasını kuvvetlendirmiş ki Erdebil’e girdiğinde başında kirli bir taç bulunuyordu.[34]Bu süreçte çeşitli seferler yapan Haydar’ın asıl hedefi yukarıda belirttiğimiz gibi Şirvanşahlardan intikam almaktı ve bunun için Şirvanşahların Şahı Ferruh Yesar ve erkanını öldürmesi gerekiyordu. Haydar, Şirvanşahların üzerine giderek onları bertaraf edecekti. Ancak Şirvanşahların Şahı Ferruh Yasar, kayınbiraderi Sultan Yakub’tan askeri olarak yardım alınca zor duruma düşen Haydar, Şirvanşahlara karşı iyi savaşmasına rağmen kendisi de savaş meydanında öldürülünce müritleri geri çekilmek zorunda kalmış ve bu sebeple Şirvanşahlar galip gelmiştir.[35]
Haydar’ın ölümüyle beraber onun yerine daha önce Safeviyye liderlerinin uyguladığı gibi oğlu İsmâil geçmiştir. İsmâil de dedesi ve babası gibi iktidar ve saltanat iddiasını gerçekleştirmek için çeşitli mücadelelerde bulunarak atalarının aksine başarılı olmuş ve atalarının hayali olan Safevi Devleti’nin kurucusu olmuştur.
Buraya olan kısmı hülasa etmek gerekirse, dini-tasavvufi bir tarikat olan Safeviyye Tarikatı, liderlerin giderek artan siyasi arzu ve isteklerinden dolayı dini temelleri olan ancak söz konusu dini temellerin siyasi amaçları sadece meşruiyet zeminini oluşturduğunu görmekteyiz. Dini arka plan veya temel olarak adlandırabileceğimiz bazı vasıflar olan keramet, rüyalar ve tarikat soyunu seyitliğe dayandırmak, halkın ve coğrafyadaki idarecilerin nazarında bir itibar hatta yukarıda söylediğimiz gibi meşruiyet zeminini oluşturan araç haline gelmiştir.[36]Ayrıca bize göre de Şiiliğin barındırdığı on iki imam ve mehdi anlayışı, mezhepteki bazı itikadî aşırılıkların kolayca istismar edilebilmesi söz konusu süreci hızlandırmıştır. Buna ilave olarak dönemin siyasi ve toplumsal durumu da bu noktada çok önemli olmaktadır. Moğol istilasından sonra coğrafyadaki otorite açıklığı, zayıf ekonomi ve halkın dinen cehalet içinde olması -özellikle Şiiliğin bazı kısımlarının aşırı itikadını göz önünde bulundurursak- Safevilerin iktidar ve saltanat iddialarına ulaşabilmeyi kolaylaştırmıştır.[37]
2)Safeviler ve Osmanlılar Arasındaki Rekabet: I. Selim ve I. Süleyman Dönemi
Safevi Tarikatı’nın siyasallaşarak devlet haline gelmesini yukarıdaki bölümde Safevi liderlerinin dönemlerini değerlendirerek anlatmıştık. Bu bölümde ise Osmanlıların yükselme dönemi padişahlarından I. Selim ve I. Süleyman dönemlerini değerlendirerek Osmanlı ve Safevi tarikatının mücadelesinin temellerini siyasi ve ticari düzleme koyacağız.
2.1) I. Selim Dönemi
İsmâil, az bir kuvvetle Akkoyunlu Sultanı Elvend’in 30.000 kişilik ordusunu Şerûr yakınlarında yapılan savaşta ağır bir yenilgiye uğrattı ve Tebriz’e geçerek tahta oturdu.[38]Böylece Şeyh Cüneydi’nin başlattığı ve 1501 yılında torunu İsmâil döneminde gerçekleşen devletleşme süreci tamamlanmış oldu. Dedesinin devlet kurma iddiasını gerçekleştiren İsmâil, iddiayı bir ideale çevirerek kurduğu devletin topraklarını olabildiğince genişletme hedefini, dini idealler kisvesi altında saltanat ve iktidara sahip olma ve onu güçlendirme hedefiyle daha önce Safevi liderlerinin yakın coğrafyalarda yayılmacı politikalarıyla pekiştirdi. Özellikle yakın coğrafya olan Anadolu’ya gönderilen müridler bu noktada çok önemli rol oynuyordu.
Safevilerin devlet olabilmesinin en önemli faktörlerinden biri olan Anadolu Türkmenleri’nin varlığı, Safeviler için Osmanlı topraklarında her zaman kargaşa çıkarma potansiyeli manasına geliyordu. Safevilerin devletleşme sürecinde Osmanlı tahtında oturan II. Bayezid’in barışçı ve çekingen politikası, Osmanlı aleyhine gelişti. Şah İsmâil, Anadolu’da yayılma amacı güderken bu tehlikeyi asıl fark eden o sıralarda Trabzon’da bulunan Şehzade Selim’di.[39]Gürcü kralına karşı yaptığı bir seferde büyük başarı kazandı ve babası tarafından takdir edildi. Fakat II. Bayezid, Şah İsmâil’in sınır boylarındaki hareketleri karşısında oğluna düşmanları çoğaltmaması için uyarıda bulunmayı da ihmal etmedi.[40]Ancak Osmanlı sınırlarına yoğunlaşan Safevi saldırılarından sonra Şehzade, payitahttan da emir gelmesiyle beraber Safevi saldırılarına karşı askerî harekâtlara girişerek Erzurum’a kadar olan bölgelerin güvenliğini sağlamaya çalıştı. Safevi tehlikesini erkenden sezmesi ve Şah’ın saldırılarına karşı harekâtları, Şehzade Selim’in ismini taht değişikliklerinde çok büyük önemleri olan yeniçeriler arasında öne çıkarmıştı.
II. Bayezid, hükümdar olarak yetersiz konumda kalmaya başlamıştı ve devlet ricalinin gönlündeki taht namzeti Şehzade Ahmed’di. Ancak yeniçeriler ilerleyen süreçte taht mücadeleleri sırasında Şehzade Ahmed’in merkeze girmesine izin vermeyip Selim’i hükümdar olarak görmek istediklerini açıkça belirtmişlerdi. Bu gelişmenin ardından II. Bayezid de devletin kurtuluşu için oğlunu serdar olarak ilân edip kısa sonra Selim lehine tahttan feragat edince Şehzade Selim, Sultan Selim olarak tahta geçti. Kardeşleri Korkud ve Ahmed’in de yakalanıp öldürülmesinin ardından Sultan için odak noktası tekrar Safevi sorunu oldu. Bu gelişmeler yaşandıktan sonra Şah İsmâil’in Selim’in cülusunu tebrik etmemesi, bu taht değişikliğinden pek memnun olmadığını ispatlar niteliktedir.
Sultan Selim, babasının yerine yeni hükümdar olduğu zaman yeniçerilerin ağa, kethüda, bölük ağaları ve odabaşılarını da toplayarak Yenibahçe’de bir görüşme yapmış ve Osmanlı Devleti için büyük ve tehlikeli bir düşman olan Şah İsmâil’in vaziyetini, şeyhlikten şahlığa nasıl çıktığını ve bugünkü durumu anlattıktan sonra bu hususun asla ihmal edilemeyeceğini beyanı ile “Şah İsmâil üzerine seferim vardır.” demiştir. Daha sonraki süreçte Sultan Selim, Farsça bir nâmeyi Kılıç adında birisiyle Şah’a gönderdi. Bu nâmede Şah’ın yaptığı işler sebebiyle katline fetva verildiğini ve kılıçtan evvel İslâmiyeti kabul etmesi lâzım geldiğini belirterek sefer için yola çıkılacağını belirtmiştir.[41]Görüldüğü üzere Sultan, Şah’ı Müslüman olarak görmemekte ve Osmanlı Devleti’nin din-i İslâm’a zarar veren topluluklarla savaşacak bir güç olduğu vurgulanmıştır. Sultan Selim, bu şekilde atalarının genel olarak Hıristiyan dünyası üzerine yaptığı seferlerden sonra bir Şii devleti üzerine yapacağı sefer için meşru bir zemin oluşturmuştur.Şii Safeviler’le savaşmak için İstanbul Müftüsü Sarıgörez Nûreddin Efendi ve Kemalpaşazâde’den aldığı fetvalar bu durumu kanıtlar niteliktedir.[42]Çünkü din, savaşın önemli sebeplerinden biri olmakla beraber diğer bir ciddi sebep Şah’ın Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü için bir tehlike oluşturmasıydı. Yirmi dört veya yirmi beş yıl sancakbeyi olarak görev yaptığı Trabzon’da Safevi hareketlerini yakından takip etmiş birisi olan Sultan Selim, tahta geçer geçmez bu meseleyi ele almış ve devletin içindeki diğer isyanlardan ziyade Safevi mülkü üzerine yürümüş ve İslam dinine zarar verdiğini belirttiği Şah’ın üzerine sefer düzenlemiştir. Şah’a karşı gönderdiği nâmenin karşılığı olarak Şah’ın da savaşa hazır olduğunu görünce tarihte “Çaldıran Savaşı” olarak adlandırılan savaşın ikinci adımı da atılmış oldu.
Sultan Anadolu’ya ilerlerken Sivas’ta olası bir Safevi yandaşı ayaklanmaya karşın kırk bin kişi civarında bir kuvvet bıraktı. Sürekli ilerleyen Osmanlı ordusuna karşın Safevi ordusu savaş meydanına çıkmamıştı. Mahsul ve otlak alanların Şah’ın emriyle yakılmış olmasından dolayı Osmanlı ordusu ciddi sıkıntılar çekmeye başladı. Ayrıca I. Selim’in savaş meydanına davet mesajını alan Şah, cevap olarak altın bir kutunun içinde afyon macunu yolladı. II. Bayezid’in afyonkeşliği sebebiyle oğlunun da babası gibi olduğunu ima etmişti. Karşısında toprak bütünlüğünü ciddi şekilde tehdit eden bir ideoloji olmasına karşın savaşacak bir ordunun olmaması padişahı zor durumda bırakıyordu. Aynı zamanda bazı vezir ve beylerin geri dönmek istemesi ve yeniçerinin kışkırtılarak padişahın çadırına kadar sokulmalarının sağlanması seferin iptaline sebep olabilirdi. Bu durumların karşısında kararından dönmeyen padişah bu konularda adı öne sürülen Hemdem Paşa’nın kellesini aldı ve orduya hitaben yaptığı sert konuşmayla da gerçekleşmek üzere olan bir isyanı güçlükle de olsa sakinleştirmeyi başardı. [43]
Şah, kendi yorgun olmayan ordusuna karşın Osmanlı ordusunun yaklaşık iki bin beş yüz kilometrelik yolda sıkıntılar içinde yürüdüğünü ve artık yorgun olduğunu tahmin etti. Yakalanan bir esirden Osmanlı ordusunun savaş düzenini de öğrendiğinden artık bir tuzağa çekilemeyeceğini düşündü ve sonunda iki ordu Çaldıran denilen yerde karşı karşıya geldi. Ancak Osmanlı ordusunun güçlü toplarına karşın Safevilerin bu toplardan yoksun olması ve Şah’ın yaralanıp atından düşmesi sonucu ordusu dağılmaya başladı. Zaten kendisine benzeyen birinin son anda “ben şahım” diyerek öne atılmasıyla esir düşmekten kurtulmuştu. Neticede Osmanlı ordusu galip geldi ve uzun bir zamandan sonra Anadolu’da siyasi birlik sağlandı. Tebriz-Halep ve Tebriz-Bursa İpek yolu Osmanlılar’ın kontrolüne girmiş oldu. Şiî inancının yayılması büyük ölçüde durduruldu, geçici de olsa Safevi tehlikesi ortadan kalktı.[44]Bu savaştan bir süre sonra vefat edince yerine çok küçük yaştaki oğlu Tahmasb geçti.
2.2) I. Süleyman Dönemi
Daha önce İsmâil, Erzincan’a gelip müridlerini rahatça toplayabilmişti. Bu esnada II. Bayezid Modon ve Korun’u meşgul bulunuyordu. Bu yüzden Osmanlı tebaasından binlerce kişi güçlük çekmeden hududa yakın Erzincan’daki İsmâil’in yanına gelebildiler.[45]Devletin yüzünü batıya döndüğü zamanlarda doğu sınırında boşluk gören İsmâil, henüz Akkoyunlu Devleti’nin sınırları içerisindeyken dahi bu tarz faaliyetlerde bulunduğundan dolayı Osmanlı Devleti’nin bu boşluğu Safevilere sunmaması gerekiyordu. Babası Sultan Selim gibi Sultan Süleyman da Safevilerin Osmanlı için tehlike yarattığının farkında varmıştı ve bundan dolayı 1533 yılında Avusturya ile barış yapılması sonucu Avrupa’da cephesi kalmadığı zaman ilk hedefi Safeviler oldu. Dolaylı olarak Osmanlı egemenliği altında bulunan Bağdat’ı zapteden Safeviler üzerine Veziriazam İbrahim Paşa öncülüğünde sefere başlandı. 1533 yılı aralık ayında Halep’e giden İbrahim Paşa burada kışı geçirdikten sonra Ağustos 1534’te Tebriz’e yöneldi ve Şah Tahmasb’ın Horasan’da olması sebebiyle küçük çarpışmalarla, boşaltılmış Tebriz şehrine girildi. I. Süleyman da ordusuyla beraber Tebriz’e ilerlerliyordu. Erzurum’dayken Şah’ın Tebriz’e yürüdüğü haberi kendisine ulaştırıldı. Ancak I. Süleyman’ın Tebriz’e ulaşıp İbrahim Paşa kuvvetleriyle güçlerini birleştirmesiyle birlikte Şah Tahmasb, saldırmayarak geri çekildi. Ancak ne zaman Osmanlı ordusu şehirden çekilirse Safevi ordusu Tebriz’e giriyordu.[46]Osmanlı’ya karşı yıpratma savaşı içerisine giren Şah, bu tavrıyla bölgedeki topraklardan vazgeçmeyeceğini belirtir şekilde davranıyordu.
Bu savaşın Osmanlı Devleti’ne tek faydası Bağdat ve Basra civarında kesin Osmanlı idaresinin başlaması olmuştur. Tebriz şehri ele geçirilse de şehirde tutunulamamıştır. Osmanlı idarecileri bu sebepten dolayı İran içlerinde tutunamayacaklarını ve ancak belirli sınır bölgelerinden Safevileri uzak tutmak için seferler düzenlenmesi gerektiğini anlamışlardır. Irak-ı Arap olarak da adlandırılan bölge hem Safeviler hem de Osmanlılar için siyasi ve iktisadi açılardan olduğu kadar dini-ideolojik propaganda için büyük öneme haizdi.
14. yüzyıldan beri, İran’ın Hazar eyaletlerinde üretilen ipek, Tebriz merkezinden kervanlarla Bursa’ya gelmekteydi; Bursa ipek sanayii ve Avrupa ile ticaret, bu ipek kervanlarının güvenle Bursa’ya erişmesine bağlı idi. Yılda dört beş kervanın getirdiği ipekten Osmanlı hazinesi aynı zamanda büyük gelir sağlamaktaydı. İran, yasak koyarak bu kaynağı kesmeye, Osmanlılar ise Azerbaycan’ı istila ederek bu ticareti güven altına almaya çalışmaktadır. Avrupa ile ipek ihracatını bu limana getirmeye çalışacaktır. [47]Osmanlı Devleti sonraki süreçte bu amaçla sürekli Tebriz’e yürüyerek ve ayrıca Tebriz’in gerisindeki Bağdat ve Basra’yı korumuş ve bu sebeple ipek ticaretine dahil olup, Baharat Yolu’ndan ciddi bir gelir elde etmiştir. Sayıca çok düzenlenen ve aslında “görünen amacı amaçlamayan” Tebriz seferlerinin amacı potansiyel düşmanı asıl menzilden uzak tutmak olmuştu. Bu yönüyle bu seferler I. Süleyman zamanında başlayan ve sonrasında da devam eden “kızılelma” Viyana’ya yönelik seferlere benzemektedir. Viyana’nın arkasındaki Budin’i elde tutabilmek ve Avusturya’yı belirli bir sınırda tutmak işi, bu kez de Safevilere uygulanmıştır.
Sonuç
Safeviyye Tarikatı, hırslı liderlerin peşpeşe yönetime geçmesiyle ve bulunduğu coğrafyanın siyasi ve toplumsal yapısının da yardımıyla kısa süre içerisinde Safevi Devleti oldu. Osmanlı Sultanlarının Safeviler’in Anadolu topraklarında siyasi bir oluşum olmalarına müsaade etmemeleri Safeviler’in devletleşme sürecine ket vurmuştur. Ancak fütuhatlarını genelde batı yönünde gerçekleştiren Osmanlı Sultanları, başta II. Bayezid olmak üzere Safevi yapılanmasını geri plana atmıştır ve I. Selim’in devletin başına geçmesiyle beraber İsmâil Şah önderliğindeki Safeviler’in üzerine gidilmiştir. Bu süreçte taraflardan birinin Sünni, diğerinin ise Şii olması faktörü çok göz önünde tutularak siyasi ve ekonomik faktörler gözden kaçırılmış ve analizler sürekli bu yönde yapılmıştır.
Makalemizde iki ayrı bölümde belirttiğimiz üzere mezhepsel farklılık, her iki taraf için de ideale ve iddiaya ulaşmak için kisve veya bir “casus belli” yani savaş nedeni sayılmış ancak arka planda siyasi ve ekonomik faktörler devlet ilişkilerine azımsanmayacak ölçüde yön vermiştir.
Onur KARABAĞ/ Birkan Kemal ERTAN
KAYNAKÇA
- DALKIRAN Sayın, “İran Safevi Devleti’nin Kuruluşuna Şii İnançların Etkisi ve Osmanlı’nın İran’a Bakışı, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 0/18, (2002).
- EMECEN Feridun, “IRAKEYN SEFERİ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/irakeyn-seferi (19.12.2019).
- EMECEN Feridun, “SELİM I”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/selim-i (23.12.2019).
- GÜNDÜZ Tufan, “SAFEVÎLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safeviler#1 (23.12.2019).
- HINZ Walther, Çev: Tevfik Bıyıkoğlu, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, TTK Basımevi, Ankara 1992.
- İNALCIK Halil, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016.
- KARADENİZ Yılmaz, “Erdebil Tarikatı’ndan Safevi Devleti’ne Siyasallaşma süreci ve Meşruiyet Meselesi”, Akademik Matbuat 0/3 (2019).
- KARADENİZ Yılmaz, “Safevi Devleti’nin Kuruluş Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı”, Amasya Üniversitesi İlahiyat Dergisi 0/3.
- ÖNGÖREN Reşat, “SAFEVİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safeviyye (23.12.2019).
- SÜMER Faruk, Safevi Devleti’nin Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1976.
- ŞENSİZOĞLU Nevzat, Şah İsmâil Devrinde Anadolu’da Safevi-Alevi Faaliyetleri, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005.
- ŞÜKÜROV,SafeviDevleti’ninKuruluşuveŞahİsmâilDevri(907-930/1501-1524),MarmaraÜniversitesi SosyalBilimlerEnstitüsü,YüksekLisansTezi,İstanbul,2006.
- TURAN Şerafettin, “BAYEZİD II”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/bayezid-ii (22.12.2019).
- UZUNÇARŞILI İsmâil Hakkı, Osmanlı Tarihi C:2, TTK Basımevi, Ankara, 1988.
- VARLIK Mustafa Çetin, “ÇALDIRAN SAVAŞI”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/caldiran-savasi (20.12.2019).
- YAZICI Tahsin, “CÜNEYD-i SAFEVΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cuneyd-i-safevi (21.12.2019).
Dipnotlar
[1]Reşat Öngören, “SAFEVİYYE”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safeviyye (23.12.2019).
[2]a.g.e.
[3]Walther Hinz, Çev: Tevfik Bıyıkoğlu, Uzun Hasan ve Şeyh Cüneyd, TTK Basımevi, Ankara 1992, s.9.
[4]Yılmaz Karadeniz,”Safevi Devleti’nin Kuruluş Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı”, Amasya Üniversitesi İlahiyat Dergisi 0/3, s.60.
[5]Yılmaz Karadeniz, “Erdebil Tarikatı’ndan Safevi Devleti’ne Siyasallaşma süreci ve Meşruiyet Meselesi”, Akademik Matbuat0/3 (2019), s.5.
[6]Sayın Dalkıran, “İran Safevi Devleti’nin Kuruluşuna Şii İnançların Etkisi ve Osmanlı’nın İran’a Bakışı, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi0/18, (2002), s.52.
[7]a.g.e. s.5.
[8]Yılmaz Karadeniz, “Safevi Devleti’nin Kuruluş Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı”, s.60-61.
[9]Yılmaz Karadeniz, “Erdebil Tarikatı’ndan Safevi Devleti’ne Siyasallaşma süreci ve Meşruiyet Meselesi”, sf.6.
[10]Reşat Öngören, a.g.e.
[11]Yılmaz Karadeniz, “Erdebil Tarikatı’ndan Safevi Devleti’ne Siyasallaşma süreci ve Meşruiyet Meselesi”, s.6.
[12]Walther Hinz, a.g.e, s.58.
[13]Yılmaz Karadeniz, “Safevi Devleti’nin Kuruluş Meselesi: Kızılbaşların Ortaya Çıkışı”, s.63.
[14]Reşat Öngören, a.g.e.
[15]a.g.e.
[16]a.g.e ve Yılmaz Karadeniz, “Erdebil Tarikatı’ndan Safevi Devleti’ne Siyasallaşma süreci ve Meşruiyet Meselesi”, s.7.
[17]GiyasŞükürov,SafeviDevleti’ninKuruluşuveI.ŞahİsmâilDevri(907-930/1501-1524),MarmaraÜniversitesi SosyalBilimlerEnstitüsü,YüksekLisansTezi,İstanbul,2006,s.50.
[18]Walther Hinz, a.g.e. s.16.
[19] a.g.e. s. 17.
[20]a.g.e. s. 17.
[21]Nevzat Şensizoğlu, Şah İsmâil Devrinde Anadolu’da Safevi-Alevi Faaliyetleri, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005, s.12.
[22]GiyasŞükürov, a.g.e. s.51.
[23]a.g.e. s. 52.
[24]Walther Hinz, a.g.e. s.18.
[25]GiyasŞükürov,a.g.e. s.52.
[26]Tahsin Yazıcı, “CÜNEYD-i SAFEVΔ, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/cuneyd-i-safevi (21.12.2019).
[27]GiyasŞükürov, a.g.e. s.53.
[28]Tahsin Yazıcı, a.g.e.
[29]GiyasŞükürov,a.g.e. s.54.
[30]Tahsin Yazıcı, a.g.e
[31]Walther Hinz, a.g.e. s.22.
[32]Nevzat Şensizoğlu, a.g.e. s.15.
[33]a.g.e. s.15.
[34]Walther Hinz a.g.e. s.65-70.
[35]Walther Hinz a.g.e. s.70-78.
[36]Yılmaz Karadeniz, “Erdebil Tarikatı’ndan Safevi Devleti’ne Siyasallaşma süreci ve Meşruiyet Meselesi”, s.7-11.
[37]a.g.e. sf.7-11.
[38]Tufan Gündüz, “SAFEVÎLER”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/safeviler#1 (23.12.2019).
[39]Şerafettin Turan, “BAYEZİD II”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/bayezid-ii (22.12.2019).
[40]Feridun Emecen, “SELİM I”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/selim-i (23.12.2019).
[41]İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi C:2, TTK Basımevi, Ankara, 1988, s. 250.
[42]Mustafa Çetin Varlık, “ÇALDIRAN SAVAŞI”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/caldiran-savasi (20.12.2019).
[43]İsmâil Hakkı Uzunçarşılı, a.g.e. s.253.
[44]Mustafa Çetin Varlık, a.g.e.
[45]Faruk Sümer, Safevi Devleti’nin Kuruluşunda Anadolu Türklerinin Rolü, Selçuklu Tarih ve Medeniyeti Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1976, s.19.
[46]Feridun Emecen, “IRAKEYN SEFERİ”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/irakeyn-seferi (19.12.2019).
[47]Halil İnalcık, Osmanlı Tarihinde İslamiyet ve Devlet, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2016, s.117-118.