İlim ve Medeniyet
Yeni Nesil Sosyal Bilimler Platformu
Şarkiyatçılık isim olarak gündemden düştü. Özellikle 1978’de Edward Said’in aynı isimdeki kitabı yayınlandıktan sonra bu alanın Hocaları kendilerine artık şarkiyatçı demiyorlar. Şarkiyatçı Doğu bilimleri ile uğraşan kişi demek. Oryantalizm de Latince kökenli. Orient doğu demek ve izm’de bir ideoloji veya araştırma alanı anlamına geliyor. Yani Doğu araştırmaları demek. Bunun tersi ise Occidentalizm yani Batı araştırmalarıdır. Etkin kültür Batı olduğundan ve Doğu bir süredir etkilenen olduğundan herhalde tersi yapılamıyor. Yani Doğu’da Batı araştırmaları Batı’da Doğu araştırmaları kadar yaygın değil.
Derin tarih güzel bir sayı çıkardı: Oryantalizm Batı’nın Penceresinden Doğu. Burada sürekli Edward Said’e atıf var. Said’in eseri okunduktan sonra bu dergiyi almanız bence daha isabetli olur. Ayrıca yazının sonunda şarkiyatçılığa dair bazı eserler de tavsiye edeceğim. Derin Tarih’in bu çalışması bence çok değerli ve her kesime hitap ediyor.
Oryantalizmin kökenleri konusunda bir konsensüs yok. Ama bunu Viyana Konsülüne kadar götürüyorlar bence de bu yaklaşım doğru. Öncesinde yapılan bireysel çabalar bir kurum eşliğinde ciddi olarak çalışılmaya başlıyor. Peygamberimiz Hak Dini İslami tebliğ etmeye başladığında bir sürü düşman da kazandı. Hristiyanlar ilk ciddi tepkiyi vermeye başladılar. Doğu Hristiyanları özellikle Hristiyanların Müslüman olmalarını istemiyorlardı. Bu yüzden eserler kaleme alıp halkı bilinçlendirmeye çalıştılar. Bu çalışmalar döneminde belli ölçülerde etkili oldu. Ama Viyana Konsülüne kadar ciddi çalışmalar yapılmadı ve bir birlik yoktu. Batı bugünkü kurduğu maddi ve manevi birliğini Viyana Konsülü ve sonrasında fikri alanda da kurdu.
Hristiyanlıkta Hz. İsa figürü çok önemlidir. Bizim dinimizi de Muhammedilik olarak tanımladılar. Muhammed’in dini diyorlardı. Peygamberimize Hz. İsa’ya atfedilen önem gibi bir önem olduğunu söylüyorlardı. Kitaplarına da bu isimleri verdiler. O dönemde yani ilk başlarda tepkisel hamlelerde bulundular. Bu hamleler derinlikten yoksundu. Bu büyük bir etki uyandırmadı çünkü İslam yayılmaya devam etti. Batı bundan daha sonra bu hamleleri sık sık yapacaktı. İslam’ı ve Müslümanları karalamak için çeşitli fikirler öne sürecekti. Çünkü İslam Batı’ya en büyük tehlike idi. Geçtiğimiz birkaç 10 yılda da Avrupa’nın böyle giderse Müslümanlaşacağına dair çok sayıda yazı yazılırken bir anda İşid çıktı ortaya. Bunlar tesadüf mü bilemiyorum ama tesadüfleri de sevmediğim kesin. Avrupa yine İslam’a karşı karalama kampanyalarına başladı ve İslamafobi’yi hortlattı. Bu Batı’nın bir hamlesi ve başarısı sayılabilir. Buna rağmen İslam yine yayılmaya devam edecektir şüphesiz.
İlk dönemde Hristiyanlar İslam’a reddiyeler yazmaya devam ettiler. Daha sonra Viyana Konsülü ile birlikte Arapça kürsüleri kuruldu. Bu kürsülerle birlikte daha ciddi araştırmalar yapmaya başladılar. Arapça öğretimi zamanla oturdu ve çeviri faaliyetlerine giriştiler. İslam’a dair reddiyeci zihniyet günümüze kadar devam etti. Açık aramaya çalıştıklarından İslam’ın bereketini göremediler. Batı Doğu’ya seferler düzenliyordu. Haçlı seferleri ile Doğu’yu yakından tanıma fırsatı buldular. O zamandan beri kendini Doğu’yu anlamaya vakfeden isimler ortaya çıktı. El yazma eserleri topladılar ve çevirmeye başladılar. Bunlar zamanla büyük bir külliyata dönüştü. Yıllar sonra İslam’a dair ilk ciddi kitapları yazabilecek hale geldiler.
Bu durum 16. Yüzyıldan itibaren sömürge dönemine doğru devam etti. Sömürgecilik başlayınca akademik birikim, bilgi ve anlayış halkları sömürmek için kullanıldı. Onlara göre Doğu geri kalmıştı ve medeniyet götürmek lazımdı. Bu medeniyeti de silah zoruyla götürdüler ve yerlileri bazı yerlerde kökünü kazıyarak medeniyetlerini ikame etmeye devam ettiler. Amerika’yı keşfettiğini söyleyen Batı, Amerika’da yerlilerin yaşadığını zaten biliyordu. Ama literatüre bu Amerika’nın keşfi olarak geçti. Zaten birilerinin yaşadığı yeri haliyle keşfedemezsin. Yerliler ile yeni gelenler arasında büyük bir mücadele yaşandı. Üstün silahlara sahip olan Amerikalılar bunu kazandı. Yerlilerin de elbette bir Medeniyeti ve yaşam tarzı vardı. Medeniyet her zaman maddi üstünlük ile ölçülemez.
Bize Batı’nın güçlü olduğu zamandaki tavrı çok şey söylüyor. Batı güçlü olduğu zamanda bizi aşağı gördüler ve sömürmeye çalıştılar. Ortadoğu’da güçlü bir Osmanlı vardı. Başarısız Viyana seferleri sonucu Osmanlı gerilemeye ve Müslüman tehlikesi de ortadan kalkmaya başladı. Artık Osmanlı korkulan olmaktan çıkmıştı. Şimdi sıra Osmanlıyı parçalamaya gelecekti. Dünya savaşları ise bunun için iyi fırsatlar sunacaktı. Batı, Afrika’dan birçok köle ticareti yaptı. Bugün Almanların Yahudilere uzun yıllar ödediği gibi Afrika’ya ve diğer bölgelere tazminat ödemesi gerekiyor. Bölgenin geri kalmasında Avrupalıların ciddi etkileri var. Ateşlenen mezhepçilik ve çizilen yapay sınırlar Avrupa’nın bir eseri. Bölgelerde kan durmuyor ve Avrupa bunu hiçbir şey olmamış gibi izleyemez.
Said Şark ve Batı’nın neresi olduğunun tam olarak belli olmadığını söylüyor. Avrupa için Şark sınırları gittikçe büyüyen bir yer. Burada Ortadoğu var, Çin var, Japonya var. Ama yine de sınırları net değil. Hindistan da buna dahil. Hatta Hint medeniyeti Batı tarafından bir tutku ile araştırıldı. İslam Medeniyeti kadar tehlikeli bulunmadı büyük ihtimalle. Sanskritçe öğrenilip Hint Medeniyeti araştırıldı. Buna büyük yatırımlar yapıldı. Ayrıca Batı Sami dilleri araştırmalarına büyük önem veriyordu. İbranice ve Arapça öğrenmek onlar için çok önemliydi. Özellikle İbranice kendi dinlerinin kökenini kavramalarını sağlayacaktı ve Hz. İsa’yı daha yakından tanıyacaklardı ve onun dönemini. Bizde İbranice çalışmaları çok geç ve yeni yeni başlıyor. Ama bu adımlar şimdi atılmazsa ne zaman atılacaktı bilemiyorum. Sami dillerine, Sanskritçeye ve Batı dillerine büyük yatırımlar yapmak zorundayız. Ne kadar erkenden sistem oturtabilirsek o kadar güzel olacak Allah’ın izniyle.
Said bilginin siyasallaşmasından bahsediyor kitabının ilk sayfalarında. Bir edebiyat metnine olan bilgi ile Sovyetler birliğine olan bilgi aynı değil diyor. Sovyetler birliğine dair bilgi siyasallaşıyor diyor ve bunun tehlikesinden bahsediyor. Said’in şu satırlarını buraya almakta fayda var.
“…on dokuzuncu yüzyil sonlarında Hindistan’daki ya da Mısır’daki bir İngiliz’in bu ülkelere duyduğu ilgi, onları zihninde İngiliz sömürgesi konumuna yerleştirmiş olmasından bağımsız değildir, kanımca tartışma götürmez bir şeydir bu. Bu söylediğim, Hindistan ile Mısır’a ilişkin tüm akademik bilginin, bir biçimde, kaba siyasal gerçekler tarafından lekelendiğini, damgalandığını, bozulduğunu söylemekten çok farklı olabilir, ama yine de, elinizdeki Şarkiyatçılık incelemesinde söylediğim bu.”[1]
Said açık açık Doğu’ya olan bilginin siyasallaşmasından bahsediyor yukarıda. Bu Doğu’nun uğrayabileceği tarzda bir tahribata yol açtı ve yapılan haksızlıklarında meşrulaştırılmasını sağladı. Edward Said ayrıca ilerleyen sayfalarda İngilizlerin elli beşlerine varız varmaz emekli edildiklerini söylüyor. Bunun da nedeninin “…hiçbir şarklının bir Batılıyı yaşlanıp bozulmuş haliyle görmesine izin verilmediği…” olduğu söylenilmektedir. Yani çok kurnaz bir şekilde Şarkiyatçılık uzun yıllar sürdürülmüş. Ama bu durum Edward Said’in 1978 yılında eserini yazmasına kadar devam etti.
Batılılar zannediyorum bugünlere yatarak gelmediler. Rabbimiz bizlere ancak çalıştığımızın karşılığının olduğunu söylüyor bu ecnebiler için de geçerli. Napolyon Mısır’a geldiğinde bütün Mısır’ı inceleme altına aldılar. Mısır’ın tasviri isimli kitapta da bunu topladılar. Napolyon’un getirdiği uzmanlar tamı tamına 23 ciltlik bir kitap hazırlamayı başarmışlardı. Çok erken bir tarihte yapılan devasa bir iş. Bunlar tabi devlet destekli idiler. Bizler de devlet olarak bu alanlara yatırım yapmak istemeliyiz. Önümüzde yapacak çok iş var.
1800-1900 arası yıllarda Batı ile Doğuyu karşılaştırıyor Said. Batı’dan Doğu’ya gidenlerin sayısı çok iken tam tersi çok düşüktür. Hatta Batı’ya gidenlerin de Batı kültürüne ve medeniyetine şaşakalmak üzere gittiğini söyler. Buna rağmen Batılılar Doğu’ya farklı amaçlarla, onu yönetmeye, kontrol etmeye ve sömürmeye geliyorlardı. 1800 ile 1950 arasında yakınşarkı ele alan 60 bin civarında kitap yazıldığı söylenmektedir.
Derin Tarihte ise Batı’nın Doğu’ya bakışını özetleyen güzel bir kısım var ve onu da buraya almak istiyorum.
“…Batı’nın kendisi dinamik, değişen ve gelişendir; Doğu ise statik, sabit ve durağandır. Batı zeki, yaratıcı, bilimsel ilkelere bağlı, disiplinli, düzenli, makul, insaflı, duyarlı, babacan, bağımsız, özgür, demokratik, hoşgörülü, ahlaken ve iktisaden ilerici iken; Doğu taklitçi, tembel, dengesiz, egzotik, bağımlı, işlevsiz, barbar ve gayri medenidir”[2]
Bu sözler karşısında insan ne diyeceğini bilemiyor. Üst kültürler bu şekilde diğerlerini aşağı görebiliyorlar. Bu konuda çok şey söylemek lazım. Mutlaka gençlerimize bütün bu söylenenler karşısında harekete geçmelerini kendilerini her alanda yetiştirmelerini ve büyük işler başarmalarını tavsiye ederim. Batı’ya seyahat edip, sistemlerini öğrenmelerini ve döndükten sonra sistemli bir şekilde Batı’yı incelemelerini tavsiye ederim. Batı’ya ve Doğu’ya büyük bir ilgi gösteririz umarım. Çok çabalayalım çok çalışalım Rabbim çalıştığımızın karşılığını veriyor. Ben kendime bir Oxford mezunundan daha kaliteli olacağım diye söz verdim. Kendim onlarla yarışıyorum sizlerin de kendinize büyük hedefler koymasını isterim. Rabbim yardımcımız olsun…
Not: Şarkiyatçılık, Derin Tarih Oryantalizm Sayısı ve Necmettin Hoca'nın Oryantalizm adlı video serisinden oldukça yararlandım.
Tavsiye Kaynaklar
Derin Tarih: Oryantalizm Özel Sayısı
Yücel Bulut: Oryantalizmin Kısa Tarihi
Edward Said: Şarkiyatçılık
Necmettin Salih Ekiz: Oryantalizm ve Kur’an
Wael b. Hallaq: Şarkiyatçılığı Yeniden Düşünmek
Remzi Avcı: Alman Oryantalizmi
Abdülkadir Macit: Muhammed Hamidullah
YouTube video önerisi Oryantalizm 3 Bölüm:
https://www.youtube.com/watch?v=bTQHYITNQk4
[1] Edward Said, Şarkiyatçılık: Metis yayınları 12. Basım, s20-21
[2] Derin Tarih Oryantalizm Özel Sayı, s. 78
Yorum Yaz