PRENS SABAHATTİN VE YAZILARI

BİYOGRAFİ

Bu yazıda hayatı ve kendisi oldukça tartışmalı bir şahsiyetin, hayatına ve yazılarına kısaca değinilecektir. Yakın zamanda ekranlarda yerini alan Abdülhamit dizisi dolayısıyla Prens Sabahattin ve babası Mahmud Paşa merak konusu olmuştur. Dizide İngilizler ile işbirliği yapan, kendi çıkarları peşinde koşan  ve bu minvalde tasvir edilen Mahmud Paşa'nın oldukça ilginç bir hayat hikayesi vardır. Keza aynı şekilde Prens Sabahattin'de oldukça farklı bir kişiliktir. Bu kısa yazıda her iki şahsiyete de kısaca değinilecektir.

Anlaşıldığına göre Prens Sabahattin aslen gürcü asıllıdır. Dedesi Koca Hüsrev Paşa’nın yanında bulunmuş ve onun yanında yükselerek Padişah kızı ile evlenebilecek bir makama gelebilmiştir. Dedesi Halil Rıfat Paşa’nın İsmet Hanım ile evlenmesi sonucu 1853 yılında Mahmud Celaleddin Paşa dünyaya gelmiştir. 1876 yılında Abdülmecid’in kızı Seniha Sultan’la evlenen Mahmut Paşa hanedandan birisi ile evli olduğundan hızla yükselecektir. Bu dönemde Abdülhamit ile arasının açılmasına sebep olan birkaç olay olacak ve söylenilene göre Abdülhamit’e olan düşmanlığı onun ilerideki kararlarında etkili olacaktır.[1]

Mahmud Celaleddin Paşa 1876 yılında Şuray-ı Devlet üyesi olarak hizmete başladı. 1877 yılında vezaret rütbesi ve paşalık verildikten sonra bir yıl sonra Adliye nazırlığına getirildi. Dönemin sadrazamı olan Saffet Mehmet Esad Paşa, Mahmud Celaleddin Paşa’nın genç olmasından dolayı onun mezkur göreve liyakatinin olmayacağını belirtmesi üzerine Ağustos 1878’de görevinden azledildi. Daha sonrasında kahyasının 5. Murat’ı tahta yeniden geçirmeye çalışan bir eyleme katılması onun aleyhine olan bir gelişmeydi. İlerleyen yıllarda suçsuzluğu anlaşılsa da anlaşılan o ki padişaha olan dargınlığı uzun süre devam etmiştir. Abdülhamit onu birkaç defa saraya çağırdıysa da o bu davete icabet etmemiştir.[2] Prens Sabahattin üzerine çalışmaları olan Cenk Reyhan, Mahmud Celaleddin Paşa’nın Abdülhamit’e olan muhalefetini ilginç bulmuş ve hanedandan birisinin kayınpederine bu derece sert muhalefette bulunmasını ilginç bir husus olarak değerlendirmiştir.[3]

Tarihi olayların seyri bakımından ve önemi bakımından bu dönemde Mahmud Celaleddin Paşa’nın yurt dışına kaçması oldukça önemlidir. Yurt dışına çıkmadan önce kendi evinde münzevi hayatı yaşarken ülkenin gidişatından, idare ve yönetimdeki başarısızlıktan bahsediyordu.[4] Burada Prens Sabahattin’in babasından etkilenmiş olması ve devlet iç işlerinden haberdar olması ve babasının kendi düşünceleri üzerinde etkili olması muhtemeldir.

1889 yılında bir tertip ile Paris’e kaçtı. Bu olay hem Avrupa’da hem de Osmanlı’da geniş yankıya sebep oldu. Abdülhamit bunu önlemek istediyse de başarılı olamamıştır. Abdülhamit olası tehlikenin farkında olduğundan Celaleddin Paşa’yı sıkı takibe aldırmıştır. Avrupa’da özellikle padişah aleyhine basına röportaj vermesi önemlidir. Daha sonra bir gazete de çıkaracak muhalefetini o gazete üzerinden sürdürecektir. 1900 yılında çıkarılan Osmanlı gazetesi muhalefeti sürdürmenin yanında oldukça tehlikeli bazı konuları gazetede tartışmaya başladı. Gazetede Abdülhamit’in halifeliği gasbettiğini ilan ediyordu ve halifenin Mehmet Reşat Efendi olması gerektiğini ilan ediyordu. Ayrıca Merakeş bölgesinden bir şeyhten fetva alınıp argümanın güçlendirilmeye çalışılması oldukça dikkat çekicidir. Bu gazete daha sonrasında Osmanlı’da ve Arap vilayetlerinde dağıtıldı.[5]

Prens Sabahattin

Prens Sabahattin’i ele alırken bahsedeceğimiz 1902 yılındaki ilk Jön Türk kongresinden bahsedeceğiz ama bilinmelidir ki kongrenin başı Mahmud Celaleddin Paşa olması gerekirken kendisinin hasta olmasından dolayı kongrenin başına Prens Sabahattin geçmiştir ve 1903 yılında Celaleddin Paşa vefat etmiştir. Abdülhamit cenazesini getirmek istediyse de oğulları meşrutiyet ilan edilmeden olmayacağını belirttiler. Meşrutiyet ilan edilince ise 1908 yılında İstanbul’a getirildi ve Eyüp’deki mezara defnedildi.[6]

Sebahattin’in fırtınalı hayatını anlatmaya başlayacak olursak Sebahattin, Mahmud Celaleddin Paşa’nın Seniha’dan doğan iki çocuğundan birisidir. Asıl adı Mehmet Sebahattin olan Sebahattin’in Ahmet Lütfullah isminde kardeşi vardır. Babası ikinci bir evlilik yapmış ve İsmet Hanım ile evlenmiştir ve bu evlilikten de 3 kardeşi vardır.[7] Kronolojik olarak bir tarih anlatımını benimsemiş olmanın yanında Sabahaddin’in hayatının ilk dönemleri hakkında elde yeterince bilgi yoktur. Kendisinin özel hocalar tarafından eğitim aldığı ve iyi yetiştirildiğini biliyoruz. Lisan derslerinin yanı sıra edebiyat, resim, piyano ve fen bilgisi alanında muhtelif hocalardan dersler aldı.[8] Babasının yaşamış olduğu baskı sonucu kendilerine bir zarar gelmemesi itibariyle yurt dışında bir mücadele verilmesi gerektiğine inanmışlardır veya hem kendilerine yönelik baskıdan hem de Jön Türklerin de benimsemiş oldukları iktidarın kendilerine ulaşamayacak kadar uzak bir yere yani Fransa’ya gitmeyi benimsemişlerdir. [9] 1898 yılında babası ile birlikte Avrupa’ya kaçtılar ve burada Abdülhamit muhaliflerini bir araya getirme görevini üstlendiler. Çünkü Abdülhamit muhalifleri arasında hizipleşmeler vardı ve ayrıca azınlıkların problemlerine çözüm aranmaya çalışıldığı da dile getirilmiştir. Kongre 1902 yılında ve 4 ve 9 Şubat tarihleri arasında gerçekleşti. Bu kongre de ise şu ilkeler benimsendi;

“1. Şahsi teşebbüsü geliştirmek ve netice itibari ile idari sistemde “adem-i merkeziyet” yolunu tutmak için Türk halkı arasında içtimai eserler okumak zevkini uyandırmak

  1. Osmanlı İmparatorluğu’nu teşkil eden muhtelif kavimler arasında bir “anlaşma zemini” uyandırmak.
  2. Daha ileri medeniyete sahip ülkelerde “Osmanlıların hakkını korumak” ve bu memleketlerde “umumi efkarı Osmanlı lehine çevirmek”
  3. Memleket dahilinde cemiyet ve komiteler kurmak sureti ile bu “programın tatbikine çalışmak, muhtelif kuvvetlere cephe almak.”

Burada öne çıkan kavramlar Şahsi teşebbüs, adem-i merkeziyet, Osmanlı’nın Avrupa’daki imajının düzeltilmesi ve cemiyetler aracılığıyla somut adımlar atmak. Tabi bu anlaşmalar ve muhalif grupların arasındaki uyumsuzluk sonucu ortak bir muhalefet zemini oluşturulamadı. Tabi antlaşma sağlanamayınca Prens Sabahattin kendi yoluna devam etti ve kendi derneğini kurdu. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’ni kuruldu. Hareketin yayın organı ise Terraki dergisi oldu. Reyhan, bu hareketin halk tarafından anlaşılmadığını azınlıklar, tüccarlar ve gençler tarafından benimsendiğini dile getirir. Buradan anlaşılan halk tarafından kabulü ve hareket sahasının kısmı etkinliğidir. Bu da Abdülhamit’e olan muhalefeti güçlendirecektir.[10]

Prens Sabahattin’in düşüncelerinin ve hareketlerinin cisimleşmiş hali Ahrar Fırkası’nın 1908 yılında kurulması olacaktır. Partinin ömrü uzun olmayacak İTC’ye muhalif olmasının kapanmasında etkili olduğu dile getirilmiştir. Parti üyeleri 31 Mart Olayı’nın ardından bu vakıa ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle baskı altına alındı. Verilen tepki çok şiddetliydi öldürülenler ve içeri atılanlar oldu.[11] Prens Sabahattin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra İTC’nin ülkeyi terk etmesi üzerine ülkesine geri döndü. Lakin uzun süre kalamazdı çünkü 1924 yılında Osmanlı Hanedan’ı ülkeden gönderildi. Daha sonra Prens Sabahaddin 1948 yılında İsviçre’de vefat etti.[12]

 

 

Prens Sabahattin’in hayatını ele aldıktan sonra onun derlenmiş eserini ele almaya geçebiliriz. Eser ilk önce Prens Sabahattin’in hayatını ele almaktadır. Eseri derleyen kişi Ahmet Zeki İzgöer’dir. Bu ve bunun yanında başka birçok kitapların derlemesinde ve aşağı yukarı bu dönem ile ilgili çalışmalarda bulunmuş birisidir. Prens Sabahaddin’in 4 tane izahını bir araya getirmiştir. Bunlar sırasıyla;

  1. Teşebbüs-i Şahsi ve Tevsi-i Mezuniyet Hakkında Bir İzah, İstanbul 1323.
  2. Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Hakkında İkinci Bir İzah, İstanbul 1324.
  3. İttihat ve Terakki’ye Açık Mektuplar, Mesleğimiz Hakkında Üçüncü ve Son Bir İzah, İstanbul 1327.
  4. Türkiye Nasıl Kurtarılabilir.?

Ahmet İzgöer aynı zamanda İzah’lara başlamadan eserinde “Eğitim” ve “İslamiyet” gibi başlıklar açarak bu konulara dair Prens Sabahattin’in düşüncelerini vermiştir. Aşağıda konulara göre işleyecek olursak;

İlk İzah’ta Prens Sabahaddin üç temel gaye için çalıştığını dile getirmektedir.  Bunlardan birincisi ve aynı zamanda o dönemdekilerin de bizar olduğu istibdat rejimidir. Lakin prens Sabahaddin istibdat rejiminin olduğunu kabul etmekle beraber, bu istibdatın sarayda birkaç kişi tarafından değil de eğitim sistemimiz, sosyal hayatımızdaki eksiklikler ve yetiştirilme şeklimizden meydana geldiğini belirtmektedir. İkinci olarak ise; Müslümanlar ve Hristiyanların bir olması ve ayrılmamaları gerektiği fikrini aşılamak ve her türlü muhtariyet ve ayrılıkçı politikadan uzak tutmak. Son olarak ise; Batı kamuoyunu ülkemiz lehine çevirmeye çalışmaktır. Sabahaddin eserinde bu üç meselenin tahkikine uğraşmak istediğini dile getirmiştir.

İlk bölümde aynı zamanda Adem-i Merkeziyet düşüncesini ele almakta ve açıklamaktadır. Burada Adem-i Merkeziyet düşüncesinden kastının idari olduğunu ve asla Ermeni gibi milletlere bağımsızlık verilmesi amacını taşımadığını dile getirmektedir. Burada Adem-i Merkeziyetten kastının Osmanlı’da işlerin daha hızlı yapılması ve gereksiz bürokratik engellerin hızlıca aşılması amacıyla yerel güçlerin nüfuzunun ve etkinliğinin artırılmasını ister. Buna da bir yol yapmak isteyen bir valinin, bu kısa yolu yapmak için çok fazla uğraşmasını ama yapamamasından bahseder. Tembellik ve bürokratik çözümsüzlük almış başını yürümüştür. Aynı zamanda her bölgenin geçim tarzının farklı olduğundan merkezden alınan kararların isabetli olmayacağından bahseder. Buraya önceden birisi gelmeli ve buranın ihtiyaçlarını tespit edip ona göre harekette bulunmalıdır.

Yine bu bölümde ele aldığı hususlardan birisi “Özel Teşebbüs”tür. Bunu açıklamaya şu ayet ile başlar; “Ey iman edenler! Sizler kendinizi düzeltmeye bakın! Ve insan için kendi çalıştığından başkası yoktur.”

Yukarıdaki ayeti verdikten sonra eğitim sistemini eleştirmektedir. Eğitim sisteminin şahs-i teşebbüsü engellediğini, öğrencilerin himaye usülüne alıştırıldıklarını ve kısa yoldan para kazanmayı hedeflediklerinden bahsediyor. Kısa yoldan para kazanmak ve memurluğa atanmak istemektedirler ve ülkede memur sayısının çok fazlalığından da bahseder. Tabi memur olduklarında himaye usulüne ihtiyaç duyduklarından birilerinin himayesiyle oraya atanıyorlar. Atandıktan sonra yükselmek için yine himayeye ihtiyaç duyuyorlar ve bu bir evi bağımlılığı beraberinde getiriyor. Eğitimin temel hedefinin “beden” “fikir” ve “ahlak” yoluyla öğrencinin kabiliyetinin artırılması olduğunu ve beden eğitiminin ihmal edildiğinden bahseder. Ayrıca eğitim de pratiğe özel bir yer verir ve pratik eğitimin üzerinde çokça durur. Eğitimde pratiğin öneminin tabii ilimlerin ilerlemesi ile kıyaslar ve tabii ilimlerin bu kadar ilerlemesini gözlem ve deneye borçlu olduğumuzu söyler.

Eğitim sisteminde hükümetin şahsiyeti boğmak istediğini ve bir düşkünler nesli yetiştirmek istediğinden bahseder. Onun için asıl önemli olan ise şahsi teşebbüs ve hürriyettir. İlk izahta temel olarak değindiği meseleler bunlardır.

Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Hakkında İkinci Bir İzah

Burada Prens Sabahaddin kendisine yöneltilen ithamlara cevap vermektedir. Burada Hüseyin Cahit, Sabahaddin’e bazı ithamlarda bulunmaktadır. Rum patrikhanesi ile Ahrar partisinin ilişki içerisinde olduğunu ve Adem-i Merkeziyet düşüncesinin midilli ve sakız gibi adaların tekrardan Yunan kollarına atılmaktan başka bir şey olmadığını dile getirmektedir. Prens Sabahaddin ise bunlara cevap vermekte ve bu bölümde ithamlara cevaplarını ele almaktadır.

Prens Sabahaddin burada kendisinin Rumlar ile ilişki içerisinde olmadığını, Ahrar Partisi’ne girmediğini, mebusluk seçimlerine katılmadığını ve Adem-i Merkeziyet’in anayasanın 108. Maddesinin uygulanmasından başka bir düşünce olmadığını dile getirmektedir. Aynı zamanda burada şahsi çektiği sıkıntılardan, davası için gösterdiği fedakarlıklardan, katlandığı felaketlerden bahsetmekte ve devletinin muasır medeniyetler seviyesine gelmesinden başka bir şey istemediğinden bahsetmektedir.

 

İttihat ve Terakki’ye Açık Mektuplar

Burada İttihat ve Terakki’ye göndermiş olduğu mektuplardan bahseder. Burada kendi görüşlerini dile getirmesinin yanında İttihat ve Terakki ile olan münasebetlerini ele alır. Mektuplardan önemli olanlarını ele alacağız.

İlk mektupta; Saldırılar niçin başladı? Sorusuna cevap vermektedir. Meşrutiyetten önce ve sonraki durumu tahlil etmeye başlar. Meşrutiyetten önce tüm kötülükler istibdattan geliyor ve İstibdatın kaynağının da Abdülhamit olduğunu düşünüyorduk demekte ve Abdülhamit giderse her şeyin düzeleceğini sandıklarından bahsediyor. Daha sonra Prens Sabahattin Meşrutiyetten sonra ise durumda iyileşme olmadığını, Abdülhamit indirildikten sonra kötülüğün devam ettiğini ve istibdatın devam ettiğinden bahseder der ve ülkedeki problemin kaynağının şu sebeplerden geldiğini yineler;

  1. Özel hayatımızda-Faydasız bir gelenek, şahsiyetin verimli ve meşru çalışmayla yükselmesine engel bir geçim tarzı ve bu tarzı nesilden nesile sürükleyen köyü bir eğitim
  2. Genel hayatımızda yani hükümet teşkilatımızda- Özel hayatımızdaki tembelliği genel hayatımıza yansıtan, mahalli ihtiyaçlarımıza asla uymayan, bundan dolayı çok masrafla iş gören, Türkiye’yi baştan başa bir sefalet diyarına çeviren merkeziyet.

 

Sorunları öne sürdükten sonra Prens Sabahattin, “Tedavi Yolu”nu da söylemektedir. Ona göre tedavi yolu, tüm kötülüklerin sebebi merkezilikten kurtulmak, şahsi gelişmeyi öne çıkarmak, tembellikten uzak durmak, kaybolan Osmanlı birliğinin yeniden tesisi ve milli hakimiyet ile idari adem-i merkeziyet olarak tanımlar.

Prens Sabahattin kendisine yapılan haksızlıkların asıl kaynağını, Abdülhamit meşrutiyeti ilan ettikten sonra, önceden onu eleştirip ve “artık onu alkışlayanların” Prens Sabahattin’den de aynısını beklemeleridir. Prens Sabahattin kendisinin söylediğine göre önceden savunduğu doğrultuda Abdülhamit meşrutiyeti ilan ettikten sonra da ona karşı cephe almaya devam etmesinden dolayı hedef tahtasına oturtulmuştur.

İkinci Mektup

Prens Sabahattin ikinci mektupta Neyyir-i Hakikat’de çıkan bir yazıya cevap veriyor. Gazete Prens Sabahattin’in askerlere mali yardımda bulunduğunu ve hükümete/meşrutiyete karşı kışkırttığından bahsetmektedir. Ayrıca Ahrar Partisi’ni kurup bu ülkenin başına bela olduğundan da bahsetmektedirler.

Üçüncü, dördüncü ve beşinci mektuplarda aynı konulara değinmektedir. 6. Mektubunda ise Sosyoloji’nin büyük keşfi diye milletleri iki sınıfa ayırmaktadır. Ona göre milletler Kamucu ve Ferdi Yapı’ya sahip olanlar diye ikiye ayrılır. Kamucu Yapı’ya ait olanlar Asya, Afrika, Güney Amerika, Türkiye ve Rusya’dır. Bunların “dayanak noktaları” kendileri değil, mensup oldukları sınıfa göre aile, cemaat, parti ve hükümetlerdir. Bunlarda özel teşebbüs ve şahsi atılım söz konusu olmamaktadır. Ferdi Yapı ise tam tersidir.

Yedinci Mektup’ta ise Türkiye’nin Kamucu Yapı’dan Ferdiyetçi Yapı’ya geçmesi gerektiğini dile getirmektedir. Ziraat alanına dikkat çekmekte ve köylülerin durumunun kötü olduğu dile getirmektedir. Özellikle Aydın sınıfın köylülere yol göstermesi gerektiğinden bahseder. Aynı zamanda Fransa’daki bir okuldan oldukça etkilenir ve Türkiye’deki gençlerin de yurt dışına gönderilmesi gerektiğini ama orada “aydın bir tüketici” değil de “teşebbüs sahibi üreticiler” olmaları gerektiğinden bahseder.

Sekizinci mektupta özellikle Abdülhamit ile ilgili söyledikleri oldukça dikkat çekicidir.

“Fakat dünkü kötülüklerin gerçek sorumlusu Abdülhamid olmadığı gibi, bugünkü kötülüklerin gerçek düzenleyicileri de hürriyet kahramanları değildir. Kötülüğün asıl kaynağı kendimiz, günahımızın esas merkezi ise hayat tarzımızdır.”

Yazının sonlarında Abdülhamit’in sorunun asıl kaynağı olmadığını, sorunun eğitim ve yetiştirilme tarzından kaynaklandığını dile getirmiş ve yine yukarıda zikrettiği çözümleri savunmuştur.

Türkiye Nasıl Kurtarılabilir?

Prens Sabahattin burada yukarıda ele aldığımız görüşlerden çok da farklı bir şey söylememektedir. Science Sociale’nin çok önemli olduğunu ve kesinlikle takip edilmesi gerektiğinden ve analizlerinin isabetli oluşundan bahseder. Türkiye’de ise bu alanda çalışma yapılmadığından bahseder. Ayrıca Türk aydınlarının Türkiye’nin felaha erdirilmesi konusunda kafa yorduğundan ama çareyi bir türlü bulamadıklarından bahseder. Ona göre çare yine bu Science Sociale’dedir. Burada en çok etkilendiği kişi olarak da Edmon Demolis’i görürüz.

Ona göre Türkiye’nin kurtulması Kamucu Yapı’dan, Ferciyetçi Yapı’ya geçmesi ile mümkün olacaktır. Aynı zamanda burada Fransız ve İngiliz okullarını da karşılaştırır. İngiliz okullarında eğitimin ve bilginin daha ağırlıkta olduğu ama Fransızların onlardan daha üstün olduklarını söyler. Çünkü Fransızlar, İngilizlerin yarısı kadar bilgili olsalarda pratik ağırlıklı bilgi aldıklarından her halükarda öndedirler. Yani Prens Sabahattin’in Türkiye’nin kurtulması için anahtar kavram olarak öne sürdüğü kelimelerden bir tanesi de deney ve gözleme dayalı eğitimdir. Kamucu Yapı’da liyakat ve şahsi beceriler değil, birisinin himayesi ile bir yerlere gelme vardır. Birisinin himayesi ile bir yerlere gelme olduğundan, tembellik, kendisini geliştirememe gibi sorunları bu beraberinde getirmektedir. Buna örnek ülke olarak da karşımızda Fransa’yı buluruz.

Sonuç

Prens Sabahattin fırtınalı bir dönemde, Osmanlı’nın yıkıldığı ve yerine Cumhuriyetin getirildiği karmaşık bir ortamda yaşamıştır. Osmanlı devleti uzun yıllar önce toprak kaybetmeye başlamış, 93 Harbi’nde Ruslar Yeşilköy’e kadar gelmiş, İngilizler Kıbrıs’ı almış ve Balkanlar’da isyanlar patlak vermiştir. Bu durumda aydınlar Osmanlı’yı kurtarmak için fikirler üretmeye başlamışlardır. Özellikle vatansever aydınlar ülkenin kurtulması için düşündüklerini her ne pahasına olursa olsun söylemeye ve dile getirmeye çalışmışlar ve bunun için ülkelerini terk etmeyi bile göze almışlardır. Osmanlı ise “büyük güçlerin” çoktan parçalamayı hedeflediği bir devlettir artık. Bu büyük oyunda izlenebilecek denge siyaseti vardır ve denge siyasetinin bedeli de ağır olmaktadır.

Bu dönemde öne atılan fikirler Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslamcılık’tır. Lakin bunların üçü de dış baskı ve etki sonucu başarısız olacaktır. Çünkü imparatorlukların dağıldığı ve ulus devletlerin inşa edildiği kaçınılmaz bir dönemdir. Bu durumda ve bu kaos ortamında aydınlar değişik çareler üretmişler ve çare olarak Avrupa’yı görmüşlerdir. Şüphesiz hepsi kurtuluşun tek çaresinin Avrupa olduğunu görmüyorlardı. Ama artık tarım toplumu olmak değil de sanayi toplumu olmak gerekiyordu. Aynı zamanda artık “moderleşme” maddi dünya olarak algılanmaktaydı. Bu durum ve sürekli savaşların kaybedilmesi, toprakların kaybedilmesi, muhacirlerin Anadolu’ya akını, aydın kesimin buhranlara girmesine ve çıkış yolları aramasına sebep oluyordu.

İç ve dış baskıların şiddetlendiği bir ortamda Prens Sabahattin çıkış yolu olarak Ferdiyetçi Yapı’yı, Adem-i Merkeziyet-i ve Teşebbüs-i Şahsi’yi öneriyordu. Çünkü bunları Avrupa’da müşahade ediyor ve görüştüğü ilim adamlarından etkileniyordu. Yakın bir zamanda okuduğum Aykut Kansu’nun yazısı beni farklı düşüncelere gark etti düyebilirim. Kısaca Aykut Kansu, Prens Sabahattin hakkında, onun görüşlerinin isabetsiz olduğunu ve gerçekleşmesinin birer hayal ürünü olduğunu söyler.

Prens Sabahattin Türkiye’de Liberalizmin öncülerinden olarak bilinmektedir ama Aykut Kansu ise bunun tam tersini makalesinde savunur. Ona göre Prens Sabahattin aşırı-muhafazakar bir dünya görüşünü benimser ve Türkiye’de onun benimsenmesi için uğraşır. Aykut Kansu’ya göre Demolins ve Social Science’nin hedefi Fransız devrimi öncesindeki Fransa’nın feodal haline geri dönmektir. Feodal dönemdeki yapı savunulmakta ve Fransız devriminin getirdiği kavramlar hürriyet, eşitlik vb reddedilmekte ve liberalizm de reddedilmektedir. Onlar ise muhafazakar olduklarından, feodal düzeni savunmaktalar, soyluların köylüler üzerinde egemenliğini ve merkezi hükümet karşısında yerel soyluların söz sahibi olduğu bir düzeni savunmaktadırlar. Aykut Kansu şu şekilde dile getiriyordu;

“…Prens Sabahattin, Türkiye’nin Fransa gibi Afrika ve diğer kıtalarda sömürge imparatorluğu kurabileceğini düşünmediğinden, bunu bir iç sömürgeleştirme olarak tasarlamış ve Türkiye’deki zengin sınıfın gençlerini eğiterek bunları kendi başlarına kaldıklarında doğru dürüst tarım bile yapamadıklarını düşündüğü Anadolu köylülerinin başlarına “zırai patron” olarak göndermeyi planlamıştır. Prens Sabahattin’in Türkiye’nin kalkınması için bulduğu çare yani, “bireyci girişimcilik” ya da “teşebbüs-i şahsi” buydu. Demolins’in önerdiği gibi, gençler devlet memuriyetine girme fikrinden caydırılmalı ve özel bir eğitimden geçirilerek, yani “bireyci aile” tipine uygun insanlar olarak yetiştirilerek, köylünün efendisi olmak üzere Anadolu’ya salınmalıydı.”[13]

Ayrıca Aykut Kansu ilerleyen paragraflarda şunları dile getirmekteydi.

“…Fransa örneğinden başlarsak bu ideolojinin temsilcileri, 1789 yılından sonra kurulan yeni devlet modeline temelden karşıydılar. Fransız Devrimi yalnızca aristokratların ayrıcalıklarına dokunduğu için değil, kişi hak ve özgürlüklerini ön plana çıkararak toplumda var olan istikrarı, aristokrasinin halk katındaki otoritesini ve yüksek sınıfa duyulan hürmeti azalttığı için de kötülenesi bir olaydı. Hele yeni parlamento ve bunun ayrılmaz parçası olan temsil modeli- yani, liberal demokrasi- aşırı muhafazakarlar açısından tahammül edilemeyecek kadar kötü bir şey olarak görülüyordu.”[14]

Aykut Kansu bugüne kadar söylenenlerden farklı bir şey söylediğinden temel tezlerini yukarıda direk alıntı olarak almak uygun görüldü. Kansu sonuç olarak, Prens Sabahattin’in önerilerinin doğru olmadığına ve Prens Sabahattin’in metodolojisinin “Türkiye’nin gerçek anlamda ilk çözümlemesini yaptığını” iddia edenlerin ve onun sosyal bilimlere katkısı olduğunu söyleyenlerin karşısında yer alır. [15]

Nihai olarak bu eserde Prens Sabahaddin’in görüşleri üzerine yoğunlaşılmıştır. Prens Sabahaddin’in yazdığı “İzah”lar ele alınırken özellikle biyografi kısmında DİA maddeleri kullanılmıştır ve özgün fikirleri olduğundan dolayı Aykut Kansu’nun eseri dile getirilmiştir.

Prens Sabahaddin hem mevcut hükümete karşı çıktığından hem de İttihat ve Terakki ile çatıştığından hakkında yazılanlar pek de olumlu olmamıştır. Siyasette de aktif olduğundan bu onun karalanmasını kolaylaştırmıştır. Bütün bu yazılanların içinde onun entelektüel tarafı olduğu dile getirilmeli ve belli akımları temsil ettiği söylenilmektedir. Özellikle onun Fransa’daki Demolins ve onun ekolünden insanlar ile görüşmesi onun görüşlerini etkilemiştir. Kendisi de bu fikirlerin Türkiye’ye girmesini sağlayan kişi olarak karşımıza çıkar.

Kaynakça

Akyıldız, Ali. “Mahmud Celaleddin Paşa.” DİA. 2. 175-177.

Kansu, Aykut. “Prens Sabahaddin’in Düşünsel Kaynakları ve Aşırı-Muhafazakar Düşüncenin İthali.” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce. C.1. Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi.2002.

Reyhan, Cenk. “Prens Sabahaddin.” Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce. C.1 Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi. 2002.

Uçman, Abdullah. “Prens Sabahaddin.” DİA. 34. 341-342.

[1] Ali Akyıldız, “Mahmud Celaleddin Paşa,” DİA 2, 175-177.

[2] Ali Akyıldız, “Mahmud Celaleddin Paşa,” DİA 2, 175-177.

[3] Cenk Reyhan, “Prens Sabahaddin”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. I, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 2002, 146.

[4] Ali Akyıldız, “Mahmud Celaleddin Paşa,” DİA 2, 175-177.

[5] Ali Akyıldız, “Mahmud Celaleddin Paşa,” DİA 2, 175-177.

[6] Ali Akyıldız, “Mahmud Celaleddin Paşa,” DİA 2, 175-177.

[7] Ali Akyıldız, “Mahmud Celaleddin Paşa,” DİA 2, 175-177.

[8] Abdullah Uçman, “Prens Sabahaddin,” DİA 34, 341-342.

[9] Reyhan, “Prens Sabahaddin,” 146.

[10] Reyhan, “Prens Sabahaddin,” 146-148.

[11] Reyhan, “Prens Sabahaddin,” 149.

[12] Abdullah Uçman, “Prens Sabahaddin,” DİA 34, 341-342.

[13] Aykut Kansu, “Prens Sabahaddin’in Düşünsel Kaynakları ve Aşırı-Muhafazakar Düşüncenin İthali ”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, c. I, Tanzimat ve Meşrutiyetin Birikimi, 2002, 161.

[14] Kansu, “Prens Sabahattin,” 161-162.

[15] Kansu, “Prens Sabahattin,” 163-164.

Yorum Yaz