Özet
Makalede ana konuya girmeden önce kısa bir giriş yamak istiyorum. Orta Asya’da tanınmış ilim adamlarının nerdeyse hepsi ilim merkezi olan Semerkant’a, Buhara’ya giderek iyi bir eğitim alarak ülkelerine dönmüşler ve aldıkları eğitimi günümüze kadar gelen, medreselerde okutulan eserler ve yetiştirdikleri talebeleriyle aktarmaya çalışmışlardır. Bu konuda başarılı ve ünlü olan Âlimlerden biride Seyyid Şerif Cürcani’dir. Daha küçük yaştayken ilimle uğraşan ve iyi bir eğitim almak için o zamanın önemli alimlerinden ders almak için ilim yolculuğuna çıkması ve üstün zekasıyla arkadaşlarının arasında öne çıkan bir şahıstır. İlim konusunda İslam Âlemine yazdığı ve yetiştirdiği talebelerle büyük katkıda bulunmuştur. Yaptığı çalışmaları ve fikirleri İslam dünyası için kıymetlidir. Seyyid Şerif Cürcani’nin ünü ve değerli fikir ve görüşleri Osmanlı ilim dünyasını da etkilemiştir. Cürcani ve Taftazani arasındaki fikir ve görüş farklılığı Osmanlı ulemalarını etkilemiş ve bazı kırgınlıklara sebep olan münazaralarda da bulunmuşlardır.
CÜRCANİNİN DOĞUM YERİ, YILI VE NESEBİ
Kıymetli eserleriyle zamanımıza kadar gelen ve 6 asır boyunca şark İslam dünyası medreselerinin ünlü üstatlarından Seyyid Şerif Cürcani 740 senesinin 24’ünde (24 Şubat 1340) İran’ın Astrabad bölgesinin Cürcan vilayetinde ki Taku nahiyesinde Peygamberimizin soyuna mensup bir ailede doğmuştur[1]. Seyyid Şerif Cürcani’nin tam ismi Ali bin Muhammet’tir. Seyyid Şerif Cürcani hem ana hem de baba tarafından Hz. Peygamberin (sav) torunlarından aralarında on üç göbek bulunan Dai Muhammed b. Zeyd’in soyuna mensup olduğu için es-Seyyid, eş-Şerif, Cürcani ismide Cürcan’da doğduğu içinverilmiştir[2].
Seyyid Şerif Cürcani’nin künyesi, Ali bin Muhammed bin ali es-Seyyid eş-Şerif ez-Zeyin Ebul-Hasan el-Hüseyni el-Cürcani el-Hanefi’dir.[3]
Kullandığım kaynaklarda Cürcani’nin ana ve babası hakkında fazla bir bilgi verilmiyor. Ailesiyle ilgili sadece, Hz. Peygamber soyundan geldiği söyleniyor, bundan başka da bilgi yok. Bazı kaynaklar da babasının adını Ali ve dedesininin adının da Hüseyin olduğunu kaydeder. Takiyyudin et-Temimi de Tabakat’ın da Cürcani’nin adı Ali bin Muhammed bin Ali olarak verdikten sonra der ki “Fakat, Sultan Murad’ın hocası Allame Sa’di Efendi (945-1538), Cürcani’nin kendi hattıyla yazılmış bir eseri hususunda beni uyardı. Cürcani orada kendi nesebini anlatmış ve isminin Ali b. Ali b. Hüseyin olarak zikretmiştir”[4]. Araştırmalarda Cürcani’nin ismini tam olarak nasıl olduğunu öğrenmek için birkaç eserlere başvurulmuş lakin güvenilir olmadığı tereddüdüyle vazgeçilmiştir. Seyyid Şerif Cürcani’nin kendi, eserlerine başvurulsa da hiçbir eserimde kendi mezhebine ve ismine yer vermemiştir. Kendi eserlerine mahsus telifi olan “el-Misbah“ lakabıyla yazmıştır[5]. Elimdeki kaynaklardan birisi de Bu telifle yazılan eserlerden birisinin Süleymaniye kütüphanesinde mevcut olduğunu söylüyor[6].
GENÇLİĞİ VE TAHSİLİ
Kaynaklarda Cürcani’nin gençliği ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Kaynaklar, Cürcani’nin çok küçük yaştayken ilimle meşgul olduğu, üstün zekaya ve kabiliyete sahip olduğunu ayrıca çocukluğundan vefatına kadar ilimle meşgul olduğunu yazar. Seyyid Şerif Cürcani ilk tahsilini Cürcan da almış ama hocasının kim olduğu bilinmiyor. İlimde belli bir seviye ilerledikten sonra es-Sekkaki’nin sarf nahiv ve belagat ilmine dair “Miftahu’l-Ulum” adındaki eserini ve aynı eserin şerhini “en-Nur et-Tavusi” den Keşşaf tefsirinden Bakar ve Ali İmran surelerinin bir kısmını es-Serac Ömer el-Buheymani “el-Keşf” adındaki tefsiri ile birlikte aynı üstattan okuduğu bilinmektedir[7]. Kutbuddin eş-Şirazi’nin Miftah şerhini oğlu Muhlisuddin b. Ebu’l-Hayr Ali’den okuduğu ve akli ilimle meşgul olduğu zaman 20 yaşlarında olduğu bilinmektedir.
SEYAHATLERİ VE HERAT’A GİDİŞİ
Seyyid Şerif Cürcani tahsilini devam ettirmek için o zamanın ünlü Âlimi ve müelliflerinden olan ve Herat’ta ikamet eden Ebu Abdullah Kutbiddin Muhammed b. Muhammed er-Razi et-Tahtani’nin mantığa dair “Şerhu’ş-Şemsiyye” ve “Şerhu’l Metali” adlarında ki eserlerini bizzat kendisinden okumak için Herat’a gitmiştir.
Kaynakların birçoğu Kutbuddi’nin ihtiyarlığını ileri sürerek, Cürcani’yi okutmadığını kaydeder. El-İsfahani, Seyyid Şerif Cürcani’nin bir süre Kutbuddin’den ders aldığını söyler[8]. Bir süre okuttuktan sonra Cürcani’nin, zekasının keskinliğini, mantık ve felsefedeki üstün kabiliyetini görünce kendisinin yaşlandığını, melekelerinin zaafa uğradığını, onu daha fazla okutamayacağını söyleyerek, Mısırda yaşayan zamanın güçlü mantık alimi olan Mübarek Şah el-Mantıkiye gitmesini tavsiye eder[9].
ANADOLU’YA VE MISIRA SEYAHATİ
Seyyid Şerif Cürcani 1365’te Mübarek Şahın yanına gitmek üzere yola çıkar. Anadolu’ya geldiğinde o zamanın güçlü Âlimlerin den olan Cemaleddin b. Muhammed b. Muhammed Aksarayi’nin ününü duyarak Karaman ülkesine yönelse de yolda Aksarayi’nin bir “el-İzah” adında ki kitabını incelemiştir. Kitabı inceledikten sonra yetersiz bularak beğenmemiştir. Bu olaydan sonra yolunu değiştirmek istese de yanında bulunan arkadaşları Aksarayi’nin takririnin tahririnden daha iyi olduğunu söyleyerek yanına gidip ondan istifade etmesini tavsiye etmeleri üzerine Aksaray’a gitmişidir, oraya vardığında Cemaledin Aksarayi vefat etmiştir. Cürcani, Aksarayi’nin talebelerinden Şemseddin Muhammed el-Fenari ile tanış olmuşlar ve sonrasında birlikte Mısır’a gitmişlerdir. Mısır’a vardığında Mübarek şahla görüşerek hocasının yazdığı mektubu kendisine verir. Mübarek Şah Mektubu okuduktan sonra onu okutacağını lakin, özel ders veremeyeceğini, derste konuşmasına ve okumasına müsaade etmeyeceğini, sadece dinleyeceğini söylemiştir[10]. Cürcani bunlara razı olarak derslere devam eder. Anlatılan rivayetlerden biride Cürcani medreseye bitişik bir odada ders çalışırken o anda medresenin avlusuna çıkıp dolaşan Mübarek Şah odanın penceresine yaklaşarak, Cürcani’nin ders çalışırken okuduğu eseri eleştirdiğini ve itirazlarda bulunduğu ve kendi yorumlarını ekleyerek ders çalıştığını görünce onun ne kadar yetenekli ve güçlü zekaya sahip olduğunu anlamış ve çok sevinmiştir. Bu olaydan sonra Cürcani’ye derslerde okumasına ve konuşmasına izin vermiştir. Mübarek Şah’dan ders aldığı dönemlerde “Metali” şerhine kıymetli bir haşiye yazmış, bu haşiye ona genç yaşta büyük ün ve şöhret kazandırmıştır. Cürcani Kahire’de yaşarken bir tarafta Mübarek Şah’dan akli ilimler tahsis ederken diğer taraftan da Mısır da nakli ilimlerde devrin üstadı kabul edilen Ekmeluddin el-Baberti’den (766-1284) şeri ilimleri öğrenmiştir.
MISIRDAN DÖNÜŞÜ
Cürcani Mısır da 10 sene kalarak tahsilini bitirdikten sonra İstanbul’a gelmiş ve Anadolu üzerinden memleketine dönmüştür. Başka bir kaynakta ise Cürcani’nin Kahire’de 4 sene yaşadıktan sonra Anadolu’ya gitmiş ve oradan sonra İran’a döndüğünü yazmaktadır[11]. Cürcani ülkesine dönerken Bursa’ya uğrayarak ve oranın medreselerini ziyaret ederek medreselerin tedrisatını zayıf bulmuştur.
ŞİRAZA GİDİŞİ VE MÜDERRİSLİĞİ
Cürcani memleketine döndükten sonra ilimle meşgul olmuş ve müderrislik yapmıştır. Şah Şucar 779-1377 de ordusuyla birlikte Astrabattaki Kasr-ı Zere gelerek bir süre orada ikamet etmiştir. Cürcani hükümdarın memleketine geldiğini duyarak kendi ilmini başkasının aracılığı olmadan kendi ilmini Hükümdar’a bildirmek istemiş. Bunun üzerine askeri kıyafeti giyerek o zaman da Şah Şucarla sık-sık görüşen ve ona yakınlığıyla bilinen Şark İslam dünyasının en büyük Âlimi kabul edilen Sadeddin Taftazani’nin yanına giderek kendisinin Mazenderan’dan gelen garip birisi olduğunu lakin iyi bir okçu olduğunu yanında bulunan üç tane oku da göstererek hükümdarın huzurunda atmak istediğini ve Hükümdarla görüşmesini sağlamak için rica etmiştir[12]. Sadeddin Taftazani bu isteğini kabul eder ve beraber saraya giderler. Cürcani’nin maharetini sultana anlatır ve sultan onu huzuruna kabul ederek maharetini göstermesini ister. Bunun üzerine Cürcani elini cebine sokarak çeşitli ilimlerde müelliflere karşı yazmış olduğu itirazlarla ilgili bir cüz çıkararak benim oklarım bunlardır diye göstermiştir. Şah Şucar, Cürcani’nin eserini alıp incelediğinde onun ilimde ne kadar başarılı ve iyi biri olduğunu göstererek Cüracani’ye saygıda bulunarak bir miktar para elbise ve binek vermiştir. Bu olaydan sonra Sadeddin Taftazani aracılığıyla Şah Şucar, Kasr-ı Zer’den dönerken Cürcani’yi de beraberinde götürerek medresesine müderris tayin etmiştir. Cürcani bu medrese de 10 sene müderrislik yapmıştır. On sene içinde bir taraftan tedrisata devam ederken bir taraftan da akli ilimler üzerine kıymetli eserler yazmıştır.
SEMERKANT’A GÖNDERİLİŞİ
Timur 789-1389’da Şiraz’a girmiş ve şehri yağmalayarak talan ettiği sırada Timur’un vezirlerinden biri Cürcani’nin ilim konusunda maharetli ve eşi bulunmaz bir Âlim olduğunu ve bu şehirde yaşadığını öğrenince, hürmet eder ve evine sığınanlara da merhamet ederek canlarını bağışlar. Timur bunun üzerine Cürcani’yi ülkesine davet etmiştir.[13] Cürcani, Timur’un teklifini reddetmedi ve istemeden de olsa Şiraz’dan ayrılarak Semerkant’a gitmek zorunda kaldı. Cürcani’nin Semerkant’a giderken ailesini yanında götürüp götürmediği hakkında bilgi verilmemektedir. Timur’un İran, Irak, Suriye ve Anadolu gibi İslam Aleminin çeşitli bölgelerinden alimleri bulunduran ilim merkezi ve Timur devletinin başkenti olan Semerkant’a gitmiş ve Maveraünnehir alimleriyle münazara da bulunarak Münazaralardaki konuşma ve bilgisiyle üstünlüğünü kabul ettirmiştir. Timur 791’de meclis düzenleyerek mecliste Taftazani ve Cürcani arasında munazara yapmış, münazaranın sonunda hakem Cürcani’nin görüşlerinin doğru olduğunu ve munazarayı kazandığını açıklaması Cürcaninin hem oradaki alimlerin hem de Timur’un katında üstün alim olmasının ve şöhretini bir kat daha artmasının kanıtı olmuştur[14]. Cürcani’nin Peygamber soyundan olması da Timur’un katında üstün tutulmasının sebeplerinden biridir. Timur’un hürmet ve saygısından memnun kalan Cürcani Semerkant’ta kalmaya karar vermiştir. Cürcani Semerkant’ta 18 sene kaldığı sürede birçok eser yazmış ve tedrisatıyla yüzlerce talebe yetiştirmiştir. Timur’un vefatından sonra devlette baş veren kargaşalar yüzünden birçok Alimler gibi Cürcani de memleketine geri dönmüştür. Semerkant’ta 18 yılık yaşantısından sonra Şiraz’a geri dönen Cürcani, telifat ve tedrisatına devam ederek birçok değerli eseri yazmış ve talebe yetiştirmiştir. Vefatıyla yarım kalan eserini oğlu Muhammed tamamlamış, bu da Cürcani’nin hayatının sonuna kadar ilimle meşgul oluğunu göstermektedir[15].
CÜRCANİ’NİN EŞİ VE ÇOCUKLARI
Cürcani’nn eşi ve kızıyla ilgili bilgi bulunmamaktadır. Sadece kızıyla ilgili es-Sehavi Mekke’de Cürcani’nin kız tarafından torunu ile karşılaştığını ve ondan dedesi ve eserleri hakkında bilgi aldığını kaydetmesi ve bu kayıt Cürcani’nin bir kız çocuğunun olduğunu ifade eder. Oğlan çocuklarıyla ilgili ise Sicili Osmani müellifi Mehmet Süreyya onun Şemseddin Muhammed ve Nureddin adında iki oğlu olduğunu kabul etse de diğer bir başka kaynaklar sadece bir oğlu Nureddin Muhammed olduğundan bahsederler[16].
CÜRCANİ’NİN HOCALARI
İlk hocası “Miftahu’l-ulum” şarihi en-Nur et-Tavusi ile Muhlisuddin Ebu’l-Hayr Ali b. Kutbuddin eş-Şirazi’dir.
Muhammed b. Muhammed Ebu Abdillah Kutbuddin er-Razi et-Tahtani.
Muhammed b. Muhammed Ekmeluddin el-Baberti.
Hace Alaeddin Attar Muhammed b. Muhammed el-Buhari.
TALEBELERİ
Kaynaklarda talebeleriyle ilgili pek fazla ilgili bilgi verilmemektedir.
Mustafa Paşa b. Muhammed Kadızade er-Rumi.
Fetullah eş-Şirvani, es-Seyyid Ali el-Acemi Fahruddin el-Acemi.
Hace Alaeddin Ali-es-Semerkandi.
BAŞLICA ESERLERİ
Cürcani İslam dünyası medreselerinde okutulan ilimlerin neredeyse hepsine dair eserler yazmış bu eserler büyük ve küçük eserlerle beraber 101 tanedir. Bu eserler içinde bir iki sayfalık risalelerin yanında yüzlerce sahifelik eserlerde yer almaktadır[17].
Haşiye ale’l- Keşşaf (Mısır-1308), Tercumanu’l-Kur’an (Tahran-1333), Haşiye ala Mişkati’l-mesabih (Süleymaniye Kütüphanesi, Fatih bölümü nr. 668), Haşiye ala Şerhi Muhtesari’l-münteha (Bulak 1316-19), Şerhu’l-Feraiz es-Siraciyye (İstanbul-1859), Haşiye ‘ale’l-Metali (Süleymaniye Kütüphanesi, Hamidiye Bölümü nr. 786), Risa1e-i Kübra (Lüknay-1844), el-Usulu’l-mantıkiyye (Kahire-1910), Şerhu’l-Cağmini (Süleymaniye Kütüphanesi, Ayasofya bölümü nr; 2649), Sarf-ı Mir (Lüknav-1872), Şerhu’l-İzzi (İstanbul 1266), Risale fi mana’l-harf (Süleymaniye Kütüphanesi, Ş. Ali Paşa bölümü nr. 2758/6), Şerhu’l-Kafiye (İstanbul-1310), Haşiye-i Mutavvel (İstanbul 1241), el-Misbah (Süleymaniye Kütüphanesi, Turhan Sultan bölümü, nr. 287). Ta’riffat (İstanbul-1253)[18].
Akli ilimlerin üstadı Cürcani’nin 15 asırdan itibaren medreselerde verilen icazetnamelerde icazet zincirinin en önemli halkasını teşkil ettiği kabul edilir.
CÜRCANİ’NİN VEFATI
Cürcani 6 Rebiü’l-ahir 816/1413 Çarşamba günü vefat etmiştir[19]. Cürcani, kendisi için Şiraz suru içerisinde Savahan mahallesinde bulunan Cami-i atik yakınındaki Vakip mezarlığında yapılan kubbeli bir kabre defin edilmiştir[20].
OSMANLI İLİM HAYATINA ETKİSİ
İki büyük Âlimin yazdığı eserler, onlardan sonra gelen Âlimler tarafından okunmuş ve bunlar üzerine birçok haşiyeler yazılmıştır ve bu eserler Osmanlı medreselerinde ders kitabı olarak okutulmuştur. Bunun yanında Taftazani ve Cürcani arasındaki fikir tartışmaları Osmanlı devletini etkilemiştir. Osmanlı hatta İslam Âlimlerinin ikiye ayrılmasında bu tartışmalardaki fikir ayrılığıdır[21]. Osmanlıda ulemaları ikiye ayrılmasına aralarındaki tartışmalar yüzünden birbirlerine darılmaları II. Mehmet’in ilgisini çekmiş ve bu tartışmaları desteklemiştir. Osmanlı ilim hayatının gelişmesinde Mısır, Suriye, İran, Maveraünnehir bölgelerindeki ilim ve kültür merkezlerinde faaliyetlerde buluna ister Âlim ister öğrencilerin yazdıkları eserlerin büyük katkıları olmuştur. Bu eserlerden Ekemeleddin, Mübarek Şah, Sadeddin Taftazani (1390), Seyyid Şerif Cürcani (1413), Aslen Bursalı olmakla bilinen Semerkant’ta yerleşen Kadızade Rumi (1440), İbn Hacer el-Askalani (1449), Abddurrahman Cami (1492), Celaleddin Devvani (1402) isimlerini saya biliriz[22]. Bu alimler Timur’un ölümünden sonra kargaşalar yüzünden memleketlerine geri dönmüşlerdir. Timur’un düzenlediği meclisteki münazarada Taftazani’nin yenilmesi ve bu yüzden iki Âlimin arasının açılması hatta Timur’un Cürcani tarafını tutması üzerine Taftazani’nin buna canı sıkılır ve bu yüzden vefat ettiği sanılmaktadır[23]. Razi geleneğinin takipçileri olan ve İslam dünyasında oldukça iyi tanınan Taftazani ve Cürcani ilmi çevreler tarafından otorite olarak kabul edilmiştir. Yazdırdıkları eserler ulema arasında büyük rağbet görmüş ve medreselerde uzun süre okutulmuştur. Anadolu Türkistan ve İran da yetişen bazı Alimler icazetnamelerindeki ilim silsilesi yoluyla Taftazani ve Cürcani’ye bağlanmışlardır, bu etki Osmanlıya da yansımıştır.
Sadeddin Taftazani ve Cürcani etrafında şekillenen ilmi geleneği ve felsefi tartışmaların Osmanlı ülkesine intikalinde bu Âlimlerden tahsilini tamamlayan öğrencilerin büyük rolü olmuştur. Osmanlıdan orta Asya’ya tahsil ve ihtisas için gidenler ve aslen Türkistanlı ve İranlı olup geçici bir süre için Osmanlıda bulunanlar olarak iki gruba ayırabiliriz. İlk grubu oluşturan Âlimler, Anadolu’da belli bir eğitim sonunda ilmi alt yapı bilgi elde ettikten sonra Orta Asya bölgesine giderek burada sözü edilen ulemanın ya da onların öğrencilerinin çevresinde bulunmuşlar ve birkaç yıl tahsil aldıktan sonra Osmanlıya dönmüşlerdir. İkinci grubu oluşturan Âlimlerden olan Türkistan ve İranlı Ulema ise Osmanlı topraklarında daha çok 15. Yüzyılın ilk yarısından itibaren görülmeye başlar. Siyasi ve sosyal sıkıntılardan kaynaklanan bazı faktörlerin etkisiyle Osmanlı hayatındaki ilim ve kültürün belirleyici olduğu görülüyor. Orta Asya Ulemalarından eğitim alan öğrencilerin eğitimlerini tamamladıklarında Taftazani ve Cürcani’nin fikirlerine de hâkim olmuş oluyorlardı. Bu öğrenciler bu iki Âlimin fikirlerinin Osmanlıda yayılmasında etken rol oynamışlardır.
Taftazani ve Cürcani arasındaki fikir ayrılıklarının nedeni Seyyid Şerif Cürcani akli ilimlerle yanısıra tasavvufi ve batini fikirlere önem verirken, Taftazani zahire itibar ederek heterodoks anlayıştan uzak durmaya çalışmıştı. Muhyiddin Arabi’nin vahdet-i vücut düşüncesine karşı çıkan ve reddiyeler yazan Taftazani’ye karşılık Cürcani bu fikirleri benimseyerek savunmuştur[24].
Seyyid Şerif Cürcani ve Sadeddin Taftazani’nin fikir ayırımları Osmanlı padişahlarını da etkilemiştir. Buna örnek olarak II. Mehmed’i gösterebiliriz ki bu büyük Âlimlerin görüşlerini hafife alan bazı Ulemalardan hoşnut olmamıştır. Buna da örnek verecek olursak dönemin seçkin ulemaları Molla Zeyrek kendisini Seyyid Şerif Cürcani’den üstün olduğunu söyleyerek övünmüş, bu durum padişahın hoşuna gitmeyerek onunla münazara yapması için Bursa’dan Hocazadeyi çağırtmıştır[25]. Münazara yedi gün sürmüştür. Münazarayı Hocazade yenerek padişahtan büyük taktir görmüştür.
Seyyid Şerif Cürcani ve Sadeddin Taftazani’nin birçok eserleri Osmanlının bazı medreselerinde tekrar-tekrar okutulmuştur. Örnek verecek olursak Bursa’da tahsilini tamamladıktan sonra Yıldırım Bayezid Medresesinde önce Danişmend, sonrada asistan olan Beşir oğlu Mehmed, bu görevi sırasında Cürcani’nin Metali Haşiyesi’ni otuz altı defa okutmuştur[26].
Sadeddin Taftazani ve Seyyid Şerif Cürcani’ye ait eserlerin üzerine Osmanlı Âlimleri tarafından yazılan şerh ve haşiyelerin de medreselerde büyük rağbet görmüştür. Alaeddin Arabi’nin öğrencilerinden olan çeşitli medreselerde müderrislik yapan ve Edirne’deki ikamet ettiği sırada vefat eden Mehmed Samsuni’nin Seyyid Şerif Cürcani’nin Şerhu’l-Miftah ve Haşiyetü’t-Tecrid’i ile Sadeddin Taftazani’nin Telvih’ine yazdığı haşiyeler, Osmanlı medreselerinde okutulan önemli eserlerden biridir[27].
Sonuç
Bu makalede Cürcani gibi ilim dünyasına katkı sağlamış bir Âlimin hayatını irdelemeye çalıştım. Onun Osmanlıya olan etkisi ve bir ekolün oluşmasındaki rolüne değinmeye çalıştım. Cürcani ilim dünyamızı etkileyen Âlimlerin başında gelmektedir. Bugün bile önemini korumaktadır ve birçok eseri hala ilim camiasında bilinmekte ve okunmaktadır. Böylesi bir Âlimin hayatına dair yazmak ve bunun insanlara ulaşacak olması oldukça sevindiricidir. Osmanlı gibi bir Medeniyette önemli görülmesi de benim için oldukça değerlidir.
Dipnotlar
[1] Sadreddin Gümüş, “Cürcani Ve Haşiye Ale’l-Keşşaf’ı” Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 177.
[2] Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerif Cürcani (İstanbul: Fatih Yayınevi Matbuası, 1984), s. 83.
[3] Sadreddin Gümüş, “Cürcani Ve Haşiye Ale’l-Keşşaf’ı” Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 177.
[4] Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerif Cürcani (İstanbul: Fatih Yayınevi Matbuası, 1984), s. 84.
[5] Aynı eser, s. 84.
[6] Aynı eser, s. 84-85.
[7] Aynı eser, s. 86.
[8]Sadreddin Gümüş, “Cürcani, Seyyid Şerif,”, DİA 8, s. 134.
[9]Sadreddin Gümüş, “Cürcani Ve Haşiye Ale’l-Keşşaf’ı” Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 177.
[10]Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerif Cürcani (İstanbul: Fatih Yayınevi Matbuası, 1984), s. 88.
[11] C. Brokelmann, “Cürcani,” İslam Ansiklopedisi 3, s. 246.
[12]Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerif Cürcani (İstanbul: Fatih Yayınevi Matbuası, 1984), s. 90.
[13] Sadredin Gümüş, “Cürcani Ve Haşiye Ale’l-Keşşaf’ı,” Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 178.
[14] Sadreddin Gümüş, “Cürcani, Seyyid Şerif,” DİA 8, s. 135.
[15] Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerif Cürcani (İstanbul: Fatih Yayınevi Matbuası, 1984), s. 93.
[16] Aynı eser, s. 113.
[17] Aynı eser, s. 129.
[18] Sadredin Gümüş, “Cürcani Ve Haşiye Ale’l-Keşşaf’ı,” Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. 179.
[19] Kaynaklar farklı tarihler söylese de çoğunluğu bu tarihi kaydettiği için kullandığım kaynakta da bu tarih verilmiştir.
[20] Sadreddin Gümüş, “Cürcani Seyyid Şerif,” DİA 08, s. 136.
[21] İsmail Çiftçioğlu, “XV. Yüzyıl Osmanlı İlim Hayatında Sadeddin Taftazani Ve Seyyid Şerif Cürcani Etkisi,” (makale), s. 94.
[22] Aynı eser, s. 88.
[23] Aynı eser, s. 87.
[24] İsmail Çiftçioğlu, “XV. Yüzyıl Osmanlı İlm Hayatında Sadeddin Taftazani Ve Seyyid Şerif Cürcani Etkisi,” (makale), s. 94.
[25] Aynı eser, s. 95.
[26] Sadreddin Gümüş, Seyyid Şerif Cürcani (İstanbul: Fatih Yayınevi Matbuası, 1984), s. 107.
[27] Sadreddin Gümüş, “Cürcani, Seyyid Şerif,” DİA 08, s. 136.
Hazırlayan: İslam Şükrüoğlu