SERBEST ŞİİR ÖLÇÜTSÜZ DEĞİLDİR!

EDEBİYAT

Şiirin tanımıyla alakalı yüzyıllardır devam eden bir tartışma vardır. Bu tartışmanın bir neticeye varamamasının temel sebebi şiiri tanımlayan şairlerin bağlı bulundukları veznin belli başlı özelliklerini şiirin tanımını yaparken kullanmalarıdır. Örneğin hece ölçüsünü benimsemiş şairlerimizin yaptığı tanımlarda “uyak” vazgeçilmez bir unsurdur. Aruz ölçüsünde eser kaleme almış şairlerimizin şiir tanımlarında mısraların, hatta hecelerin tınısal özelliklerine kadar inilmektedir. Serbest şiirde ise durum tamamen farklıdır. Bir boşluk havası varmışçasına yapılan tanımlar, “hoş duygular uyandıran şiir türü” gibi genel geçer ibareler burada hâkim düşünceyi yansıtır fakat bunların ne kadar serbest şiiri tanımladığı tartışmaya açık bir konudur. Bizler bu yazımızda serbest şiiri basite indirgeyerek kuralsızlık izlenimi verenlere karşı, serbest şiirin de ölçütlerinin olduğunu, belli bir estetik kaygısının varlığını ve hatta bu vezin türünün diğer vezin türlerinden daha zor ölçütlere dayandığını maddelerle anlatmaya çalışacağız. 6 maddede topladığımız bu ölçütler şunlardır:

  1. Tını
  2. Anlam
  3. Aliterasyon-Asonans
  4. İmge
  5. Alıntı
  6. İç kafiye

“Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir. Şiirde ‘nefes’ ve ‘ses’ iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.”

Yahya Kemal Beyatlı

 Tını

Yahya Kemal der ki: “Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir. Şiirde ‘nefes’ ve ‘ses’ iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil’in sûru kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.”(1) Serbest şiirin olmazsa olmazlarının başında tını gelir. Belli bir ritmi olmayan şiir nakıstır, eksiktir. Aruzda ve hecede kendini bariz belli eden tını veya ritmik özellikler serbest şiirde kendisini kelimelere, noktalama işaretlerine, kelime ve cümle tekrarlarına bırakmış olsa da vardır ve olmazsa olmazdır. Hüseyin Atlansoy’un “İyi Günler İlerde Anneanne”(2) adlı şiirinin giriş kısmını burada inceleyebiliriz:

İyi günler ilerde anneanne

İyi günler ilerde

Bense yirmi dört saatlik

Günlerdeyim anneanne

Cahit Zarifoğlu’nun “Uyarılan Şair”(3) adlı şiirinin son kısmı şöyledir:

Yazdıkların şiir değilse kalsın

Cennetse sevdan çık dışarı

Solgun ışıklar

Sessiz ağaçlar parklarla

O cümbüş gecesini de tak peşine

Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın...

Nazım Hikmet Ran’ın “Tahir ile Zühre Meselesi”(4) adlı şiirinin bir kısmı şöyledir:

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,

bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte

yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek

meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken

meselâ denerken damarlarında bir serumu

ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Açıkça görülmektedir ki şiirde ahenk ritmik öğelerle sağlanmaya çalışılmıştır. Cümlelerin tekrar edilmesi ve kelime tekrarlı vurgular tınısal özellikleri tamamlamıştır.

Bünyesinde bir anlam barındırmayan, konusu dahi olmayan ve boş lakırtıdan öte gidemeyen şiirler, ki günümüz şairlerinin kahir ekseriyeti bu sıfatların muhatabıdır, ortaya bir değer koymadığı için düz yazıdan farksızdır.

Anlam

Serbest şiir şairlerinin yaşadığı iki büyük denklem vardır. Biri ahenksiz anlam, diğeri de anlamsız ahenk. Ahenk unsurlarını içerisinde barındırmayan bir şiir anlamlı ise içerisinde eksik de olsa bir değer ifade ediyor demektir. Fakat bünyesinde bir anlam barındırmayan, konusu dahi olmayan ve boş lakırtıdan öte gidemeyen şiirler, ki günümüz şairlerinin kahir ekseriyeti bu sıfatların muhatabıdır, ortaya bir değer koymadığı için düz yazıdan farksızdır. Bu noktada yazılan şiirlerin anlamlı olmasına ve bir şeyler anlatabiliyor olmasına ehemmiyet verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Zira gizemli olacağım diye “gizem” çatısı altında dillerini kapalı bir anlatımla boğan ve anlamsızlaştıran şairleredir sözümüz.

Jean Paul Sartre der ki: “Arı sanatla boş sanatın birbirinden farksız olduğu, estetik özleştirmeciliğin de geçen yüzyılda kendilerine sömürücüdense dar kafalı denmesini yeğleyen kentsoyluların savunma amaçlı bir manevrasından başka bir şey olmadığı biliniyor. Dolayısıyla, kendilerinin de söylediği gibi yazarın bir şeyden söz etmesi gerekir gerçekten.”(5) Sartre tartışmayı daha ileri bir boyuta taşıyarak estetik yazmayan şairleri boş sanat yapmakla itham eder. Ahenk unsurlarının baskın olmadığı fakat anlam itibariyle güçlü şiirlerin varlığı da yadsınamayacak kadar fazladır. Erdem Bayazıt’ın “Sana Bana Vatanıma Ülkemin İnsanlarına Dair”(6) adlı şiirini burada örnek verebiliriz:

Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde

Ya da çamaşır sererken bahçelerinde

Birden alıverirler kara haberini

Okul dönüşü bir trafik kazasında

Can veren oğullarının.

Görüldüğü gibi anlam açık ve sadedir. Şair anlatmak istediği konuyu şiire yansıtırken ahenk unsurlarının baskınlığı yerine daha anlaşılır bir üslup tercih etmiştir.

III. Aliterasyon-Asonans

Anlamlı bir ibareyi ifade ederken aliterasyonu ve asonansı bulunan kelimeleri tercih etmek şiirin yapısal özelliklerini kuvvetlendirir. Aliterasyon sessiz harflerin, asonans ise sesli harflerin tekrarı ve vurgusu ile cümle içerisinde belirginleşmesine denir. Bunun en büyük örneklerini İsmet Özel şiirlerinde görmek mümkün. “Sebeb-i Telif”(7) şiirinde:

Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız

ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla

düşmanı gösteriyorlar, ona saldırıyoruz

siz gidin artık

düşman dağıldı dedikleri bir anda

anlaşılıyor

baştan beri bütün yenik düşenlerle

aynı kışlaktaymışız

incecik yas dumanı herkese ulaşıyor

sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda

tek başınayız.

‘s-ş’ aliterasyonu başta olmak üzere, ‘d, ç, b, t’ aliterasyonları göze çarpmaktadır. Asonans olarak da ‘a, ı’ harflerini içerisinde bolca barındıran kelimelerin varlığı tesadüfi değildir. Bunlar şiirde ahengin sağlanmasına yardımcı olan yapısal özelliklerdir.

Turgut Uyar’ın “Göğe Bakma Durağı”(8) adlı şiirinin giriş kısmı şöyledir:

İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım

şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından

durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar

şu aranıp duran korkak ellerimi tut

bu evleri atla bu evleri de bunları da

göğe bakalım

‘ş, k, t, g’ harflerinin aliterasyonu şiire ritmik bir hava katarak şiirin ahenkle bütünleşmesine katkı sağlamıştır.

İmge

İmge, şiirde şairin dış dünyadan aldığı zihinsel uyarımları yeni bir ibare, benzetme veya metafor olarak ifade etmesi ile gerçekleşir. İmge bir kelime olabileceği gibi bir kelime grubu, ipuçları verilmiş ancak açıkça söylenmemiş bir im (işaret) şeklinde de olabilir. Kısaca kendi anlamı dışında birden fazla anlam ifade eden veya okuyucunun aklını telmih (hatırlatma) yoluyla düşünmeye sevk ettiren ifadelerdir. Örnek olarak İsmet Özel’in “Amentü”(9) şiirinden alıntıladığımız kısmı paylaşabiliriz:

Çanlar sustu ve fakat

binlerce yılın yabancısı bir ses

değdi minarelere: Tanrı uludur Tanrı uludur

polistir babam

Cumhuriyetin bir kuludur

bense

anlamış değilim böyle maceralardan

ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur

yalnız

coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan

nüfus cüzdanımda tuhaf

ekmek damgası durur

İçerisinde birçok imgeyi barındıran bu mısralar kısaca cumhuriyet döneminde yaşanan sıkıntılara dem vurmaktadır. “Tanrı uludur” ibaresi ezanın Türkçeleşmesini, “ekmek damgası” dönemin şartlarını, “içlendiğim şadırvan” eskiye duyulan özlemi ifade etmektedir. “ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur” ibaresi ise başlı başına bir hikâyeyi temsil eder. İsmet Özel anlatımı kuvvetlendirmek için eski bir hikâyeye başvurmuştur. Hikâye(10) şöyledir:

İngiltere kaynaklı bir öyküdür Leydi Godiva. Anlatıya göre, Coventry’de yaşayanlar, lordun koyduğu vergilerden bıkmış usanmışlardır. İyi yürekli bir insan olan lordun eşi Godiva, kocasına vergilerin düşürülmesi konusunda yalvarmaktadır. Sonunda bıkar lord: "Tamam" der. Fakat Godiva’ya asla kabul edemeyeceği bir şart koşar. Leydi Godiva, anadan doğma şekilde bir ata binecek ve şehri baştanbaşa dolaşacaktır. Lord çok rahattır bu teklifi yaparken, zira eşinin asla böyle bir davranışa kalkışmayacağından emindir.

Teklifi kabul eder Godiva. Bir gün, şehri baştan aşağı çırılçıplak dolaşır. Fakat sokaklar bomboş, işyerleri kapalı, evlerin perdeleri sıkı sıkıya kapalıdır. Coventry halkı, çok sevdikleri leydilerini çırılçıplak görmemek için evlerine kapanmışlardır.

O gün, yalnızca bu durumdan haberdar olmayan biri, Leydi Godiva’yı bir atın üzerinde çırılçıplak şekilde görür. Şaşırır. Adama durumu anlatırlar. Adam, vergileri düşürmek için çırılçıplak soyunan leydisine hürmeten gözlerine mil çekilip kör olur.

“ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur” ifadesine dönecek olursak Özel burada iki dönemi birbirine benzeterek olayı mısralarına taşımıştır. Ne Godiva gibi birinin, ne de kör olmayı kabul eden fedakâr bir kimsenin bulunamayacağından yakınmıştır.

Alıntı

Serbest şiir şairleri şiirlerinde başka bir şiirden veya edebi metinden alıntı yapabilir. Bu alıntılar, anlatımı kuvvetlendirmek için veya konuya ilişkin bir bağlantıyı ihtiva ettiği için şiire yerleştirilen ibarelerdir. Erdem Bayazıt’ın “Şehrin Ölümü”(11) adlı şiirinin bir kısmını burada örnek olarak verebiliriz:

Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara, Aşka veda

İnsanlar geçiyor yollardan, İnanca veda

Şehir kapanıyor içine, Toprağa veda

Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların

Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar

“Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların”, İnsana veda

Burada kullanılmış olan “Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların” mısrası Sezai Karakoç’un “Balkon”(12) adlı şiirinden alıntılanmıştır:

Çocuk düşerse ölür çünkü balkon

Ölümün cesur körfezidir evlerde

Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların

Anneler anneler elleri balkonların demirinde

Alıntılama serbest şiirde anlatımı kuvvetlendirir fakat olmazsa olmaz değildir. Burada şunun vurgusunu yapmak gerekir; şairler başka şairlerin şiirlerinden ilham alabilir, onların şiirlerinde geçen mısraları kullanabilir. Bu gayet tabiidir. Tırnak işareti içerisinde belirtildiği sürece herhangi bir çalıntı, emek hırsızlığı söz konusu olamaz.

İç Kafiye

Bu bölümde bahsedeceklerime birçoklarınız itiraz edecektir. Ama bir gerçek vardır ki serbest şiirin de, aruzda ve hecede olduğu gibi kafiyeli oluşudur. Buradaki kafiye bir iç kafiye hükmünde olduğu için biz buna “İç Kafiye” demeyi uygun gördük. Aruzda ve hecede olduğu gibi aşikâr olmasa da şiire yayılmış veya gizlenmiş olarak karşımıza çıkar. Düzensizdir. Belli bir kalıp içerisine sokarak aramak abes ile iştigaldir. Serbest şiirin ünlü şairlerinin neredeyse tamamına yakını iç kafiyeyi kullanmışlardır. Bunu birkaç örnekle anlatacağım. Sezai Karakoç’un “Masal”(13) adlı şiirinin başlangıç kısmı şöyledir:

Doğuda bir baba vardı

Batı gelmeden önce

Onun oğulları batıya vardı

Birinci oğul batı kapılarında

Büyük törenlerle karşılandı

Sonra onuruna büyük şölen verdiler

Söylevler söylediler babanın onuruna

Gece olup kuştüyü yastıklar arasında

Oğul masmavi şafağın rüyasında

Bir karaltı yavaşça tüy gibi daldı içeri

Öldürdüler onu ve gömdüler kimsenin bilmediği bir yere

Baba bunu havanın ansızın kabaran gözyaşından anladı

Öcünü alsın diye kardeşini yolladı

Koyu yazılan kelimelere bütüncül bakıldığı zaman iç kafiyenin varlığını açıkça görmek mümkün. “vardı, karşılandı, verdi, söyledi, daldı, öldürdü, gömdü, anladı, yolladı” kelimeleri kendi arasında bir uyum oluştururken “kapılarında, arasında, rüyasında” kelimeleri de kendi arasında bir uyum sağlamıştır. Cahit Zarifoğlu’nun “Sultan”(14) adlı şiiri şöyledir:

Seçkin

Bir kimse değilim

İsmimin baş harfleri acz tutuyor

Bağışlamanı dilerim

Sana zorsa bırak yanayım

Kolaysa esirgeme

Hayat bir boş rüyaymış

Geçen ibadetler özürlü

Eski günahlar dipdiri

Seçkin bir kimse değilim

İsmimin baş harflerinde kimliğim

Bağışlanmamı dilerim

Sana zorsa yanmaya razıyım

Kolaysa affı esirgeme

Hayat boş geçti

Geri kalan korkulu

Her adımım dolu olsa

İşe yaramaz katında

Biliyorum

Bağışlanmamı diliyorum

Zarifoğlu burada “değilim, ismim, dilerim, yanayım, kimliğim, razıyım, adımım, biliyorum, diliyorum” kelimelerini kullanarak iç kafiyeye örnek teşkil etmiştir. İsmet Özel’in “Amentü”(15) adlı şiirinin giriş kısmı şöyledir:

İnsan 

eşref-i mahlûkattır derdi babam

bu sözün sözler içinde bir yeri vardı 

ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman 

bu söz asıl anlamını kavradı 

geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından 

geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı

kararmış rakamların yarıklarından sızarak 

bu söz yüreğime kadar alçaldı 

damar kesildi, kandır akacak 

ama kan kesilince damardan sıcak 

sımsıcak kelimeler boşandı 

aşk için karnıma ve göğsüme

ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden

aşk ve ölüm bana yeniden

su ve ateş ve toprak 

yeniden yorumlandı.

Mesela burada “insan, zaman, arasından” kelimeleri kendi arasında, “sızarak, akacak, sıcak, sımsıcak, toprak” kelimeleri kendi arasında, “vardı, kavradı, geçti, alçaldı, kesildi, boşandı, uçtu, yorumlandı” kelimeleri de kendi arasında kafiyelenmiştir.

Bunlar gibi birçok örnek verilebilir. Serbest şiirde kafiyenin olmadığını iddia edenlerin savunmak amacıyla kafiyesiz bir şiiri getirmeleri düşük ihtimaldir. Getirilecek olsa bile, gelen şiirin ahenk unsurları bakımından yetersiz oluşu, akışkanlık ve tınısallık bakımından noksan olacağı göz önünde bulundurulursa düz yazıdan farksız olmayacağı anlaşılacaktır.

Sonuç

Serbest şiir için “hoş duygular uyandıran şiir türü” gibi genel geçer ibareler yerine, değerlendirme ölçütü olarak koyabileceğimiz ahenk unsurlarını yukarıda sıralamış bulunmaktayız. Bizler bu yazımızda serbest şiiri basite indirgeyerek kuralsızlık izlenimi verenlere karşı serbest şiirin de ölçütlerinin olduğunu, belli bir estetik kaygısının varlığını ve hatta bu vezin türünün diğer vezin türlerinden daha zor ölçütlerle donandığını maddelerle anlatmaya çalıştık. Umarım faydalı olabilmişizdir.

Sevgi ve muhabbetle...*

1- Yahya Kemal Beyatlı, Yedigün, c.V. 1935, no. 122

2- Hüseyin Atlansoy, Su Burcu/Toplu Şiirler 1983-2005, Hece Yayınları, 2005, sf: 192

3- Cahit Zarifoğlu, Korku ve Yakarış, Beyan Yayınları, 2016, sf: 47

4- Nazım Hikmet Ran, Yatar Bursa Kalesinde, Yapı Kredi Yayınları, 2018, sf: 191

5- Jean Paul Sartre, Edebiyat Nedir?, Can Yayınları, 2017, sf: 34

6- Erdem Bayazıt, Şiirler, İz Yayıncılık, 2011, sf: 74

7- İsmet Özel, Bir Yusuf Masalı, TİYO Yayınları, 2002, sf: 125

8- Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı, Yapı Kredi Yayınları, 2017, sf: 27

9- İsmet Özel, Erbain, TİYO Yayınları, 2016, sf: 181-182

10- https://www.yenisafak.com/yazarlar/ismailkilicarslan/godiva-50917

11- Erdem Bayazıt, Şiirler, İz Yayıncılık, 2011, sf: 16

12- Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, Diriliş Yayınları, 2012, sf:  81

13- Sezai Karakoç, Gün Doğmadan, Diriliş Yayınları, 2012, sf:  409

14- Cahit Zarifoğlu, Şiirler, Beyan Yayınları, 2014, sf: 491

15- İsmet Özel, Erbain, TİYO Yayınları, 2016, sf: 177

*Bu yazı, Araf Dergisi'nin 9. sayısında aynı başlıkla yayınlanmıştır. (Şubat-Mart 2019)

M. Fatih Özmen

M. Fatih ÖZMEN
M. Fatih ÖZMEN

Siyasal Bilimler | Uluslararası İlişkiler | Edebiyat [email protected]

Yorum Yaz